diorex
life

Afrikalı Leo - Amin Maalouf Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Afrikalı Leo kimin eseri? Afrikalı Leo kitabının yazarı kimdir? Afrikalı Leo konusu ve anafikri nedir? Afrikalı Leo kitabı ne anlatıyor? Afrikalı Leo kitabının yazarı Amin Maalouf kimdir? İşte Afrikalı Leo kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 06.02.2022 02:45
Afrikalı Leo - Amin Maalouf Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Amin Maalouf

Çevirmen: Sevim Raşa

Editör: Esra Özdoğan

Tasarımcı: Nahide Dikel

Orijinal Adı: Leon L'Africain

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789753631570

Sayfa Sayısı: 375

Afrikalı Leo Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Afrikalı Leo, gerçek bir yaşam öyküsünden çıkarılmış düşsel bir yaşamöyküsü: "Bir berberin sünnet ettiği, bir Papanın vaftiz ettiği" Hasan ibn Muhammed el-Vezzan ez-Zeyyati alias/namıdiğer Giovanni Leone de Medici'nin, Leo Africanus yani Afrikalı Leo'nun özyaşamöyküsü yazmış olsaydı yazacağı gibi... Amin Maalouf, bu ilk romanında -daha sonra Semerkant, Tanios Kayası, Doğunun Limanları, ve öteki romanlarında da yapacağı gibi- tarihle/tarihten olağanüstü bir halı dokuyor. Bir uçan halı...

Afrikalı Leo Alıntıları - Sözleri

  • İnsanın ayakları üstünde doğrulabilmesi için önce yere düştüğünü kabul etmesi gerek...
  • "Bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.."
  • Ölüm yaşamımızın iki ucundan tutmakta: Yaşlılık ölüme, çocukluktan daha yakın değildir.
  • On iki yaşımdayken hayvanlarla insanları karşılaştırdığımda hayvanların daha zararlı olacaklarına inanırdım.
  • Bana Granadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim
  • Bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.
  • eğer bir insan geleceği öğrenmek isterse ölümü de hesaba katmak zorundadır ..
  • O seni cehenneme göndermez ama senin cehennemin burada bu topraklar üzerinde olur. Senin cehennemin, senin ve ailendeki kadınların her gün aşağılanması olur.
  • Aşk,bir kuyunun kıyısında susuzluktur. Aşk çiçektir,meyve değil.
  • Yaşlı bir ağacı yabancı bir toprağa dikemezsiniz.
  • Yaşamda neşe ve karışıklık birbirini tamamlar.

Afrikalı Leo İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Afrikalı Leo: Gelin bakın ne buldum, Tanrı'nın yer yüzündeki krallığına açılan kapının anahtarı elimde duruyor. Bu krallıkta Tanrı'nın birden fazla yüzünü göreceksiniz, doğunun mistik yanlarına ve batının bilinmeyen yüzüne şahit olacaksınız. Hasan El Vezzan, Endülüs de doğmuş bir Müslümandır. Engizisyon saldırıları yüzünden ailesiyle Fas'a göçmek zorunda kalmıştır. Ülkedeki siyasi olaylar yüzünden oradan da Kahire'de ve en sonunda kendi Roma'da buluyor. Bakın ne kadar değişik ülke ve şehir saydım. Bunların kültürleri, gelenekleri, görenekleri ve dinleri, birbirlerinden siyah ile beyaz kadar farklı. İşte Tanrının binbir yüzü böyledir. Yazar, Tarihte Arap bir seyyah Hasan'ın hayatın mükemmel bir şekilde romanlaştırmış. Amin Maalouf'u okuyanlar bilir, her kitabın da doğudan ve batıdan beslenerek harika bileşke hikayeler sunar. Çizgisini şu ana kadar okuduğum eserlerinde hiçbir şekilde bozmadı. Umarım böyle de devam eder. Hasan'ın hikayesi aslında okura sunulmuş bir zaman makinesidir aynı zaman bir seyahat fırsatıdır. Tarihi okumak başkadır, yaşamak başkadır. Afrikalı Leo, size Afrika'nın yeşil tepelerini, Akdeniz'in kıyılarını, Avrupa'nın sanatını ve mimarisini gösterecek. Tarihi benliğinizde yaşatacak! Dönemsel olarak ele aldığımız zaman din olgusu çok ağır basıyor. Hristiyan egemenliğinin olduğu coğrafya büyüktür lakin Büyük Türk'ün yani Yavuz'un önderliğindeki Müslümanlar ise daha büyüktür. Diğer taraftan sürülen ve eziyet gören Yahudi'lerin kaderi daha talihsizdir. Ne kadar din savaşları olsa da bunlar sadece maskedir. Çünkü Tanrı her dinde önce insan olmayı emreder, lakin açgözlü insan hangi dinden olursa olsun kana doymak bilmez. Yine o dönemde Kölelik anlayışı ve kadınların geleneklere göre aşağılanması hor görülmesi çok üzücü. Bu kadar din varken insan eziyet görüyorsa Tanrı dinleniyor olmalı herhalde... Oturduğunuz yerden bütün dünyayı gezmek istiyorsanız, Tanrı'nın binbir yüzü ve krallığı sizi bekliyor. (İsmail Kulaç)

Yolculukların Kitabı: Tarihe bir yolculuk yapmak istiyorsanız Amin Maalouf kitapları birebir diyebilirim. Okuduğum ikinci, kendisinin yazdığı bu ilk romanıyla görüyorum ki bu işi oldukça iyi yapıyor. Daha önce Semerkant'ıyla İran'a yaptığım yolculuğu bu sefer Endülüs, Fas, Mısır, Tunus, İtalya gibi ülkelere yaptım hem de 1500'lü zamanlardaki hâllerine olacak şekilde. Çıktığım yolculuğun başları biraz sıkıcıydı yani kitabın başlarında konuya girişim, konuyu algılayışım kolay olmadı ancak kitap ilerledikçe akış hızlandı ve kitaptan aldığım haz da arttı. Başkahraman Hasan'ın farklı kültürlere olan seyahatine şahitliğim, o dönemde yaşananların içinde kendimi hissedişim açısından kitabın gücü oldukça iyi. Aynı zamanda burada yazarın bilgi birikiminin büyüklüğünün de takdire şayan olduğunu belirtmek isterim. Kısacası her ne kadar ilk okuduğum Semerkant kadar başarılı olamasa da ayrıca okunması çok kolay olmasa da bu kitap okunmayı kesinlikle hak ediyor. Özellikle tarih sevenlerin, tarihe farklı açılardan bakmak isteyenlerin okuması gerekiyor. Sevdiklerim arasında yerini almıştır. (Canan Kurt)

THE ENDÜLÜS | Aman Tadınız Kaçmasın 1k!: YouTube kitap kanalımda Afrikalı Leo kitabını yorumladım: https://youtu.be/2BNzHTVG6ls Amin Maalouf'u tek cümleyle özetleyecek olsaydım herhalde "Kızgın kumlardan serin sulara sonra yine kızgın kumlara" diye özetlerdim. kitap/dogunun-limanlari--518 adlı kendim için tam bir edebi facia olarak bulduğum kitabından sonra Afrikalı Leo, içinde keşfedilmeyi bekleyen "Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey!" cinsinden ayrıntılar ve dönemin akılcılığı yok eden insanlarına karşı göndermelerle dolu. Bir de adamın ilk romanı bu. Şaşılacak iş. Ama kitabın diğer incelemelerinde gördüğüm kadarıyla kitabın içindeki ayrıntılara da eğilen hiç olmamış. O zaman kaçsın bakalım, tadımız... Geçenlerde kitap/tufek-mikrop-ve-celik--124991 adlı kitabı okumamın eşliğinde aklımı "Neden yiyecek üretiminin ve siyasi örgütlenmelerin ilk olarak başladığı, bir zamanların en verimli yeri olan Türkiye-Suriye sınır bölgesi (Bereketli Hilal) şu an savaş ve yokluk içinde?" benzerinden sorular işgal etmişti. Zaten herhangi bir olguya, herhangi bir kişiye, herhangi bir nesneye karşı "Neden?" sorusunu yönelttiğiniz takdirde sizi ardı arkası kesilmeyen sonsuz cevaplar döngüsü bekliyor olacaktır. (Örnek: "Bir kuş ötüyor, neden ötüyor? Dişilerini etkilemek için. Neden dişilerini etkilemek istiyor? Evrimin cinsel seçilim mekanizmaları bu ötme özelliğini seçtiği için. Evrim neden bu özellikleri seçiyor? Canlıların üremesine avantaj sağladığı için. Canlılar neden üremek zorunda? Bir türün sürerlilik sağlayabilmesi için." cevaplarından sonra canlılık, fizik yasaları ve kimyasal reaksiyonlara kadar gidilerek devam edilebilir.) Her şeyi sorgulayabilmek için kullanılan bu yöntemi bu kitap için kullanalım. Afrikalı Leo kitabı neden yazıldı? Dönemin siyasetindeki ve toplumundaki insanların yozlaşmalarına, Endülüslerin çöküşünün sebeplerine ve psikolojik olarak vefasızlıklarına bakabilmemiz için. Peki neden bu insanların yozlaşmalarını ve vefasızlıklarını okumalıyız? Şu anda yaşadığımız toplumda oluşmuş bazı katı batıl gelenekleri daha iyi anlayabilmek için. Peki neden bu batıl gelenekler var? Zamanın bazı insanları düşünmeyi, aklı ve sorgulamayı savunmadığı için. Öncelikle Maalouf'un dönem toplumundaki ideal ve ufuk daralmasına ve dönem siyasetindeki sistem tıkanıklığına dair muhteşem bir tespitiyle başlamak isterim: "İnsanlar kendilerini Frenklerin düşüncelerine ve geleneklerine karşı korumak için Gelenek'i bir kale yapıp kendilerini bu kaleye kapattılar. Granada artık yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştiriyordu." (s. 40) Düşünce bildiğimiz düşünce. Ama Gelenek bildiğimiz öyle masum geleneklerden değil işte. Şeyhlerin ve müritlerinin, tasavvufçuların "Dünyayı terk et" anlayışıyla birlikte gelen, bu anlayışın zamanla katılaşıp bir kale haline gelerek "kendilerini bu kaleye kapatmalarına sebep olan" bir anlayış işte bu. Yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştirilmesinin sebebi de bu. Zaten kitapta Şeyh Estağfurullah adlı bir karakter var. Aman Allahım diyorum tam olarak. Yani Amin Maalouf yazarken bunları düşünmüş müydü bilmiyorum ama şeyh de düşünmeyi ve sorgulamayı savunmayan, tam tersine süpersonik kadercilik faşisti bir adam. Hatta bir cümlesinde şunu diyor: "Düşmanları yenecek olan askerlerin imanları ve şehadetleriydi." Peki bir şeyh neden bunu diyor olabilir? Zamanında Mutezile ve devamında gelen Ahi Evren akımının da etkisiyle bol bol okuma, araştırma, deney ve gözlem yapan Yunan filozoflarının evrimleşmiş hali Müslümanlar varken, diğer bir tarafta tam tersine kafası çalışmayan, Töton şövalyeleri gibi tarikatlarla beyinleri yıkanarak savaş alanlarına akın eden Haçlı askerlerinin karşısında yine onlar gibi düşünmeyen ve sorgulamayan Gazali tipi adamların beynini yıkadığı Müslümanların savaştırılması gerektiği için. Nordavind Mutezile'yi sever. Çünkü ellerindeki akılcılığı yok eden, Müslümanların yine ta kendisidir. kitap/islamda-bilimin-yukselisi-ve-cokusu--32495 Bu konuyu detaylı merak edenler için önerebileceğim bir kitap olabilir. Neyse, konumuza dönelim. Dedim ya, Maalouf ilginç bir yazar. Cidden öyle. Şeyhin haklılığına inanan, başarısızlıklara ve kadere sürekli boyun eğen, entelektüel çöküşün bas bas bağırarak geldiğini bilmesine rağmen hala düşünüp sorgulamayan bir toplum imajı var burada. Kitaptaki mekan sıralaması da Endülüs zamanlarından sonra sırasıyla Fas, Kahire ve Roma'ya kadar gidiyor hatta. Amin Maalouf'un kitabı yazarken düşünüp düşünmediğini bilmediğim bir başka konu, Afrikalı Leo adlı baş karakterin Endülüs Devleti olarak görülüp onun zamanla yozlaşmasını ve dini bir parabol misali Hristiyanların "megalo idea"sının gerçekleşmiş haliyle birlikte karakterin din grafiğinin Müslümanlıktan Hristiyanlığa evrilmesini yansıtmak istemiş olabilir. Yani Afrikalı Leo = Endülüs Emevi Devleti tarihinin reenkarne-ütopya hali bile olabilir. Akılcılığı terk edip kendini düşünmemeye ve sorgulamamaya adayanlar vardı. Hah işte, bu anlayış zamanla İslam'ın eşitlik anlayışını bir tarafa bırakıp Arapçılık anlayışıyla her toplumdaki Müslümanları Araplarla birbirine düşman hale getirmesiyle sonuçlanmadı mı? Müslümanların salaklaştığını gören Hristiyanlar Asturias, Navar Krallığı ve Barcelona Kontluğu gibi küçük azınlık grupları kurmadı mı? Düşünmeyen ve sorgulamayan adamların başa geçirilmesiyle deneyimsiz otoriteler, otorite boşluğuna yol açmadı mı? Güçlü iktidar + güçlü ordu + kaynaşmış toplum anlayışı zedelenmedi mi? Bölünmeler ve darbeler olmadı mı? Düşünmeyi ve sorgulamayı yok eden tarikatların, tasavvufçuların, Endülüs'ün siyasi düzenini yerle bir eden insanların başarısı bir Hristiyan komutana şunu dedirtebilmesidir: "Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (aslında Endülüslüleri kastediyor) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim, ne dinleri, ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var. Onların kaydettikleri gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslülerin gerçek yüzleri ortaya çıktı." Müslümanların birbirlerine düşmelerinin ardından gelen sistem tıkanmaları, bölünmelerin başlaması, ufak çaplı darbelerin olması, Müslümanlarda meydana gelen ideal ve ufuk daralmaları da zaten en sonunda kendine "Reconquista" adıyla yer buluyor. Reconquista da zaten siyasi olarak, Endülüs'de veya İspanya'da İslam hakimiyetine son verilmesi. Dini olarak da İslam'ın akılcılıkla birlikte tanık olunan kültür yükselişine engel olabilmek. YERSEN. Akılcılar savaşmaz ama içlerinden akılları alınırsa onlar da savaşır. Haçlıların istediği de tam olarak buydu. Amin Maalouf'a bunları anlattığı için teşekkür ediyorum buradan. Bravo Afrikalı Leo. Bravo akılcılığı yok edenler. Bu eser hepinizin. Mutezile ekolünün, Ahi Evren'in gerektirdiği okuma, deney, sorgulama ve araştırmayı yok eden Mevlanalar, Gazaliler, dünyayı terk eden muhteşem ilhamcı ve keşifçi arkadaşların hepsinin üzerinde şu Granadalı çiftçinin dediklerinin vebali var: "Hiçbir halk, Granada Müslümanları kadar acı gözyaşları dökmemiştir. Ben gördüklerimi anlatıyorum, sözümde mübalağa yoktur. Daha dün, üç yüz müslüman kadın ve kızın esir pazarında satılığa çıkarıldığını gördüm. Kadınlarımız tecavüze uğradılar. Bizzat ben, üç oğlumu ve iki kızımı kaybettim; elimde sadece altı aylık şu ufacık kızcağızım kaldı. Ben mazi için ağlamıyorum; zira mazi geçti, artık geri de dönmeyecek; fakat bundan sonra göreceklerimiz için ağlıyorum. Bu gördüklerimize tahammül edemiyorsak, bundan sonra göreceklerimize nasıl tahammül edeceğiz? Bize taahhüdlerde bulunan kralın bizzat kendisi bu taahhüdlerini bozuyorsa, onun yerine oturacaklardan ne bekleyebiliriz?" (Oğuz Aktürk)

Kitabın Yazarı Amin Maalouf Kimdir?

Emin Maluf (Arapça: أمين معلوف‎ Fransızca Amin Maalouf) 25 Şubat 1949 doğumlu, yapıtlarını Fransızca veren Lübnanlı yazar.

1949'da Beyrut, Lübnan'da doğdu. Ekonomi ve toplumbilim okuduktan sonra gazeteciliğe başladı. Lübnan'da iç savaşın çıktığı 1975'e kadar Lübnan'da gazetecilik yaptı. Bu tarihte Paris'e göç etti. Yazar halen Paris'te yaşamaktadır. Çeşitli yayın organlarında yöneticilik ve köşe yazarlığı yapmış olan Maalouf, bugün vaktinin çoğunu kitaplarını yazmaya ayırmaktadır.

Yapıtlarında çok iyi bildiği Asya ve Akdeniz çevresi kültürlerinin söylencelerini başarıyla işleyen Maalouf, 1983 yılında yayımlanan ilk kitabı Arapların Gözüyle Haçlılar (Les Croisades vues par les Arabes) ile tanındı. Bu kitap, çevrildiği dillerde de büyük bir başarı kazandı. 1986'da yayımlanan ve aynı yıl Fransız - Arap Dostluk Ödülü'nü kazanan ikinci kitabı ve ilk romanı Afrikalı Leo (Léon l'Africain) bugün bir "klasik" olarak kabul edilmektedir.

Maalouf'un 1988'de yayımlanan ikinci romanı Semerkant (Samarcande) da coşkuyla karşılandı ve pek çok dile çevrildi. Maalouf'un sonraki kitapları da yine roman tarzındaydı: 1991'de yayımlanan Işık Bahçeleri (Les Jardins de Lumiére) ve 1992'de yayımlanan Beatrice'den Sonra Birinci Yüzyıl (Le premier siècle après Béatrice).

Emin Maluf, 1993'te yayımlanan romanı Tanios Kayası (Le Rocher de Tanios) ile Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü'nü kazandı. 1996'da Doğunun Limanları (Les Echelles du Levant) adlı romanı ve 1998'de ise Ölümcül Kimlikler (Les Identités Meurtrières) adlı deneme kitabı piyasaya çıktı. Maalouf 2000'de Yüzüncü Ad - "Baldassare'nin Yolculuğu" (Le Périple de Baldassare) adlı romanını yayımladı.

Ayrıca 2002'de opera için yazdığı ve Finlandiyalı müzisyen Kaija Saariaho'nun bestelediği Uzaktan Aşk (L'Amour de loin) Maalouf'un ilk librettosudur. 2004'de yayımlanan Yolların Başlangıcı (Origines) adlı romanından sonra, 2006 yılında Adriana Mater adlı ikinci librettosunu yayınladı.

Kitaplarında genellikle doğuya ait öğeleri çok iyi işlemektedir. Doğuya ait gelenek ve görenekleri kitaplarında mutlaka tanıtır. Bir çok kitabında Osmanlı-Türkiye üzerine yorumlara da rastlanmaktadır. Osmanlı ve Yavuz Sultan Selimin Kahire seferinde 8000 kişiyi katletme derecesinde öldürdüğünü Afrikalı Leo kitabında iddia etmiştir. Kitaplarında doğu halklarının neden geri kalmış olduğu konusunda sürekli analizler ve tespitler yapmaktadır. Doğu halkları ile ilgilenen kişilerin mutlaka okuması gereken kitaplardır bunlar. Kitapları roman tarzında yazılmış da olsa sosyolojik temalar kitaplarında sürekli olarak işlenir.

Kitaplarının Türkçe çevirileri YKY tarafından yayımlanmaktadır.

Amin Maalouf Kitapları - Eserleri

  • Tanios Kayası
  • Semerkant
  • Adriana Mater
  • Beatrice'ten Sonra Birinci Yüzyıl
  • Çivisi Çıkmış Dünya
  • Doğu'nun Limanları

  • Yolların Başlangıcı
  • Işık Bahçeleri
  • Ölümcül Kimlikler
  • Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri
  • Yüzüncü Ad
  • Afrikalı Leo
  • Doğu'dan Uzakta

  • Uzaktan Aşk
  • Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı
  • 29 Numaralı Koltuğun Hikâyesi
  • Uygarlıkların Batışı
  • Empedokles'in Dostları

Amin Maalouf Alıntıları - Sözleri

  • Yaşamda neşe ve karışıklık birbirini tamamlar. (Afrikalı Leo)
  • biz aynı yalnızlığı yaşamıyoruz (Empedokles'in Dostları)
  • "Doğulular, Batı'nın onları geçmiş olduğunu gördüler, ama bunun nedenini bir türlü anlamadılar. Bir gün, yakasına çiçek iliştirmiş bir Batılı gördüler. Demek buymuş, dediler kendi kendilerine, bunların ileri olmasının nedeni! Biz de yakalarımıza çiçekler takarsak, onları yakalarız!" (Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı)
  • Her şeyin başka türlü olmasını nasıl da isterdim! (Adriana Mater)
  • Çoğunluk zorunlu ihtiyaç maddelerinden yoksun yaşarken bir avuç insanın gereksiz şeyler bolluğu içinde yüzmesi doğa kanununa açıkça aykırıdır. (Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı)
  • İnsanların kim oldukları sade adlarından mı anlaşılır sanıyorsun? Bakışlarından, yürüyüşlerinden, konuşma biçimlerinden de anlaşılır. (Semerkant)

  • Cehalet öldürür , ilerleme kurtarır . (Empedokles'in Dostları)
  • Tanrı güzelliği size vermiş kontes, Ama başkalarının gözleri için. (Uzaktan Aşk)
  • Sonra da hiçbir şey avutmadı gönlümü. Kendi sürgünlüğümü anımsatıyor şimdi Ne zaman bir gemi yanaşsa rıhtıma Ve bir bırakılmışlık duygusu salıyor içime. Kıyıdan uzaklaşıp giden her yelkenli. (Uzaktan Aşk)
  • İnsanın bilmek istemeyeceği o kadar çok şey var ki!.. (Adriana Mater)
  • Bizi savaş birleştirmiş olsa da, onunla barış içinde yaşamak istiyordum. (Doğu'nun Limanları)
  • Siyasette, dinin kendisi bir amaç değildir, düşüncelerden biridir yalnızca; meşruiyet en inançlı olana değil, mücadelesi halkınkiyle aynı olana verilir. (Çivisi Çıkmış Dünya)
  • Nefrete son vermeli, ırkları, dinleri, kökenleri aşmalı. (Fransız Akademisi'ne Kabul Konuşması ve Jean-Christophe Rufin'in Yanıtı)

  • Rüzgârın, yağmurun altında kalmak, bana neredeyse bir tür avuntu veriyordu. (Yolların Başlangıcı)
  • …çok yaşayan, çok görür!.. (Tanios Kayası)
  • “Yiyecekleri pis, temiz diye ayırmak hurafedir; insanları pis, temiz diye ayırmak aptallıktır, her şeyde, her birimizin içinde aydınlık ve karanlık yan yanadır.” (Işık Bahçeleri)
  • Arzuladığım kadın öyle uzak, öyle uzakta ki Hiçbir zaman sarılmaya yetmez kollarım. (Uzaktan Aşk)
  • Bu yüzyıl daha genç ama daha şimdiden insanların bu yüzyılda dinle yollarını yitirebilecekleri biliniyor, tıpkı onsuz da yollarını yitirebilecekleri gibi. (Çivisi Çıkmış Dünya)
  • Tiksindiğim bir şey varsa , o da ırkçılık , ayrımcılıktı. (Doğu'nun Limanları)
  • Ben asıl, sözlerim insanların kulağına yastıktaki tüyler kadar yumuşak geldiğinde telaşlanacağım. (Işık Bahçeleri)

Yorum Yaz