tatlidede
tatlidede

Tanrıların Vatanı Anadolu - C. W. Ceram Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tanrıların Vatanı Anadolu kimin eseri? Tanrıların Vatanı Anadolu kitabının yazarı kimdir? Tanrıların Vatanı Anadolu konusu ve anafikri nedir? Tanrıların Vatanı Anadolu kitabı ne anlatıyor? Tanrıların Vatanı Anadolu PDF indirme linki var mı? Tanrıların Vatanı Anadolu kitabının yazarı C. W. Ceram kimdir? İşte Tanrıların Vatanı Anadolu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 02.02.2023 07:00
Tanrıların Vatanı Anadolu - C. W. Ceram Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: C. W. Ceram

Çevirmen: Esat Nermi Erendor

Yayın Evi: Remzi Kitabevi

İSBN: 9789751403568

Sayfa Sayısı: 183

Tanrıların Vatanı Anadolu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Uygarlıklar beşiği Önasya´nın öyküsü

C. W. Ceram´ın son eseri olan Tanrıların Vatanı Anadolu, yüzyıllar önce Anadolumuza gelip olağanüstü bir uygarlık kurmuş olan Hititler üzerine en tutarlı bilgi ve belgeleri sunmaktadır.

Örneğin, Önasya´da 500 yıl süreyle toplumsal, siyasal ve kültürel açıdan en önde gelen topluluklardan biri olan Hitit devletinin çağdaşlarına oranla üstünlüğü, kuruluşundan M.Ö. 1200 yıllarına kadar sürmüştür.

Kutsal kitaplarda da kendinden söz ettiren, buna karşılık Yunan ve Roma´ya yabancı kalmış bu büyük uygarlığın araştırma ve kazılar sonucu günışığına çıkarılması, çağdaş arkeolojinin en coşkulu anları sayılır.

C. W. Ceram, yurdumuza da gelerek bizzat katıldığı araştırmalarda edindiği bulguları bu kitapta bir roman akıcılığıyla yansıtmaktadır.

Tanrıların Vatanı Anadolu Alıntıları - Sözleri

  • Asi ırmağı kıyısında yapılan bu savaşın kitabımız için ayrıca bir çekiciliği vardır. Bir defa kesinlikle varyapımını sağlayabildiğimiz tarihin ilk savaşıdır. Üstelik bilinen bu savaşı bilinen ilk barış antlaşması izlemiştir. Bu antlaşma politik açıdan İsa'dan sonra 20. yüzyılda ulusların ortaya koyduğu birçok ba­rış antlaşmasından daha üstün niteliklere sahiptir.
  • Toplum düzeni bir hukuk sistemiyle güvence altına alınmıştır. Bu hu­kuk bilinen bütün Doğu yasalarıyla karşılaştırıldığında, insana ·değer verme özelliğiyle belirgin bir ayrılık göstermektedir. Bu hukukta göze göz kısas ilkesi yoktur; o çağlarda bütün dünyada görülen misilieme adaletine zıt olarak bu­rada telafi etme - giderme adaleti vardır. Hitit Devleti'nin şimdiye kadar belirttiğimiz bu özellikleri, onu M.Ö. 2. binyılın öteki Doğu devletlerinden açıkça ayırıyor; bu ayrılık - görece değil de Avrupa ölçüsüne göre yargılasak dahi, yine de - olumlu niteliktedir.
  • Hitit Devleti tek bir din etrafında manevi bir bütünlük kurmamıştır. "Hititler'in bin tanrısı vardı". Birçok din yan yana yaşamış, sayısız ulusal ve yerel kültür birbirine karışmıştır. Hititler'in din konusunda temel ilkeleri "hoşgörü"ydü.
  • Hititolog Albrecht Götze'nin dediği gibi, "Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititler'le başlar; bu da onların ilginç­liğini daha da artırmaktadır."
  • Despotlar övgü şarkılarını kendileri yazmazlar, yazanlar her zaman bulunur. Hitler iktidarının doruğunda bulunurken, uzağı görenler için sonu artık belli olmuştu, ama yüzbinlerce insan - kimse kendilerini zorlamadığı halde -bütün içtenlikleriyle onun için "tarihin en büyük kumandanı", "Tanrı'nın yol­ladığı ulu önder" diye övgü şarkıları söylemişlerdir. Hitler'in "nasyonal sosya­list gerçeği" emretmesine ihtiyacı yoktu, bu gerçek emirsiz de dillerden düşmüyordu.
  • Vadar, water, Wasser! Üç binyıl ötelerden bir Hititli'nin susuzluk feryadı bu . . . ve bu feryat çagımızda Almanya'nın Kuzey Denizi kıyılarında oturan bir Frieslandlı tarafından ya da Amerika'nın dogu kıyısında yaşayan bir Pennsylvanialı tarafından anlaşılabiliyor; insanı ürperten bir olay! . . .
  • Bugün güneşin altında uzanan boz renkli köylerin durumu, üç binyıl önce zengin Asur'dan Anadolu'nun bağrına alışveriş için ilk Asurlu tüccarların so­kulduğu zamandakinden pek farklı olmasa gerek. Bu köylerin evleri hâlâ ker­piçtendir. Kavurucu güneşte bel veren, arada bir görülen sağanaklarda parça parça eriyip giden kerpiç ... Bu yüzden köyler acayiplikleri seven bir hayal gü­cü tarafından yaratılmışcasına çirkin görünümdedirler. Yirmi yıl bile ömrü olmaz kerpiç evlerin; yıkılıverirler, yıkıntısı üzerine torunlar yenilerini yapar­lar. Işte "arkeolojik tabakalar" da böyle oluşur.
  • Hitit dili üzerine : Latince, ölü bir dildir, fakat bugün pek çok kimse tarafından yazılabilir; iki binyıl önce Romalılar'ın zafer anıtları üstüne yazdıkları yazılar okunabilir; birçokları bunları sadece okumakla kalmazlar, aynı zamanda anlarlar da. La­tince, bir ulusun dili olarak Roma İmparatorluğu'yla birlikte göçüp gitti, ama eğitim dili olarak yüzlerce yıl varlığını korudu, günümüze kadar geldi. Ölü bir dil olmasına karşılık onunla ilgili bilgiler asla kaybolmadı. Böylesine ideal bir durum, eski Doğu dillerinin ve yazılarının çoğunda görülmüyor. Geçen yüzyılın arkeologları toprağın altından sayısız yazılı belge çıkardılar; taş yazıtlar, kil tabletler, mühürler, tahtadan kitaplar ve papirüsler. Bu belgelerin kimisinde bilinen bir yazı vardı, fakat kullanılan dil bilinmi­yordu. Kimisinde ise hangi dilde yazıldığı biliniyordu, buna karşılık kullanılan yazı sistemi bilinmiyordu. Bir de öyleleri vardır ki ; bilinmeyen dilde, bilinmeyen bir yazı sistemiyle yazılmışlardı. Bu yetmiyormuş gibi başka bir zorluk daha yüklenmişlerdi, hiç bi­linmeyen bir ulusun yazılı belgeleriydiler. lşte William Wright "Hama Taşları"nı duvardan söktüğü an böylesine üç başlı bir muamma karşısında kalmıştı. Taşlarda şimdiye kadar hiç görülme­miş bir yazı sistemi vardı, bilinmeyen bir dil kullanılmış ve bilinmeyen bir ulus tarafından yazılmıştı.
  • Küçükasya(Anadolu), lspanya'dan, Almanya'dan, Amerika'dan, Kaliforniya'dan da­ha büyük değildir. Avustralya'daki Queensland eyaletinden biraz küçüktür. Coğrafyası bakımından merkez noktası sayılan Kayseri'de, Amsterdam' daki gibi kış, Toulouse'deki gibi de yaz olur. Toros boğazlarında bugün de ya­ban hayvanları dolaşır; kurt sürüleri koyun ağıllarına saldırır ve Afrika sürün­genleri, kayalarda güneşlenir. Ve karanlık çökünce sırtlanlar katırtırnağı or­manlarında dolaşmaya, çakallar gece şarkılarını söylemeye başlar.

Tanrıların Vatanı Anadolu İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Tanrıların Vatanı Anadolu PDF indirme linki var mı?

C. W. Ceram - Tanrıların Vatanı Anadolu kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Tanrıların Vatanı Anadolu PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı C. W. Ceram Kimdir?

20 Ocak 1915 tarihinde Berlin’de doğdu. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra kitapçılık öğrenimi yaptı, bunun yanı sıra Berlin Üniversitesi’ne devam etti. 1932 yılında ilk edebiyat, film ve kitap eleştirmelerini yazdı. 1941 yılında yayımladığı gerçekçi bir savaş röportajı daha ilk baskısında yasaklandı. 1946 yılının sonundan 1952 yılına kadar Rowohlt yayınevinin eser inceleme baş uzmanı olarak çalıştı. Marek, 1945-1949 yılları arasında arkeolojinin romanı Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler’i yazdı ve Ceram takma adıyla yayımlandı; bu eseri sayesinde, kelimenin tam anlamıyla bir gün içinde büyük bir üne kavuştu. Hem de bu ün sadece Almanya’nın sınırları içinde değil, dünya çapındaydı. Eser yirmiden fazla dile çevrildi ve her dilde birçok kereler basıldı; Yazarın son eseri olan Tanrıların Vatanı Anadolu günümüz insanına yüzyıllar önce Anadolumuza gelip olağanüstü bir uygarlık kurmuş olan Hititler üzerine en tutarlı belgesel gerçekleri ulaştırmaktadır.Kutsal kitaplarda da kendinden söz ettiren, buna karşılık Yunan ve Roma’ya yabancı kalmış bu büyük uygarlığın kazılar sonucu günışığına çıkarılması, çağdaş arkeolojinin en coşkun anları sayılır.

C. W. Ceram Kitapları - Eserleri

  • Tanrılar Mezarlar ve Bilginler
  • Tanrıların Vatanı Anadolu
  • Sinemanın Arkeolojisi

C. W. Ceram Alıntıları - Sözleri

  • Piramit büyüdü, 2.300.000 taş blok insan gücü ile getirildi ve üst üste yığıldı. Piramidin dört kenarından her biri 230 metreyi aşkın uzunluktaydı, sonunda tepesi de 146 metreden daha yükseğe çıktı. Firavunun mezarı yaklaşık Köln Katedrali kadar yüksektir. Viyana’daki Stephan Kilisesi’nden daha yüksektir, Roma’daki Sen Piyer kilisesinden, Hristiyanlığın en büyük kilisesinden çok yüksektir ve bu kilise Londra’daki St. Paul Katedrali ile birlikte rahatça Firavunun mezarına sığabilir.... Bugün kölelerin inleyişleri sönüp gitmiştir. Kırbaçların ıslıklarını Nil rüzgarı yutmuştur, ter kokusu dağılmıştır. Kalan yalnız bu dev yapıttır. (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • Hitit dili üzerine : Latince, ölü bir dildir, fakat bugün pek çok kimse tarafından yazılabilir; iki binyıl önce Romalılar'ın zafer anıtları üstüne yazdıkları yazılar okunabilir; birçokları bunları sadece okumakla kalmazlar, aynı zamanda anlarlar da. La­tince, bir ulusun dili olarak Roma İmparatorluğu'yla birlikte göçüp gitti, ama eğitim dili olarak yüzlerce yıl varlığını korudu, günümüze kadar geldi. Ölü bir dil olmasına karşılık onunla ilgili bilgiler asla kaybolmadı. Böylesine ideal bir durum, eski Doğu dillerinin ve yazılarının çoğunda görülmüyor. Geçen yüzyılın arkeologları toprağın altından sayısız yazılı belge çıkardılar; taş yazıtlar, kil tabletler, mühürler, tahtadan kitaplar ve papirüsler. Bu belgelerin kimisinde bilinen bir yazı vardı, fakat kullanılan dil bilinmi­yordu. Kimisinde ise hangi dilde yazıldığı biliniyordu, buna karşılık kullanılan yazı sistemi bilinmiyordu. Bir de öyleleri vardır ki ; bilinmeyen dilde, bilinmeyen bir yazı sistemiyle yazılmışlardı. Bu yetmiyormuş gibi başka bir zorluk daha yüklenmişlerdi, hiç bi­linmeyen bir ulusun yazılı belgeleriydiler. lşte William Wright "Hama Taşları"nı duvardan söktüğü an böylesine üç başlı bir muamma karşısında kalmıştı. Taşlarda şimdiye kadar hiç görülme­miş bir yazı sistemi vardı, bilinmeyen bir dil kullanılmış ve bilinmeyen bir ulus tarafından yazılmıştı. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • Toplum düzeni bir hukuk sistemiyle güvence altına alınmıştır. Bu hu­kuk bilinen bütün Doğu yasalarıyla karşılaştırıldığında, insana ·değer verme özelliğiyle belirgin bir ayrılık göstermektedir. Bu hukukta göze göz kısas ilkesi yoktur; o çağlarda bütün dünyada görülen misilieme adaletine zıt olarak bu­rada telafi etme - giderme adaleti vardır. Hitit Devleti'nin şimdiye kadar belirttiğimiz bu özellikleri, onu M.Ö. 2. binyılın öteki Doğu devletlerinden açıkça ayırıyor; bu ayrılık - görece değil de Avrupa ölçüsüne göre yargılasak dahi, yine de - olumlu niteliktedir. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • Asi ırmağı kıyısında yapılan bu savaşın kitabımız için ayrıca bir çekiciliği vardır. Bir defa kesinlikle varyapımını sağlayabildiğimiz tarihin ilk savaşıdır. Üstelik bilinen bu savaşı bilinen ilk barış antlaşması izlemiştir. Bu antlaşma politik açıdan İsa'dan sonra 20. yüzyılda ulusların ortaya koyduğu birçok ba­rış antlaşmasından daha üstün niteliklere sahiptir. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • Küçükasya(Anadolu), lspanya'dan, Almanya'dan, Amerika'dan, Kaliforniya'dan da­ha büyük değildir. Avustralya'daki Queensland eyaletinden biraz küçüktür. Coğrafyası bakımından merkez noktası sayılan Kayseri'de, Amsterdam' daki gibi kış, Toulouse'deki gibi de yaz olur. Toros boğazlarında bugün de ya­ban hayvanları dolaşır; kurt sürüleri koyun ağıllarına saldırır ve Afrika sürün­genleri, kayalarda güneşlenir. Ve karanlık çökünce sırtlanlar katırtırnağı or­manlarında dolaşmaya, çakallar gece şarkılarını söylemeye başlar. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • DAVUD PEYGAMBER, “Işık senin giydiğin libastır...” der. (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • Hititolog Albrecht Götze'nin dediği gibi, "Avrupalı ulusların kültür dünyasında görünmeleri Hititler'le başlar; bu da onların ilginç­liğini daha da artırmaktadır." (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • Bugün güneşin altında uzanan boz renkli köylerin durumu, üç binyıl önce zengin Asur'dan Anadolu'nun bağrına alışveriş için ilk Asurlu tüccarların so­kulduğu zamandakinden pek farklı olmasa gerek. Bu köylerin evleri hâlâ ker­piçtendir. Kavurucu güneşte bel veren, arada bir görülen sağanaklarda parça parça eriyip giden kerpiç ... Bu yüzden köyler acayiplikleri seven bir hayal gü­cü tarafından yaratılmışcasına çirkin görünümdedirler. Yirmi yıl bile ömrü olmaz kerpiç evlerin; yıkılıverirler, yıkıntısı üzerine torunlar yenilerini yapar­lar. Işte "arkeolojik tabakalar" da böyle oluşur. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • "Nasıl bir mucize bu? Ey toprak, içilebilir kaynaklar için sana yalvardık; senin kucağın yukarıya, bize ne gönderdi? Uçurumların derinliklerinde hayat mı var? Lavların altında saklanmış bir yeni cins daha mı yaşıyor yoksa? Oradan kaçan geri mi dönüyor? Gelin ey Yunanlılar, Romalılar! Görün, eski Pompei yeniden doğuyor, Herkül'ün kenti bir kez daha kuruluyor!" (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • Tarihte ve insanların yaşamında sık sık olduğu gibi, önce işin zoruna gidildi ve en uzun yol en kısası sanıldı. (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • “Tepe, kat kat soymak zorunda kaldığı dev bir soğana benziyordu. Bu katların her birinde de başka başka çağlarda insanların oturmuş oldukları görülüyordu. Uluslar yaşamışlar, ölmüşlerdi; kentler kurulmuş ve yeniden yok olmuştu... Bir uygarlık ötekinin yerine geçmişti ve boyuna bir ölüler kentinin üzerine bir diriler kenti kurulmuştu.” (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • Vadar, water, Wasser! Üç binyıl ötelerden bir Hititli'nin susuzluk feryadı bu . . . ve bu feryat çagımızda Almanya'nın Kuzey Denizi kıyılarında oturan bir Frieslandlı tarafından ya da Amerika'nın dogu kıyısında yaşayan bir Pennsylvanialı tarafından anlaşılabiliyor; insanı ürperten bir olay! . . . (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • Bulwer'in Glaukus'unu oturttuğu evin kapısının önünde mozaikte "Cave Canem" (Köpekten kendini koru) yazılıdır. (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • “Binlerce insan angarya ile kurban edildi, yalnız tek bir ölüye sonsuz güvenlik ve sonsuz yaşam vermek için!.. On, on beş, yirmi yıl mezarını yaptıran bir firavun halkın gücünü tüketiyor, yalnızca kendisini değil, çocuklarını, çocuklarının çocuklarını borca sokuyordu.” (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • Yere batmış bir kent böylece yeniden bulunmuş oldu. Bir yerde bir tiyatro varsa, orada kuşkusuz kent de vardı. (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)
  • Despotlar övgü şarkılarını kendileri yazmazlar, yazanlar her zaman bulunur. Hitler iktidarının doruğunda bulunurken, uzağı görenler için sonu artık belli olmuştu, ama yüzbinlerce insan - kimse kendilerini zorlamadığı halde -bütün içtenlikleriyle onun için "tarihin en büyük kumandanı", "Tanrı'nın yol­ladığı ulu önder" diye övgü şarkıları söylemişlerdir. Hitler'in "nasyonal sosya­list gerçeği" emretmesine ihtiyacı yoktu, bu gerçek emirsiz de dillerden düşmüyordu. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • Hitit Devleti tek bir din etrafında manevi bir bütünlük kurmamıştır. "Hititler'in bin tanrısı vardı". Birçok din yan yana yaşamış, sayısız ulusal ve yerel kültür birbirine karışmıştır. Hititler'in din konusunda temel ilkeleri "hoşgörü"ydü. (Tanrıların Vatanı Anadolu)
  • “Eğer insanlara alçakgönüllülüğü öğretmek istersek bakışlarımızı yıldızlı göğe çevirmemize gerek yok. Yalnızca bizden önce gelmiş, bizden büyük olan ve bizden önce yok olan kültürlere bir göz atmamız yeter.” (Tanrılar Mezarlar ve Bilginler)

Yorum Yaz