diorex
Dedas

80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri - Oya Baydar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri kimin eseri? 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri kitabının yazarı kimdir? 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri konusu ve anafikri nedir? 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri kitabı ne anlatıyor? 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri kitabının yazarı Oya Baydar kimdir? İşte 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 21.02.2022 02:00
80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri - Oya Baydar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Oya Baydar

Editör: Mustafa Çevikdoğan

Editör: Cem Alpan

Tasarımcı: Alper Zeki

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750748783

Sayfa Sayısı: 320

80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İnsan 80 yaşına varıp da yaşayacak az zamanı kaldığında bir ömrün bütün çabalarının, umutlarının, acılarının, sevinçlerinin sıfırlanmasını kabullenemiyor. Yaşamımın anlamı neydi sorusuna, hiçbir anlamı yoktu, cevabını vermenin ağırlığına dayanamıyor O zaman, bir virüsün yıkıcılığından medet umuyor, insanlığın bu enkazın altından kalkabileceği, başka bir dünyayı mümkün kılabileceği umuduna sarılıyor bir an, ama sadece bir an.

Oya Baydar’ın, 2020 yılında tüm dünyayı kasıp kavuran pandeminin ilk günlerinden yıl sonuna kadar tuttuğu bu notlarda Covid-19'un toplumsal hayattaki etkilerini gün gün takip ediyoruz. Bir virüsün anlı şanlı insan uygarlığını perişan etmesi, halkın hastalığa yaklaşımı, tüm sokakları saran korku, sivil toplumun her şeye rağmen mücadeleye devam etme çabası, iktidarların çaresizliği, 65 yaş üstü insanların yaşadıkları kapanma/kapatılma günleri...

Tüm bunlar, 80 yıl boyunca mücadeleyi bir an olsun bırakmamış bir kalemin anıları, kendi hayatının muhasebesi ve geleceğe dair beklentileriyle yoğruluyor.

Usta bir yazarın yaşanan bu ilginç zamanlara düştüğü, yıllar sonra bile tekrar tekrar dönülüp okunabilecek zihin açıcı notlar.

80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri Alıntıları - Sözleri

  • "Kasım ayında bize yemekte turp vermişlerdi. Hücre arkadaşım turpu karton bir bardağa koyup çürümeye bıraktı.Şimdi ondan yeşil bir filiz ucundan küçük beyaz çiçekler açtı.Turp ölüyor,aynı zamanda canlanıyor.Kendi yok oluşundan çiçekler yaratıyor,ölürken geleceğe uzanıyor. Bir turptan daha umutsuz olmayacağız,değil mi?" Çünkü hepimiz biliyoruz ki,ne kadar karamsar olursak olalım, dünya döndükçe her filiz er geç çiçek açmaya,güneş de illa doğmaya mahkûm!
  • İçim sızlıyor sözü iğretileme değil gerçeğin ifadesi. Bazen insanın içi gerçekten sızlar
  • İnsan sadece mutluluklarla değil kalp kırıklıklarıyla, acılarla, ayrılıklarla, ille de yenilgilerle zenginleşiyor. Kendini bütün bunlarla tanıyor, sınıyor. İnsanları her yönleriyle, çeşitli yüzleriyle tanıyınca daha anlayışlı, hoşgörülü, sevecen olabiliyor.
  • Geleceğin dünyasının kıyısındayız; adım adım, alışa alışa, kimi zaman tam kavramadan geleceği yaşamaya başladık bile. Bugün, yarının şafağı.
  • Ben bunların tümünün toplamı oldum belki de. Okuduğum kitapların, gördüğüm yerlerin, tanıdığım insanların yaşadığım her şeyin toplamı. Ne kadar çok okuduysam, gördüysem, tanıdıysam, duyduysam, sevdiysem o kadar zenginleştim. Yine de çok eksikli, çok yoksul hissediyorum kendimi.
  • Kendimizden memnun kalmamız için de hem kendi doğrularımızdan kuşku duymamamız hem de başkalarının farklı doğruları olabileceğini görmezden gelmemiz gerekir.
  • Kötüye alışılmaz katlanılır, derdi bir arkadaşım. Doğru değil; insan bir süre katlanıyor, sonra katlandığına alışıyor, alıştığı yaşam biçimi normalleşiyor, "yeni normal"e dönüşüyor.
  • Özgürlüğü kullanabilmenin de kazanabilmek kadar güç olduğunu düşünüyorum. Özgürlüğü ne yapacağını bilemediğinde ona ihtiyacın da olmuyor. Bir de tutsağın özgürlük korkusu var.
  • Yazdıklarımız kadar yazmadıklarımızdan, söylediklerimiz kadar söyleyemediklerimizden de sorumluyuz
  • Gitmeyecek olsanız bile gitme imkanınız olduğunu bilmek özgürlük duygusu yaratır
  • Ahmet Altan ve bir umut şiiri yazıyor: "Kasım ayında bize yemekte turp vermişlerdi. Hücre arkadaşım turpu karton bir bardağa koyup çürümeye bıraktı. Şimdi ondan yeşil bir filiz çıkmaya başladı, büyüdü, büyüdü, filizin ucundan küçük beyaz çiçekler açtı. Turp ölüyor, aynı zamanda canlanıyor. Kendi yok oluşundan çiçekler yaratıyor, ölürken geleceğe uzanıyor. Bir turptan daha umutsuz olmayacağız, değil mi?"
  • Ama insan 80 yaşına varıp da yaşayacak az zamanı kaldığında bir ömrün bütün çabalarının, umutlarının, acılarının, sevinçlerinin sıfırlanmasını kabullenemiyor. Yaşamımın anlamı neydi sorusuna, hiçbir anlamı yoktu, cevabını vermenin ağırlığına dayanamıyor. O zaman, bir virüsün yıkıcılığından medet umuyor, insanlığın bu enkazın altından kalkabileceği, başka bir dünyayı mümkün kılabileceği umuduna sarılıyor bir an, ama sadece bir an.
  • Kuşku duymayanlardan, yürüdüğü yolu gözden geçirmeyenlerden, hiç değişmedim, hep doğruydum diyenlerden, kendilerini sorgulamayanlardan, yanlışlarıyla yüzleşmeyenlerden hoşlanmam ama onları anlıyorum. İnsanın kendisiyle yüzleşmesi güçtür;
  • Edebi beğeni tartışılmaz kuşkusuz, hele de roman söz konusu olduğunda. Ama edebî değer ve kalıcılık tartışılabilir.
  • Kendinden anlamı olmayan bir şeye anlam kazandırmaya çalışıyoruz. Bizi biz yapan, o kazandırdığımız anlam.

80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ayşe Kulin’in keyifle okuduğum son romanında haberim olmuştu bu kitaptan. Daha önce hiç Oya Baydar’ın kitaplarını okumamıştım. 80 Yaşında olup geçirdiğimiz zor korona günlerini anlatıyor olması hoşuma gitmişti. Keşke bulunduğu güzel yerde ki hayatından gerçekten günlük olaylardan bahsetseymiş o kadar çok siyasi anlatım var ki sıkıldım son sayfaya gelene kadar … (Deniz Süerkan)

Oya Baydar’ın “80 Yaş Zor Zaman Günlükleri” kitabı, bizi geçen yıl nerdeyse tam bu günlere götürüyor. Yazar, corona salgını yüzünden erkenden (22 Mart) sığındığı Marmara Adasındaki yazlığında geçirdiği günleri anlatıyor. Günlüklerden ilk olarak 2020 nin ülke ve dünya gündemini; siyaset, covid -19, çevre felaketleri vb gündemini tekrar okuyup hatırlayınca ‘vay be ne zor bir yıl geçirmişiz’ diye düşündüm. Bu kitap bizi nerdeyse unutmaya başladığımız yakın geçmişte yaşadıklarımızı tekrar hatırlatıyor. Yazar yaşadıklarını anlatırken 80 yaşın kendine hissettirdiği duyguları bizlerle paylaşıyor, umudu, umutsuzluğu, hayal kırıklıklarını, dostluklarını.. anlatıyor oldukça samimi bir havada. Anılar elbette doğal samimi akıcı bir dille anlatılır ama Oya Hanımın kalemindeki samimiyet, kendini acımasızca eleştirebilmesi, yaşıyla yüzleşme cesaretine hayran kaldım. Oya hanım ın beyaz kedisini yakından tanımak ve kedinin yakaladığı fare ve kuşlara merhameti de beni etkiledi. Bu kitapta yazarın, 80 yaşın hissettirdiği duyguları, kendi iç dünyasını, geçmişini, sorgulamasını okuyoruz. Bizi zamanda yolculuğa çıkarıyor 80 yaşlarına geldiğinizde böyle hissedeceksiniz diyor. Yazar günlüklerinde ‘niçin yazarız’ konusu üzerinde duruyor. Bunun çeşitli cevaplarını vermiş; kendini rahatlamış, tamamlanmış hissetmek, kendisiyle konuşmak, yüzleşmek, hatta yaşamak için yazmak. Aslında tam olarak söylemediği şey şu: bizim için yazıyor: 80 yıllık ömrüne sığdırdığı acı- tatlı hatıralarını, gözlemlerini, tecrübelerini, yaşamın anlamını, anlamsızlığını, dünü, bugünü yarını kendi gözünden anlatıyor. Biz okurlara düşen de alıp okumak. Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum. yazar/Oya-Baydar (the son)

Ne zor zamanlar ne zor zamanlar: Verdiğim her kuruşa acıdım. Yazar paranın gücüyle konuşabilmeyi cesaret sanmış bence. Ailesi eline baksa, okuyup para kazanmasını ve onlara destek olmasını beklese bu kadar başkaldırıda bulunabilir miydi acaba? Hiç ihtimal vermiyorum. Terör sempatizanı satırlar okumak beni adeta dehşete düşürdü. Her hayalini gerçekleştirebilen yazar maalesef bazı şeyleri cesareti olmadığı için gerçekleştirememiş. Çok üzüldüm, biz de parasızlıktan gerçekleştirmiyoruz. Mesela bir kitap yazsak, o kitabın içinde kitabı basacak yayınevini eleştirsek yayınevi bize kızar. Hatta kitabı basmaz ama sırf kitabını pandemi ve kriz dolayısıyla geç bastı diye yayınevine VEFASIZ demiş. Bana daha iyi teklifler geldi ama ben gitmedim demiş... Kitap baştan sona paranın verdiği özgürlüğü anlatıyor ama yazar her şeyden şikayetçi, her şeyi eleştiriyor. Terör örgütü ve hdp hariç... İnsanların vahşetini hayvanların hayatta kalma içgüdüsü ile kıyaslaması da ayrıca komik olmuş. Kitabı yarıda bıraktım. Paranın insana güç ve cesaret verdiğini biliyordum ama bu kadar net bir şekilde anlatılması beni üzdü. Biz de üzüldüğümüz bazı bir şeylere (mesela hakkımızı vermeyen patronlara) sesimizi yükseltemiyorsak bu düşüncesiz, karakteri ezik olduğumuzdan değil başka seçeneğimiz, yolumuz olmamasından. Ne yazık ki bizi ‘sürgün’ olarak Almanya’ya kaçıracak imkanlarımız yok. (Sude)

Kitabın Yazarı Oya Baydar Kimdir?

Oya Bardar (1940, İstanbul), Türk yazar, sosyolog. Uzun zaman sosyalist siyasetin içerisinde yer almıştır. T24 internet gazetesinde yazarlık yapmaktadır.

Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'nde okudu. Lise öğrencisi iken Fransız yazar Françoise Sagan’dan etkilenerek ilk romanını yayımladı. Lise son sınıfta iken yazdığı Allah Çocukları Unuttu adlı gençlik romanını hem Hürriyet gazetesinde tefrika oldu hem de kitap olarak yayımlandı. Bu roman yüzünden neredeyse okuldan atılıyordu. Lise yıllarında yazdığı ilk romanlarından sonra yazmaya ara verdi, uzun zaman siyasetle uğraştı, olgunluk çağında yeniden edebiyata döndü.

1964'te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi ve bu bölüme asistan olarak girdi. "Türkiye’de İşçi Sınıfı’nın Doğuşu ve Yapısı" konulu doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler olayı protesto için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay ilk üniversite işgali eylemi oldu. Baydar, daha sonra Ankara Hacettepe Üniversitesi'nde asistanlık yaptı.

1971'deki 12 Mart Darbesi sırasında, Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) üyesi olarak, sosyalist kimliği nedeniyle tutuklandı ve üniversiteden ayrıldı. 1972-1974 arasında Yeni Ortam, 1976-1979 arasında Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu. Sosyalist yazar, araştırmacı ve eylem kadını olarak tanındı.

12 Eylül Darbesi sırasında yurtdışına çıktı ve 12 yıl boyunca Almanya'da sürgünde kaldı. Burada, sosyalist sistemin çöküş sürecini yakından yaşadı. Bu süreci 1991’de yayımladığı Elveda Alyoşa adlı öykü kitabında anlattı.

1992’de Türkiye’ye döndü. Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan İstanbul Ansiklopedis'nde redaktör ve Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi'nde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Türkiye’ye döndükten sonra ardı ardına yayınladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı ve sevilen bir yazar oldu.

Ödülleri

Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikaye Armağanı

Kedi Mektupları ile 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü

Sıcak Külleri Kaldı ile 2001 Orhan Kemal Roman Ödülü

Erguvan Kapısı ile 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü

Hiçbir Yere Dönüş ile 2011 Akdeniz Kültür Ödülü

Oya Baydar Kitapları - Eserleri

  • Sıcak Külleri Kaldı
  • O Muhteşem Hayatınız
  • Erguvan Kapısı
  • Köpekli Çocuklar Gecesi
  • Çöplüğün Generali
  • Kedi Mektupları

  • Kayıp Söz
  • Elveda Alyoşa
  • Yolun Sonundaki Ev
  • Hiçbiryer'e Dönüş
  • Yetim Kalacak Küçük Şeyler
  • Surönü Diyalogları
  • Bir Dönem İki Kadın

  • 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri
  • Savaş Çağı Umut Çağı
  • Allah Çocukları Unuttu
  • Erguvan Kapısı
  • Madrit'te Ölmek

Oya Baydar Alıntıları - Sözleri

  • “İnsanın içindeki ses susunca mı yitiyor söz, yoksa anlamsızlık duygusu yazarı sözün bittiği yere götürdüğünde mi?” (Kayıp Söz)
  • “Anneni hep sevmiştim, seni doğurduğu için bir kat daha sevdim.” (Kayıp Söz)
  • "Zamanı öldürmeye sabah 8 ' de başlıyoruz.Önce saniye saniye sonra dakika dakika sonra saat saat işkenceyle ölüyor zaman ..." (Elveda Alyoşa)
  • "... Yaşama ölümle varılmıyor, ölümden yaşam doğmuyor." (Erguvan Kapısı)
  • Özgürlüğü kullanabilmenin de kazanabilmek kadar güç olduğunu düşünüyorum. Özgürlüğü ne yapacağını bilemediğinde ona ihtiyacın da olmuyor. Bir de tutsağın özgürlük korkusu var. (80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri)
  • Bir gün "Biz ayrı gayrı bilmezdik. Nereden çıktı bu düşmanlıklar, nasıl bu hale geldik," diye konuşurken, bir Ermeni arkadaşımız, içime çok oturan, vicdanımı sızlatan bir söz söyledi: "Evet siz bilmezdiniz ama biz bilirdik," dedi. (Bir Dönem İki Kadın)

  • İnsan aşkın nesnesini kendisi mi yaratır? Aslolan, âşık olunan kişi ya da nesne değil de duygunun kendisi midir? Sevdiğimizi değil de içimizde büyütüp beslediğimiz duyguyu yitirmekten mi korkarız? (O Muhteşem Hayatınız)
  • "Ben seni; duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim." (Elveda Alyoşa)
  • Kendi sözleri kendine anlamsız geliyor. Anbean tükenirken bunca söze ne gerek var! Kendi içine dönmeli, susmalı insan. Yenilgiyi sindirmeli, bir kez daha yenilmeye hazırlanmalı. (Köpekli Çocuklar Gecesi)
  • Kusursuzu, güzeli, doğruyu aramak bütün hayatlarını doldurmuş; hayatlarının anlamı, yaşamlarının nedeni olmuş. Sonra tam bulduklarını sandıkları anda bir de bakmışlar ki, doğru sandıkları yanlış, kusursuz sandıkları eksik, güzel sandıkları çirkinmiş. (Kedi Mektupları)
  • Ömür boyu yaşanan, biriktirilen yüzbinlerce, milyonlarca ânın toplamıdır insan. (Yetim Kalacak Küçük Şeyler)
  • Neden çevremdeki her şey bu kadar hüzünlü ve bu kadar kısa? (Allah Çocukları Unuttu)
  • "Bırakırsam/ diye sürdürdü kadın, "kendimden de bir parça bırakıyorum geride. Ve bıraka bıraka o kadar azaldım ki artık, bir daha ne bağlanmaya, ne de bırakmaya gücüm yok." (Kedi Mektupları)

  • Yaşıyorum, ne fevkalade ve ne korkunç birşey bu! Hayatı bütün kuvvetiyle içimde hissediyorum. Korkuyorum. Tam aksini iddia etmeme rağmen hayata fazla bağlıyım. (Allah Çocukları Unuttu)
  • Başka bir kader, başka bir zafer için kuşatılmış şu yenik askerlere benziyor hayat! (Kedi Mektupları)
  • Ve adlar, adlar, adlar... Kimlerin adları? Ölenlerin, öldürülenlerin; nerede, neden? Unutulmaz mı, bitmez mi? İnsanlara destanlar gerektiği için mi çağlar boyunca diri tutulur acılar? Ya da destanlar, acılar küllenip de intikam ateşi hiç sönmesin, diye mi aktarılır kuşaktan kuşağa? Hatırlamak mı, unutmak mı rahatlatır insanı? (O Muhteşem Hayatınız)
  • Yürüyüşün kendisi bile umut vericiydi. Sonra yürüyüş hedefin yerine geçti.Yolda olmanın sağladığı tatmin,varış noktasını bulanıklaştırdı.Yolumuzu şaşırdık, yanlış adımlar attık. Hedeften uzaklaştık bazen hedefe yürüyüşün sağladığı tatminin aldatıcı bir umut olduğunu düşünüyorum. (Surönü Diyalogları)
  • Birinin bana ihtiyacı olduğunu, benim için yaşadığını bilmeğe dayanamıyordum. Böyle olduğu müddetçe hür değildim. (Allah Çocukları Unuttu)
  • Bir söz arıyordum, bir ses duydum Bir çığlığın peşine takılıp uzaklara gittim Duyduğum sesin şiddetten doğan acının sesi olduğunu bilmiyordum, öğrendim O sesi izledim, sözü buldum Söylecek bir sözüm var artık... (Kayıp Söz)
  • “Bölünme korkusu kitlelere öğretilmiş bir korku. O korkuyu taşıyan saf, masum, sıradan insanlar buraları tanımazlar bile. Çatışmalar, ölümler, şehitler olmasa, muktedirler bıkmadan usanmadan şeytanlaştırmasalar, televizyonlardan duymasalar Cizre nerede, Şırnak nerede, Sur neresidir, oralarda nasıl insanlar yaşar, bilmezler. Bölüneceğinden,ayrılacağından korktukları toprakların rengini, kokusunu, dağlarındaki çiçekleri, karın lekesiz beyazını,ormanlarındaki ağaçları tanımazlar. Yolları geçmişse buralardan, askerlik yaparken geçmiştir. O zaman da buraları arkadaşlarının şehit düştüğü düşman toprakları, tekinsiz yerler olarak bellemişlerdir zaten. Haritada yerlerini gösteremeyecekleri bu tuhaf adlı toprakların ellerinden gitmesinden ödleri kopar; ama kendi yaşadıkları toprakların ne kadar kendilerinin olduğunu sorgulamak akıllarına gelmez.” (Surönü Diyalogları)

Yorum Yaz