diorex
Dedas

Beton - Thomas Bernhard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Beton kimin eseri? Beton kitabının yazarı kimdir? Beton konusu ve anafikri nedir? Beton kitabı ne anlatıyor? Beton PDF indirme linki var mı? Beton kitabının yazarı Thomas Bernhard kimdir? İşte Beton kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 03.06.2022 23:00
Beton - Thomas Bernhard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Thomas Bernhard

Çevirmen: Sezer Duru

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750812729

Sayfa Sayısı: 100

Beton Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Thomas Bernhard Beton’da, tahrip gücü yüksek yazısına, kendine özgü kesintisiz, boşluksuz düzyazı analitiğine otobiyografik öğeleri de dâhil ediyor. Rudolf’un bir türlü başlayamadığı Felix Mendelssohn Bartholdy çalışması –müzik yazısı ya da aslında zihinsel çalışması– önünde varlığıyla aşılmaz bir engel kuran ablası onun felaketi olur. Rudolf’un akciğer hastalığıyla yaşadığı nefes darlığı, nefes alınmaz bir mezar çukurunun anlatımına vurgu yaparken, Thomas Bernhard’ın ben-anlatıcının çıkmazlarından açtığı yaylım ateş, siyasetten toplumsal yaşamın kesitlerine, insan ilişkilerinin mahvedici ve gülünç yönlerine sıçrıyor, çarpıcı bir sonla betona çakılıyoruz. Betonun donuk ve soğuk yüzeyinde, insanın taşlaşmış bir toplumsal hayvana dönüşmüş sureti yansıyor.

Beton Alıntıları - Sözleri

  • Bizde yayınlanana gazete deme­ye bin şahit, sadece pis kağıt parçaları...
  • İyi dünya denilen dünya bütünüyle ikiyüzlü, bunun tersini ilan eden ve hatta buna inananlar ise rafine bir insanteper ya da affedilmez bir ahmak.
  • Artık vazgeçmemeliyim, kendimi de gülünç duruma dü­şürmemeliyim, özellikle de kendime karşı, kendimi kendi önümde deli durumuna düşürmemeliyim.
  • Ne kadar kırılganız, diye düşündüm, ağzımızda büyük sözler geveler dururuz, her gün ve durmadan sağlamlılığımızı ve aklımızı överiz ve bir anda devrilir ve ağlamamızı bastırmak zorunda kalırız.
  • Bir arkadaşım olsun hiçbir zaman istemedim yirmi yaşımdan, dolayısıyla özgür düşünen biri olmamdan bu yana. Sahip olduğum tek dostlarım ölüler, bana edebiyatlarını bırakanlar, başkaca dostum yok.
  • Her zaman müzik olmuştur beni kurtaran.
  • (...)kimyaya borçluyuz yaşamımızı, varoluşumuzu, bu kahrolası kimya olmasaydı onlarca yıl önce mezarlığı boylamış ya da herhangi bir yere atılmıştık, asla dünyada olmayacaktık.
  • “Zaman hepimizi mahvediyor, ne yaparsak yapalım.”
  • İnsanların ne düşündüğüne son derece az değer verdim, çünkü en sert biçimde kendi düşüncemle ilgili oldum hep ve bu yüzden insanların ne düşündüğüne ayıracak zamanım olmadı, bunlara aldırmadım, bugün de aldırmıyorum ve hiçbir zaman da aldırmayacağım. İnsanların ne söylediği beni ilgilendiriyor, ama her şeyden önce asla ciddiye alınamaz. Böyle olunca en iyi biçim de ilerliyorum.
  • Dostluk, ne gereksiz bir sözcük! İnsanlar ağızlarında bu sözcüğü bıktırıncaya kadar geveliyorlar, hiçbirinin değeri kalmamış, tıpkı sevgi sözcüğünün öldürülünceye kadar gevelenerek değerini kaybettiği gibi.
  • Çoğunlukla, sıkıca yapıştığımız noktadan, varolmayı sürdürmek için bütün gücümüzle bir anda başka bir noktaya kopmamız gerektiğinin farkına varmıyoruz.

Beton İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Uzun zaman sonra tekrar Bernhard okumak beni iyi hissettirdi. Tıpkı henüz iyi tanımadığınız insanların arasında bir süre durup, daha sonra yıllarca tanışık olduğunuz bir insanın yanına gitmeniz gibi. Aşinalığın, alışılmışlığın verdiği rahatlığı ve sevinci duydum. Bernhard'la hayatta her karşılaşmamda (ki bu da yalnızca kitaplarla) o Bernhard'vari düşüncelere tekrardan şahit olmak hayat üzerine düşünsel anlamda kısılıp kalmama değil aksine daha da derin düşünmeme yol açıyor. Örneğin bir insanla yıllarca konuşursunuz ve o insanın yalnızca belirli konular üzerinde belirli noktalarda durduğunu anlarsınız. Bu yüzden düşünsel faaliyetiniz yalnızca o insanla iletişim kurduğunuz sürece perspektif olarak artmaz. Ama bu durum Bernhard'da tuhaf bir şekilde geçersiz kalıyor. Her eserinde o Bernhard'vari düşüncelere rastlasam da bu düşünceler beni kısıtlamıyor, tam tersine farklı konular üzerine daha da derin düşünmemi sağlıyor. Beton'da Rudolf isimli ruhu çoktan yaşlılıktan çürümüş, bedeni de bu çürümenin orta evrelerinde yani orta yaşlarında olan karakterimize tanık oluyoruz. Rudolf aslında bir düşün insanıdır, bilimsel çalışma, felsefi değerlendirme gibi şeylerde oldukça başarılı biridir. Bana göre bu ayrım herhangi bir konuda yapılan gözlemlerin ne kadar eleştirel olup olmadığına bağlıdır. En basit bir konuda bile insan eleştirel ve sorgulayıcı bakabilirse ancak hayatta derin bir felsefi gözlem yeteneğine sahip olabilir. Günlük hayatta kurduğumuz basit diyaloglardan tutun da bir trafik lambasında yeşil ışığın yanış süresine bile felsefi açıdan yaklaşabilmek bizi asıl bakılması gereken ciddi konulara da hazırladığından aslında bu bize sağlam bir temel oluşturur. Spora başlamadan önce yapılan ısınmalar gibidir bunlar. Karakterimiz Rudolf da bu ısınmaların adeta bir ustası haline gelmiştir. Eserde, müzikle de çok ilgili olan Rudolf, yıllardır başlamaya çabaladığı ama bir türlü başlayamadığı, ona göre müzik üstadı olan Felix Mendelsshon Bartholdy ile ilgili çalışmasını, bu çalışmanın önemini ve neden bir türlü başlayamadığını anlatır bize eser boyunca. Sadece bununla da sınırlı kalmaz ve etrafında yaşamında gördüğü her bir detayı, ablasının her tür davranışını felsefi açıdan değerlendirir ve aktarır. Aslında bu yazdıkları da en az başlayamadığı çalışma kadar kritiktir çünkü bu yazılanların bütünü hayata dair farklı perspektiflerden bakışlar ve kendi ile ilgili değerlendirmeler, çözümler içerir. Bernhard'ın aşağı yukarı her eserinde bir zıtlıkla karşılaşırız. Bu yeri gelir ressam - hekim zıtlığı olur Don eserindeki gibi, yeri gelir bu eserdeki gibi Rudolf ve ablasının zıtlığı olur. Bu zıtlığın öte tarafını 'mantıklı saldırılar' ile taşlayan Bernhard bunların tamamında çağımıza ve önemli sorunlara sürekli dikkat çeker. Rudolf yıllardır evden çıkmayan, kendisini çalışmalarına ve felsefeye adayan bilgi peşinde bir insan iken ablası onun tam aksine son derece sosyal ama Rudolf'un iddiasına göre içi boş biridir. Rudolf dıştan topluma karşı, kendi tabiriyle "deli" ya da içi boş olarak gözükür, gerçeğin tam tersi olarak. Ablası ise hiçbir zaman Rudolf kadar araştırmacı ve akılcı bir insan olmamasına rağmen ortamlarda sürekli bilgili olan kişi gibi görünür. Burada ciddi bir eleştiri de vardır aslında. Ablasının aksine içe dönük olması onun açısından kendi düşüncelerine yine bizzat kendisinin hakim olabilmesi demektir, çünkü insanın düşüncelerine sızabilecek olan insan sayısı arttıkça, düşüncelerin kirlenebilme ihtimali de artar. Bu açıdan insan kendi salt, öz düşüncelerini ancak ve ancak kimsenin etkisinde kalmadan içe dönük bir şekilde en iyi şekilde aktarabilir Rudolf'a göre. Onun yaptığı da budur aslında. Bunu yaşam biçimi olarak da kendine benimsemiştir. Rudolf, ablasını bunların dışında, yazarımızın en şiddetli biçimde eleştirdiği kesime de koyar. Hiçbir şeyden anlamadıkları halde yüksek çevreler tarafından her şeyden anladığı kabul görülen insanlardan birisi de ablasıdır ona göre. Felsefeden veya sanattan anladığı yoktur aslında. Sadece yüzeysel olarak bilgisi vardır. Mesela bir Platon'dan söz açıldığında doğru yerde Devlet eserinden söz açarak kendini bilgili olarak gösterir aslında. Bu açıdan elitizmdeki yüzeyselliği derinlikmiş gibi sergileme güdüsü bolca taşlanır eserde. Bu durumu düşündüğümde aslında bunun yalnızca elit kesimlere ait bir güdü olmadığını da görüyorum bir yandan. Elit olan olmayan herkes; en düşük kesimden en yüksek gibi görünen kesime kadar, her şeyi biliyormuş gibi görünmek ister. En cahil insan her şeyi biliyormuş gibi davranan insandır. Bu açıdan bilgisizliği kötülük ve kaçınılması gereken bir hayalet olarak gören de yine bu insanların ve bu kesimlerin kendisidir. Bilgisizlik, insanı bilgiye teşvik eden kalkındırıcı bir etmendir aslında. Ama toplum algısı bunu tam tersine çevirmiş ve insanları yalnızca yüzeysel olarak bir şeyler bilmeye zorlamıştır. Çünkü her şeyi biliyormuş gibi gözükmenin tek yolu, erişebildiğiniz tüm konular hakkında en az bilgiye sahip olmaktır. Bu da bilgiye aç olan bir zihin için ölümcül bir şeydir. Bu açıdan Rudolf ablasının düzenbazlıklarının hepsini teker teker eleştirir. Ayrıca elit kesimin topluma sorgusuz sualsiz kabul ettirdiği bir başka şey ise bir şeyleri olması gerektiği için yapmaktır. Mesela eserde Rudolf'un ablası zengin ve varlıklı biridir, kiliseye ve yardım kurumlarına bağış yapar. Ama bu bağışı ne yaparken ne de yaptıktan sonra kilise ve yardım kuruluşları zerre umrunda olmaz. Onun önemsediği tek şey belirli kesimlerle arasını bu bağışlarla iyi yapmaya çalışmasıdır. Bu açıdan bakarsak bu gibi insanlara yardımsever diyebilir miyiz? Yardımsever yerine hilekar ve düzenbaz kelimelerini daha doğru bulan Rudolf'un eleştirileri yalnızca ablası ile de sınırlı kalmaz. Ablası onun için yalnızca eleştiri yelpazesinin ilk başını açtığı bir kapıdır. Politikacılara da bolca eleştiride bulunulur eserde. Rudolf'a göre yoksulluğun kendisi bile politikacıların bir oyunudur aslında. Çünkü yoksulluk var olduğu sürece bir yerlerde çıkar ilişkileri var olacaktır. Yoksulluk kasıtlı olarak asla bitirilmez çünkü politikacıların nadir övünç kaynaklarından biridir bu. Yardım yaparlar, birilerini yoksulluktan kurtarıyormuş gibi görünürler. Yoksulluk o kişilerin gerçekten umrunda olsaydı bitirilmez miydi? Kesinlikle bitirilirdi. Ama bundan çıkar sağlayan insan sayısı dünyada o denli fazladır ki bu yüzden yoksulluğun bitirilmesine asla müsaade etmeyeceklerdir. Bu açıdan kamusal alanın ve elit ortamlarda 'onurlu' olarak görülen şeylere mantıksal olarak yaklaştığımızda onların ne kadar alakasız ve değersiz olduğunu söyler Rudolf. Mantıksal açıdan baktığımızda yoksullara yardım eden bir elit çıkarcıdır. Ama o ortamın içine girip o kişi hakkında bilgi alsak gelmiş geçmiş en iyi yürekli yardımsever insanlardan biri olduğunu iddia edeceklerdir. Bu değişken perspektifin doğru olanını yakalayabilmek için de kendi düşüncelerimizi kirlenmeyecek bir biçimde muhafaza etmek son derece önemlidir. Aslında burada bir ego söz konusu değildir Rudolf'un davranışlarında. Rudolf'un yapmaya çalıştığı şey mantıksal bakışı kaybetmemek uğruna kendinden bile ödün vermeye hazır oluşudur. Rudolf o çok önemli çalışmasına ilk önce ablası kendi evine ziyarete geldiği için devam edemediğini sanır. Ama ablası evinden gittikten sonra yukarıda bahsettiğimiz gibi aklı düşüncelerle dolup taşar. Ablası evden gitmiş olsa bile düşünsel olarak onun zihninde varlığını sürdürüyordur. Bu yüzden de bir insanı zihinde yaşatıyor olmak onun varlığını bizler için daimi kılar. Rudolf'un ablasının fiziksel olarak gitmesi çalışmasına başlama açısından hiçbir fayda sağlamaz kendisine. Çünkü önemli olan fiziksel varlıktan çok zihinde oluşan düşünsel, soyut varlıktır. Eserde yine Viyana'ya, Avusturya'ya bir nefret, taşlama vardır. Ama yine bahsettiğimiz üzere ülkenin fiziksel varlığından değildir bu nefret. Başka bir deyişle Viyana'nın kendisine değildir Rudolf'un öfkesi. "Benim Viyana'm zevksiz, gözünü para hırsı bürümüş politikacılar tarafından yıkıldı, yok oldu" der bizzat kendisi. Ama onun Viyana'sı halen daha zihninde varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden kavramın kendisine, benliğine değildir duyulan nefret. Asıl önemli olan da bu yüzden daima insanın zihnindeki varlık olur. Uzun zamandır görmediğimiz dostlarımız Rudolf'a göre bizlere yalnızca başarılı bir sanatçı ya da başarılı bir müdür olduğunu söylerler. Banal şeylerle dolmuştur bu yüzden dostluklar. Dostluk kavramını gerekli gereksiz her şeye bağladığımızı, bu yüzden de dostluk kavramının da tıpkı diğer kavramlar gibi (mesela sevgi) asıl anlamının ayaklar altında olduğunu söyler. Mesela dostluğu çok basit şeylere bağlarız biz artık. Çocukluktan beri birlikte olunan insanların ya da komşuların sırf yaşadığımız yerlerin mevkisi birbirine yakın diye dost sayılamayacağından bahsediyor. Dostluk hangi ofiste müdür olduğunuz ya da kaç yıldır tanıştığınızla alakalı değildir, daha derin, bağ oluşturan anlamlar içerir bu kavram. Ama insanlar bu bağları hemencecik bazı ayrıntılarda bulduklarını sanırlar. Bazı şeyleri ifade edip aktarabilmenin tam, ideal doğru vakti vardır Rudolf'a göre, cümleler kafamızdayken hemen yazmalı der bu yüzden de. Düşünceler aklımızda asla ama asla, ilk kez orada canlandıkları anda kalmazlar. Bir anımsanma olarak kalırlar. Bu anımsanma kimi insanlarda fazladır, ama asla tam olarak ilk baştaki gibi bir anımsanma olamaz, bu yüzden düşünce aktarımı konusunda gecikilmemelidir hiçbir zaman. Bu düşünce insanın zihnini de her daim dinç tutmaya yarar aynı zamanda. O kaybolma ihtimali olan henüz akılda canlanmayan düşüncelerden bile korku duyar hale geliyor insan ve yanında bir not defteri ve kalem taşımaya başlıyor. Çıtayı olması gerekenden yükseğe koymanın da insanlık adına olan zararından, beklenildiği gibi yükseltici etkisinin aslında olmadığından, olan şeyin insanı düşürmekten başka bir şey işe yaramadığından da söz eder Rudolf. Bu açıdan baktığımızda düşünceleri sonradan ilk andaki gibi hatırlayacağımız yanılgısına düşürerek o düşünceleri sonsuza kadar kaybetmek (tekrar aklımıza gelmediği sürece) de aslında kendimiz adına da çıtayı olması gerekenden yukarı koymamızdan kaynaklanmaz mı? Hatırlayacağımızı ve daha da iyisini yazacağımızı sanarız ama bu bizi o anda yazabilecek olduğumuzdan bile geri duruma düşürür. Bernhard'ın eserlerinde birçok şeyi eleştirip, böylece temelde asıl eleştiriyi kendine yapan birçok karakter de mevcuttur. Rudolf da bunlardan biridir bana göre. O ideal, yıllardır üzerine uğraştığı çalışmaya bir türlü başlayamaması da aslında daha az önce bahsettiğimiz sebeplerden dolayı değil midir? Bir ilhamı, düşünceyi geciktirmek, daha sonra çok daha iyisine yapacağımıza inanmak. Bunlar bizi aşağıya çeker, bir daha yukarı da çıkartmaz asla. Bu açıdan Rudolf o çalışmaya asla başlayamayacaktır. Bunu kendisinin de anladığı an hayatında adeta bir şok, betona çarpma etkisi yaşamıştır. Çevremizde birçok şeyi kendimizi düşünmeden gönlümüz rahat bir şekilde eleştiririz bazen, ama eleştirdiğimiz şeylerden birini bile aslında o ana dek kendimizin yaptığının farkına varınca o geçirdiğimiz şok, betona kafa üstü çakılmaktan başka bir şey değildir hayatımızda. İşte Beton da aslında bu çakılışın, aşağı çekilişin, bir zihinsel intiharın öyküsüdür. (Nympheutria)

Ben bir okur olarak bir kitaba inceleme yazabilecek bir kalibrede görmüyorum kendimi. Ve fakat bu kitap ile ilgili bir kaç cümle etmek istedim. Bunu bir edebi inceleme olarak mı görürsünüz bir fikir olarak mı görürsünüz bilemem. Kitapta ne anlatıldığını anlamadan kitabı yarım bıraktım. Sanırım takıntılı bir insanın takıntılarına sebep üretmesi ile ilgili. Ben, kitap okurken ara sıra kafamı kaldırır,sağa sola bakar, başka bir şey düşünüp tekrar kitaba geri dönerim. Soluksuz bir nefeste hiç kitap okuduğumu hatırlamam. Bu soluklanmalarda, kafa kaldırmalarda hep şu paragraf bitsin, şu bölüm bitsin diye de nokta belirlerim; bilmem benim gibi yapan biri var mı? Kitabın okuduğum kısmında bölümü bırakın paragraf bile yoktu. Her geri dönüşte "nerede kalmıştım ben" diye arayışa girdim.Bu yayınevinin eksiği midir, editörün eksiği midir, çevirmenin eksiği midir bilmiyorum ama ne olduğunu bile anlamadan kitabı bana bıraktırdılar. Değişiklik olursa mutlaka tekrar denerim. (Erdem Red.Fe)

Başını betona çarpmış olan herkes için...: Etkileyici, son derece etkileyici... Kafa dağınıklığı, yalnızlık ve ertelemeciliğin, entellektüel bir mirasyedide bile nelere mâl olabileceği çok ustaca özetlenmiş. Can sıkıntısı kılığına bürünmüş koyu bir melankolinin göğüs kafesini çökerten monologları... (Haydudu)

Beton PDF indirme linki var mı?

Thomas Bernhard - Beton kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Beton PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Thomas Bernhard Kimdir?

9 Şubat 1931'de Avusturyalı bir annebabanın evlilikdışı oğlu olarak Hollanda'da doğdu. Büyükannesiyle büyükbabasının yanında geçen çocukluk yılları sırasında (1932-42) Avusturya'nın çeşitli yerlerini dolaştı. İlk ve orta öğrenimini Salzburg'da yaptı. Ardından müzikoloji ve ticaret öğrenimi gördü. İlk yazısını 1950'de yayımladı. 1952-55 yılları arasında, Salzburg'daki Mozarteum'da müzik öğrenimine kaldığı yerden devam ederken Demokratisches Volksblatt gazetesinin adliye muhabirliğini yaptı. İtalya, Yugoslavya, İngiltere ve Polonya'da dolaştıktan sonra 1965'te Yukarı Avusturya'ya yerleşti. Aldığı birçok önemli ödül arasında 1970'teki Georg Büchner ödülü, 1971'deki Grillparzer ödülü, 1988'deki Prix de Medicis sayılabilir. Çok sayıda anlatı ve tiyatro eseri yazmış olan Thomas Bernhard'ın ilk anlatısı 1963'te çıkan Frost (Kırağı), son anlatısı ise 1988 tarihini taşıyan Auslöschung'dur (Sönüş). Türkçede yayımlanmış yapıtları arasında Odun Kesmek (YKY, 1999); Tiyatrocu (Mitos Boyut, 1999); Bir Çocuk (Mitos, 1997); Soluk Bir Karar (Mitos, 1997); Mahzen (Mitos Boyut, 1994); Neden (Mitos Boyut, 1993) ve Kahramanlar Alanı (Can, 1992) sayılabilir.

Thomas Bernhard Kitapları - Eserleri

  • Bitik Adam
  • Beton
  • Sarsıntı
  • Neden
  • Eski Ustalar
  • Kiler
  • Goethe Öleyazıyor
  • Nefes
  • Ucuzayiyenler
  • Odun Kesmek
  • Soğuk
  • Ungenach
  • Çocuk
  • Kireç Ocağı
  • Wittgenstein'ın Yeğeni
  • Yürümek - Evet
  • Ses Taklitçisi
  • Don
  • Yok Etme
  • Düzelti
  • Amras - Watten
  • Ayın Demiri Altında
  • Hakikatin İzinde
  • Ödüllerim
  • Dünya Düzelticisi
  • Kahramanlar Alanı
  • In Hora Mortis
  • Immanuel Kant
  • Olaylar
  • Ritter Dene Voss
  • Tiyatrocu
  • On Earth and in Hell

Thomas Bernhard Alıntıları - Sözleri

  • Çoğunlukla, sıkıca yapıştığımız noktadan, varolmayı sürdürmek için bütün gücümüzle bir anda başka bir noktaya kopmamız gerektiğinin farkına varmıyoruz. (Beton)
  • Huzur yaşam değildir , diye yazmış Roithamer. (Düzelti)
  • bazen deli olduğumu düşünüyorum (Immanuel Kant)
  • Ich bin unwürdig dieser Berge und Kirchtürme, unwürdig einer einzigen Sternnacht und unwürdig eines jeden Bettlers Fußpfad, der in Traurigkeit endet. - I am unworthy of these mountains and church spires, unworthy of a single starry night and unworthy of any beggar’s footpath that ends in sadness. (On Earth and in Hell)
  • Yıllar boyu süren kırılganlık ve yaralanmadan sonra artık neredeyse hissiz ve yaralanmaz olduk. (Kiler)
  • Yaşamak; kendi istediğim hayatı yaşamak, kendi yolumdan, istediğim yere kadar gitmek. (Nefes)
  • Was werde ich tun, wenn der Wald nur in meiner Phantasie wächst, wenn die Bäche nur mehr leere, ausgewaschene Adern sind? Was werde ich tun, wenn keine Botschaft mehr kommt aus den Gräsern? Was werde ich tun, wenn ich vergessen bin von allen, von allen . . . ? - What will I do when the forest grows only in my imagination, when the streams are but empty, washed-out veins? What will I do when no more messages come from the grasses? What will I do when I’ve been forgotten by all, by all . . . ? (On Earth and in Hell)
  • Sahip olmanız gereken, sağlık sigortaları ve burslar, ödüller ve teşvik ikramiyeleri değildir, ruhunuzun ve bedeninizin vatansızlığıdır, her gün yaşayacağınız umutsuzluktur, terk edilmişliktir, soğuktan titremenizdir, her gün geri dönmenizdir... (Hakikatin İzinde)
  • Ihr sagt nichts, weil ihr zu krank seid, zu sagen, wie groß die Qual ist, die meine Seele durchfurchen mußte vom Abend zum Morgen und durch die Mitternächte, - You all say nothing, because you are too sick to say how great the torment is which my soul had to furrow, from evening to morning, through midnights (On Earth and in Hell)
  • "Rüyalar bile soğuktan telef oluyor. Her şey soğuk oluyor. Hayal gücü, her şey." (Don)
  • İç geçirmelerle geçti gün, yıl duvara asılı kaldı karamsı, çağımın endişeleriyle huzursuz. Sanki daha gençtim. (Ayın Demiri Altında)
  • Geceler en korkunç olanlardı… Sanki her şey beni mahvetmek istiyormuşçasına vardı. (Düzelti)
  • Ich möchte hinausgehen nach der Nacht, und meine Hände und meine Lippen reinigen, ich möchte mich reinigen an der Sonne und an den Gräsern – Aber es regnet, und meine Gräser sind braun und alt – - I should like to go out to the night, and clean my hands and my lips, I should like to clean myself with the sun and with the grass— But it’s raining, and my grass is brown and old— (On Earth and in Hell)
  • Gerçeği bildiğimizi düşünüyorsak, yanılıyoruz demektir, aynı şekilde hata ettiğimizi düşünüyorsak da yanılıyoruz. Anlamsızlık, önümüzdeki tek olası yol, sonunun bir yere çıktığını bildiğim tek yol bu. (Soğuk)
  • "Günümüz dünyası yok olmuş bir dünya değil mi? Dayanılmaz çirkinlikte bir dünya. Nereye giderseniz gidin suratsız, köküne kadar ahmak bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Nereye bakarsanız bakın yıkıntı ve sefalet karşınızda. En iyisi bir sabah hiç uyanmamak. Son elli yıl içinde bizleri yönetenler her şeyi mahvetmiştir. Yaptıkları bir daha düzeltilemez. Mimarlar mahvetmiştir budalalıkları ile. Aydınlar mahvetmiştir budalalıkları ile. Toplum mahvetmiştir budalalığı ile. Partiler ve kilise mahvetmiştir her şeyi budalalıkları ile." (Kahramanlar Alanı)
  • Her şeyi denedik Ve sonunda Hep yalnız bırakıldık (Ritter Dene Voss)
  • "Bir taslaktır dünyaya aradığımız - Biz kendimiz o taslağız." Novalis (Ucuzayiyenler)
  • ...Kiler Reichenhaller caddesindeki değişimi anlatır, 1sabah benim liseye gitmek yerine işçi bulma kurumuna, kendime çıraklık işi bulmak için gidişim ve sonrasında yaşananlar... (Ödüllerim)
  • ... günlük gazeteleri her gün düzenli şekilde okumak - okudukça da onlardan iğrenmek. (Nefes)
  • Trenle üç durak ileride mutluluğu yakalayan insanların işi kolaydır. (Dünya Düzelticisi)

Yorum Yaz