Yarım Kalan Bir Hayat: Belaliz Şahin / DERBESİYE -3

Belaliz Şahin hikayesinin yazı serisinin üçüncü bölümü...

Bu hareketin altında yatan nedeni anlamamıştım.

Ne oluyordu?

Ne demekti bu?

Sinirlenmiştim ve saygıdan uzak bir ses tonuyla “bu ne demek” dedim.

Annem, incineceğim bir karar olduğunu bildiğini ama sonrasında ailece incinmememiz için Şam’a gitmeme izin vermeyeceğini söyleyince dünyam başıma yıkılmıştı. Annemin bu sözlerine verdiğim tepki, gözlerimden yanaklarıma süzülen yaşlarla oldu. Boğulduğum hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Saçımın bir teline dahi titreyen annem, beni boğan bu hıçkırıklara kayıtsız kaldı ve bu durumumu hiç mi hiç umursamadı. O geceyi ağlayarak geçirdim. Hiç uyumadan geçirdiğim gecenin ardından doğan güneşi de gözyaşlarımla karşıladım. Dera’da başlayıp ülkenin neredeyse geneline yayılan olayların ne demek olduğunu yeni yeni anlıyor gibiydim.
Gözyaşlarımla karşıladığım sabah saatlerinde sofraya gelen kahvaltıyı teğet geçerek evimizin damına çıktım. Hava açık ve soğuktu biraz. Annemin içimi üşüten kararından sonra havanın soğukluğu pek etki etmemişti bana. Gözlerim, Şam’ın bulunduğu istikametteki ufukta boğulup gitmişti. Bir gün önce, arkadaşlarımla kurduğum hayallere erişemeyecek olmanın verdiği bir hüzünle ıslanan gözlerimden süzülen yaşlar, yanaklarımı ısıtıyordu. Zihnimin karman çormanlığına, sulanan gözlerimin eşlik ettiği bu anlarda, arkadaşlarım geldiler yanı başıma. Yanaklarımın tüm sıcaklığında göz göze geldik. Dillerimizin sustuğu bu anlarda konuşan gözlerimizin hepsinde aynı ıslaklığın olduğunu fark etmem, içimdeki ateşi biraz daha gürleştirdi. Arkadaşlarımın gözlerinden inen yaşların bana olan üzüntülerinden dolayı aktığını düşündüm önce. Ama kısa bir süre sonra, annemden aldığım tepkinin aynısına maruz kaldıklarını öğrendim ve ağlama nedenlerinin ben olmadığımı anladım. Hep beraber ağlıyorduk. Ve anlayacağınız upuzun ve bir o kadar da büyük bir çalışmanın neticesinde sahip olduğumuz halde kavuşamayacağımız özlemimiz için ağlıyorduk.
Dünya’nın böyle bir problemi yoktu. Ailesi, onun Haseki’ye gitmesine izin veriyordu. Onun üzülmesini gerektirecek bir durum söz konusu değildi ama ağlama faslımıza o da eşlik ediyordu işte. Yaklaşık olarak bir yarım saat daha süren ağlama faslımız, babamın yanımıza gelişiyle son buldu. Bizleri o perişanlıkta gören babacığımın yüreği dayanamadı galiba. Dördümüzün de evraklarını alıp Şam’a gideceğini, üniversite kayıtlarımızı kendi eliyle yapacağını ve Dera ile başlayan savaş ortamının düzelmesinin ardından bizleri Şam’daki okullarımıza göndereceğini söyledi babam. Babamın bu yaklaşımından sonra az da olsa yüreğimize su serpilmişti. Kayıt yapmak için kurguladığımız planlarımız telef olmuştu gerçi ama en azından okulumuza gidebilecektik. Üzüntümüz tam anlamıyla kesilmemişti ancak ağlama faslımızı bitirmiştik en azından.

Kayıtlarımızı babam yapacaktı ama okul için Şam’a gidiş tarihimiz karanlıktı. Karman çorman duygular içindeydik. Araya Haseki’de okuyacak olan Dünya girdi sonra. Biraz geç de olsa eninde sonunda Şam’a gideceğimizi ve bizim gideceğimiz zamandan sonra yatay geçişle kendisinin de Şama geleceğini söyleyerek bizleri teskin etmeye çalıştı. Dünya, bizleri teselli etmeye çalışırken bom boş gözlerle ona bakıyor ve belirsiz bir sürecin içinde olduğumuzdan dolayı ne düşüneceğimizi bile bilemiyorduk. O anlardaki düşüncelerimiz de bakışlarımız gibi bom boştu. Dünya, ertesi gün kayıt yapmak için Haseki’ye gidecekti ve onun bu gidişi bizler için bir teselli ikramiyesi gibiydi.
“Sen git!” dedik ona. “Seneye de beraber gideriz inşallah…”
Dünya’nın okulu ile ilgili olarak herhangi bir problem gözükmüyordu ama bizlerin ne zaman okullu olacağımız, çatışmaların seyrine bağlıydı ve bu çatışmalı ortamın ne olacağıyla ilgili herhangi bir fikrimiz yoktu. Dualarımızın kabul olması durumunda bu süre çok kısa olabilirdi ve bu yüzden okul derslerimize de hazırlıklı olmalıydık. Gidemeyeceğimiz okullarımızda verilecek dersleri İnternet üzerinden takip etmeyi kararlaştırıp her şeyi oluruna bıraktık. Başka da ne yapabilirdik ki.

Hep beraber indik evimizin damından. Arkadaşlarım, evlerine gidip bilgisayarlarını alarak döndüler. Jeneratör elektriğiyle aydınlanan odamda bir araya geldik tekrar. Beşimiz de internete girdik. İlk işimiz, Dünya’nın kaydı için gerekli olan evrakların tespiti oldu. Ardından bizlerin kaydı için gerekli olan evrakların neler olduğunu öğrendik tabi. Gerekli evrakların neler olduğunu öğrenmemizin ardından harekete geçerek aynı gün içerisinde farkına varamadığımız bir eksikle evraklarımızı tamamladık. Bu eksik, çocukluğumuzdan bu yana geçirmiş olduğumuz hastalıkları gösteren ve hastaneden alınması gereken sağlık kartıydı ama bu kartın üniversite için gerekli olduğunu bilmiyorduk zaten.

Tamamlanmış olduğunu düşündüğümüz evraklarla beraber, ertesi günün sabahında Dünya’yı Haseki’ye, dördümüzün kayıtlarını yapmak üzere babamı da Şam’a uğurladık. Aynı günün ikindi vaktinde, Dünya geri döndü ve kendi evine gitmeden önce bize geldi. Dünya kaydını yapmıştı ama bir eksik evrakla. Eksik olan sağlık kartını duyduğumuz an babamı aradık ve aynı evrakın babamdan da istendiğini öğrendik. Kaybedecek zamanımız yoktu. Hemen harekete geçerek hastanenin yolunu tuttuk ve eksik olan sağlık kartlarımızı alarak babama faksladık. Evraklarımızı tamamlamış olmanın verdiği bir huzurla evin yolunu tuttuk tekrar. Eve geldiğimizde ilk işimiz babamı aramak oldu yine. Babam, kayıt işlemlerimizin tamamlandığını keyifli bir sesle iletti bizlere. Bir de size müjdem var dedi babam. Bu müjdenin ne olduğunu kıpır kıpır bir yürekle sorduk ama cevabı alamadık. Geldiğim zaman hepinizi bir araya toplayıp söyleyeceğim diyerek konuşmasını bitirdi babam. İçimizde yarattığı kıpırtının verdiği bir heyecanla babamın yolunu gözlemeye başladık. O günkü saatler geçmek bilmedi.

Belaliz Şahin hikayesinin yazı serisi devam edececek...