tatlidede

Anneannem - Fethiye Çetin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Anneannem kimin eseri? Anneannem kitabının yazarı kimdir? Anneannem konusu ve anafikri nedir? Anneannem kitabı ne anlatıyor? Anneannem PDF indirme linki var mı? Anneannem kitabının yazarı Fethiye Çetin kimdir? İşte Anneannem kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 17.06.2022 18:00
Anneannem - Fethiye Çetin Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Fethiye Çetin

Yayın Evi: Metis Yayınları

İSBN: 9789753424929

Sayfa Sayısı: 113

Anneannem Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"O günler gitsin, bir daha geri gelmesin..."

Bu coğrafyada yaşayan herkesin şu ya da bu şekilde bildiği ama üzerinde konuşmamayı tercih ettiği saklı yaşamlar. Ermeni ve Hıristiyan iken Türk ve Müslüman olmuş binlerce çocuktan biri:

Heranuş ya da diğer adıyla Seher.

Torunu Avukat Fethiye Çetin anneannesi hakkındaki gerçeği yıllar sonra öğrendi. Anneannesinin akrabaları Gadaryanlara ise onun ölümünün ardından ulaşabildi. Konuşacak çok şey, sorulacak çok soru vardı.

"Yaşamı boyunca akla hayale gelmeyecek zorluklara göğüs germiş, çocuklarının ve yakınlarının karşısına çıkan engellerle baş etmiş bu kadın, gerçek kimliği söz konusu olduğunda neden kendini bu kadar çaresiz hissediyordu? Neden ailesini ve kimliğini savunamıyor, isteklerinin arkasında duramıyordu?

Anneannemin her acı hatırayı anlatıp bitirirken tekrarladığı cümlede gizli belki de bu soruların cevabı: O günler gitsin, bir daha geri gelmesin...

(Arka Kapak)

(...)

Çermik Hamambaşı'na geldiklerinde azalmışlardı. Küçülen kafile, orada mola verecek, ertesi gün yola devam edecekti. Küçük oğlu Hırayr'i bir bohça ile sırtına bağlayan İsguhi, yol boyu, arkalara düşmemek için adeta koşturarak yürüyor, diğer çocukları Heranuş ve Horen'i de ellerinden sımsıkı kavramış iki yanında sürüklercesine çekiştiriyordu. Yol boyunca pek çok çocuk ölmüştü ama o, çocuklarını buraya kadar sağ salim getirmeyi başarmıştı. Yorgunluktan, açlık ve susuzluktan adım atacak mecalleri kalmamıştı. Oldukları yere yığılıverdiler sonunda.

O sırada, etraflarını saran Çermikliler, ekmek ve su veriyorlar, karşılığında altın ve ziynet eşyası istiyorlardı. Oysa açlıktan avurtları çökmüş bu insanlar, bütün paralarını, altınlarını ve takılarını ölüm yolculuğunun daha ilk günlerinde yitirmişler ellerinde bir şey kalmamıştı.

Bu zavallı insanların çevresinde birikenlerin sayısı giderek artıyor, toplananların bir kısmı acıyarak bir kısmı da iğrenerek bakıyorlardı. Bir süre sonra izleyicilerden bazıları, çocukları incelemeye, gözlerine kestirdiklerini almak için yakınları ile konuşmaya başladılar.

Çermik jandarma komutanı olduğunu sonradan öğrendikleri atlı bir jandarma onbaşısı Heranuş'a, Çermik'in Karamusa köyünden Hıdır Efendi ise Horen'e talip oldular. Hırayr çok küçük olduğundan onun talibi yoktu. İsguhi, bütün yorgunluğuna ve açlığına rağmen, durumu kavrar kavramaz oturduğu yerden bir atmaca gibi fırladı ve çocuklarını arkasında sakladı. "Onları kimse benden alamaz. Onları vermem," diye öyle bir söyledi ki, bu söyleyişinde bütün dünyaya meydan okur gibi bir hali vardı. İsguhi'nin annesi Takuhi, yanlarına geldi ve İsguhi'ye çocuklarını bu adamlara vermesinin onlar hakkında daha hayırlı olacağını söyledi. Heranuş, anneannesinin annesini ikna etmek için şöyle dediğini duydu:

"Kızım, çocuklar birer birer ölüyor. Bu yürüyüşten kimse sağ çıkamayacak. Verirsen canları kurtulur, yoksa ölecekler. Hepimiz öleceğiz. Hiç değilse onlar yaşasınlar, ver."

Heranuş'un halası Zaruhi de anneannesini destekledi. O da Heranuş'un jandarma onbaşısına verilmesinden yanaydı. Bu iki kadın İsguhi'yi ikna etmek için diller döktüler ama o nuh diyor peygamber demiyordu.

Anneannem Alıntıları - Sözleri

  • ''Hepimiz öleceğiz.''
  • .... yüreğimin derinliklerinde bir yerlerim sızım sızım sızlıyor.
  • "Kötülük yaşayandan gelir, ölülerden değil."
  • .... bilirsin, iyiler yaşamaz..
  • ''Kötülük yaşayandan gelir, ölülerden değil.''
  • Bu evde para sıkıntısı çekildi ama iki şeyin sıkıntısı hiç yaşanmadı. Bunların biri sevgiydi, diğeri de yemek.
  • .... o günler gitsin, bir daha yaşanmasın" diyoruz.
  • Bu filmde çok ağlayacaksınız. Bu filmde o kadar ağlayacaksınız ki, bu filme gelirken bir mendil yetmez, on mendil getiriiin."
  • "Kaşla göz, gerisi söz!"
  • Bilirsiniz, büyükler, çocuklardan gizledikleri­ni sanırlar ama aslında çocuklar her şeyi duyarlar ve her şeyi öğre­nirler.
  • "O cahil hocaların aptal sözlerini bu eve getirme."
  • Bazı omzu kalabalıklar, sürmekte olan sürebilsin diye bu kez kendi çocuklarını kurban seçtiler. Gözü doymaz kurbanseverler, bu kez, gençliği, işkencehanelerinde sürüm sürüm süründürdüler, ama yine de içleri soğumadı.
  • Çoğu kez bulaşıcıdır ağlamak.
  • Çoğu kez bulaşıcıdır ağlamak.
  • Bir film ne kadar gözyaşı döktürürse o kadar iyi iş yapardı.

Anneannem İncelemesi - Şahsi Yorumlar

UÇURUMLAR DÜŞTÜ PAYINA ...: Bir Pazar gününden daha hepinize selamlar olsun siz yarın çalışıp , sürünecek faniler !! =)) HAH HAH HAAAA!!! =D Evet canısı , ben işsizliği seviyorum ..Hem de çok ..Net hastasıyım.. Deseler ki sırtında yaralar çıkacak git çalış , yatakta ölmeye razıyım .. Yatakla gömsünler beni be!! Ama naparsınız ki düzenin kölesiyiz ..Mecbur çalışıyoruz .. Lakin yazın ordan bayram iznini birleştir , şordan çingenelikle rapor al falan derken bir hafta izin arttırmayı başardım .. Yazın hem ruhunu yetmişli yıllara satmış, LSD müptelası bir çiçek çocuk hem de koltuk deynekleri elinde , kırbaçla çalıştırılan gönülsüz bir karıncanın birleşimi ile hayata tutunan işbu simbiyotik yaşam formu şimdi krallığını ilan etmesin de ne etsin ? Soruyorum ! Ben bunu hak ettim kardeşim.. Ağız burun eğme ! Gısgançlığın nüzumu yoh ! Şimdiiiii ... Önce ama EN ÖNCE şu linke tıkla bir bebiş .. Çünkü sağlam kafayla asla yazmayacağım işbu incelemeyi kaleme almamın sebebi bu parça .. https://www.youtube.com/watch?v=2EJrIgrnO14 Buraya tekrar gelicez .. Az sebatkar ol ve katıl sen de geçmişe yapacağımız yolculuğa .. Efenim 2000 lerde bir yılbaşı ortamındayız ..Normalde yılbaşı diyince aklınıza iki kutup geliyor değil mi ? Bir cenahta yeni bir yıl kutlayan normal insanlar , diğer cenahta, "Noel Baba adam gibi adam olaydı bacadan değil kapıdan girerdi evlere" diyen diğer güruh.. Hani şu "papaz eriğini" turan ülküsü ile Türkleştiren , yılbaşı yaklaşırken "bu bakkalda kuruyemiş satılamamaktadır" diyen tayfa ..Biz işte bu ilk gruba dahil olanlardanız .. Geçen yılbaşı hastane ortamında geçmiş aniden gelen bir telefonla .. Sonraki gün mezarlıkta .. Buz gibi havada cenaze kaldırmışız ayazı ağzımıza gözümüze yiye yiye ..Gözümüzde yaş donmuş .. İşte biz bu anlattığım yılbaşında, o cenaze sahibinin evindeyiz .. Karargahlar kurulmuş ..Masaların üstü silme alkol .. Cennetten bir köşe !! Emir erleri vızır vızır gidip geliyor..Herkeşler hummalı bir çalışma içinde .. Votkaya el yapımı bira , neşene ise neş' e kat diyerek .. Tuzlu fıstık savaşları yapılmakta .. Sigara desen ortam yangın yeri ..Lojistik destek tam senin anlayacağın .. Yavaş yavaş demleniliyor ama ben ve bir kaç insanlıktan nasibini almamış arkadaşım ve ev sahibi eşşşeğin bilmem neresine bırakın su kaçırmayı , BARAJLAR KURMAKLA meşgulüz .. Zurnanın son deliğinde birer nefes olmuşuz.. "Zi" bemollü Sefiller konçertosu girizgahındayız.. O yılbaşında, bu evde toplanmamızın sebebi , takdir edersiniz ki yılbaşında , meme kanserinden kaybettiği annesinden sonra kalp krizi sonucunda evde ölü bulduğu babasının ardından bir başka hüzünlü yılbaşı yaşamasın diyerek manevi destek attığımız ev sahibi.. Annesi ben gibi bir kaz kafalıya matematik öğretmiş , babası ise hayatımda ilk kez elime yazar/Ugur-Mumcu kitapları tutuşturmuş , okuduktan sonra beni sözlü sınava tabi tutmuş iki öğretmen .. Neşelenelim diye içiyoruz ama her yudumda batıyoruz .. Kılıçtan bir köprüdeyiz .. Dokunsalar ağlayacağız .. Konuyu anne baba düzlemine çekmemeye çalışarak bata çıka ilerliyoruz .. Bizimle içen küme içerisinde arkadaşımın kuzeni de var .. O da metalci .. Bilginiz olsun diye söyleyeyim .. İşbu akraba tayfa, metal dinleyenler arasında genellikle en tehlikeli tayfadır .. Bunlarla girdiğin alkollü ortamlarda ya karakolluk ya da hastanelik olursun .. Muhakkak bir bela musallat olur başına.. Tıpkı o gün olduğu gibi .. Saatler gece yarısına yaklaşmış ve damarlarda kan yerine alkol akıyorken biz de kaçınılmaz sona geldik pek tabi o gece ..Muhabbet nasıl açıldı ya da kim açtı bilmiyorum .. Hatırlamıyorum da ..Zaten o kafayla hatırlamam mümkün değil .. Ama şu cümleyle bir anda ayıldığımı çok iyi hatırlıyorum .. - "Seni zaten evlat edinmişlerdi .." Sanırım odada o an elimi neye atsam yapışırdı soğuktan .. Hepimiz buz kestik .. Haliyle arkadaşım da .. İşin kötüsü, bu gerçeğin ortaya çıkmasından önce , arkadaşımın içlenerek babasına , kötü giden hayatına artık bir son vereceğini söylemek istediği ama fırsat bulamadığı anılar üzerinden girizgah yapmış olmasıydı .. Daha kötüsü olabilir miydi bilmiyorum .. Bu iki öğretmenin bebeği olmamış ve arkadaşımı evlat edinmişlerdi .. Ve ben mutlu olmamız gereken bir ortamda bu mahrem bilgiye ister istemez inisiye olmuştum .. Tahmin edersiniz ki alınan onca alkolün de etkisiyle gece BOROMBOK BİR HAL HALDI o dakikadan sonra .. Krizler .. Gece açık tekellerden eve aktarılan Kırmızı Tuborglar .. Teselliler .. Susuşlar .. Gözyaşları .. Çaresizlik .. O gece sanırım hiç bitmeyecek sandım ..Bitmek bilmez bir gecedeydik .. Dakikalar ve saatler askerde dahi böyle yavaş geçmiyordu ..Güneşi tekrar doğurduk sancılarla .. Müdahil olamadığımız gözyaşlarına bakarak .. Ve ardı arkası kesilmeyen alkol desteği ile .. Defalarca kusarak .. Merak edenler için .. Tüm bunların ertesinde , takriben bir ay sonra amcası olacak soysuz elindeki tek mal varlığı olan evi için dava açtı ona.. Elindeki evi de aldı .. Evsiz kaldı .. Ev elden çıkmadan ve benim yanında kaldığım yaz günlerinde , tam takır buzdolabının buzluğuna tıktığımız yastık ve yorganlar .. Ucuza kapattığımız cinler .. Üstüne kattığımız kırmızı tuborglar ..Kurumuş pizza çerçevelerini tuzlu fıstık gibi kemirdiğimiz , yanında afiyetle bira içtiğimiz yaz akşamları.. Looplara aldığımız Katatonia albümleri .. En son gitarını sattığını hatırlıyorum .. Üste bir de yüklüce borç aldı benden .. Ve bir kamp gezisine yazıldı kış aylarında .. Kafa dinliyor dedik ses etmedik .. Ta ki bol miktarda alkol alıp geceyi dışarda geçirip soğuktan donduğunu öğrendiğimiz güne dek .. Annesinin üstüne babasını kaybetmesi .. Üstüne evleneceği kızdan maddiyat ve bozuk psikolojisi yüzünden ayrıldıktan sonra evlatlık olduğunu öğrenmesi .. Ağır gelmişti haliyle .. Huzur içinde yat kardeşim .. Sözüm söz ! Henüz aksatmadım mezarında bira içip , Obituary dinlemeyi .. Albümü de öyle bir seçmişsin ki ! BACK FROM THE DEAD !! =( Yokluğunda senin için gelsin .. ALTTAN AKSIN ! https://www.youtube.com/watch?v=nwswHhrYbcQ Tüm bunlar geldi aklıma kitabı bitirdikten sonra .. Sizi bilmiyorum ama ben ne yapardım diye düşündüm .. Ya siz ? Siz ne yapardınız ? Annenizin evlatlık değil de devşirilmiş hıristiyan kökenli bir anadan doğma müslüman olduğunu öğrendiğinizde ? Düşmanlık kökenlerinin magmaya ulaştığı bir devlette bilakis düşman edildiğiniz bir halka mensup olduğunuzu öğrendiğinizde ? Size anlatılan anıları dinlediğinizde .. Seher adıyla tanıdığınız anneannenizin aslında isminin Heranuş olduğunu öğrendiğinizde ? Anlatılan anılarla gerçeğe ulaştığınız dakikalarda Tehcir ile başlarından geçenleri duyduğunuzda ? Bir kilise bahçesinin dışında babalarınızın , dedelerinizin boğazının kesildiğini , ölülerinin yakınlarda akan bir nehre atıldığını ve bu nehrin o gün boyunca kan kırmızı aktığını ilk duyduğunuz anı düşünebiliyor musunuz ? Senelerce komşu olduğunuz bir halkın bir gün boğazınızı kestiğini , evlerinizi yağmaladığını aklına getirebilen var mı ? Ya da kardeşinizi kaybettiniz mi ? Şöyle sorayım .. Kardeşlerinizi bitip tükenmek bilmez bir yolculukta ölmesinler diye nehirde boğan , sonrasında bu acıya dayanamayacağı için kendini de aynı nehre atan bir anneniz oldu mu sizin? 95 sene yaşayıp bu sırları en az 50 sene içinizde tutabilir miydiniz ? Kaybettiğiniz kardeşinizin ardından kaçınız şu yukarda linkini attığım ağıtı yaktı .. Türkçesinin bir kısmını atayım şuraya .. Üzgün çoban dağlara çıktı Aşkın şarkısını söyledi Şarkısı, al yanakların Şarkısı, alev gözlerin Şarkısı, şen günlerin. Ah, garip çoban UÇURUMLAR DÜŞTÜ PAYINA Seneler sonra kaybettiğiniz kardeşinizin kızının size, Amerika' ya sadece bir banyo lifi getirmesi sizi mutlu eder miydi ? Mutlu olanları görseniz siz ne derdiniz ? Ne düşünürdünüz ?Ne hissederdiniz ? Aynı soydan gelen insanların sonradan farklı dinlere mensup olmaları ? Ve bundan o güne dek haberlerinin olmaması ? Konuşulacak , tartışılacak çok konu var esasında .. Spoiler karası çalmak istemiyorum yüzlerinize .. Ama okuyun bu kitabı .. Zira yaşanmışlıkların apayrı bir gücü , apayrı bir etkisi var okuyanlar üzerinde .. (Tuco Herrera)

Anneannesinin Ermeni kökenli olduğunu oldukça ileri bir yaşında öğreniyor Fethiye Çetin, ve tabii ki çok şaşırıyor. Düşünsenize, aile içinde hiç konuşulmayan bir sır var, ve ölümünün yaklaştığını hisseden anneannesi tarafından, bir ümit belki akrabalarını bulabilir düşüncesi ile, birinci ağızdan torununa aktarılıyor. Heranuş ya da diğer adıyla Seher, 1915 olayları sırasında yakınları öldürülen, annesi ve kardeşlerinden ayrı düşen ve Türkler tarafından alınıp yetiştirilen çocuklardan biri… Fethiye Çetin anneannesinin acıklı hikayesi ile birlikte tanımadığı Ermeni kökenli akrabalarının da peşine düşüyor ve soruyor: “Bu insanlar içimizde yaşamalarına rağmen hikayelerini neden kaybettiler? Neden susmayı tercih ettiler?” Hristiyan bir Ermeni iken Müslüman bir Türk olarak devşirilmiş anneannesi, bundan bir gün bile şikayet etmemiş. Yeni dili, yeni dini, yeni ailesi ile bambaşka bir hayat içinde var olmaya, mutlu olmaya çabalamış. Savaştan sonra haber almayı başardığı, ancak sonra yine izini kaybettiği kardeşi ve babasından kalan bilgi kırıntıları ile, ömrünün son günlerinde torununa başvurmuş Heranuş. Bu acı sırrının yükünü daha fazla taşıyamamış; bir ümit, onca yıl ayrı düştüğü ailesinden bir haber almak istemiş belki de… Paramparça olan aileler, birbirini kaybeden anne-baba-çocuklar; acı, acı, acı… Akrabalarını kaybetmenin acısı, varını yoğunu kaybetmenin acısı, aşağılanmanın acısı, çaresizliğin acısı ve en çok da o evlat acısı! Heranuş’un, bir şekilde tekrar bir araya gelmeyi başarmış ve Amerika’ya yerleşmiş anne-babası yeni bir hayata nasıl başlamışlar, anlamaya çalışıyor insan. Geride kalan evlatlarından bir haber alabilmek için aylarca Suriye’de kalıp, yoksulluk içinde, tüm biriktirebildiklerini teslim ettikleri kaçakçılardan haber bekliyorlar örneğin. Yıllar geçmiş, buldukları artık kaybettikleri evlatları değil. Birbirini vücutlarındaki doğum lekelerine, izlere bakarak tanımaya çalışan bu insanlar nasıl bir acının içine gömülmüşler… İnsan yürekten hissediyor… Kitabı okurken lisede yaptığım projeyi hatırlıyorum; öğretmenimin isteği ile “Ermeni olayları” konulu bir rapor hazırlamıştım. Öğretmenimin verdiği listedeki kitapları kütüphaneden alıp hatmedercesine okumuş, Ermenilerin Doğu’da yaptıkları zulümler nedeniyle sürüldüklerini bizzat Kazım Karabekir ağzından öğrenmiştim; durur muyum? Coşkulu bir sunumla Doğu’da yaptıkları eziyet nedeniyle bu uzun yürüyüşü hakettiklerini, Ermeni lobisinin olayları çarpıttığını, Asala terör örgütünün tek amacının bizden toprak almak olduğunu, maalesef ölen çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olduğunu, ancak esas sorumlunun yine Ermeniler olduğunu yürekten inanarak anlattım. Olayların tarihlerindeki çelişkiyi farketmiş, ancak öğretmenimin önerisi ile gözardı etmiştim -“önemli olan olayların tarihleri değil, içeriği, boşver” demişti-. Birkaç yıl sonra Amerika’da Egemen Bağış’ın Türk-Amerikan İşbirliği Federasyonu Başkanı olarak Ermeni lobisine karşı paylaştığı bildirileri ve Ermeni tezlerinin haksızlığını anlatan mesajlarını ilgi ile takip ettim. Olayların akışının anlatılandan farklı olduğunu, hikayenin iki tarafın lobicileri tarafından inanılmaz çarpıtıldığını anlamaya başladığım dönem, bundan da birkaç yıl sonrasıdır. Okudukça, araştırdıkça, bize anlatılanlardan farklı bir tarih olduğunu fark etmeye başladım. Artık epey tecrübeliyim hayat konusunda; önüme sürülen her konuya araştırmadan inanmamayı geç de olsa öğrendim. Erk sahiplerinin yüksek sesle bağırması artık bana coşkulu gelmiyor; tersine, saklanmak istenenler arttıkça sesin daha da yükseldiğini biliyorum. Ve acı karşısında üzüntü duymanın insanlığın, hata sebebiyle özür dilemenin de hakkın gereği olduğunun farkındayım. (AkilliBidik)

Olduğu gibi yaşanılanlar anlatılmış. Öyle akıcı, öyle duru bir anlatım ki sonunda "bu günler gitsin geri gelmesin" cümlesinin içtenliğine sığınıp rahatlamaya çalışıyor insan. (Çiğdem Altıntaş)

Anneannem PDF indirme linki var mı?

Fethiye Çetin - Anneannem kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Anneannem PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Fethiye Çetin Kimdir?

Fethiye Çetin, (d. 1950 Maden, Elazığ) İstanbul Barosu İnsan Hakları Yürütme Kurulu üyeliği ve Azınlık Hakları Çalışma Grubu sözcülüğü yapmış, çeşitli gazete ve dergilerde yazıları çıkmış, son olarak da Ermeni Tehciri'ni yaşamış anneannesinin hayatını anılar şeklinde ve 'Anneannem' ismi altında kitaplaştırmış İstanbul Barosu'na kayıtlı bir avukattır. Elazığ'ın Maden ilçesinde doğmuş, ilk ve orta öğrenimini Mahmudiye, Maden ve Elazığ'da tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olmuştur. Halen İstanbul'da yaşamaktadır.

Kitap, 1904 yılında bugünkü Elazığ'ın Kovancılar ilçesine balı Ekinözü köyünde, veya eski adıyla Habab köyünde Heranuş Gadaryan olarak dünyaya gelmiş anneannesi Seher hanımın, 1915 olaylarını 10 yaşında bir çocuğun gözüyle yaşayışını, Çermik zaptiye karakolu komutanı Hüseyin Onbaşı ve karısı Esma hanım tarafından evlat edinilerek Seher ismiyle büyütülüşünü anlatmaktadır. Aynı süreçte, erkek kardeşi Horen de, Karamusa köyünden Hıdır Efendi tarafından alınır ve Nahırcı Ahmet adıyla çobanlık yapmaya başlar. Geriye dönük olarak aile tarihçesi çıkarılmakta, Heranuş Gadaryan'ın babasının Hovannes Gadaryan, annesinin aynı köyden İsguhi Arzumanyan, baba tarafından dedesi Hayrabed Efendi'nin ve kardeşi Antreas Gadaryan'ın Palu, Ergani-Maden ve Kiğı'da tanınan eğitimciler oldukları anlatılmaktadır. Heranuş 1913 yılında okula başladığında babası ve iki amcası para kazanmak için Amerika'ya giderler. 1915 olaylarıyla bu çerçeve içinde karşılaşırlar.

Heranuş, Seher olduktan sonra, yeni kimliğinin nüfus kayıtlarına göre teyzesinin oğlu olan Fikri (Fethiye Çetin'in dedesi) ile evlendirilir. Bu arada I. Dünya Savaşı bitmiş, baba Hovannes Gadaryan Suriye'de 1920'de karısı (Seher'in annesi) İsguhi'yi ve onun kızkardeşi Diruhi'yi, 1928'de de Halep'te oğlu (Seher'in erkek kardeşi) Horen'i bulmuş ve Amerika'ya götürmüştür. Küçük kardeşi 1915'de 5 yaşındaki Hırayr ise, anlaşıldığı kadarıyla, Hovannes Gadaryan'ın hanesi içinde tehcir yollarında ölen tek fert olmuştur. Hovannes kızı Heranuş'u (Seher) da bularak mektup ve onlara katılması için para da yollar, ancak Seher bu aşamada artık evlidir ve gitmez. Bu arada bir akraba da, Seher'in küçük teyzesi Siranuş, Siverekli bir Kürt ile evlenmiştir. Tehcirden alınarak evlat edinilen başka kimselerin hikayeleri de anlatılır. Geniş anlamda aile fertlerinden tehcirde ölenlere atıfta bulunulur.

Fikri ve Seher'in 4 çocuğu olur. Sabahat, Zehra, Fethiye Çetin'in annesi Vehbiye ve sonradan milletvekili olacak dayısı Mahmut. Mahmut dayısı nüfus kayıtlarında annesi için yer alan 'dinsiz' ibaresin nedeniyle askeri okula giremez. Çocuklar büyüdüklerinde ailenin Amerika'daki Ermeni kanadıyla Horen vasıtasıyla haberleşilmeye başlanır. Mahmut dayısı Amerika'dan gönderilen para ile tahsil için oraya gider gelir. Bu arada Hovannes ve İsguhi'nin Amerika'da iki çocuğu daha olmuştur. Olaylara bakış açısı ve tavırlarından ötürü 'Türk oğlu Türk' olarak niteledikleri Mahmut dayı ile aralarında anlaşmazlıklar doğar ve, anlaşıldığı kadarıyla, Mahmut dayının isteğiyle ailenin Amerika'daki Ermeni kanadı ile irtibat kesilir. Mahmut dayının 5 vakit namaz kılması ailenin Ermeni fertlerini rahatsız etmiştir. Hovannes Gadaryan 1965'de, Horen Gadaryan 1992'de ölür. Bu irtibatı Fethiye Çetin 80'li yıllarda, önce New York'ta bulunan ve telefon rehberinde bir Gadaryan bulan bir arkadaşı vasıtasıyla bir süre kurar. Sonra da anneannesinin 11 Şubat 2000'de Agos gazetesinde yayınlanan ölüm ilanına ilişkin olarak Fransa'da Ermenice yayınlanan Haraç gazetesinde (gayet menfi ve Fethiye Çetin'i küçümseyen tavır ve yorumlar içerecek şekilde) yayınlanan bir haberi görmüş olan ve kendisi de Habablı ve Gadaryanlarla akraba olan Başekiskopos Mesrop Aşçıyan kanalıyla bağlantı tekrar kurulur ve ABD'de yaşayan akrabalarını ziyaret eder.

Fethiye Çetin Kitapları - Eserleri

  • Anneannem
  • Torunlar
  • Utanç Duyuyorum

Fethiye Çetin Alıntıları - Sözleri

  • İnsan bir kere ninelerinden ya da dedelerinden birinin farklı bir etnik ve dinsel kökene sahip olabileceğini düşünmeye; nenesinin ya da dedesinin "düşman" olarak tanımlanan gruba ait olup olamayacağı konusunda soru sormaya görsün; işte o andan başlayarak "ötekine" düşman olamıyor... (Torunlar)
  • "Tırnak bulamasınlar kendilerini kaşımaya." (Torunlar)
  • Çoğu kez bulaşıcıdır ağlamak. (Anneannem)
  • Peksu necedir bilmiyoruz. Türk Alevi köyü, ama ateist bir köy aslında. Ben hayatımda hiç böyle bir köy görmedim; cemevi yoktur cami yoktur ... Yani Şaman filanlar herhalde diye dalga geçiyorduk biz (gülüşmeler). Çünkü biz büyürken hiçbir inanç vurgusuna tanık olmadık. (Torunlar)
  • Bazı omzu kalabalıklar, sürmekte olan sürebilsin diye bu kez kendi çocuklarını kurban seçtiler. Gözü doymaz kurbanseverler, bu kez, gençliği, işkencehanelerinde sürüm sürüm süründürdüler, ama yine de içleri soğumadı. (Anneannem)
  • "Mesela Bedirxan gibi isimler... Ulusal kahraman ola­rak sunuluyor ama aslında kendi bölgelerindeki gayrimüslimleri te­mizlemiş, pusuya düşürerek katletmiş bir insan aynı zamanda. Rant çatışmasıyla devlete, Osmanlı'ya isyan etti. Yani eğer rantta bir so­run olmasaydı Hamidiye Alayları'nda müthiş bir hizmetkar olacak­tı. Kendi bölgesinde gayrimüslimleri temizledi, gelip diğer bölgele­ri de halledecekti." (Torunlar)
  • "Amcam "Biz hep böyle değildik kızım, biz oralardan geldik, oralarda Kürtlerle bir­likte gayet iyi bir yaşam sürüyorduk," derdi. Katliam kelimesini kimse kullanmıyor, hiç duymadım. Hep "o günler" derler. Ne bile­yim, tecavüzden kurtulmak için dağlardan atlayan Ermeni kadınla­rın hikayesi anlatılır. Sağ kalan tek tük Ermeni erkeklerin nasıl öl­dürüldükleri anlatılır. Hep "Dışarıdan askerler gelmiş, onlar öldür­müş," diye anlatılır. Kasabadaki Kürtlerin öldürme hikayeleri yok." (Torunlar)
  • "Bizim orada daha çok halk yapmış. Yani asker hiç duymadım. Daha çok köyün büyükleri, on-on beş kişi bir araya gelip öldürüyor­larmış. Bütün hepsini öldürüyorlarmış. Mesela babamın dedesini öldüren kişiler hala bizim kasabada yaşıyorlar. Yani onların soyun­dan gelenler. Hiç tanışmadık ama hangi aile olduğunu, evlerinin ne­rede olduğunu biliyoruz." (Torunlar)
  • Nenem doksan dokuz yaşında öldü. Yaşlı insanların ellerinde yaşlılık lekesi olur, yeşil noktalar. Nenemin de ellerinde yeşil lekeler oluştu. Ancak inanışlarına göre, çevrede herkes ellerindeki yeşil lekeleri günahsızlığına yoruyordu. Dönme (sonradan Müslüman) olduğunu, nenemin önceki günahlarını Tanrı'nın affettiğini, bu yeşil lekelerden dolayı cennete gideceğini düşünürlerdi. (Torunlar)
  • İnsanlar kökeniyle, diniyle, rengiyle rencide olmamalı. (Torunlar)
  • "O cahil hocaların aptal sözlerini bu eve getirme." (Anneannem)
  • "Bizim orada Ermeni Fırını diye bir ma­ğara var. O fırına Ermenileri koyup, kapatıp ateşe vermişler. Kalanı da sürmüşler." (Torunlar)
  • "Seyircisiz zulüm olmaz" derler. Dünyanın benzer başka ülkelerinde olduğu gibi bu topraklarda da zalim hep seyircilerden aldı gücünü, seyircileri ile güçlendi "suç" seyircilerinden alınan zımni onayla "suç" olmaktan çıkarıldı, failler yargılanmadı, suçlular ve suçlar cezasız kaldı. (Utanç Duyuyorum)
  • "Kaşla göz, gerisi söz!" (Anneannem)
  • "Hrant'ın hayali karşılıklı sevginin Anadolulu kardeşlerinin, dostlarının ilişkilerinde istisna değil kural olmasıydı. Bunun yolunun da "vicdan"dan geçtiğini söylüyordu sık sık: "Sağ­ duyunun, vicdanın sesi suskunluğa mahkum edildi. Şimdi o vicdan çıkış yolu arıyor," diyordu." (Torunlar)
  • .... o günler gitsin, bir daha yaşanmasın" diyoruz. (Anneannem)
  • .... bilirsin, iyiler yaşamaz.. (Anneannem)
  • Önce insanlığımdan utandım, insan denen varlığın insana yaptıklarından... (Utanç Duyuyorum)
  • Bizim köyün yakınlarında bir kuyu vardı. Çok derin bir kuyu. Kazılan bir kuyu değil, doğal bir şey. Çocukken biz oraya taş atıyorduk, iki-üç dakika sonra dibine düşüyordu. Çok derindi yani. Dedem derdi ki, "O zaman Ermenilerin hepsini getirdiler, buraya attılar." Hep ağlayarak anlattığı bir hikaye daha vardı, onu size anlatayım mı bilmiyorum. Derdi ki bu kuyuya bir kilometre mesafede bir çeşme varmış. Bir seferinde askerler getirdiklerini bir kilometre daha yukarıya, bu kuyuya çıkaramamışlar, hemen o çeşmenin orada öldürüp gömmüşler. "Ondan sonra çeşmenin suyu üç gün beş gün kırmızı aktı, kan olarak aktı," diye anlatırdı. (Torunlar)
  • Bu evde para sıkıntısı çekildi ama iki şeyin sıkıntısı hiç yaşanmadı. Bunların biri sevgiydi, diğeri de yemek. (Anneannem)

Yorum Yaz