tatlidede

Baba, Dışarıda Bir Melek Var! - Fikret Topallı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Baba, Dışarıda Bir Melek Var! kimin eseri? Baba, Dışarıda Bir Melek Var! kitabının yazarı kimdir? Baba, Dışarıda Bir Melek Var! konusu ve anafikri nedir? Baba, Dışarıda Bir Melek Var! kitabı ne anlatıyor? Baba, Dışarıda Bir Melek Var! PDF indirme linki var mı? Baba, Dışarıda Bir Melek Var! kitabının yazarı Fikret Topallı kimdir? İşte Baba, Dışarıda Bir Melek Var! kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 02.07.2022 07:00
Baba, Dışarıda Bir Melek Var! - Fikret Topallı Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Fikret Topallı

Yayın Evi: Yabancı Yayınevi

İSBN: 9786055016029

Sayfa Sayısı: 216

Baba, Dışarıda Bir Melek Var! Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Seri katiller üzerine yazdığı kitaplarla tanıdığımız Fikret Topallı, bu kez dünyadan ve Türkiye'den gizemli şehir efsaneleriyle karşımıza çıkıyor.

"Hayaletli evler, ölümsüz ruhlar, gizemli yatırlar, mezardan çıkan ölüler, bitmek bilmeyen hazineler, lanetler, dehşet saçan katiller, uçan daireler… Hepsi bize gerçekmiş gibi anlatılır. Biz de inanırız, korksak bile inanmak isteriz. Sonra hemen paylaşırız arkadaşlarımızla, onları da etkilemek isteriz çünkü. Onlar da korkmalıdır bizim gibi. Büyümeye başlayınca da bu devam eder, okulda, iş yerinde, arkadaş toplantılarında, kahvehanelerde, askerde, hayatın her döneminde bildiğimiz, bize anlatılan şehir efsanelerini paylaşmaya bayılırız: 'Biliyor musun benim bir arkadaşın dayısının başına ne gelmiş…'"

Bu kitapta, yüzlerce yıldır dilden dile dolaşsa bile gerçekliği hiçbir zaman kanıtlanamayan ve en ünlü roman yazarlarını bile kıskandıracak kadar yaratıcı olan şehir efsanelerini okuyacaksınız.

(Tanıtım Bülteninden)

Baba, Dışarıda Bir Melek Var! Alıntıları - Sözleri

  • 1900’lerin başında, İngiltere’de yaşayan dul bir kadın ve yetişkin kızı uzun ve yorucu bir Güneydoğu Asya tatilinden dönüş yolunda son durakları olan Manş Denizi kenarındaki küçük Fransız kenti Trouville’e sabahın erken saatlerinde ulaşmışlardı. Buradaki bir otelde gün boyunca dinlenip ertesi gün kendilerini İngiltere’ye götürecek olan gemiye bineceklerdi. Üç hafta süren yolculuk özellikle anne için son derece yorucu ve yıpratıcı geçmişti. Kadın kahvaltı etmeden kendisi için ayrılan odaya gidip yatacağını söyledi. Kız da çok yorgun olduğundan annesini odasına yerleştirdikten sonra yemek salonunda kahvaltısını edip kendi odasına çekildi ve hemen derin bir uykuya daldı. Genç kız uyandığında havanın karardığını fark etti. Seyahatlerinin yoğun temposu nedeniyle o kadar yorgun düşmüştü ki saatler boyunca hiç kıpırdamadan uyumuştu. İlk aklına gelen annesi oldu; hemen sabahlığını giyip yandaki odaya girdi. Ancak oda boştu. Yatak yapılmıştı ve annesine ait hiçbir eşya ortalıkta gözükmüyordu. Üstelik bazı mobilyalar ve hatta duvar kâğıtları bile sabahın erken saatinde gördüklerinden farklı gibiydi. Yanlış odaya girmiş olduğuna karar verdi ancak dışarı çıktığında koridorun bu yönünde sadece iki oda olduğunu fark etti. Kendi odası ve annesini yerleştirdiğinden emin olduğu bu oda. Şaşkınlık ve panik içinde resepsiyona inen kız, görevliye yaklaştı: “Annemin nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?” “İyi akşamlar matmazel, anlayamadım sorunuzu?” “Annem diyorum, sabah erkenden birlikte geldiğim kadın, odasında yok da...” “Ama matmazel, siz sabah otele yalnız geldiniz…” Genç kız öfke ve heyecandan titremeye başlamıştı. Sesini yükselterek görevliyi azarladı: “Dalga mı geçiyorsunuz? Sabah annemle geldim ben, trenden indik ve taksiyle otelinize geldik, iki kişilik rezervasyonumuz vardı, yan yana iki oda verdiniz, 305 ve 306, annem odasına çekildi, ben kahvaltı ettikten sonra yattım. Şimdi annemin kaldığı odaya giriyorum ama kimse yok.” “Matmazel gerçekten de iki oda ayırtmıştınız ancak sabah tek başınıza geldiniz ve biz de sizi 305’e yerleştirdik. Anneniz ya da herhangi birisi yoktu yanınızda.” “Aman Tanrım. Ben deli değilim ya! Annem nerede? Sabah bavullarımızı taşıyan komi nerede? Eminim o anımsar annemi!” Genç kız deli gibi oradan oraya koşturdu, otel personelinden kimi yakalasa aynı yanıtı aldı, sonunda sabahki komiyi gördüğünde bir sevinç çığlığıyla çocuğun üzerine atıldı ve annesini anımsayıp anımsamadığını sordu; ancak aldığı yanıt umduğu gibi değildi: “Özür dilerim matmazel, ben sadece sizin bavullarınızı taşıdım, yanınızda başka kimse yoktu.” Otel yönetimi de nazik bir dille kıza bu konuda yardımcı olamayacaklarını söyleyince kız polis çağırmalarını söyledi. Bir süre sonra gelen iki polis, kızın ve personelin ifadesini aldı. Ancak tavırlarından kıza inanmadıkları belli oluyordu. İşin gerçeği polisler “Bu kadar adam neden yalan söylesin? Herhalde kızın psikolojik problemleri var,” diye düşünüyorlardı. Kız çaresizce ertesi gün kalkan gemiye binerek İngiltere’ye döndü. Evine ulaştığında bir olasılıkla annesinin bir yolunu bulup dönmüş olacağını umuyordu ancak ev, haftalar önce bıraktıkları gibiydi: Bomboş. Annesine ne olduğunu bulmak için vakit geçirmeden bir özel dedektif tutan ve Trouville’e gönderen genç kız, adamdan gelecek raporları merakla bekliyordu. Dedektif üç gün boyunca otel yöneticileri, polis ve konsolosluk görevlileriyle görüştü ve sonunda gerçeği ortaya çıkarmayı başardı. Otele geldiklerinde odasına çekilen kadın yorgunluktan öte ağır bir hastalık geçiriyordu. Kadının durumunu odaya battaniye getiren kat hizmetçisi fark edip resepsiyona bildirmişti. Otelin doktoru kadını muayene etmek için odasına girdiğinde yüksek ateşler içinde kıvranan kadının soluk alıp vermekte zorlandığını gördü. Hastaneye kaldırmayı düşünürlerken kadın son nefesini verdi. Kadının ölümüne Asya gezisinde kimbilir nerede ve nasıl kaptığı kolera benzeri bir salgın hastalığın neden olduğu kanısına varan doktor otel müdürüyle konuştu. Turistik bir kentin önemli bir konaklama tesisi olan otellerinde böyle korkunç bir salgın hastalık yüzünden birinin öldüğü duyulursa büyük müşteri kaybına uğrayacakları, itibarlarının sarsılacağı ortadaydı. Böylece alelacele bir plan hazırladılar. Kadın hiç otellerine gelmemiş gibi davranacaklardı. Bu yüzden ilk olarak cesedi ortadan kaldırdılar. Sonra alelacele odayı sil baştan yenilediler. Birkaç saat içinde kadının eşyaları atıldı, bazı mobilyalar değiştirildi, hatta duvar kâğıdı bile yenilendi. Odadan çıkartılan her şey uzak bir bölgede yakıldı. En önemlisi de kadının cesedinin bir çuvala konup denize atılmasıydı. Yapılanları hiçbir şekilde kıza belli etmemeleri lazımdı. İki kez odasına girdiler ve kızın baygın biçimde uyuduğunu gördüler. Bu arada aynı hastalığa yakalanmadığından da emin olmaya çalıştılar. İşleri bittikten kısa bir süre sonra kız uyandı ve annesini bulamayarak büyük şoka girdi. Ancak tüm personel önceden uyarılmış olduğu için herkes kıza vereceği yanıtı hazırlamıştı: “Matmazel, otele yalnız geldiniz.”
  • "Annem diyorum, sabah erkenden birlikte geldiğim kadın, odasında yok da..." "Ama matmazel, siz sabah otele yalnız geldiniz..."
  • Amerika Birleşik Devletleri’nin Philadelphia eyaletinde bir kasabada 1890 yılında geçen olayın doktor Weir Mitchell’ın anılarında yer aldığı ileri sürülür. Yaklaşık 10 yıl sonra dönemin az tiraj alan gazetelerinden birinde yazıldıktan sonra inanılmaz bir hızla halk arasında yayılmış, arkadaş sohbetlerinde en çok anlatılan hikâyelerden biri olmuştur. Serin bir sonbahar akşamı evinin altındaki muayenehanesini kapatmak üzere olan yaşlı doktor Weir Mitchell kapının şiddetli çalınışıyla irkildi. Acil bir hasta getirildiğini düşünerek kapıyı açtığında karşısında ağlayan küçük bir kız çocuğu vardı. Meraklanan doktor yedi-sekiz yaşlarındaki kıza ne olduğunu sordu. Hiç durmadan ağlayan ve hıçkırıklar arasında güçlükle konuşan kızın söylediklerinden evde çok hasta birinin olduğunu, yardıma gereksinmeleri olduğunu çıkarabilmişti Dr. Mitchell. Yaşlı doktor yarı emekli olduğundan normalde hasta evlerine gitmemekteydi, ancak kızın zavallı haline acıdığı için şayet çok uzak değilse geleceğini söyledi ve çocuğa evin nerede olduğunu sordu. Kızın tarifini dinleyip arka odaya çantası nı almak için giden doktor geri döndüğünde kız ortada yoktu. Önden eve gitmiş olacağını düşündü ve kızın tarif etmiş olduğu adrese doğru yola koyuldu. Doktor yoksulların yaşadığı mahallede ve fazla uzak olmayan eve geldiğinde içeriden bir kadının ağlama sesi duyuluyordu. Dr. Mitchell kapıyı çalıp beklemeye başladı. Her yanı dökülen, yarı harap bir evdi. Kısa bir süre sonra kapıyı açan perişan haldeki kadının ağlamaktan gözleri şişmişti. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim bayan, ben doktorum, burada yardıma ihtiyacı olan bir hasta olduğu söylendi...” Kadın ağlayarak küçük kızının günlerdir çok hasta olduğunu, doktora verecek parası bulunmadığını ve çocuğun bir süre önce iyice ağırlaştığını, şimdi de nefes alışlarını hissedemediğini söyledi. Kadını dinleyen doktor kızı görmek için içeri girdi. Zavallı kadın ağlayarak kızından başka hiç kimsesi olmadığını anlatıyordu. Doktor divanın üzerinde eski bir battaniyeye sarılı, hareketsiz yatan küçük kıza yaklaştı. Solgun teni ve kapalı gözlerine karşın kızı tanıdı. Biraz önce muayenehanesine gelerek yardım isteyen küçük kızdı. Bileğini tuttu, nabzı atmıyordu, teni soğumaya başlamıştı. En az iki saat önce ölmüş olmalıydı.
  • 15 yaşındaki Betty Sue lise öğrencisiydi. Genç kız okuldan arta kalan zamanlarda çeşitli ailelerin çocuklarına bakıcılık yaparak para kazanmaktaydı. Ailelerin birbirlerine tavsiyesi üzerine yeni müşteriler bulmak Betty açısından daha fazla iş imkânı anlamına geliyordu. Bu yüzden bebek bakıcılığı yaptığı evlerde kendini beğendirmek için son derece sorumlu ve ölçülü davranmaya dikkat ediyordu. Yağmurlu bir kasım gecesi bir ailenin evine ilk kez gidecekti. Zengin bir aileydi ve iki küçük kızları vardı. Evin hanımı evden çıkmadan önce Betty Sue’ya birtakım talimatlar verdi; kızların kesinlikle saat dokuzda yatmış olmaları gerektiğinin altını çizdi. Küçük kızlar umduğundan da uslu çıkmışlardı. Betty Sue hiç zorlanmadan kızları yedirdi, biraz oyun oynadılar, televizyon izlediler ve yatma saatleri geldiğinde de hiç itiraz etmeden üst kattaki odalarına gitmeye razı oldular. Betty Sue kızların pijamalarını giymelerine yardımcı oldu, dişlerini fırçalamalarını izledi, üstlerini örttü ve “iyi uykular,” dileyerek ışıklarını söndürüp aşağıya indi. Şimdi gece yarısına dek ev kendinindi. Zengin karıkoca 12’den önce dönmeyeceklerini söylemişlerdi. Aslında yapmakta olduğu işin en sevdiği kısmı da buydu. Çocukları yatırdıktan sonra ev sahiplerinin gelmelerini beklerken kafasına göre takılabiliyordu; şimdi istediği TV kanalını izleyebilir, abur cubur atıştırabilirdi. Bir süre TV izledikten sonra uykusu gelmişti. Betty oturduğu kanepeye uzandı ve gözleri hemen kapanıverdi. Daha uykuya dalalı 10 dakika bile geçmeden telefonun sesiyle uyandı. Çok şiddetli zil sesi kızı yerinden zıplatmıştı. Hemen kendini toparlayıp ayağa kalktı ve kapının yanındaki sehpanın üzerinde duran telefonu açarak kulağına götürdü. “Çocukları kontrol ettin mi?” diye konuştu karşı taraftan gelen bir erkek sesi. Telefon açan dalga geçer gibi sormuştu soruyu, sanki kahkaha atmak üzereydi adam. Betty Sue “Bu da kim?” diye düşündü; ev sahibinin sesine benzemiyordu. “Affedersiniz, sesinizi alamadım, kimsiniz?” diye sordu genç kız. Ancak adam yanıt vermeden telefonu kapattı. “Herhalde okuldan birilerinin canı sıkılmış, beni işletiyor olmalılar… Ama buranın numarasını da nasıl öğrenmişler?” Betty Sue kafasında bu düşüncelerle tekrar kanepeye gidip oturdu. Canı sıkılmıştı, uykusunun bölünmesi hiç iyi değildi, yeniden uzansam mı diye düşünürken telefon yine çaldı. “Çocukları kontrol ettin mi?” Yine aynı adam, sesi hiç de tanıdık değil. Okuldaki oğlanlar değil mi acaba? Betty Sue “Bak… Her kimsen...” demeye kalmadan telefon yeniden suratına kapandı. Bu defa sinirlerinin iyice gerildiğini hissetmişti genç kız. Sapığın biri kendisiyle oyun oynuyordu. Bu çok can sıkıcıydı. Ne yapmalı diye düşünürken elinin altında çalan telefon bir kez daha yerinden sıçramasına neden oldu. Ses bu defa daha tehdit ediciydi: “Çocuklar çoktan elimde… Birazdan sıra sana gelecek!” Sertçe kapanan telefonun çıkarttığı ses kulağında çınladığında Betty Sue damarlarındaki kanın donduğunu hissetti. “Bu ne küstah bir sapık! Ne yapmaya çalışıyor? Polisi arasam belki de iyi olacak…” Betty Sue hiç tereddüt etmeden 911’i aradı. Görevli memura telefonla taciz edildiğini anlattı. Görevli detayları dinledikten sonra şayet telefon sapığı bir kez daha ararsa onu hatta daha uzun tutmaya çalışmasını, böylelikle yerini tespit edebileceklerini söyledi. Betty Sue’nun içi biraz olsun rahatlamıştı, telefonun başında beklemeye devam etti, adamın arayacağından emindi. İki dakika sonra gerçekten de telefon çaldı. Adam yine küstah bir ses tonuyla konuşuyordu: “Hâlâ çocukları kontrol etmedin, ne yapıyorsun sen? Nasıl bir bebek bakıcısısın?” Betty adamın sesinden tiksiniyordu ama onunla konuşmaya çalıştı; “Bayım, ben iyi bir bakıcıyım, birazdan da çocukları kontrol edeceğim… de sana ne bundan? Sen kimsin ki?” Adam yanıt vermedi ancak insanı ürperten bir kahkaha attı. “Lütfen… Artık beni rahatsız etme!” dedi. Betty Sue sesi titreyerek. “Görürüz bakalım!” dedi adam gülerek ve telefonu kapattı. Betty Sue titreyen ellerine bakarak telefonu yerine bıraktı. Bu iş çok canını sıkmıştı. Birden çocukları gerçekten de kontrol etmesi gerektiğini düşündü. Ama merdivenlerin başına gelince birden durakladı. Daha önce defalarca çocuk bakıcılığı yaptığı halde, şimdi niye üst kata çıkmaya korkuyordu ki? Bu telefonlar bu kadar mı etkilemişti onu? Tam cesaretini toplayıp ilk basamağa çıkmıştı ki telefonun korkunç sesi yine yankılandı. “Kahretsin, bu sapıktan nefret ediyorum diyerek telefonu kaldırdı. Karşı taraftan gelen ses bu defa farklıydı: “Bayan, ben polis memuru Brown, lütfen evi hemen terk edin, şikayetinize neden olan aramaların bulunduğunuz evin içinden yapılmakta olduğunu tespit ettik. Birisi evdeki diğer hattı kullanarak sizi arıyor! Hiç vakit kaybetmeden hemen evden ayrılın!”
  • 1960’ların başlarında Texas eyaletinin küçük kasabalarından birinde yaşayan bir çift, komşu kasabada yaşayan dostlarının evlilik törenine katılmak istiyorlardı. Çiftin kızı Linda dokuz yaşındaydı ve okulu olduğu için anne-babasıyla gelemeyecekti. O güne dek kızlarını evde tek başına hiç bırakmamışlardı, bir yere gitmeleri gerektiğinde eve tanıdık bir çocuk bakıcısını çağırıyorlardı. Ancak Linda bu defa bakıcıya emanet edilmek istemedi. Yeterince büyüdüğünü, kendi başına rahatça kalabileceğini söyledi. “Hem sadece bir gece, ne olabilir ki?” Gerçekten de kızları aklı başında, uslu bir çocuktu; üstelik yalnız da kalmayacaktı, çünkü evde iri ve sadık bir köpekleri de vardı. Çift, akşamüzeri gönül rahatlığıyla yola çıktı. Hem kızlarına hem de köpeklerine güveniyorlardı. Anne babasını yolcu ettikten sonra bir süre oyun oynayan Linda, annesinin hazırlayıp bıraktığı yemeğini yedikten sonra oturma odasında radyo dinlemeye başladı. Bir yandan da ayaklarının dibinde kıvrılmış yatan köpeğin başını okşuyordu. En sevdiği şarkılar ardı ardına çalıyordu, Linda’nın neşesi yerindeydi. Erken yatması için bir neden de yoktu, biraz yalnızlığın tadını çıkarmak istiyordu. Müzik yayını araya giren acil bir haber anonsuyla kesildiğinde Linda’nın canı sıkıldı. Ancak haberi dinlediğinde can sıkıntısı korkuya dönüştü. Kent dışındaki akıl hastanesinde kalan tehlikeli bir katil, güvenliği atlatarak kaçmıştı. Polis her yerde arama yapıyordu. Bu son derece tehlikeli cani ile karşılaşmamaları için tüm dinleyicilere gerekmedikçe evlerinden dışarıya çıkmamaları uyarısı yapıldıktan sonra tekrar müzik yayınına devam edildi. Linda gerçekten de ürkmüştü ancak köpeğine sımsıkı sarılınca içi biraz olsun rahatladı. Kendi kendine evde güvende olduğunu telkin ediyor, köpeğin varlığı da bu güven duygusunu arttırıyordu. Ancak yine de keyfi kaçmıştı. Yatmaya karar verdi ve üst kattaki odasına çıktı. Köpek her zaman Linda’nın yatağının altında yatardı, bu da kızın içi daha rahatlamış olarak yatağa uzanmasını sağladı. Köpeğe iyi geceler diledikten sonra elini yatağın altına uzattı, hayvan kızın elini yaladı ve Linda gülümseyerek gözlerini kapattı. Birkaç saat deliksiz uyuduktan sonra tuhaf bir ses uyanmasına neden oldu. Damlayan bir su sesi gibiydi. Sanki bir musluk tam kapanmamış gibi şıp şıp ses çıkarıyordu. Linda banyoya gitmek için kalkmak istedi ancak karanlıktan korktu, radyodaki anons aklına gelmişti. Kalkmak yerine elini yatağın altına uzattı. Elini yalayan dilin sıcaklığı kıza yeniden güven duygusu verdi, uyumaya devam edebilirdi. Ancak damlama sesi sürüyordu ve bu da uyumasına engel oluyordu. Yataktan kalktı, yandaki banyoya gitti; hayır, burada damlayan bir musluk yoktu. Bütün ışıkları yaktı, alt kattaki banyo ve mutfak musluklarını kontrol etti. Bu katta da açık kalmış musluk yoktu ve damlama sesi de duyulmuyordu. En iyisinin alt kattaki kanepeye uzanmak olduğunu düşündü, böylece damlama sesini duymadan yeniden uyuyabilirdi. Linda yastık ve battaniyesini almak için tekrar odaya çıktı, köpeği de çağırmak için yatağın altına eğildiğinde gördüğü manzara dehşet vericiydi: Yatağın altına iriyarı bir adam uzanmıştı. Linda’nın köpeğine sarılmış, deli gözleriyle kıza bakıyordu. Adamın dili dışarıdaydı, tıpkı bir köpek gibi salyalar akıtıyordu. Kucağındaki köpeğin kafasını kesmişti, kesilen boğazdan yerdeki büyük kan gölüne şıp şıp kan damlamaya devam ediyordu.
  • 19. yüzyılın ikinci yarısında Londra’da üst sınıf kadınların son meraklarından biri sokakta küçük süs köpekleriyle dolaşmaktı. Birbirinden şirin, bol tüylü bu minik köpekler çoğunlukla leydilerin kucaklarında taşınıyordu. Az bulunan bu cins köpekler popüler oldukları için yüksek fiyata alıcı buluyordu. Bir öğleden sonra alışverişe çıkan iki kız kardeşin karşısına çıkan kötü giyimli bir adam elindeki bez torbadan çıkarttığı uzun beyaz tüylü minik köpeği satın almaları için ısrar etti. Kadınlara bunun elinde kalan son köpek olduğunu, çok uygun bir fiyata kendilerine satabileceğini söylüyordu. Başlangıçta isteksiz gibi olan kadınlar minik yaratığın kırılgan güzelliğinden etkilendiler, ayrıca adamın söylediği fiyat da oldukça makuldü. Sonunda almaya karar verdiler ve adamın parasını verip torbanın içindeki köpeği aldılar. Hayvan yol boyunca son derece sakindi ancak eve geldiklerinde durum değişmeye başladı. Yere koydukları minik köpek tuhaf sesler çıkarıyor ve oradan oraya koşuyordu. En sonunda kalın bir perdenin altına saklandı. Tam o sırada kadınlardan birinin kocası eve geldi. Kadınlar köpekten söz edip bir türlü yakalayamadıklarını, sürekli kendilerinden kaçtığını anlattılar. Adam evcil bir köpeğin insanlardan kaçmaması gerektiğini biliyordu, bu durumda bir anormallik olduğunun farkındaydı. Sürekli kaçan hayvanı güç bela yakaladığında elinde kalan beyaz tüyler koyun kılını andırıyordu. Sonunda ellerinin arasında viyaklayan bu tuhaf köpeği incelemeye başladı. Küçük bir bıçak yardımıyla hayvana sonradan yapıştırılan “kürkü” tıraş ettiğinde avuçlarının arasında irice bir fare durmaktaydı!

Baba, Dışarıda Bir Melek Var! İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Şehir efsanelerinden yola çıkarak hazırlanmış bir kitap. Hep deriz, çok ilginc bir sey duydum ya da yasadim, diye. Cinlerle, perilerle ilgili ya da mezarlik ve ölümlerle ilgili garip aciklanamayan tuhaf olaylar anlatilir çevremizde. Kimi zaman da biz duydugumuz bir olaydan esinlenerek bahsederiz böyle gizemli olaylardan. Iste bu tür efsaneler, tuhaf ve ürkütücü olaylarin derlenmesi seklinde yazılmış. Meraklılarının ilgiyle okuyacaklari bir kitap olmuş. (Gonca Çiftçioğulları)

Kitapta kısa kısa şehir efsanelerinden bahsetmiş.Benim gibi korku, gerilim türünden hoşlanıyorsanız kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. kesinlikle mükemmel diyebilirim :))) (İLKNUR İLÇİN İLKER)

Kitaplarımı seçerken, eğer bildiğim, takip ettiğim ve beğendiğim bir yazar değilse, genellikle kitabın adına ve kapağına ilgi duyarak alırım. Bu kitabı da aynen böyle seçtim, umduğumu bulmadım desem yalan olur. Kitabın içinde hem dünyanın farklı ülkelerinden hem de ülkemizde geçen daha çok gizemli ve ürkütücü kısa kısa hikayelerden oluşan ilginç bir kitap. Ayracı bile korkma nedeni . Adrenalin içeren mola vermek isteyenlere tavsiye ederim (bir ailem bir de kitaplarım)

Baba, Dışarıda Bir Melek Var! PDF indirme linki var mı?

Fikret Topallı - Baba, Dışarıda Bir Melek Var! kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Baba, Dışarıda Bir Melek Var! PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Fikret Topallı Kimdir?

1964 yılında Giresun’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nden mezun olduktan sonra uzun yıllar Ankara’da serbest çevirmenlik yaptı. Çeşitli kitap çevirileri yayınlanmıştır. 2001 yılından bu yana Bursa’da yaşıyor.

Fikret Topallı Kitapları - Eserleri

  • Seri Katiller 1
  • Baba, Dışarıda Bir Melek Var!
  • Seri Katiller 2
  • En Psikopat Seri Katiller

Fikret Topallı Alıntıları - Sözleri

  • Amerika Birleşik Devletleri’nin Philadelphia eyaletinde bir kasabada 1890 yılında geçen olayın doktor Weir Mitchell’ın anılarında yer aldığı ileri sürülür. Yaklaşık 10 yıl sonra dönemin az tiraj alan gazetelerinden birinde yazıldıktan sonra inanılmaz bir hızla halk arasında yayılmış, arkadaş sohbetlerinde en çok anlatılan hikâyelerden biri olmuştur. Serin bir sonbahar akşamı evinin altındaki muayenehanesini kapatmak üzere olan yaşlı doktor Weir Mitchell kapının şiddetli çalınışıyla irkildi. Acil bir hasta getirildiğini düşünerek kapıyı açtığında karşısında ağlayan küçük bir kız çocuğu vardı. Meraklanan doktor yedi-sekiz yaşlarındaki kıza ne olduğunu sordu. Hiç durmadan ağlayan ve hıçkırıklar arasında güçlükle konuşan kızın söylediklerinden evde çok hasta birinin olduğunu, yardıma gereksinmeleri olduğunu çıkarabilmişti Dr. Mitchell. Yaşlı doktor yarı emekli olduğundan normalde hasta evlerine gitmemekteydi, ancak kızın zavallı haline acıdığı için şayet çok uzak değilse geleceğini söyledi ve çocuğa evin nerede olduğunu sordu. Kızın tarifini dinleyip arka odaya çantası nı almak için giden doktor geri döndüğünde kız ortada yoktu. Önden eve gitmiş olacağını düşündü ve kızın tarif etmiş olduğu adrese doğru yola koyuldu. Doktor yoksulların yaşadığı mahallede ve fazla uzak olmayan eve geldiğinde içeriden bir kadının ağlama sesi duyuluyordu. Dr. Mitchell kapıyı çalıp beklemeye başladı. Her yanı dökülen, yarı harap bir evdi. Kısa bir süre sonra kapıyı açan perişan haldeki kadının ağlamaktan gözleri şişmişti. “Rahatsız ettiğim için özür dilerim bayan, ben doktorum, burada yardıma ihtiyacı olan bir hasta olduğu söylendi...” Kadın ağlayarak küçük kızının günlerdir çok hasta olduğunu, doktora verecek parası bulunmadığını ve çocuğun bir süre önce iyice ağırlaştığını, şimdi de nefes alışlarını hissedemediğini söyledi. Kadını dinleyen doktor kızı görmek için içeri girdi. Zavallı kadın ağlayarak kızından başka hiç kimsesi olmadığını anlatıyordu. Doktor divanın üzerinde eski bir battaniyeye sarılı, hareketsiz yatan küçük kıza yaklaştı. Solgun teni ve kapalı gözlerine karşın kızı tanıdı. Biraz önce muayenehanesine gelerek yardım isteyen küçük kızdı. Bileğini tuttu, nabzı atmıyordu, teni soğumaya başlamıştı. En az iki saat önce ölmüş olmalıydı. (Baba, Dışarıda Bir Melek Var!)
  • "Size içimdeki her şeyi anlatacağım. Ama bu dünyada değil." (Seri Katiller 2)
  • "Yoksul aileleri tarafından itilen çocuklar kötü niyetli kişilerin ellerine düşer." (Seri Katiller 2)
  • "Aslında tek istediğim samimi bir insan olmaktı, ardından her şeyin çok güzel olacağını umut ediyordum... Ama sonra dünyanın ne kadar boktan bir yer olduğu aklıma geldi." (Seri Katiller 2)
  • “Kelepçeden kurtulmanın en iyi yöntemi anahtara sahip olmaktır!” (Seri Katiller 1)
  • İnsan kılığındaki canavarlar toplumu yavaş yavaş zehirliyor. (Seri Katiller 2)
  • "Öldürdüğüm insanlar ya da işlediğim suçlar hakkında hiçbir şey hissetmiyorum." (Seri Katiller 2)
  • "Bir köpek gibi yetiştiriliyordum, hiçbir insan evladı böylesi kötü bir muameleyi hak etmemiştir." (Seri Katiller 2)
  • “Yaşasın Şeytan!” (Seri Katiller 1)
  • "Bir gün işe gelmezsem ya hastayımdır ya ölü ya da hapse tıkılmışımdır..." (Seri Katiller 2)
  • “... Asla otoritelerden bir şeyler gizlemek niyetinde değilim. Bu ana dek yaptığım şeyleri düşündükçe çok sarsılıyorum. Aslında beni yakaladıkları için dedektiflere minnettarım...” (Seri Katiller 1)
  • “Aslında onu boğmam gerekiyordu, bana Tanrının kendisine 13 fahişeyi öldürmesi gerektiğini anlatmıştı, bende ona Şeytanın bana kendisini bu yüzden öldürme görevi verdiğini söyledim...” (Seri Katiller 1)
  • Herkesin yüzünde korku vardı ve bunu görmek çok hoşuma gitmişti. (Seri Katiller 2)
  • 1900’lerin başında, İngiltere’de yaşayan dul bir kadın ve yetişkin kızı uzun ve yorucu bir Güneydoğu Asya tatilinden dönüş yolunda son durakları olan Manş Denizi kenarındaki küçük Fransız kenti Trouville’e sabahın erken saatlerinde ulaşmışlardı. Buradaki bir otelde gün boyunca dinlenip ertesi gün kendilerini İngiltere’ye götürecek olan gemiye bineceklerdi. Üç hafta süren yolculuk özellikle anne için son derece yorucu ve yıpratıcı geçmişti. Kadın kahvaltı etmeden kendisi için ayrılan odaya gidip yatacağını söyledi. Kız da çok yorgun olduğundan annesini odasına yerleştirdikten sonra yemek salonunda kahvaltısını edip kendi odasına çekildi ve hemen derin bir uykuya daldı. Genç kız uyandığında havanın karardığını fark etti. Seyahatlerinin yoğun temposu nedeniyle o kadar yorgun düşmüştü ki saatler boyunca hiç kıpırdamadan uyumuştu. İlk aklına gelen annesi oldu; hemen sabahlığını giyip yandaki odaya girdi. Ancak oda boştu. Yatak yapılmıştı ve annesine ait hiçbir eşya ortalıkta gözükmüyordu. Üstelik bazı mobilyalar ve hatta duvar kâğıtları bile sabahın erken saatinde gördüklerinden farklı gibiydi. Yanlış odaya girmiş olduğuna karar verdi ancak dışarı çıktığında koridorun bu yönünde sadece iki oda olduğunu fark etti. Kendi odası ve annesini yerleştirdiğinden emin olduğu bu oda. Şaşkınlık ve panik içinde resepsiyona inen kız, görevliye yaklaştı: “Annemin nerede olduğunu söyleyebilir misiniz?” “İyi akşamlar matmazel, anlayamadım sorunuzu?” “Annem diyorum, sabah erkenden birlikte geldiğim kadın, odasında yok da...” “Ama matmazel, siz sabah otele yalnız geldiniz…” Genç kız öfke ve heyecandan titremeye başlamıştı. Sesini yükselterek görevliyi azarladı: “Dalga mı geçiyorsunuz? Sabah annemle geldim ben, trenden indik ve taksiyle otelinize geldik, iki kişilik rezervasyonumuz vardı, yan yana iki oda verdiniz, 305 ve 306, annem odasına çekildi, ben kahvaltı ettikten sonra yattım. Şimdi annemin kaldığı odaya giriyorum ama kimse yok.” “Matmazel gerçekten de iki oda ayırtmıştınız ancak sabah tek başınıza geldiniz ve biz de sizi 305’e yerleştirdik. Anneniz ya da herhangi birisi yoktu yanınızda.” “Aman Tanrım. Ben deli değilim ya! Annem nerede? Sabah bavullarımızı taşıyan komi nerede? Eminim o anımsar annemi!” Genç kız deli gibi oradan oraya koşturdu, otel personelinden kimi yakalasa aynı yanıtı aldı, sonunda sabahki komiyi gördüğünde bir sevinç çığlığıyla çocuğun üzerine atıldı ve annesini anımsayıp anımsamadığını sordu; ancak aldığı yanıt umduğu gibi değildi: “Özür dilerim matmazel, ben sadece sizin bavullarınızı taşıdım, yanınızda başka kimse yoktu.” Otel yönetimi de nazik bir dille kıza bu konuda yardımcı olamayacaklarını söyleyince kız polis çağırmalarını söyledi. Bir süre sonra gelen iki polis, kızın ve personelin ifadesini aldı. Ancak tavırlarından kıza inanmadıkları belli oluyordu. İşin gerçeği polisler “Bu kadar adam neden yalan söylesin? Herhalde kızın psikolojik problemleri var,” diye düşünüyorlardı. Kız çaresizce ertesi gün kalkan gemiye binerek İngiltere’ye döndü. Evine ulaştığında bir olasılıkla annesinin bir yolunu bulup dönmüş olacağını umuyordu ancak ev, haftalar önce bıraktıkları gibiydi: Bomboş. Annesine ne olduğunu bulmak için vakit geçirmeden bir özel dedektif tutan ve Trouville’e gönderen genç kız, adamdan gelecek raporları merakla bekliyordu. Dedektif üç gün boyunca otel yöneticileri, polis ve konsolosluk görevlileriyle görüştü ve sonunda gerçeği ortaya çıkarmayı başardı. Otele geldiklerinde odasına çekilen kadın yorgunluktan öte ağır bir hastalık geçiriyordu. Kadının durumunu odaya battaniye getiren kat hizmetçisi fark edip resepsiyona bildirmişti. Otelin doktoru kadını muayene etmek için odasına girdiğinde yüksek ateşler içinde kıvranan kadının soluk alıp vermekte zorlandığını gördü. Hastaneye kaldırmayı düşünürlerken kadın son nefesini verdi. Kadının ölümüne Asya gezisinde kimbilir nerede ve nasıl kaptığı kolera benzeri bir salgın hastalığın neden olduğu kanısına varan doktor otel müdürüyle konuştu. Turistik bir kentin önemli bir konaklama tesisi olan otellerinde böyle korkunç bir salgın hastalık yüzünden birinin öldüğü duyulursa büyük müşteri kaybına uğrayacakları, itibarlarının sarsılacağı ortadaydı. Böylece alelacele bir plan hazırladılar. Kadın hiç otellerine gelmemiş gibi davranacaklardı. Bu yüzden ilk olarak cesedi ortadan kaldırdılar. Sonra alelacele odayı sil baştan yenilediler. Birkaç saat içinde kadının eşyaları atıldı, bazı mobilyalar değiştirildi, hatta duvar kâğıdı bile yenilendi. Odadan çıkartılan her şey uzak bir bölgede yakıldı. En önemlisi de kadının cesedinin bir çuvala konup denize atılmasıydı. Yapılanları hiçbir şekilde kıza belli etmemeleri lazımdı. İki kez odasına girdiler ve kızın baygın biçimde uyuduğunu gördüler. Bu arada aynı hastalığa yakalanmadığından da emin olmaya çalıştılar. İşleri bittikten kısa bir süre sonra kız uyandı ve annesini bulamayarak büyük şoka girdi. Ancak tüm personel önceden uyarılmış olduğu için herkes kıza vereceği yanıtı hazırlamıştı: “Matmazel, otele yalnız geldiniz.” (Baba, Dışarıda Bir Melek Var!)
  • "Yalnızlık katlanılması zor, uzun süreli bir acı. Tercih ettiğim bu durumun yaşamımın sonuna doğru attığım ilk adım olduğunun farkındaydım..." (Seri Katiller 2)
  • Tanrıya olan inancı sarsıldı. (Seri Katiller 1)
  • “Beni şimdi vurun, hemen... Yaşamayı hak etmiyorum...” (Seri Katiller 1)
  • Yalnız kalpler her zaman daha mutludur. (Seri Katiller 2)
  • “Beni öldüremeyeceksiniz, geri döneceğim... Evet ebediyette yanınızda olacağım. Siz de suç işlediniz, siz de öldürdünüz. Biliyor olmalısınız: Hans Grans suçsuzdu! Peki şimdi kendinizi nasıl hissediyorsunuz.” (Seri Katiller 1)
  • “Eğer insanların ilgisine ve sevgisine muhtaçsanız, zavallısınız demektir.” (Seri Katiller 1)

Yorum Yaz