tatlidede
tatlidede

Sayın Külekçi ve Mardin'e Sahip Çıkamamak

Sayın Külekçi ve Mardin'e Sahip Çıkamamak

                           Sayın Külekçi Ve Mardin’e Sahip Çıkamamak

Fahri hemşeri olmanın ötesinde;

Aidiyetini yürekten hissettiği izlenimini edindiğim,

Niyeti karalar bağlamak,

Niyeti dert yanmak olmasa da,

Havası, suyu toprağı nezdinde gönül bağı kurduğu sevdamız olan bu kentle ilgili, Sayın Ahmet Külekçi’nin Mardin Life da yayınlanan, “ Mardin’e Sahip Çıkamamak” başlıklı yazısı dikkatimi çekiyordu.

Bu kentin her zerresini adımlamış ve birebir yaşamış biri olarak gözlem ve akabindeki serzenişler ile üzerinde tartışılması ve akıl yürütülmesi gereken içeriğiyle, bir yere ait olmanın sadece orada doğmak ile alakalı değil, yüreğinde yaşatmanla da ilgili olduğunun canlı örneği, Sayın Külekçi’nin satırlarına yansıyordu.

Turizm noktasındaki kaygıları ve tahribat, betonlaşmaya teslim olan yapılaşma, konuşması gerekenlerin ağzının kapatılıp, konuşmaması gerekenlerin susmadığı izlenimleri, dışardan değil birebir içeriden birinin içten söylemleri olarak karşımıza çıkıyordu.

Gerçi kalitesizliğin kaliteyi kovup, maddiyatın temel inanış olduğu günümüz dünyasında şahısların karakter ve onur durumlarının önemsenmemesi, sadece Mardin’e özgü bir sorun değil.

Gerçi kişisel ego, menfaat ve çıkar yarışı, sadece Mardin’e özgü bir problem değil.

Gerçi kimsenin açık ve net olmaması ile haram ile helalin artık bir değeri kalmamasından olsa gerek, işkembemizin her tür yeme iş ve işlevini sindirme kaynaklı karnımızdan konuşma eylemi de, sadece Mardin’e özgü bir handikap değil.

Gerçi kimin neyi ne kadar duyup, kimin neyi ne kadar bildiği söylemi de; o anki şart ve konjonktür denen ahvali kurtaran sihirli sözcüğün ardına sığınılması durumunun genel yaygınlığı itibariyle, sadece Mardin’e özgü bir olgu değil.

Gerçi birçok söylem ve eylemin algı olarak sunulduğu, hemen hemen her şeyin yapılmış, edilmiş, halledilmiş gibi satıldığı günümüz mış gibi ortamındaki vahamet, sadece Mardin’e özgü bir durum değil.

Doğru olana doğru, yanlış olana yanlış deme devrinin boşlukta bir hoş seda şeklinde kaldığını düşünen biri olarak, hele hele ki günümüz maddiyat evreninin bu kaypak dijital zemininde anlamlandırmak çok daha zor.

Hoşnut kalmadığımız beğenmediğimiz bir süreci,

Çoraklaştığını düşündüğümüz bir toplumsal iklimi,

Bazen bir şahsa, bazen bir görüşe bazen de bir kente yüklemekte beis görmeyiz.

Piyasanın isterleri ile karakterimizin giderleri ne kadar kendi arasında denge kurar bilemiyorum.

Kentin tarihi dokusunu, hoşgörü genetiğini ve bir arada yaşama geleneğini düşündüğümüzde Sayın Külekçi’nin tespitlerini onaylamamak mümkün değil.

Lakin Özdemir Asaf’ın da dediği gibi,

Bütün renkler kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler, sözü misali…

Tüm kentler insanlarıyla beraber kirleniyordu,

Birinciliği Mardin’e verdik, deyip…

İğneyi önce kendimize batırıp,

Çuvaldızı da başkalarına saklayalım…

 

 

    

Editör: Fırat Ensari

Yorum Yaz