matesis
dedas

Ya Tâlı’în al-Jabal

Ya Tâlı’în al-Jabal

Son günlerde sosyal medya âleminde gündeme oturan ve oldukça sempatik olduğunu düşündüğüm bir düet geziniyor. Terez Sliman ve Sofia Adriana nam iki hanım kişinin karşılıklı bir şekilde söyledikleri Arapça-İspanyolca bir şarkı. İlki Filistinli, diğeri de Portekizli bunların. Ya Tâlı’în al-Jabal yazarak internet ortamında kolayca ulaşabilirsiniz.

Amatör bir kamerayla çekilen görüntülerin bir gezinti gemisinin güvertesinde çekildiği anlaşılıyor. Adı geçen hanımlar karşılıklı oturmuş biri Arapça, diğeri İspanyolca ile neşe içinde söylüyor. Şarkıyı söylerken sağ el yumruğu ve sol el ayasıyla da oturdukları zemine vurarak ritim tutuyorlar. Ortamın otantik havası bu harikulade terennüme omuz veriyor.
Filistin direniş şarkıları içerisinde en fazla nam salmış olan Ya Talı’in al-Jabal yani Ey Dağa Çakanlar şarkısının ilginç bir hikâyesi var. Şarkının geçmişi Filistin’in İngilizler tarafından işgal edildiği yıllara, hatta bunun da öncesinde İspanyol kadınların ekmek hamuru yapmalarına dayanıyor.
***
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Siyonist lobinin en güçlü olduğu ülke, o dönemin süper gücü İngiltere’dir. Siyonistler, devşirdikleri güç sayesinde Kraliyet’in politikalarına rahatça yön verebiliyorlardı. Filistin’in 1917’de İngilizlerce Osmanlı’dan koparılması, arka planda Siyonizmin devletleşmesi adına atılmış bir adımdı. Filistin işgal edildikten sonra, adı tarihe “Balfour Deklarasyonu” olarak geçen işgal belgesi hayata geçirilecekti. Bu deklarasyon, adını dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’dan alır.

Siyonizmin sâdık hizmetkârı Balfour, Filistin’de Yahudilere bir “vatan” kurmak için epeyce didinir. Bu amaçla, Amerika’daki Siyonistlerin ünlü hâmisi Walter Rothschild ile çalışırlar; amaç ABD’yi de plana dahil etmektir. Bolfour, 2 Kasım 1917’de Rotschild’e yazdığı mektupta şunları söylüyordu:
“Saygıdeğer Lord Rothschild; Majestelerinin Hükümeti adına kabineye sunulan ve kabul edilen Yahudi Siyonist isteklerini sempati ile karşılayan müteakip deklarasyonu iletmekten memnuniyet duyarım. … Majestelerinin hükümeti, Yahudilere Filistin’de bir yurt tesisi fikrini hararetle desteklemektedir. Bu maksatla her ne gerekiyorsa yapılacaktır. … Bu deklarasyonu Siyonist Federasyonu’nun bilgisine sunmanızdan memnuniyet duyacağım.”

Siyonizmin Filistin’de devlet kisvesine bürünmesindeki süreçte en önemli kilometre taşı olarak görülen Balfour Deklerasyonu, daha sonra İngilizlerin yanı sıra ABD, Fransa ve İtalya’nın da büyük desteğini alacaktır. Başlıca sömürgeci devletler tarafından uzlaşma sağlandıktan sonra sıra, Filistin’de Yahudi nüfusunu artırmaya geliyordu. Bu amaçla İngiliz General Edmund Allenby, Aralık 1917’de Kudüs'ü işgal ederek Siyonizme alan açıyordu.

Filistinliler, her onurlu halk gibi işgale karşı direnir. 1920 ve 30’larda çıkardıkları irili ufaklı çok sayıdaki ayaklanma İngilizler ve Siyonist çeteler tarafından kanlı bir şekilde bastırılır. Bu arada Siyonist organizasyon 1920’den 1940’lara kadar dünyanın her yerinden Yahudileri Filistin’e göç etmeye teşvik eder; fakat nüfus dengesi yine de Yahudilerin lehine bir türlü gelişmez. Zira Yahudiler asırlardır yaşayıp alıştıkları, rahata erdikleri yerleri bırakıp kuş uçmaz kervan geçmez Filistin topraklarına yerleşmeyi pek tercih etmiyordu.

İşte tam bu sırada İkinci Dünya Savaşı patlak verecek ve Naziler, Balfour Deklarasyonu’nun emellerine can suyu olacaktı. Nazi soykırımına uğrayan Avrupa Yahudileri açısından Filistin’e göç etmek artık kötü bir fikir olmaktan çıkacaktı. Derken, bavulu omuzlayan Avrupa Yahudileri gemilere doluşup sel gibi Filistin topraklarına akar. Bu süreçte de Filistinliler bu dengesiz Yahudi nüfusu artışından işkillenip ses yükseltirler ama nafile. Mecâlsiz direnişçileri bastırmak, seslerini kesmek, üzerinde Güneş’in batmadığı imparatorluk için pek zor olmayacaktı.

Yahudi nüfusu yeterli sayıya ulaşınca İngilizlerin de ayrılma zamanı gelir. 1948 yılının ortalarında misyonlarının tamamlandığına kanaat getiren İngilizler, tası tarağı toplayıp işgal bayrağını Siyonistlere devreder. Bu, İsrail’in resmen kuruluşu anlamına geliyordu. Filistin halkı buna da canıyla kanıyla direnir; uzun süren ayaklanmalar, gerilla mücadeleleri, zindanlar, esaret ve işkenceler birbirini takip eder. Bundan ötürü İsrail’in kuruluşunun Filistinlinin benliğindeki yansıması Büyük Felaket’tir, yani Nekbe’dir.

***

Filistin topraklarının Balfour Deklarasyonu çerçevesinde önce işgal edilmesi ardından da adım adım Yahudileştirilmesi karşısında Filistin halkı direniş göstermiş, bu uğurda epeyce eziyet çekmiştir. Direniş bir devlet gücünden yoksun olduğu için o dönem dünyanın jandarması olan güçlü İngiliz Devleti ve destekledikleri Siyonist Yahudi çeteleri karşısında dişe dokunur bir başarı gösterme şansları yoktu. Mücadeleler sırasında pek çok Filistinli ya hayatını kaybetmiş ya derdest edilip zindanlara atılmış veya dağlara sığınmışlardı.

Ölenler için yapılacak bir şey yoktu; fakat zulümden kurtulmak için dağlara sığınan veya zindanlarda esir tutulanlar için yapılacak bir şeyler yine de vardı. En azından onlara moral vermek mümkündü. Bu amaçla zindan duvarlarına gizlice yaklaşan Filistinli kadınlar duvarlara vura vura Ya Tâlı’în al-Jabal’i haykırıyordu: “Direniş kazanacak, gelip sizi kurtaracak!”

Halkın hafızasında direnişin melodisi olarak kazınan bu şarkı daha sonra İsrail hapishanelerinde tutsak edilen direnişçiler için de söylenmeye devam edilmiş. Küçük bir farkla tabi. Arapçaya âşinâ İsrail askerleri şarkıda ne söylendiğini tam anlamasınlar diye şarkı sözlerinin arasına “lil lil lil” gibi nakaratlar eklenmiş veya şarkının bazı sözleri bilerek tahrif edilmiş.

Öte yandan bu direniş ezgisinin aslının İspanyolca bir halk şarkısı olduğunu belirtmek lazım. İspanyol kadınları hamur yoğururken ve ekmek pişirirken bu şarkıyı karşılıklı olarak söylerler. İspanyollar ritim eşliğinde ekmek yapma geleneğine veya ekmek yaparken söyledikleri ezgiye Ritmo de Panaderas adını verirler. İşte, İngilizlerin zindana attığı direnişçilere moral vermek için kadınların gelip duvarlara vura vura ritim tutarak şarkıyı söylemeleri İspanyolların bu ritüelinden esinlenilmiş.
Ya Tâlı’în al-Jabal, bir direniş melodisi olmaktan başka, kadın hissiyatının Filistin davasına yaptığı çok ciddi bir katkı olarak öne çıkıyor. Sözleri arasına serpiştirdiği özlemleri, toprağına olan düşkünlüğü ve bağımsız bir ruhla sergilediği dayanışmasıyla Filistinli kadınlar, bu şarkıyı günümüzde de terennüm etmeye devam ediyor. Geçmişte İngiliz zulmü karşısında binlerce insana umut olan bu şarkı, bugün de İsrail zulmü karşısında insanlara umut olmaya devam ediyor.

Bir direniş şarkısı olarak Ya Tâlı’în al-Jabal’in bizlere anlattığı ve altı çizilmesi gereken bir hakikat var. Filistin halkı, toprakları İngilizlerce işgal edildiği ve bu işgale razı olmadığı için bir duruş ortaya koymuş. Bu uğurda ölmeyi ve zindanlara atılmayı göze almış. Ya Tâlı’în al-Jabal’in ortaya çıkış hikâyesi bile bu hakikati tek başına ortaya koyar nitelikte. Öyle ya! Olmayan bir direnişin şarkısı yapılamazdı. Fakat gelin görün ki, bütün tarihî vesikalara rağmen bugün Filistin’deki İsrail terörüne üstü kapalı müzâhir olanların veya türlü sâiklerle soykırımı görmezden gelmek için bahane üretenlerin “Filistinliler Yahudilere topraklarını sattılar, başlarına ne geldiyse hak ettiler.” tarzındaki söylemlerini esefle işitiyoruz.

Bu tür söylemlerin uluslararası Siyonist lobilerin ürettiği algı çalışmalarının bir ürünü olduğunda şüphe yok. Oysa arşiv belgeleri de ortaya koymaktadır ki Birinci Dünya Savaşı sürecinde bu şekildeki toprak satışı yüzde 6’lık bir orana denk geliyor. Bu konuda İlber’i pas geçip Bardakçı’ya kulak vermek lazım derim.

 

 

 

Editör: Beşir Şavur

Yorum Yaz