tatlidede

Yarım Kalan Bir Hayat: Neriman Ahmet / Kamışlo

Yarım Kalan Bir Hayat: Neriman Ahmet / Kamışlo

Köken olarak Kızıltepe’nin Yüceli Beldesi’nden olan Neriman’ın ataları çok uzun yıllar önce Suriye’ye yerleşmiş. Neriman, çiçeği burnunda bir lise mezunu ve Halep Üniversitesindeki mühendislik fakültesinin inşaat mühendisliği bölümüne kayıt yapmayı başaran ama hayallerindeki üniversite öğrenciliğine başlamadan kendisini atalarının yurdunda bulmuş olan bir genç. Ailesiyle çıktığı hayat yolculuğunu merkezimizdeki derslerden öğrendiği Türkçeyle yazdı ilk olarak. Neriman’ın kendi başına yazmış oldukları üzerinde ufak tefek düzeltmelerde bulunarak aktarıyorum şimdilik;
“Suriye sevgi ülkesiydi. Savaş belasına mahkûm oldu. Biz barış içinde yaşıyorduk. Silahtan çok uzaktık ama bizim görüş bildirme hakkımız yoktu. Çoğumuzun kimlikleri yoktu. Dedem yetmiş yaşında olmasına rağmen kimliği yoktu. Benim, babamın ve kardeşlerimin de öyle. Devlette hiçbir hakkımız yoktu. Ben on iki yıl okudum. Bana verilen kimliğin altına yabancı yazılmıştı. Dera olaylarından üç ay sonra dedem kimlik aldı. Sonra babam ve ben ve kardeşlerim kimlik aldık.
Suriye ‘de haksızlığa karşı ve yolsuzluğa karşı isyan başladı. Rejim, gençleri tutuklamaya başladı. Kadınları ve erkekleri ve çocukları öldürülmeye başladı. Bu sebeple muhalifler silah aldı. Durum çok kötü oldu. Humus, İdlip, Dera, Şam ve Rasulayn bombalandı ve bu bombalama için insanlar evlerini terk ettiler. Kamışlo’da ilk zaman, hiçbir bombalama yoktu ama elektrik ve su yoktu. Gıda azaldı ve pahalı oldu. Hiçbir iş yoktu. Sonra tüm insanlar dediler ki; Muhalifler Nusaybin tarafından Kamışlo’ya girecek. Bu haberden herkes korktu. Kamışlo’da savaş olsa çok sivil ölecekti. Bahsettiğim tüm bu sebeplerden dolayı nüfusun çoğu göç etti. Türkiye, Irak, Lübnan ve yabancı ülkelere gittiler. Çok insan Türkiye’nin Ege Denizi’nden yabancı ülkelere gitti. Ama çok insan burada boğulmuş. Deniz de bize ihanet etti. Suriye’de cinayetlerden kaçtılar ve denizde boğuldular.”
Aslında Neriman’ın bu yazdıkları mevcut durumlarını özetliyor ama ben biraz daha fazla detay alabilme adına konuştum onunla. Sözü ona bırakıyorum bu kez;
Yazdıklarımda söylediğim gibiydi, Suriye’deki hayatımız. Barış ve sükûnetin hâkim olduğu bir hayatın içindeydik ama en büyük eksiğimiz, doğup büyüdüğümüz bu memleketin yabancısı olarak görülmemizdi. Bizleri tanıtan ve kimlik olmaktan çok uzak olan kâğıt parçalarında yazılı isimlerimizin altında mülteci olduğumuz nakşedilmişti bir kere. Doğup büyüdüğümüz ülkenin yabancısı olarak gördüğümüz muamelenin yarattığı çöküntüyü bilinçaltımızdan asla atamıyorduk. Normal vatandaşların sahip olduğu bir yığın haktan yoksunduk. Mesela üniversite sonrası edinebileceğimiz meslekle devlette çalışma hakkımız yoktu. Barış ve sükûnet içindeki yaşam ortamı, bu anlamıyla ruhumuzdaki çatışmaları dindiremiyordu.
İlk, orta ve lise yıllarım hep üniversite hayaliyle geçti. Mimar olmak istiyordum ama ismimin altında yabancı yazan bir hüviyetle bu hayalime asla kavuşamayacağımı biliyordum. Ama bu anlamdaki umutlarımı da asla gömmüyordum. Hatta liseye başladığım yıl, benim gibi yabancı olan yerli(!) arkadaşlarım, sonunda üniversite ve iş olmayan bir liseyi okumanın gereksiz olduğunu söylüyorlardı. Ben bunu da biliyordum, ama olsun diyordum. İlle de okuyacaktım bu liseyi.
Belli mi olur!
Kim bilir belki de bir gün…
Üniversite için hiçbir zaman öldürmediğim umutlarımı kalbimde taşıyarak okudum liseyi. Pek önemsemediğimiz ve gelip geçici bir arbede olarak gördüğümüz Dera olayları başlarken kalbimden hiç ayırmadığım umutlarımla beraber lisenin son sınıfındaydım. Olaylardan yaklaşık üç ay sonrasıydı. Kalbimde taşıdığım umutlarıma çiçek açtıran haberle adeta bir sevinç şokuna girmiştim. Yetmişlik dedem, üzerinde yabancı yazmayan kimliğini almıştı. Bana üniversite ve tabi ki iş kapılarını açacak olan bu gelişmenin ardından babama, babamın ardından da ben ve kardeşlerime kimliklerimiz verildi. Artık memleketimizin mültecisi olmaktan kurtulmuştuk. Hem hayallerimdeki üniversitenin ve buna bağlı olarak işin kapısı da ardına kadar açılmıştı bana.
Liseyi bitirmiş ve hayalimdeki mimarlık fakültesi için de yeterli puanı almıştım. Şam’da yapılacak olan bir sınava girecek ve ardından hayalini kurduğum mimarlık fakültesine kayıt yapacaktım. Lise yıllarımda sahip olamadığım kimliğin engelini aşmış ama bu kez her geçen gün biraz daha şiddetlenen iç savaşın engeline takılmıştım. Savaşın yok ettiği ilk şey, mimarlık hayallerim olmuştu.
Şam’a gidemedim.
Bunun sonucu ise, içimde yıllarca beslediğim umutlarımın canımı acıtarak erimesi oldu. Şam Üniversitesi umutları tükenmişti ama Halep Üniversitesi de vardı. Halep’te inşaat mühendisliği vardı ve ben ona da razıydım. Ancak Halep’e de gidemiyorduk. Umutlarımın tükenmek üzere olduğu sıralarda Halep Üniversitesi’ne yapılacak kayıtların Haseki’de de olabileceğini duyunca soluğu Haseki’de alıp üniversiteye kaydımı yaptım. Kamışlo’ya dönüşüm, istediğim bölümden farklı bir bölüm de olsa, yapmış olduğum üniversite kaydının verdiği bir huzur içinde oldu.
Biraz buruk bile olsa sevinçliydim. Ümit ettiğim sükûnetin sağlanmasıyla beraber üniversitenin açılacağı tarihi beklemeye koyuldum. İşte bu bekleyiş içinde geçen günlerde yaşanan olaylar, her geçen gün daha büyüyor ve her geçen gün yaşamakta olduğumuz yöne biraz daha yaklaşıyordu. Ümit ettiğim huzur ortamı gün geçtikçe biraz daha uzaklaşıyordu.
Kayıt yaptığım üniversite ekim ayında açılacak ve ben bu ay içinde Halep’e gidecektim.
Olmadı…
Ülkeyi sarmalayan savaşın seyri üniversiteli olmama izin vermedi. Üzerinde yabancıdır yazısı olmayan kimliğimle sevince boğularak kazanmış olduğum bu hak, bu kez de lanet olası savaş sebebiyle elimden alınmıştı yine.
Şam Üniversite’sinin mimarlık bölümünü kaçırmış ve buna çok üzülmüştüm. Bu üzüntümün adeta tesellisi olan Halep Üniversitesi kaydı göz pınarımı dindirmişti ama şimdi de bu okula gidemiyordum.
Okul hayallerimi tamamen öldüren gelişmelerin bizleri yerimizden yurdumuzdan da edebileceğini düşünecek durumda değildim.
Ama o da oldu…
Evimizden, yurdumuzdan firar etmeyi bekler durumdaydık. Bu kararı babam vermişti. Aslında babamın verdiği bu karar, biri 16 diğeri 17 yaşında olan erkek kardeşlerimi koruma içgüdüsüyle alınmıştı. Kardeşlerim askerlik çağında değillerdi ama elleri silah tutabilirdi ve bu durum onları hiç istemediğimiz bir savaşın tarafı yapmaya mecbur edebilirdi. İşte babam, bundan dolayı Suriye’deki yaşamımızın bu şekilde devam edemeyeceğini düşünüp Türkiye’ye, yani hayata kaçmamızın kararını vermişti.
İlk olarak babam geçti Türkiye’ye. Yaşayabilmemiz için gerekli konumu hazırladıktan sonra 2012 yılının ekim ayında geri döndü. Her şey tamamdı artık. Aslında babamın dışında hiç birimiz, evimizi terk etmek istemiyorduk ama onun babalık içgüdüsüyle almış olduğu karara karşı da koyamıyorduk. Babamın pasaportu vardı ama ben, annem ve dört kardeşim pasaport sahibi değildik. Haseki’deki pasaport dairesi kapanmıştı ve bundan dolayı pasaport alma imkânına da sahip değildik. Mecburen kaçak bir şekilde evimizi, yurdumuzu terk etmek için uygun bir zamanın bekleyişine geçmiştik artık.
Ekim ayının sonlarıydı. Ağaçlar yapraklarını döküyorlardı. Bizler de tıpkı bu yapraklar gibi evimizden, yurdumuzdan dökülmüştük. Savaşın rüzgârına kapılarak Amude’nin yolunu tuttuk. Babamın tutmuş olduğu rehber, bizleri Amude yakınlarındaki mayınlı bir bölgeden karşıya geçirecekti. Rehberimizin gösterdiği istikametle sınır tellerinin arasından Türkiye’ye, yani hayata doğru yürümeye başladık. Türk askerlerinin bizleri fark etmeleri uzun sürmedi. Babam dışında bizler, fark edilmeyi istiyorduk zaten.
Yakalandık…
Yakalandığımız yerde tutulmuştuk. Askerler bir yerlere telefon ediyor ve geri dönmemiz gerektiğini söylüyorlardı. Babam haricinde biz zaten geri dönmeyi istiyorduk. Babam, karşıya geçmek için askerlere ısrar ediyordu. Babamın çabaları ve o anki durumumuza fazla direnemeyerek ağlamaya başladık. Ben ve annemin yanı sıra erkek kardeşlerimin de gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Ağlamakta olan bir erkek kardeşimin omzuna elini atıp onu teselli etmeye çalışan askerlerden birinin gözlerindeki buğuyu gördüm bir an. Kardeşimi teselli ederken onun da gözleri yaşarmıştı. Ağlıyordu o da… Askerin gözyaşları arasında geri çevrildik.
Bizler için ağlayan o askerin yüreğimizde bıraktığı izle ertesi güne uyandık ve bu kez farklı bir noktadan karşıya geçmeyi başardık.
Türkiye’deydik artık.
Erkek kardeşlerim başta olmak üzere, hayatımız adına gelecekten endişe duymayacağımız bir havayı solumanın rahatlığıyla yerleştiğimiz, daha doğrusu sığındığımız ilk yer, Kızıltepe’de bulunan akrabalarımızın evi oldu. Hayati bir kaygımız yoktu ama içimiz yine de buruktu ve bu buruklukla geçen ilk günümüz çok zordu. Yeni ortama dolu gözlerle giren erkek kardeşim, gözyaşlarını gizlemek isteğiyle bir köşeye çekilmişti. Bunu fark eden babam, evladını teskin etmek amacıyla yanına gitmiş ama onun da gözleri dolmuştu. İkisinin gözyaşları adeta birbirine karışmıştı. Kardeşimle babamı izlerken karman çorman olan garip duygularımızın içinden doğarak gözlerimizden akıp giden gözyaşlarımızın farkına bile varamadık. Hepimiz ağladık, ağladık, ağladık…
Bizlere kucak açıp yardımcı olmaya çalışan akrabalarımızın evinde geçirdiğimiz iki günün ardından bir ev bularak kiraladık. Yine akrabalarımızın yardımıyla bu eve yerleştik ama aklımızı yeni yuvamıza yerleştirme konusunda sıkıntılıydık ve bu sıkıntımız hala da devam ediyor diyebilirim. Aklımızı geride bıraktıklarımızdan bir türlü kurtaramadık, kurtaramıyoruz ve anlaşılan o ki kurtaramayacağız.
Lisenin son yılına kadar süren kimliksizliğimin yıkamadığı üniversite umutlarım, iç savaşla telef olup gitmiş, kendi ülkemde üniversiteli olamamıştım. Belki burada olabilirim düşüncesiyle yeni umutlar yarattım kendime. Ve bu umutlarla Türkçe öğrenmenin yollarını aradım. Halk eğitim merkezine müracaatla derslere alındım ve bu derslerin sayesinde kendimi kısmen ifade edebilecek bir düzeye ulaştım. Ben ve benim durumumda olan bütün arkadaşlara elinden gelen yardımı esirgemeyen hocamızın refakatiyle Artuklu Üniversitesine müracaatımı yaptım ama bu kez de sahip olamadığım pasaport engeliyle karşılaştım. Buraya kayıt yapmayı başaranlar oldu ama ülkemdeki kimliksizliğimin yarattığı engeller misali pasaportsuzluğumun engeline takıldım bu kez. Bundan dolayı kayıt yapamayacağımı anladığımda ıslanan gözlerimi saklayamadım.
Kader dedim!
Talihsizlik dedim!
Ama umutlarımı asla yitirmedim ve yitirmeyeceğim!
Elbette bir gün…
Buradaki hayatımıza alışmaya çalışırken ülkemizden gelebilecek güzel bir haberin de yolunu gözlüyoruz. Yerli halkın bizlerden rahatsız olduğu ile ilgili bazı gelişmelerin acımıza acı kattığını herkesin bilmesini isterim. Bizler buralara turist olarak gelmedik ve inşallah en yakın zamanda ülkemize dönmek istiyoruz. Başımıza gelen bu felaketi, Allah hiçbir milletin başına getirmesin.

Editör: Aydın

Yorum Yaz