Yarım Kalan Bir Hayat: Xabat Talas / HALEP-9

Xabat Talas hikayesinin yazı serisinin dokuzuncu bölümü.

Halep’teki evimizin anahtarı bendeydi. Zaman zaman bu anahtara bakarken, daha önce aynı kaderi yaşamış olan Filistin halkını hatırlıyor ve bu anahtarla evimizin kapısını bir daha asla açamayacağımı düşünüyordum. İçine düştüğüm bu karamsarlıktan da bir türlü kurtulamıyordum. Evimizin anahtarına her baktığımda buğulanan gözlerimi, kız kardeşlerimden saklamaya çalışıyordum.

(Xabat bu sözleri sarf ederken gözlerine hâkim olamadı. Kötü anıları bir kez daha yaşıyor gibiydi sanki. Beni de üzen bu gözyaşlarının ardından konuşmaya ara verdik biraz.)

Kısa bir aranın ardından tekrar anlatmaya devam etti Xabat;

Köy yerinde bir ayımızı tamamlamak üzereydik. Gündelik yaşam adına maruz kaldığımız bir yığın yoksunluğu içinde barındıran köy hayatı, dayanılır gibi değildi. Kız kardeşlerim ile yengemin gözleri adeta kurumuştu. Yabani bir hayatın içinde gibiydik. Köyden ayrılmayı istemeye başlamıştık. Gideceğimiz yerde karşı karşıya kalabileceğimiz her türlü tehlikeyi gözümüze alabilecek bir haldeydik. İnsan gibi yaşamanın mümkün olmadığı bu köy yerinde kalmaktansa razı geldiğimiz kaderimizin sürükleyeceği her hangi bir yere gitmek, bizlere daha mantıklı gelmeye başlamıştı.

Ama bu ayrılık için annemle babamı ikna etmemiz gerekiyordu. Bu ikna işi ise ağabeyimle olabilirdi. Erkek olmasına rağmen kendisi de bu hayata alışamayan abim, benden aldığı destekle beraber anne ve babamı Tabka kentine gitme konusunda ikna etmeyi başardı. Tabka’ya gitmemize onay çıkmıştı ama her nedense kız kardeşlerim bu fikri pek benimsemediler. Onlar, Mınbıc şehrinde yaşayan ablamın evine gitmeyi tercih ediyordular. Bütün bunların konuşulmasından birkaç gün sonra annem, babam ve kız kardeşlerimi geride bırakarak abim ve yengemle beraber Tabka istikameti ile harekete geçtik. Sıkıntılı bir yolculuğun ardında abimin evindeydik. Bu evdeki ilk işimiz, elektrik ve suyun tadını çıkarmak oldu tabi.

Tabka’da elektrik de vardı su da vardı ancak telefon ve buna paralel olarak, internet kesikti. Yani dış dünyayla haberleşme olanağı tamamen iptal olmuş durumdaydı. Anlaşılan, hiç kimsenin dış dünyayla bir bağlantı kurması istenmiyordu. Askeri hava alanı ve barajı olan Tabka, bu anlamda çok önemseniyordu demek ki. İletişim araçlarından yoksunluk, Tabkalıları pek engelleyemiyor ve her Cuma namazları sonrasında burada da gösteriler oluyordu ama halkın üzerine ateş edilmiyordu.

Hava, burada da her geçen gün geriliyordu. Zaman zaman Özgür Suriye Ordusu tarafından düzenlenen saldırılarda Esed güçlerine kayıplar verdiriliyordu. İşte bu gerilen havayla ramazan ayına girmiş ve bu ayın yüzü suyu hürmetine, ülkedeki çatışmalı ortamın bir nebze olsun bitebileceğini düşünmüştük ama olmadı… Hız keseceğini ümit ettiğimiz iç savaş, daha da şiddetlenmişti. Tabka’da geçirdiğim ramazan ayının ardından gelen bayram, bizler için ne kadar bayram olabildi bilmiyorum. Annemin, babamın ve kardeşlerimin nerede ve nasıl olduklarına yönelik haberlerden yoksundum ve bu yoksunluk bayram süresince de bitmedi. Bayramdan bir süre sonra birkaç saatliğine çalışmaya başlayan telefon, bana bayramı yeniden yaşatmış gibiydi. Sabahın beşinde annem ve babamı arayabilmiş ve tüm kardeşlerimden haberdar olmuştum. Herkes sağlık ve sıhhatteydi. Rahatlamıştım…

Xabat Talas hikayesinin yazı serisi devam edececek...