diorex
life
Dedas

Alacakaranlık - Sadık Hidayet Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Alacakaranlık kimin eseri? Alacakaranlık kitabının yazarı kimdir? Alacakaranlık konusu ve anafikri nedir? Alacakaranlık kitabı ne anlatıyor? Alacakaranlık kitabının yazarı Sadık Hidayet kimdir? İşte Alacakaranlık kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 28.02.2022 12:00
Alacakaranlık - Sadık Hidayet Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Sadık Hidayet

Çevirmen: Mehmet Kanar

Orijinal Adı: Sayeruşen

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750802751

Sayfa Sayısı: 116

Alacakaranlık Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Mehmet Kanar'ın çevirisiyle sunduğumuz Alacakaranlık (Sayeruşen, 1942) adlı yapıtında ise, öteki öykülerinde olduğu gibi, yine dolaylı olarak, İran'ın geri kalmışlık ve yönetim sorunlarını dile getiriyor.

Jues Verne, Hayyam ve Freud gibi farklı yazarların etkilerinin açıkça görüldüğü bu öykülerde, bugün bile Doğu toplumlarında güncelleğini koruyan dayak, çokeşlilik, sevgisizlik, vefasızlık, kötü arkadaş, hurafeler, sıtma ve esrar bağımlılığı gibi konuları ele alıyor; değişmez izlekleri olan ölüm, ruh ve öbür dünya üzerine tartışıyor; Fars kültür ve medeniyetinin Arap kültür ve medeniyetinden üstün olduğunu kanıtlamaya çalışırken Budizmin ışığında hayatı ve ölümü işliyor...

Alacakaranlık Alıntıları - Sözleri

  • Niçin buralarda derbederiz? Ne sen bilirsin, ne ben. İyisi mi, hiç konuşmamak.
  • Bir bilseler neler çekiyoruz felekten;
  • Baba evi ekmek ile incir. Koca evi sopa ile zincir.
  • Yeryüzünde hiçbir şey kalıcı değil. Yaşam, iki tahtanın birbirine sürtünmesiyle oluşan, bir an parlayıp tekrar sönen kıvılcıma benzer. Ama biz nereden geldiğini ve nereye gideceğini bilmeyiz. Buda
  • Dünyanın sonu gelmeyecek. Sadece insanlık sona erecek; o da kendi eliyle.
  • — Bak, nasıl bir devirde yaşıyoruz. Aşk, dostluk, alaka, hepsi yok olmuş, sözcükler anlamsızlaşmış.
  • ...cisim yok olduktan sonra gölgesi kalmaz.
  • İnsan doğaya dönmeli, doğadan uzaklaştıkça daha bedbaht olur ...
  • Kötü eğitiliyoruz biz. Bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden kaynaklanıyor. Bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. Öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? Anamızdan doğduk mu, ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. Yaşamak mı denir buna?
  • Kötü eğitiliyoruz biz. Bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden kaynaklanıyor. Bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. Öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? Anamızdan doğduk mu, ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. Yaşamak mı denir buna?
  • Dünyanın sonu gelmeyecek. Sadece insanlık sonra erecek. O da kendi eliyle.
  • aşk çirkin bir adamın söylediği hüzünlü ve büyüleyici bir melodi,uzaklardan gelen bir ses gibidir. Takip edip yakından bakmamak gerekir. Çünkü hatırasını ve sesinin verdiği keyfi bozar, yok eder. Aşkın eşiğine de fazla yaklaşılmamalı. Buraya kadarı yeter.
  • Tasavvur ettiğin yapay bir aşk için istemiyorum seni. Ruhum senden ayrılamaz.
  • Yeryüzünde ne umudumuz, ne beklentimiz vardı ki? Bir avuç masalla aldatıp duruyorduk kendimizi.
  • Nasıl maddiyatçı ve hayasızlık dolu bir devirde yaşıyoruz!

Alacakaranlık İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Sadık Hidayet bu kitabındaki öykülerinde, yine İran toplumunun kanayan yaralarına parmak basıyor. Psikolojik öğlelerin çok iyi işlendiği öykülerde, hurafe, esrar bağımlılığı, kadın sorunu, çok eşlilik, intihar gibi olgular öykülerin ana temasını oluşturuyor. İnsanlığın varoluşsal mücadelesi Sadık Hidayetin bütün öykülerine sirayet ettiği gibi bu kitaptaki öykülerinde de bunu açıkça görebiliyoruz. (II. Bogart j.r)

Alacakaranlık Sadık Hidayet'in dördüncü kitabı, 1933 yılında Fransa'da yazılmış öykülerinden oluşuyor. "Kör Baykuş"tan hemen önce yayınlanmış bu kitap. İlk hikaye kitapları olan "Diri Gömülen" ile "Üç Damla Kan"ı okumadım. Belki yazım tarzı gelişimi, karşılaştırma yapma vb. gibi sebepleri göz önüne alarak sırayla okumak daha mantıklıydı, ama ben yetkin bir eleştirmen olmadığımdan "Kör Baykuş"tan sonra gözüme çarpan ilk kitabı okudum. Okuduktan sonra diğer incelemelere de bakıp, internette biraz araştırdım kitabı. "Kör Baykuş"la karşılaştırıp yetersiz bulanlar var, diğer hikaye kitaplarına göre daha alt seviyede bulanlar da var, çok beğenenler de. Dediğim gibi ben öyküleriyle karşılaştırma fırsatı henüz bulamadım ama genel olarak beğenenler arasındayım. Yalnız şunu fark ettim. Kitabı genel olarak beğenmeyenler bile, en az bir öyküden etkilendiklerini söylüyorlar. Ama beğenilen bu öykü kişiden kişiye göre değişebiliyor. 7 öykü var bu kitapta, yedi farklı öykü. "Kör Baykuş"un gelişi kendini belli ediyor biraz kitapta. Benzer karamsarlık, tasvirler (baykuş, gölge, adamotu vb.) ve ölüm teması hikayelerde mevcut. Belki de bu yüzden kitabın ismi Sayeruşen (Alacakaranlık'ın Farsçası hoşuma gittiği için en azından bir kez kullanayım dedim) Güzel şeyler var öykülerde, yerinde tespitler, insanı alan betimlemeler, insanı rahatsız eden olaylar. Sadık Hidayet bir tanrıtanımaz ve halen yasaklı İran'da. Bazı konularda sözünü sakınmıyor da. Böyle farklı hikayelerden oluşan bir kitapta teker teker incelenmesi gerekiyor öykülerin bence. Burada belki de bir Spoiler uyarısı vermek gerekecek ne yazık ki. İlk ve son hikayelerden başlayayım diyorum. İlk hikaye S.G.L.L. (Cinsel isteği yok eden bir serum ) bir bilim kurgu. Çevirmen; Hidayet'in Jules Verne'den etkinlendiğini söylüyor ama yaratılan dünya bana daha çok Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sını hatırlattı. 2000 yıl sonraki İran'da geçiyor olaylar. İnsanlığın bütün sorunlarına çare bulunmuş bir dünya. Ama insanlar mutlu değil elbete her zamanki gibi, hayatın anlamsızlığı kaçınılmaz olandan başka çare bırakmıyor onlara; "Toplu İntiharlar". Ancak güven ki olmuyor insanoğluna, ya intihar etmek istemeyenler ne olacak. Prof.Rak diye birisi çıkıyor, hikayeye adını veren serumu üretiyor. Bu sayede insan soyu tamamen kurumuş olacak ve başladığı gibi bitecek yaşam. Olaylar gelişiyor, serumlar dağıtılıyor, yapılan küçük bir hata belki, her şeyi tersine çeviriyor. Kaos her yerde; fokurdayan Demavend yanardağı kıyısında, cinnet geçiren, intihar eden insanlar, şehvetle akıyor sanki sokaktan. Biz de iki insanın, iki aşığın gözünden bu sonu seyrediyoruz. Kitabın son hikayesi olan "İnsanın Ataları"nda ise başlangıcı dinliyoruz. O Evrim adamı resminde insandan bir-iki önceki yaratıkları. Bir maymun kabilesinde olan iktidar savaşı ve vahşeti görüyoruz bu hikayede de. Hikaye sonunda Demavend yanardağı yine devreye giriyor ve atalarımızın cezasını veriyor. Biz ama, iki kaçak aşığın yanında dağın güzelliklerini seyrediyoruz o anda da. Bu iki hikaye bana "2001 Bir Uzay Macerası" filminin başını hatırlatsa da Sir Arthur C. Clark daha 16 yaşında bu kitap yazılırken. Diğer öykülerden de kısaca bahsedeceğim ama kesinlikle önemsiz olduklarından değil. "Erkeğini Kaybeden Kadın"; dönemin İran'ında (belki de günümüz Türkiye'sinde) baba evinde mutsuz olan bir kadının çareyi kocasında aramasını ve bu yolda çektiklerini anlatıyor. Katı bir anlatım tarzı var Sadık Hidayet'in, ne olursa olsun kadınla empati kuramıyorsunuz. Hikayenin sonunda bir taş bırakıyor insanın içine. "Perde Arkasındaki Bebek" bir çok defa gördüğümüz vitrin mankenine aşık olan gencin hikayesi, ama Hidayet'in cümleleriyle. Konu ne kadar tanıdık olursa olsun, 1933 yılında yazılan bu kitaba değer katan hikayelerden biri. (Anna Karenina'da klişe bir konu günümüzde evet:) "Dua" hikayesinde bilmediğimiz bir ortama gidiyoruz. Yeni ölmüş bir kadın olarak, bir zerdüşt mezarlığındaki ruhlar arasında yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Yaşam ve ölümle ilgili ilginç fikirler var bu hikayede de. "Veramin Geceleri" güzel ama üzücü bir kaybetme hikayesi, kaderci bir kadın ve ateist bir adam arasında geçiyor. Gerek bu hikayede gerekse bundan sonraki "Son Gülüş"te; o bahçelerde olup, Tar'ın sesiyle kendimden geçmek istediğimi itiraf etmeliyim:) "Son Gülüş" kalan son hikayemiz. Harun Reşid döneminde Vezirlik yapan Bermeki ailesininin katledilmesine dair bir hikaye bu. Budizmden islama geçen bu aile nezdinde, İran budizmini, Hidayet'in dünya zevklerini de kapsayan budizm düşüncesini, kendisinin Pers milliyetçiliğini görüyoruz ve hikayenin sonunda hayatın suyun üzerindeki bir dalgadan başka bir şey olmadığını anlıyoruz. Sonuç olarak, o baş döndüren afyonlu ortamıyla "Kör Baykuş" gibi bir yapıt olmasa da, Sadık Hidayet'in dünyasını anlayabilmek için güzel bir çalışma Alacakaranlık. Şans vermeye değer. (Erhan)

Yazar,bu dünyada yaşamanın ağır bir yük olduğunu,daha doğrusu insanın yaşamış olduğu ülkede gerçek bir demokrasi yoksa,insana yaraşır bir yaşamın da olamayacağını benimsemiş.Bu dünya görüşü ile daimî bir karamsarlık içine girmiş.Hikâyeleri de karamsarlık dolu ve bitirdikten sonra sanki biri kulağınıza yaşamın sırlarını fısıldamış gibi bir süre öylece kalırsınız. (E..)

Kitabın Yazarı Sadık Hidayet Kimdir?

Sadık Hidayet (Farsça: صادق هدایت) ‎ (17 Şubat 1903, Tahran - 9 Nisan 1951, Paris), modern İran edebiyatının önde gelen düzyazı ve kısa hikâye yazarı.

17 Şubat 1903 tarihinde Tahran'da dünyaya geldi ve bu kentteki Fransız Lisesi'nde eğitim gördü. 1925 yılında eğitimini sürdürmek amacıyla Avrupa'ya gitti. Bir süre diş hekimliğine ilgi duyduysa da mühendislik okumak için diş hekimliğinden vazgeçti. Fransa ve Belçika'da geçirdiği dört yılın ardından İran'a döndü ve kısa sürelerle çeşitli işlerde çalıştı.

İlk hikâyelerini Paris'teyken yazdı. 1936'da Hindistan'a giderek Sanskritçe öğrendi. Buradayken Budizm'i inceledi ve Buda'nın kimi yazılarını Farsçaya çevirdi.

Sadık Hidayet sonunda tüm hayatını Batı Edebiyatı çalışmalarına ve İran tarihi ile folklorunu araştırmaya adadı. En çok, Guy de Maupassant, Çehov, Rilke, E.A. Poe ve Kafka'nın eserleriyle ilgilendi. Hidayet birçok hikâye, kısa roman, iki tarihi dram, bir oyun, bir seyahatname ile bir dizi yergili komedi ve taslak kaleme aldı. Yazıları arasında ayrıca birçok edebiyat eleştirisi, İran folkloru ile ilgili araştırmalar ve Orta Farsça ile Fransızcadan yapılmış çeviriler yer alır. Sadık Hidayet, İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir.

Sonraki yıllarda, zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle, İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun su-i istimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine, özellikle de, çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet, son eseri Kafka'nın Mesajı'nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli, umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.

Sadık Hidayet'in en tanınmış eseri 1937 yılında Bombay'da yayımlanan Kör Baykuş'tur.

Beethoven ve Çaykovski dinlemeyi seven ve afyon tiryakiliği bilinen Sadık Hidayet, resimle de uğraştı. Günümüze kalabilen resimleri Hassan Qa'emian tarafından bir araya getirildi. Kimileri bu eserlerde sanatsal bir değer bulmazken, kimilerine göre de bunlar geleceğin resimleridir.

Ölümünü yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatır: "Paris'te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu."

Yılmaz Güney'in de yattığı Père Lachaise (okunuşu: per laşez) mezarlığında gömülüdür.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Sâdık_Hidâyet

Sadık Hidayet Kitapları - Eserleri

  • Kör Baykuş
  • Aylak Köpek
  • Üç Damla Kan
  • Alacakaranlık
  • Vejetaryenliğin Yararları
  • Hacı Aga

  • Diri Gömülen
  • Hidayetname
  • Hayyam'ın Teraneleri
  • Seçme Eserler
  • Guldesteyek Ji Çîrokên
  • Moğol Gölgesi

Sadık Hidayet Alıntıları - Sözleri

  • Pisagor, hayvanları öldürmenin doğal bir şey olduğunu düşünenin, insanları da kolayca öldürebileceği kanısında olacağını biliyormuş. Platon, Devlet adlı diyaloğunda, hayvansal besinin insanlar arasında savaş çıkmasına ve kan dökülmesine neden olduğunu, yırtıcı ve savaşçı olmaları için sadece askerlerin hayvansal besin almalarının uygun olduğunu belirtir. Senek, Plutark ve bütün filozoflar, etoburluğun insan beyninde kötü etki bıraktığı yolunda görüş birliğindedirler. Kant ve Jan Jak Ruso da bu konuda görüş birliğindedirler. Ruso "çok et yiyenler diğer insanlardan daha sert mizaçlı ve vahşi olurlar. Bunun deneyi her yerde ve her zaman yapılmıştır" demiştir. Kendini beğenmişlik daha çok et ve kanla beslenen kişilerin ahlakıdır. Kan dökücü canlılar, parçalamak ve pençe atmak dışında uyanmazlar. Konan Doyl der ki: "Etiyle beslenmesi için bir insanın ahlaksal açıdan bir sığırı kesme ya da bir balığı öldürme izni yoktur. İnsan onlara can vermemiştir. Artık hiçbir çaresinin kalmadığı zaman dışında onları hayattan mahrum bırakmak için Tanrı'dan izin almamıştır." Tolstoy et yemekten kaçınmayı insanın gerçek ilerleyişi yönündeki ilk adım olarak değerlendirmiştir. Nietzsche de vejetaryenliği şu şekilde över: "Sanırım vejetaryenlik, uzak durma ve kendini kısıtlama sayesinde, tüm ahlaksal öğelerden daha çok etkili olmuştur. Bu konuyu abartılı bulmayın. Kuşkusuz gelecekte öğretmenler daha katı kurallar konulmuş bir besin tarzını uygun göreceklerdir." (Vejetaryenliğin Yararları)
  • Jiyan li ber çavên min reş bûye... (Guldesteyek Ji Çîrokên)
  • "Olmaz olsun! O ölmüş, ben sağ kalmışım, neye yarar?" (Kör Baykuş)
  • “Ne güzel olurdu, araba hiç durmayıp hep gitseydi, saatlerce, günlerce, yıllarca bulutların arasında!” (Hidayetname)
  • Tırnaklarımızı aslan pençesiyle karıştırmamalıdır. İnsanın eti kemiksiz olarak yemesi, kemiği ayırdıktan sonra yediği kasların doğal bir yiyecek olmadığını gösterir. :)) (Vejetaryenliğin Yararları)
  • “Hep gözünüzün önünde duran ölümü unutuyorsunuz.” (Aylak Köpek)

  • Şimdi her şeyi biliyorum ama hiçbir şeyim. (Üç Damla Kan)
  • İnsanoğlunun uygarlık tarihi yiyecek üstüne kurulmuştur. Kargaşalar, saldırılar, savaşlar, göçler, sınıflararası kin güdüşler, ülkelerde baş gösteren ayaklanmaların temel nedeninde hep besin sorunu yatar. (Vejetaryenliğin Yararları)
  • Dünyanın sonu gelmeyecek. Sadece insanlık sonra erecek. O da kendi eliyle. (Alacakaranlık)
  • "Lakin tek korkum: Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan." (Kör Baykuş)
  • Hayat baştan başa kıssadır, hikâyedir. (Kör Baykuş)
  • ...cisim yok olduktan sonra gölgesi kalmaz. (Alacakaranlık)
  • Bu insan soyu nasıl bir canavar! (Hidayetname)

  • Sözün kısası halk fakirlik ve mutsuzluk içinde yaşıyordu. (Diri Gömülen)
  • Gece karanlık, dalgalar korkutucu, girdap ürkütüyor Sahilde yaşayanların nasıl haberi olur halimizden? (Seçme Eserler)
  • Karanlıkta kaybolan tüm korkular uyanır ve gerçek hayat o zaman başlar. (Aylak Köpek)
  • Âdem Baba: Buradaki hayat koşuşturmalı, vurdulu kırdılı olsa da, cennetteki tekdüze, tatsız tutsuz hayattan iyidir. Ben cennette boğulur gibi oluyordum. Yemek ye, yat; böyle tembelce bir hayat daha çabuk yoruyor. Bu melekler nasıl oldu da cennette kaldı, bilmiyorum. Havva Ana: Bizi cennetten kovulmaları aslında çok iyi oldu. Hiç olmazsa burada nöbetçi yok; başbaşayız, huzur içindeyiz. Âdem Baba: Yaklaştı dudaklarını; yaratılışın amacı bu. (Seçme Eserler)
  • "Yaşam bir zindandır, türlü türlü zindanlar. Ama kimileri zindan duvarına resim çizer ve bununla oyalanırlar. Kimileri kaçmak ister, boşuna ellerini yara bere içinde bırakırlar. Kimileri de yas tutar. Fakat işin aslı, hep kendimizi aldatmalı, hep kendimizi aldatmalıyız. Ama bir zaman gelir, insan kendini aldatmaktan da bıkar..." (Üç Damla Kan)
  • Ölümümüzden sonra yerde arama türbemizi Bizim mezarımız arif insanların göğüsleri. (Seçme Eserler)
  • Kötü eğitiliyoruz biz. Bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden kaynaklanıyor. Bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. Öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? Anamızdan doğduk mu, ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. Yaşamak mı denir buna? (Alacakaranlık)

Yorum Yaz