Açlık - Knut Hamsun Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Açlık kimin eseri? Açlık kitabının yazarı kimdir? Açlık konusu ve anafikri nedir? Açlık kitabı ne anlatıyor? Açlık kitabının yazarı Knut Hamsun kimdir? İşte Açlık kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Knut Hamsun
Çevirmen: Behçet Necatigil
Orijinal Adı: Sult
Yayın Evi: Varlık Yayınları
İSBN: 9789754344073
Sayfa Sayısı: 158
Açlık Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Norveçli büyük romancı Knut Hamsun'un kişiliğini ve ününü oluşturan en büyük romanı "Açlık"tır. Ünlü bir yazar olma sevdasıyla yanıp tutuşurken, bir yandan da açlıkla pençeleşen bir gencin, gerçekten duygulandırıcı öyküsü olan bu kitap, dünya edebiyatının başyapıtları arasında anılmaktadır. Behçet Necatigil'in usta kaleminden, örnek bir çeviri okuyacaksınız bu ciltte.
Açlık Alıntıları - Sözleri
- "Öyleleri vardır ki, ufak tefek şeyler onları yaşatır da sert bir söz onları öldürür."
- Üff çekingen insanlar ne zor! Onların yanında her şeyi bizim yapmamız, bizim söylememiz gerek; hiç de yardım etmezler bize.
- Her şeyi de sineye çekecek değilim ya!
- Gözlerimi açınca, eski alışkanlık, bugün için ümit var mı diye düşünmeye başladım.
- Fazla gururdan ölebilirdi insan
- Ne diye tasa çekiyordum sanki; ne tıkınacağımı, ne içeceğimi, fani vücut dedikleri bu rezil solucan torbasını hangi çullara bürüyeceğimi düşünerek ne diye tasa çekiyordum?
- Bahtımın hep kapalı oluşuna sebep neydi? Yaşamak, başkaları kadar benim de hakkım değil miydi?
- Ceketimin düğmelerini söksem hepsine kaç para verirlerdi ki?
- Dünyalığa gelince, her çeşit dünyalıktan nefret etmen gerekir.
- Yolumu kesen engellerin bitip tükenmezliği karşısında çıldırmayacaktım da ne yapacaktım!
- Benim ne halde olduğumu o bile anlamamıştı; tanıdığım, bir zamanlar elini sıktığım o bile.
- Zihnimi toparlayamıyordum artık. Her zaman, her yerde en tuhaf azapları ben çekiyordum.
- Düşüncelerimin tırmanmak isteyip de kavrayamadıkları, kavranmaz o siyah sonsuzluk!
- Ağlamak ihtiyacı duyuyordum içimde.
- Sessiz sakin, için için bir ağlayıştı bu; gözyaşı akıtmadan, gönülden bir hıçkırış.
Açlık İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Adından da kolayca anlaşıldığı gibi açlık üzerine bir kitap bu. Eh, konu basit… Açlık… Hepimiz biliriz açlığın ne demek olduğunu, bir sebeple deneyimlemişizdir bile. Hatta iş konuşmaya gelince sebepleri nedir, açlık ve yoksulluk nasıl engellenir, kimin ne yapması gerekir; mutlaka fikrimiz vardır. Ama acaba gerçekten biliyor muyuz açlığın ne demek olduğunu? Aç insanın neler yaşadığını? Sokaklarda her gün görüp yüz çevirdiğimiz nicelerinin içinde bulunduğu o çıkışsız girdabı? İşte Knut Hamsun bu yarı otobiyografik çarpıcı romanında aç bir insanın yaşadıklarını en ince ayrıntısına kadar paylaşıyor okuyucusuyla. 1800lü yılların sonlarında, Norveç’in başkenti Kristiania’da (şimdiki adı ile Oslo) bir genç… Yazar olma hayalleri kuruyor; yayınlanan yazıları başına gazetelerden aldığı birkaç kuruş ile geçinmeye çalışıyor. Yazıları umduğu kadar beğenilmeyince önce açlık ve yoksulluğun pençesine düşüyor, akabinde deliliğin sınırına doğru ilerİiyor. Hamsun açlıktan ölmek üzere olan bir gencin bu fiziksel ve ruhsal çöküşünü etkileyici bir dille anlatıyor. Bu çaresizlik anlarında dahi postu dik tutmaya çalışması, değerlerini korumaya çabalaması, saygınlığın o dış kabuğunun ardına saklanması, Hamsun’un kahramanını eşsiz kılıyor. Çalmıyor, dilenmiyor, kendini acındırmıyor, yalvarmıyor o. Günler süren açlık sonucu elleri titrer, gözleri kararır, bacakları tutmazken dahi gururunu, belki de geride kalan o son hayat ipini, elinden kesinlikle bırakmıyor. Tüm romanı neredeyse hiç diyalogsuz; geçmişini hiç paylaşmadığı, fiziksel özelliklerine ise şöyle bir değindiği kahramanının iç sesi ile anlatırken sürükleyici ve etkileyici bir akış yakalamayı başarıyor Hamsun. Kahramanımızın ne geçmişini, ne de ailesini biliyoruz; zira onunla birlikte sadece bugüne, sadece açlığını nasıl bastıracağına odaklanmış durumdayız… Açlık öyle yoğun yaşanıyor ki, biz açlık çekmeyenlerin hayatımızı dolduran bir çok eylemi, ilişkiyi, düşünceyi, planı, hayali bir kenara itiyor. Nereden birkaç kuruş bulup bir öğünü kurtarabilirim hesabı, hayattaki diğer tüm çabaların önüne geçiyor. Gençliğinden itibaren açlığı yaşamış Hamsun’un yaşam öyküsünü Anarest incelemesinde (gonderi/77988840 ) çok güzel anlatmış, üstüne ne söylesem yersiz, gereksiz olacak. Açlığın içinden gelip Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday olmayı başarabilmiş, üstüne üstlük böyle sefil bir hayata rağmen 90lı yaşlarına kadar hayata tutunmayı başarabilmiş Knut Hamsun, her şeyden önce bu azmi ile takdiri hak ediyor bence. Romanın kahramanı birçok yönden yazar/fyodor-dostoyevski’nin ölümsüz kahramanı; Suç ve Ceza’daki Raskolnikov’u andırıyor. Sanırım Hamsun’un yazar/fyodor-dostoyevski’den oldukça etkilendiğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim kahramanının iç dünyasını; tüm kararsızlıkları, çelişkileri, iniş-çıkışları ile dile getirişi ve değerleri sorgulaması, bence ustasına epey benziyor. Kitap bana, her sabah yollarda gördüğümüz sayısız kağıt toplayan gençlerden birini hatırlattı. Yıllar önce soğuk bir günde önümüzde giderken aniden fenalaşarak yere düşen, ama hala arabasını ayakta tutmaya çalışan bu genç, kendi derdinden ziyade bizim ilgimizden rahatsız olmuştu. Ne doktora götürmemizi, ne de kendisine bir şeyler getirmemizi kabul etti; sadece birkaç yudum suya itiraz etmedi. Bir yandan da sürekli konuşuyordu; öğrenciydi o, arkadaşının yerine bugünlük kağıt toplamaya çıkmıştı, yoksa onun durumu iyiydi, açlık ve soğuk nedeniyle değil alışık olmadığı için düşmüştü, vs… Ayağa kalkana kadar bekledik, sonra ayrıldık yanından. Ancak söyledikleri ile görünüşünün zıtlığı çok garip gelmişti. Maalesef şimdi anlıyorum ki, demek ki o da, o hayal edilemez açlığını gurur perdesinin arkasına saklamıştı. (AkilliBidik)
Yazar kimdir? : Knut Hamsun... 1859 yılı doğumlu Norveçli yazar. Hayatı tam bir mücadele ile geçmiş, açlıkla, sefaletle boğuşmuş ama hiçbir zaman kaleminin, kelimelerinin gücünden ümidini kesmemiş ve edebiyat tarihine altın harflerle adını yazdırmayı başarmıştır. Çobanlık yaparak geçirdiği çocukluğunu, annesinin ve babasının oldukça çekindiği rahip dayısının yanında sekiz yaşında eğitime başladı. Dört beş yıl ancak dayanabildi bu çetin savaşa. Çünkü dayısı oldukça çetin ve acımasızdı. Yine başka bir dayısının sayesinde bir tüccarın yanında tezgahtarlığa başladı. Sonra 17 yaşına kadar çerçicilik işi yaptı. Bu sıralarda ona en büyük faydasını sağladığı şey okuma aşkıydı. Okudukça susayan bir okuma açlığı yaşıyordu. On yedi yaşına geldiğinde okuduğu kitaplardan oldukça fazla şeyler öğrendi. O sıralarda ‘Esrarengiz Adam’ ve ‘Bir Karşılaştırma’ adında iki kitap yazdı ve ailesi hayretler içinde kaldı. Yazmak iyiydi ama ailesi artık bir zanaat öğrenmeli, bir baltaya sap olmasını istiyordu. Gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Norveç’in ünlü yazarları ile tanıştı. Şimdi ki Oslo’da (Kristiana) çile dolu günleri oldu. Ki bu anılarından Açlık romanında bahsetti. Bu kadar acı çekmesine rağmen hiçbir zaman inancını kaybetmedi. Açlık romanını yazdığı zaman ilk kısımlarını yayınlaması için Politiken Gazetesi yazı işleri müdürlerinden Edvard Brandes'e götürdü. Brandes bu karşılamayı daha sonra şöyle anlatıyordu: "Ondan daha düşkün bir başka insan pek az görmüşümdür. Düşkünlüğü elbisesinin yırtık pırtık olduğundan değildi. Ya o yüzü!. Çok uzundu müsveddeler. Kendisine geri veriyordum ki, birdenbire kelebek gözlüğü gerisinde gözlerindeki ifadeyi gördüm." (Behçet Necatigil/Göçebe/ önsöz) 10 romanı ve bir hikaye kitabı olan ve 1920 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Knut Hamsun,1952 yılında hayata gözlerini yumdu. Kitaptan alıntı: 1. Alıntı: Saat üç olmuştu. Açlık enikonu dayatmaya başlamıştı;bitkindim; yürüyor, orada burada gizlice öğürüyordum. Yolu değiştirdim, aşevine gidip levhadaki yemek listesini okudum;salamura et ve domuz fümesi benim yiyebileceğim şeyler değil gibilerden poz alıp omuz silktim. Oradan istasyon meydanına geldim. Birdenbire acayip bir baş dönmesine tutuldum; yürüdüm, aldırmamak istedim, fakat çoğaldıkça çoğaldı; sonunda bir merdiven basamağına oturmak zorunda kaldım, içimde bir değişme uluyordu; bir şey kenara kayıyor, beynimde bir perde, bir kumaş yırtılıyordu sanki. Bir kaç kere derin nefes aldım, şaşkın olduğum yerde kaldım. 2. Alıntı: Rüzgar esiyor, gökte bulutlar hızla kayıp gidiyorlar, karanlık bastıkça serinlik artıyordu. Cadde boyunca hem yürüdüm, hem ağladım; kendime gittikçe daha çok acıyordum; defalarca tekrarladığım birkaç kelime, bir feryat, diner gibi oldukça göz yaşlarım yeniden akıtıyordu: "Rabbim, Allah'ım, ne kadar bedbahtım! Rabbim, Allah'ım, ne kadar bedbahtım!" 3. Alıntı: Servetimi saydın yeniden: Bir yarım çakı, bir demet anahtar; fakat tek metelik yok. Birden elimi cebime attım; kağıtlarımı çıkardım tekrar. Mekanik bir hareket, şuursuz bir sinir deprenişiydi bu. Temiz, yazısız bir kağıt aldım ve silindir biçimi bir külah yaptım; içi doluymuş hissini verecek şekilde iki ucunu dikkatle kapadım ve fırlattım kaldırıma doğru. Rüzgarın tesiriyle biraz daha uzağa sürüklendi, sonra durdu. Ve açlık başıma vurmaya başlamıştı. Oturduğum yerden, sanki çil gümüş paralarla şişkin, bu beyaz fişeğe bakıyor, külahın içinde sahiden de bir şeyler bulunduğuna, kendimi inandırmaya çalışıyordum. Dimdik oturuyor, kağıt fişekte kaç para olduğunu bilmeyerek iteliyordum kendimi. Doğru bildim mi, benimdi para! Küçük, minyon onluk öre'leri en altta; kenarları çentikli, iri kronları da onların üstünde hayal ediyordum. Madeni paralarla doluydu fişek! Oturduğum yerde gözlerimi dört açmış, kağıt fişeğe bakıyor, gidip bu paraları gizlice iç etmek için kendimi ayartmaya çalışıyordum. Derken polisin öksürdüğünü duydum. Aynı şeyi yapmak,aklıma nereden esmişti? Kanepeden kalktım ve öksürdüm, işitsin diye de üç kere tekrarladım öksürmemi. Bir gelse nasıl da atılırdı kağıt fişeğin üstüne. Bu oyun çok hoşuma gidiyor, keyfimden ellerimi ovuşturuyor, içimden ağır küfürler savuruyordum. Umduğunu bulamayacaktı. Oynadığım bu madikten sonra cehennemin dibine kadar yolu vardı keratanın! Açlık başıma vurmuş, beni sarhoşa çevirmişti. 4.Alıntı: Yağmurlarla ıslanmış bu caddelerde, gece yarıları, bir deli gibi koş, işin yoksa! Açlığın kemirişleri dayanılmaz bir hal alıyor, bende rahat huzur bırakmıyordu. Karnımı hiç değilse böyle doyurayım diye, tekrar tekrar tükürüğümü yutuyor, faydasını göreceğe de benziyordum. İş bu noktaya gelene kadar son haftalarda yiyecekten yana günlerim pek nasipsiz geçmiş, şu son zamanlarda enikonu kuvvetten düşmüştüm. Şansım yaver gitse de, şu veya bu manevra sayesinde elime beş kron geçirsem bile, bu para, yeni bir açlık devresi üzerime çullanmadan tamamen kendime gelebilmeme kadar, dayanmazdı bana. Asıl ne oluyorsa sırtımla omuzlarıma oluyordu; katı katı öksürecek yahut öne fazla eğilmiş yürüyecek olsam göğsüme saplanan burgunun acısına yine de bir an dayanabiliyor, ama sırtımla omuzlarımın sancısına aciz kalıyordum. Bahtınım hep kapalı oluşuna sebep neydi acaba? Yaşamak, başkaları kadar benim de hakkım değil miydi? Eski kitapçı Pascha, sevkiyatçı Hennechen kadar? Yoksa omuzlarım mı yoktu bir devin omuzlan gibi; iki kuvvetli kolum mu yoktu çalışmak için? Günlük ekmeğimi kazanmak için, Möller caddesinde odun yarıcılık bile aramamış mıydım? Tembel miydim? İş bulmak için didinmemiş, üniversite derslerine devam etmemiş, gazete makaleleri yazmamış, gece gündüz deli gibi okuyup çalışmamış mıydım? Bir cimri gibi yaşamamış, param fazlaca oldu mu ekmek ve sütle, param az olunca kuru ekmekle kanımı doyurmamış mıydım? Hiç parasız kalınca açlığa katlanmamış mıydım? Otellerde mi oturmuş, ilk katlarda ayrı daireler mi tutmuştum? Bir izbede; şu son kış içeriye yağan karlarla, bütün dünyanın boşlayıp kaçtığı bir teneke atölyesinde barınıyordum. Bütün bu olup bitenlerden, artık hiç bir şey anlayamıyordum hiçbir şey: Yoluma devam ederken hep bunları düşündüm; aklımda garazın yahut kıskançlığın yahut kıskançlığın zerresi yoktu, zerresi... Kitap hakkında: Andreas, Kristiania’da, kiralık bir odada yarı aç, sefil bir hayat sürmektedir. Gazetelerde arada bir yayımlanan yazılarından aldığı ücretlerle karnını doyurmaya ve yaşamaya çalışmaktadır. İş bulmak için başvurduğu yerlerden geri çevrilmektedir. Adam çoğu zaman parklarda kalmakta, yazılarını da sokaklarda yazmaktadır. Çok aç kaldığı zaman üstündeki eski püskü giysilerini satarak karnını doyurmakta, asla ve asla ideali olan yazarlıktan vazgeçmemektedir. Yapacak bir şey bulamadığında kıyafetlerini satmakta ve böylece bir kaç gün de olsa karnını doyurmaktadır. Öyle zamanlar olur ki açlıktan midesi guruldamakta, halsizlikten bir adım dahi atamayacak hale gelir. Bu aralarda sokakta birçok insan tanır. Bazıları Tangen’e acır ve ona yiyecek birşeyler vermeye de kalkar. Ama hiç bir koşulda Andreas bunları kabul etmez. Oldukça gururludur. Örneğin sokakta kaldığı bir gün bir polis karakolunda kendini ev anahtarını unutmuş bir gazeteci olarak tanıtır. Sabah evsizlere verilen yemek karnesinden gururundan almaz ve yine aç sefil yollara düşer. Çünkü onu ayakta tutan bir tutkusu vardır: yazar olmak. Devamlı taktığı kelebek bir gözlüğü vardır. Onu satmaya kalkar ama rehineci almaz. Satacak bir şey bulamayınca ceketinin dört düğmesini satmak ister ama adam bunu da kabul etmez. O sıralarda yazı yazmak için mum almaya gittiği bakkalda adam başkasının verdiği parayı, Andreas’ın verdiğini sanır ve paranın üstünü verir. Andreas o kadar açtır ki gururunu hiçe sayar ve parayı alır. Hemen kendine biftek ısmarlar ama midesi alışkın olmadığı için kusar. Yine aç kalarak yollara düşmüştür. Bir yerde köpekleri için kemik istediğini söyler. Kuytu bir yer bulup bu kemikleri kemirmeye başlar. Artık dayanmaya mecali kalmaz. En sonunda rıhtımda İngiltere’ye giden bir gemiye tayfa olarak yazılır. Artık hayallerini İngiltere’de gerçekleştirecektir. Sağlıcakla kalın. Keyifli okumalar diliyorum... (ZAKA KAYA)
saçını-başını-yolmak: Kalbimizi acıtan bir ziyarete gittiğimiz zaman birbirimize dönüp ‘’Yaşamımızın kıymetini bilelim, anı yaşayalım,” deriz. Kafalar sallanır. Onaylanır. Kaçınılmaz olan o karara varılmıştır. Herkes mucizevi bir değişime uğramış, omuzlar dikleşmiş, nefesler ertesi gün yeni bir hayata başlamak için en derinlere çekilmiştir. Ertesi gün, dünden kalan bolca çekilmiş oksijenden eser kalmaz. Savaşan, gurur yapan, böbürlenen, üzülen, çok önemseyen, gece uyutmayan hallere yeniden selam çakılır. Hafıza mı nankördür, yoksa kalp çok mu saydamdır da duyguları sıkı sıkı tutamaz hemen gevşeyiverir. Knut Hamsun’u okuyunca işte o dağın zirvesindeki buzun, sonra da güneşi görünce erimeye başlayan karın içinde gidip geldim. distopikokur’ün kitap kulübünde Ocak ayını İskandinav edebiyatı ilan etmiştik. Dedik ki, “Knut Hamsun’dan iki kitap okuyalım.” Açlık kitabını bu zamana kadar okumadığım için zaten çok ayıp ettiğimi düşündüğümden öncelikle ondan başladım. Karakter eskiden refah içinde yaşayan ama sonrasında sefalet dolu bir hayata adım atmış, açlıktan ölüp dirilen hatta acıktığında bastırsın diye talaş çiğnemeyi yeğleyip yardım istemeyi kendine yediremeyen, merhametli ama aynı zamanda yerine göre acımasızlığın arkasına saklanan, yazılarını satarak yaşamını devam ettirmeye çalışan, üst düzey sabırlı ve bana göre çok zeki biri. Knut Hamsun (Knut Pedersen) Açlık eserinde gerçek hayatta yaşadıklarını karakter aracılığıyla resmen kalbimize kızgın demir sokarak anlatıyor. O da kitaplarını bastırmak için kaç kere yüz çevrilen, açlık ve sefalet içinde kalan ama yılmayan biriydi. Ibsen ve Twain’den çok etkilenmişti. Açlıktan ve yorgunluktan sıtma nöbetine tutulduğu gün elinde kurşun kalemi ve bir kağıt parçası ile Kopenhag limanında Kristiania’daki yaşadığı acı günleri anarak Açlık’ı yazmaya başladı. Yazdıklarını götürdüğü gazetenin müdürü onun derbeder hali karşısında şoka uğradı, fakat gözlerine bakınca onu geri çeviremediğini söyler ve yazıyı eve götürüp bütün gece okur. Dergide bölümler halinde basılmasını sağlar. Oldukça şenlikli, yiyilip içilen bir yemekten dönmüştüm kitabı okumaya başladığım akşam. Daha ilk bölümünde yemeğe gittiğime bin pişman ettirip, kafein etkisiyle uyutmayan o hisse bir ‘’Merhaba!’’ dedikten sonra denizde savruldum; acıdım karaktere, şaşkınlığa uğradım o masumiyet karşısında, yetmedi bir de ‘’Yeter artık sendeki gurur da neymiş be adam!…’’ diyip isyan ettim. Saçımı başımı yoldum. Öyle bir içindeydim ki kitabın neredeyse kalkıp yardım grubu kuracaktım, baya ciddiye aldım olayı! Hayatta neler için gurur yaptığımı, ne kadar lüzumsuz şeyler için paralar döktüğümü düşünüp utandım. Ertesi gün farklı bir insan olacaktım. Kesin! Kitabı kapattım, ertesi gün hissettiklerimi unuttum. “Ne nankör şu hafıza denilen şey,” dedim. Sonra onu dediğimi de unuttum. Yine eski ben oldum. Yaşamaya devam dedim… Ama Knut’u çoktan hücrelerime almıştım. Eminim herhangi bir zamanda kendini göstermeyi bilecekti. Okumadıysanız okuyun. Kesin. (Gokce Yesilbas)
Kitabın Yazarı Knut Hamsun Kimdir?
Norveçli yazar ve 1920 yılı Nobel Edebiyat Ödülü sahibi.
Knud Pedersen (sonradan Knut Hamsun adını almıştır), Norveç'in kuzeyinde Gudbrandsdal sınırları içinde Lom kasabasında doğmuştur. Bir terzi olan babası, kalabalık ailesini alarak, daha kuzeye, Hamsund, Hamaröy kasabasına göç etti. Yazarlıkta kullandığı Hamsun adını, babasının 1863’te yerleştiği Hamsund köyünden aldı. Çocukluğu ve gençliği kırsal bölgede geçti. Hemen hemen hiç resmî eğitim görmedi.
Sekiz yaşında iken dayısının isteği üzerine annesiyle babası onu bir rahibin eğitimine verdiler. On dört yaşında, doğduğu kasabaya gidip orada bir tüccar yanında tezgahtarlık yaptı. Bir yıl sonra da Tranöy`de daha büyük bir tüccar yanında kalfalığa başladı. Tüccarın kızına aşık oldu fakat tüccar iflas edince ayrılmak zorunda kaldı. Bu sıralarda "Esrarengiz Adam" adında küçük bir aşk romanı yazdı. Bu roman, gezginlik yıllarında tanıştığı bir kitapçı tarafından bastırıldı. Buradan ayrılınca bir iki arkadaşıyla birlikte ucuz eşyalar satmaya başladılar. Kibrit, mum gibi şeyler satıyorlardı. Daha sonra ayrıldılar. Arkadaşı güneye, Knut kuzeye gitti.
İş bulamayınca zanaat öğrenmek amacıyla bir ayakkabıcının yanına gitti.
Bir yıl sonra daha büyük, epik bir eser kaleme aldı. Henrik Ibsen'i okumuştu, onun etkisi altında bulunuyordu. "Bir Karşılaşma" adındaki bu kitabını da, Bodö'de bir kitapçı yayımladı. Daha sonra bir aşk hikâyesi daha yazdı.
Kitaplarını okuyan ailesi artık bir iş bulmanın zamanı geldi diyerek onu bir bucak müdürünün yanına yardımcı olarak verdi. Bu bucak müdürünün pek çok kitabı vardı. Björnson'un toplu eserlerini okumasına izin verilmişti. Knut bu heyecanla kitaplara sarıldı ve gözlerini bozana kadar okudu.
Bu kitapların etkisiyle Knut bir kitap daha yazdı fakat yayıncılar basmaya yanaşmadılar. Knut'un bu kitapları bir yayınevinin desteği olmadan basabilmesi için bir zenginin desteği gerekiyordu.
Aradığı kişiyi buldu. Erasmus Zahl adında bir tüccardı bu. Çok gence yardım etmişti. Knut ona yazar olmak istediğini söyledi. Son yazdığım hikâye diye başka bir yazarı verdi. Tüccar kâğıtlara değil yüzüne baktı Knut'un. Genç Hamsun tüccardan çıkarken cebine bin kron indirmişti bile.
"Frida" adında bir köy hikâyesi ve şiirler yazmaya başladı.
Hikayesini tamamlayınca bir vapur bileti alarak Kopenhaga gitti. Bir kitapçıya, sonra da Norveçli bir şaire eserlerini kabul ettirme çabaları boşa çıkınca Oslo'ya döndü. Sonra göçebe olarak uzun bir yolculuğa çıktı.
Parası tükenen Hamsun tekrar aynı tüccarın yolunu tuttu. Tüccar yardımını esirgemedi. Makaleler, hikâyeler yazıyor bunları satmaya çalışıyordu. Parası tekrar tükenince aç kaldı ve bunu romanlaştırdı. Açlık romanı şöhretinin ilk basamağı oldu.
Bu sıkıntılar içerisindeyken, yol yapımında iş buldu. Kum ocağında kâtiplik edecek, çekilen kumların hesabını tutacaktı. Zor değildi bu iş. Çalışma ve dinlenme saatlerinde bol bol kitap okuyordu. Müsveddelere şiirler, makaleler karalıyordu. Zamanla bir hatip gibi konuşabildiğini keşfetti işçilerle sohbet ederken. Tanıştığı bir rahip ona konferans vermesini tavsiye etti. Bunun üzerine Gjövik şehrinde bir salon kiralandı. Konferans edebiyat alanında olacaktı.
Konferansı dinlemeye sadece altı kişi geldi. Altı kişiden biri olan bir yazı işleri müdürü konferansı beğendi. Çevreye konferansı övdü. Bir sonraki konferansına da sayıları artmıştı. Bu sefer yedi kişiydiler. Anlaşılan bu yörenin edebiyatla ilgilendiği yoktu. Knut evine geri döndü.
Yirmi bir yaşındaydı ama çalışmaktan ziyade yazmak istiyordu. Noelde bir arkadaşı onu çiftliğine davet etti. Arkadaşının annesi Knut'u çok sevdi ve ona bir rahip olmasını öğütledi. Ama Knut'un Amerika'ya gitmek istediğini öğrenince bu aile, Knut'a yol parası dört yüz kron ödünç verdi. O da, hemen İngilizce öğrenmeye koyuldu. Ünlü yazar Björnson'a gidip ondan bir tavsiye mektubu aldı. 1882'de Knut Amerika'ya gitmişti.
Amerika'da Björson'un mektubu bir işe yaramamıştı. Burada kimse onu tanımıyordu. Henry Johnson adında bir öğretmenle ahbap olup ondan İngilizce dersleri aldı. Onun kütüphanesini taradı. Özellikle Mark Twain onu etkilemişti.
Önce Norveççe daha sonra da, İngilizce konferanslar hazırladı. Geceli gündüzlü çalışmalardan sonra Minesota'ya geçti ve orada muhasebe işine başladı.
Arkadaşı Johnson karısıyla bir Avrupa gezisine çıkınca işler Knut'a kaldı. 1884 yazı ile güzü bu şekilde geçti. Bir açık arttırmada yüksek sesle konuşurken göğsünde bir sancı duydu. Öksürük nöbetiyle yere yığıldı. Doktor hızlı ilerleyen verem teşhisi koydu ve ona birkaç aylık ömrü kaldığını söyledi.
Knut birkaç ay hasta yattı. Ölürsem Norveç'te gömüleyim diyerek Norveç'e doğru yolculuğa çıktı. Ne kendisinin ne de dostlarının anlayamadıkları bir şekilde yol süresince kendiliğinden iyileşti. Deniz havası iyi gelmişti.
Norveç'e döndüğünde bir gazete ile anlaştı. Oraya makaleler yollayacak hiç değilse böylece dinlenecekti. Çalışıyor ve yazıyordu. 1885'de Mark Twain ile ilgili bir yazısında imzası Knut Hamsund, bir matbaa hatası yüzünden Knut Hamsun şeklinde basıldı. O da düzeltmeye yanaşmadı. O tarihten itibaren ismi böyle kaldı.
Norveç'te işinden ayrılınca tekrar aç kaldı. Bu açlığa bir yıl katlandı. Daha sonra bir zenginin yardımıyla tekrar Amerika'ya döndü.
Amerika'da tramvaylarda biletçilik yaptı. Biletçilik işini becerememişti. Çünkü durakları aklında tutamıyordu. Kitap okumaya daldığı için yolculara haber vermiyordu. Bu yüzden işinden ayrılıp Kuzey Dakota'ya gidip tarlalarda çalıştı.
1887 sonbaharını kapsayan bu çalışmalarda cebinde biraz parayla Amerika'ya ilk geldiğinde kaldığı yerlere döndü. Artık yazmaya başlayabilirdi.
Bu sürede Danimarka'ya gitti. Yazmaya azimle başladı.
"Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir, Kristiania'da aç gezdiğim günlerdeydi. Tavan arasında uyanık yatıyordum. Alt katta bir saatin altıya vurduğunu duydum. Hafif aydınlanmıştı ortalık; insanlar merdivenleri inip çıkmaya başlamışlardı..." diyordu büyülenmişliğiyle.
Kağıtları üst üste yığıyor sürekli yazıyordu. Ne yazdığını iyi biliyordu. Açlık romanıydı bunlar. Yazdığı kısımları Politiken gazetesi yazı işleri müdürlerinden Edvard Brandes'e götürdü. Brandes bu karşılamayı daha sonra şöyle anlatıyordu: "Ondan daha düşkün bir başka insan pek az görmüşümdür. Düşkünlüğü elbisesinin yırtık pırtık olduğundan değildi. Ya o yüzü!. Çok uzundu müsveddeler. Kendisine geri veriyordum ki, birdenbire kelebek gözlüğü gerisinde gözlerindeki ifadeyi gördüm."
Behçet Necatigil tarafından dilimize çevrilen "Göçebe" adlı kitabını ise elli yaşlarında tamamlamıştır. Üç bölümlük büyük romana yazarın verdiği genel isimdir. İlk kitap "Sonbahar Yıldızları" altında 1906'da, "Hüzünlü Havalar" 1909'da, "Son Mutluluk" 1912'de Göçebe'de toplanmıştır ve yazarın ağzından anlatılmıştır. Bu defa kitabında evliliğin zor temasını işlemeye yönelir.
Hamsun, Göçebe adlı romanıyla 1920’de Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. 1930’larda ülkesindeki faşist partiye katıldı. İkinci Dünya Savaşı’nda Norveç’in işgali sırasında Almanları destekledi. Ülkesi Norveç'in işgalinden önce başladığı Nazi taraftarlığını ülkesinin işgali sırasında da devam ettirmesiyle ünü ciddi şekilde lekelenmiştir. 1943 yılında aldığı Nobel ödülünü Goebbels'e göndermiştir. Savaştan sonra Nazi taraftarlığı nedeniyle tutuklandı, ancak ileri yaşı dolayısıyla yalnızca para cezasına çarptırıldı.
Hamsun’un yalın ve çocuksu üslubu incelikle örülmüş bir düzyazı şiirini andırır. Yapıtlarında Rus yazarlarının, özellikle de Dostoyevski’nin ruhsal yaklaşımı ile Amerikan edebiyatının etkilerini taşıyan kara mizahı birleştirmiştir. Romanlarındaki neşeli hava, insanın çevresini saran boşluğu gizlemekten uzaktır. 20. yüzyıl başında gelişen yeni-romantizmin edebiyattaki öncüsü olmuş ve romanı aşırı bir doğalcılığa kaymaktan kurtarmıştır. Yapıtları ancak ölümünden sonra ilgi görmüştür. Göçebe, Viktorya, Pan, Hüzünlü Havalar, İstanbul’da İki İskandinav Seyyah, Son Mutluluk başlıca yapıtlarıdır.
19 Şubat 1952 yılında doksan iki yaşında banyoda ölü bulundu. Cenazesi yakılmıştır.
Knut Hamsun Kitapları - Eserleri
- Açlık
- Dünya Nimeti
- Pan
- Rosa
- Uçarı
- Victoria
- Göçebe
- Hüzünlü Havalar
- Son Mutluluk
- Sonbahar Yıldızları Altında
- İstanbul'da İki İskandinav Seyyah
- Benoni
- Gizemler
- Son Bölüm
- Nağıllar Diyarında
- Oğlum Oğlum & Victoria
- Dünya Nimeti 2. Cilt
Knut Hamsun Alıntıları - Sözleri
- Böyledir bu: Yaşamak bile başlı başına bir nimettir; hayatın ayrı ayrı bütün mahrumiyetlerini karşılayan, peşin ve bol bir ödemedir yaşamak nimeti. (Göçebe)
- Üff çekingen insanlar ne zor! Onların yanında her şeyi bizim yapmamız, bizim söylememiz gerek; hiç de yardım etmezler bize. (Açlık)
- Hakikatı bilmek güç. Bunun nedeni belki de bize hakikatı anlatacak olan Avrupa basınının tek sesliliğidir. İnsan biraz şüpheleniyor doğrusu. Sesini duyurması lazım gelen taraf tamamiyle dilsiz. (İstanbul'da İki İskandinav Seyyah)
- Tatlı sarhoşluğum hala devam ediyordu, dünyanın en kıymetli mektubunu almıştım, onu şuracıkta iç cebimde taşıyordum , o bana yazılmışa. Yazmayınız. Hayır, yazmam, pekala, ama kalkıp gelebilirim. Ve cümlenin sonunda üç nokta bulunuyordu. (Sonbahar Yıldızları Altında)
- Hayat zevk almaktır! (İstanbul'da İki İskandinav Seyyah)
- "Mesele ne harflerde, ne de kelimelerde!" "Ya neyde?" "Manasında!" (Benoni)
- Hayatından hep memnun olabilmesi; üstelik yeni yeni mutluluklar besleyebilmesi için, insanın az çok basit olması gerekir. (Göçebe)
- " Öyle, şu yeryüzünde avare kimseleriz. Yollar çöller aşar, kâh sürünür kâh yürür ve çiğner geçeriz birbirimizi. Daniel gibi, o da çiğnedi ve çiğnendi." (Son Bölüm)
- İnsanlar hep aynı telden çalamazlar, bazı teller kopar. Ara sıra sonuncu teli tıngırdatmak gerek. (Son Bölüm)
- Buğdaysa ekmek demekti; buğday veya buğdaysızlık, hayat veya ölüm demekti. (Dünya Nimeti)
- Ölüm, hayatta bata çıka yürür çamurlu bir batakta gibi... (Son Bölüm)
- Bu yeryüzünde tek başıma ve meçhul dolaşıyorum. Benim kaderim de böyleymiş. İçimde neler olduğundan kimsenin haberi yok; benim de bir şeyler mırıldandığımı kimse duymadı. (Victoria)
- Dünyalığa gelince, her çeşit dünyalıktan nefret etmen gerekir. (Açlık)
- "Aşk bir insanı yere yıkabilir, onu tekrar ayağa kaldırabilir, onu yeniden rezil edebilirdi... Ve aşk; dünyanın kaynağı, dünyanın sultanı oldu ama aşkın yolları çiçek ve kanla doldu, çiçek ve kanla." (Victoria)
- Gün bitti. Her şey iyiydi, canımı sıkacak hiçbir şey olmadı.Çevremdeki büyük sessizlikte. yetişkin, göçebe tek insanım ben. Bununla büyüyor, daha bir önem kazanıyor, gittikçe yaklaşıyorum Allah’a. İçimde tavlanan demirlerin de rahatı, sanırım iyidir; çünkü Tanrı, kendine yakın olanlara inayetini ihsan eder. (Son Mutluluk)
- Tanrı insanın gönlüne göre verir. (Pan)
- Gençlikten kalma bir sevginin böyle yer etmesi, arada bir kendini göstermesi tuhaf. (Gizemler)
- Aşk akıllıyı aptal eder... (Dünya Nimeti)
- Ölüm için hayat ucuz bir eşyadır. (Son Bölüm)
- Sevda da cinayet kadar tehlikelidir. (Göçebe)
Editör: Nasrettin Güneş