Bilmem Hatırlar mısın? - Ali Çolak Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Bilmem Hatırlar mısın? kimin eseri? Bilmem Hatırlar mısın? kitabının yazarı kimdir? Bilmem Hatırlar mısın? konusu ve anafikri nedir? Bilmem Hatırlar mısın? kitabı ne anlatıyor? Bilmem Hatırlar mısın? PDF indirme linki var mı? Bilmem Hatırlar mısın? kitabının yazarı Ali Çolak kimdir? İşte Bilmem Hatırlar mısın? kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ali Çolak
Yayın Evi: Kapı Yayınları
İSBN: 9944486958
Sayfa Sayısı: 132
Bilmem Hatırlar mısın? Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Unutamamak büyük acılar yaşatır insana, eski acılar...
Bazen de unutmak acı verir, hatırlayamadığın küçücük bir ayrıntı, tatlı biran...
O küçük ve değerli an'ın etrafını temizler, havalandırır, beklersin. Bir yerlerden hayal meyal belirsin, sonra yavaş yavaş görünür olsun, şekillensin istersin. Olmaz, öylece kararıp kalır. Kederlenirsin...
Bir an'ın, bir hayatın yaşanmamış gibi olması ne kadar ürkütücü! Ama gerçek... Ne çok an, ne kadar çok hayat yaşanmamış gibi oluyor; zamanın hoyrat ellerinden kurtarılabilen yaşamaklar ne kadar az!
Şu bizim küçük hayatlarımız da bir gün elbet yaşanmamış gibi olacak. Bütün yazma çabamız, o anlardan birer küçük hatırayı dondurmaktan ibaret değil mi? Zamanın elinden kurtarmak... Bir gün, oturup birbirimize bakacağız. Çok eski zamanlardan açar gibi, kısık bir sesle konuşacağız...
Bilmem hatırlar mısın?
Bilmem Hatırlar mısın? Alıntıları - Sözleri
- Bir kadının sihirli ellerinin değmediği eşyadan, bir kadın gülüşünün aydınlatmadığı evlerden hangi mutluluğu devşireceğiz?
- Derviş gönüllüdür zeytin ağacı, bilen bilir. Nazlanmak yoktur kitabında. Öyle olmasa dağ bayır, gümüş renkli zeytin denizi olur muydu Akdeniz'de, Ege'de. Ah delice ağaç, (yabani zeytine 'delice' denir ki meftun olduğum bir kelimedir) derviş gönüllü ağaç, nicedir senin saldığın sevda içime?
- Susmak, olup biteni ve hayatı 'dinlemek'ti bize öğretilen. Ve orada insanlar gözleriyle konuşurdu. Sonra anladım ki kelimeleri olur olmaz sarf etmemek, eskitmemek gerek. Söyleyince şifâ gibi çıkmalı ağzından. Varıp bir gönlü mâmur etmeli. Susmanın erdem olduğu zamanlar vardı. Allâh dostları 'kıllet-i kelâm' derlerdi buna. Kâmil insan vasıflarından biriydi az konuşmak. Sözün onuru ve hatırı için susmak gerek.
- anılar da bakım istiyor tıpkı aşklar gibi
- Çiçekler kadınların düşleri midir? İçinin sesidir hiç değilse. Konuşarak okşayarak halleştiği dertleştiğidir. Evin evliğini kadının evcilliğini sorarsan bak çiçeklere! Söylesin kadının gönül dili çiçek. Şimdi salonlarda çok plastik çiçek dilsiz! O kadınlar hayâta küsmüş olmalı.
- Yeryüzünde hiçbir ses, hiçbir koku ve yaşanmış hiçbir an bütünüyle yok olmaz, silinmez. Yeri ve zamanı geldiğinde, bir itici güç, bir olay ya da bir çağrışım hiç ummadığımız anda fitili ateşler ve onlar, saklandıkları yerlerden, küllerini silkeleyip çıkarlar: hatırlarız! Hatırlayamadıklarımızın ya zamanı gelmemiştir ya da geçmiştir. Jorge Semprun, "Her şey kaldı bende her şey!" diyordu.
- Gürültü, daima yabancı bir gürültü... Sokağımızın Müslüman sesleri yiteli çok oldu.
- hatıralar defterini daha sık açacağız bundan sonra
- Yazmak sadece bir avuntu, güzel bir aldanıştı. Başkalarının aldatması acı verir, kendi kendini aldatmak oyalar insanı.
Bilmem Hatırlar mısın? İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Deneme türünde yazılan eser eski mahalle yaşantısını, kadınları, çiçekleri, çocukluk anılarını bol bol konu edinmiş kendine. Akıcı dili ve insan temalı içeriğiyle okumaya değer. (hazel serin)
Hatıralarla Yaşamak...: “Mazi kalbimde bir yaradır.” Ali Çolak’ın “Bilmem hatırlar mısın?” kitabını okurken bu şarkı sözü, peşimi bırakmadı. Kitapta yazar deneme türünde çocukluğuna, ilk gençlik yıllarına ait hatıralarını kaleme almış. İnsan belli bir yaştan sonra hatıralarla yaşıyor. Yazar sokağındaki evleri, o evlerdeki koşuşturmayı, erik ağacını, o ağacın altında, çörekler, kekler eşliğinde edilen dedikoduları, fiskosları anlatıyor. “Kaynana, gelin, görümce… Kim demiş, ne demiş? Nereden almış, kaça almış; pek güzel, pek ucuz!” İçilen çaylar, etrafta çocuk neşesi öyle bir anlatılıyor ki, gözlerimin önünde bir sinema sahnesi canlanıyor sanki. “Şu var ki, yapıcıdır konuşmaları kadınların; avunmadır, avutmadır. Paylaşırlar ne varsa içlerinde; saklı-gizli, ayıp dökülür orta yere, sakınılmaz, gülünür kıs kıs, savrulur kahkahalar. İncesinden alaylar, takılmalar.” Sinema sahnesi dedim ya işte ben de çocukluğumun sokağındayım. Toprak yolda, sokağın en sonundaki evin önünde iğde ağacı. Ağacın altında sokağımın kadınları, Berber Saadet, Bekçi Güldane, Çöpçü Ayşe, Şekerci Güldane ellerinde dantellerle otururlardı. Belki görmedim çörekler börekler yanlarında, elimde domates salçası sürülmüş ekmeğimi iştahlı iştahlı yerken ben, onlar konuşurlardı. Ne konuşurlardı bilmiyorum. Belli ki yazarın bahsettiği konular onların da konularıydı. Yazar annesini anlatmış. Her yaz ziyaretine gittiği annesini. Annesinin evini, çocukluğunu, her bir köşesinde hatıralarını çağrıştıran eşyaları, çiçekleri anlatıyor. Belki onlar konuşuyor yazar dinliyor. Bahçesindeki incir ağacından bahsediyor. İnciri dalından koparıp yemesine sevinen annesini anlatıyor. Ah, işte hatırlar benim de peşimi bırakmıyor. İşte ben de bir evdeyim. İşte benim de evimde bir incir ağacı var. İşte ben de koparıyorum dalından bir incir. Ama var işte bir fark: Çocuklar vardır, inciri dalından kopardıklarında anneleri sevinen. Çocuklar vardır, evin direği anneleri olan. Bütün hatıralarını annesinin tebessümünde yaşayan çocuklar. Çocuklar da vardır anneye dair bir hatırası olmayan. Değildir dalından kopardığı incir kimsenin umurunda. Çocuklar da vardır her şefkatli tebessümde annesini arayan. Vardır işte. Yazar, “Ben henüz, annesiz bir dünyada nasıl yaşanır, bilmiyorum.” diyor. Ne kadar fark var aramızda. Asıl siz bana anneli bir dünyayı anlatır mısınız? Gördüklerimin, bildiklerimin dışında bir dünya. Diyor ki yazar, “Annemin telefondaki sesi bile, bu çirkin dünyada üzerime bulaşan kirlerden, arındırmaya yetiyor beni.” Öyledir zannımca: “Bir anneyle ne konuşulur telefonda” bilmeyenler için, anneye dair bu yazılanlar bir anlam ifade etmiyor. Anlam ifade edenler için yazarın şu cümlelerini de buradan aktarmalıyım: “Bir gün dedi ki annem: ‘Sana bütün haklarımı helal ediyorum, hepsini… Yalnız bir tane hakkım var sende, ne biliyor musun?’ ‘Nedir anne?’ ‘Sevme hakkı… Seni seviyorum, hep seveceğim!’ Ne diyebilirdim… Sustum, uzunca sustum.” Yazar kitabında İstanbul’un çiçeklerine de değiniyor. İstanbul’un çiçeği, erguvan mı yoksa lale mi tartışmasını da yazmış. Hilmi Yavuz tercihini hiçbir özen gerektirmeden, tıpkı İstanbul gibi, öylece ve kendiliğinden büyüyen erguvan ağacından yana kullanıyor. İkisi arasında ayrım yapmayan Ayfer Tunç var. İkisinden de vazgeçmiyor ama bir keşkesi var: “Erguvanın da lalenin de ömrü çok kısa ve ikisi de aynı zaman diliminde.” Biz diyor: “Yediveren gül şehri yapalım istanbul’u en iyisi.” Laledir erguvandır derken İstanbul’un çiçeğinin “serseri ot ve plastik çiçek” olduğunu gerçekçi bir dille söylüyor Birhan Keskin. İşte yazarımız hayıflanmasın da kim hayıflansın: “Eyvah, laleler, erguvanlar da geçip gidecek aşklar gibi ve biz, plastik çiçeklerle baş başa kalacağız.” Yazar karanlıkları da yazmış. Şehrin ışıklarının, artık karanlık gecelere müsaade etmediğini, gecenin ve gündüzün iç içe geçtiğini anlatıyor. Eski kış gecelerinde birbirinin yüzlerini görmeden edilen sohbetlerin tadından, yaz gecelerinde seyredilen gökyüzünden, kayan yıldızlardan, tutulan dileklerden söz ediyor. O söz ettikçe kahramanın yerine sanki ben geçiyorum. Yıldızların altında damlarda yattığımız çocukluğumun en güzel anlarına gidiyorum. Hâlâ içimde bir ukdedir, yıldızların altında yatabilmek. Hadi gel yap bu site hayatı içerisinde yapabiliyorsan. Kitap uzayıp gidiyor hatıralarla. Ben ancak birkaç yazıdan bahsedebildim. Tavsiyemdir, bu tarz kitapları okumak insanın ruhuna iyi geliyor. Ali Çolak deneme türünde başarılı bir yazar. Daha öncesinde yine deneme türünde yazılmış “Mavisini Yitirmiş Yaşamak, Günlük Güneşlik Şarkılar” kitaplarını da okumuştum. Onların da tıpkı bu kitap gibi tadı damağımda kalmıştı. Yazımı başladığım şarkıyla bitirmek istiyorum. “Mazi kalbimde bir yaradır Bahtım, saçlarımdan karadır Beni zaman zaman ağlatan İşte bu hazin hatıradır.” (Sait Köşk)
Denemeler sıkıcıdır algısını kafamda yıkan adam. Türk kültürünü sere serpe, gözler önüne öyle güzel seriyor ki sanki hikaye yahut romanmış gibi, kendinizi mekanlarda karakter olarak hayal etmekten alıkoyamıyorsunuz. (A)
Bilmem Hatırlar mısın? PDF indirme linki var mı?
Ali Çolak - Bilmem Hatırlar mısın? kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Bilmem Hatırlar mısın? PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ali Çolak Kimdir?
1965 yılında Nazilli’de doğdu. Toygar İlkokulu’nu, Sümer Ortaokulu’nu ve Nazilli Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirdi. Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi’nde başladığı yüksek öğrenimini ikinci sınıfta bıraktı. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdi ve 1988 yılında buradan mezun oldu. Bir süre bir yayınevinde çalıştı. 1989’un Mart ayında arkadaşlarıyla birlikte edebiyat dergisi Kırkikindi’yi çıkardı.(3 Sayı) Daha sonra Milli Eğitim bakanlığı’na geçerek Mardin’in Savur ilçesinde edebiyat öğretmenliğine tayin edildi. Burada yarım dönem çalıştıktan sonra istifa etti ve İstanbul’da bir özel öğretim kurumunda öğretmenliğe başladı. 12 yıl süreyle öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.
1989’da, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Türk Edebiyatı Bölümü’nde başladığı yüksek lisans çalışmasını, tezini tamamlamadan bıraktı. Çeşitli edebiyat dergilerinde denemeler yazdı. 1992 yılında Zaman gazetesinde köşe yazarlığına başladı. Deneme türünde eserler veren ve çeşitli yayınevlerinden çıkmış 10 kitabı bulunan Ali Çolak, 1996 yılında ‘Günlük Güneşlik Şarkılar’ adlı kitabıyla, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) ‘Yılın Deneme Yazarı’ ödülünü aldı. Ali Çolak, haftada bir yazdığı köşe yazılarının yanı sıra 2001 yılından bu yana Zaman’ın kültür - sanat sayfası editörlüğünü yürütüyor.
Ali Çolak Kitapları - Eserleri
- Mavisini Yitirmiş Yaşamak
- Günlük Güneşlik Şarkılar
- Periyi Uyandırmak
- İnce Sözler
- Bilmem Hatırlar mısın?
- Susarak Konuşalım
- Yitik Hüzün
- Söz Işıldağı
- Günsarısı
- Günün Ötesi
- Şair Dediğin
- Bir Bahçe Düşü
- Ama Sözcükleri Götüremezler
- Bir Ateş Yakmak
- İslam’a Göre Anadolu’da Düğün Adetleri
Ali Çolak Alıntıları - Sözleri
- 'Kaçmak'... galiba bugünlerde ruhum en çok onunla meşgul. Kendime mi, uzaklara mı, meçhule mi? Ne önemi var... (Yitik Hüzün)
- " Bu kentin koynuna girdiğim günden beri Cebimde ölümüm Avuç avuç dağıtırım insanlara bir türlü tükenmez ölümüm." Alâeddin Özdenören (Bir Bahçe Düşü)
- ''Aşkın şiddetine mukavemet edecek ve fakat birbirine değdikçe alev alacak kelimelerimiz yok artık.'' (Bir Bahçe Düşü)
- Dağı taşı, kurdu kuşu, cümle yaratılmışı dost bilsek kendimize... (Günün Ötesi)
- Delirecekmişim gibi hissediyorum. Bu korkunç çağda daha fazla yaşamayı sürdüremem. (Periyi Uyandırmak)
- İnsan çağımızda gönül tarlasına durmadan put dikiyor. Kendi türettiği eşyaya, kendi kurduğu sisteme veya kendinin yücelttiği insana tapmak yoluyla kendine tapmaya çalışmakta belki de. Kendini dolaylı yoldan putlaştırmanın boş deneyinde.. (Ama Sözcükleri Götüremezler)
- Oyuncağın kıt olduğu zamanlarda yaşamanın güzel bir yanı var mıydı? Bu bir avuntu değilse evet vardı! Mecburiyetten, elinden iş gelir çocuklar olmuştuk. Çakıyla, testereyle, keserle kendi oyuncağımızı kendimiz yapabiliyorduk. Harikulade uçurtmalar yapar uçururduk mesela... Küçücük ellerimizle yaptığımız oyuncakları hiçbir fabrika üretemezdi... (Bir Ateş Yakmak)
- Yitirdiğinin farkına varmak, belki de aramaya başlamak için ilk adımdır. (Mavisini Yitirmiş Yaşamak)
- İçinizde bir kıpırtı oluyorsa karlar savrulunca, yüreğiniz kamaşıyorsa, yaşınıza başınıza aldırmayın. Çıkın sokaklara, yürüyün, ıslık çalın, türküler söyleyin... Size eşlik eden birileri mutlaka olacaktır. Hiç kimse yoksa, gece yarısı bir dostunuzu uyandırın, İsmet Özel'in dediği gibi. Ona kar musikilerinden söz edin. İçinizi beyaz bir şarkı kaplasın sabaha kadar... (İnce Sözler)
- Çocukluğun cumartesileri, biraz uyku, tatlı bir tembellik, naz ve en çok da oyun değil midir? Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen, ama o kadar da çabuk bitiveren, sabun köpüğü gibi uçup giden, ardında ince yorgunluklar, zaman dinlemeyen çocukça arzular ve akşam kızıllıklarına doğru yükselen toz bulutları bırakıp giden bol ışıklı bir gün... (Günlük Güneşlik Şarkılar)
- İnsan insandır ve acılar evrenseldir. (Günsarısı)
- Onlar hüznü bir ceyiz Çileyi ince bir nergis Ve gülerken bir dağ silsilesi Taşırlar Ve acıdan ibarettir Kayıtlarımızda anneler (Bir Ateş Yakmak)
- İnsan bir hatıra oluyor nihayetinde (Susarak Konuşalım)
- Ahmet Haşim'in 'hastalığı' ise. Allah affetsin, yine boğazındandır fakat bu normal bir 'yemek' tutkusu değildir. Haşim toprak yer! Evet, toprak ... Masasının üzerinde, mavi bir çanak için-de, kili hiç eksik etmediğirıi en yakın arkadaşları anlatır. Büyük bir iştah ile yediği bu kili, zamaan zaman misafirlerine de ikram ettiği olmuştur. Hani şu vaktiyle. hamamlarda saça sürülen koyu toprak rengindeki kil yok mu, şair işte onu çerez gibi atıştırır: Üstelik böbrek hastası olduğu ve kumlu şeyler yememesi icap ettiği halde ... Bu vaziyetine şahit olan Abdülhak Şinasi Hisar, onun iştahla yediği toprakta çocukluk günlerinin kokusunu buldu-ğunu anlatır: "Karanlık ve yalnız saatlerinde bu toprağı, ağzına alıp çiğnediği zamanlar, onun kokusunda belki çocukluğunun, Dicle'nin geçtiği mevsimlerde ve en eski gecelerinin titrek, hislerini buluyordu. Haşim, bu kili ağzına alınca belki o eski toprakların, gecelerin, sıcakların usaresini bir meme gibi emdiğini duyuyor ve ruhuna onların tadının döküldüğünü duyuyordu (Şair Dediğin)
- Sevdiğini hiç söyleyememek ne acıdır! (Günün Ötesi)
- Mendil kadar toprağım olsa dünyada Bir ağaç dikip de şöyle yaslansam Dalından bir kazma sapı yapsam bir de ok Tabutunu kendi çakmış bahtiyar olsam Şaban Abak (Mavisini Yitirmiş Yaşamak)
- Yeryüzünde hiçbir ses, hiçbir koku ve yaşanmış hiçbir an bütünüyle yok olmaz, silinmez. Yeri ve zamanı geldiğinde, bir itici güç, bir olay ya da bir çağrışım hiç ummadığımız anda fitili ateşler ve onlar, saklandıkları yerlerden, küllerini silkeleyip çıkarlar: hatırlarız! Hatırlayamadıklarımızın ya zamanı gelmemiştir ya da geçmiştir. Jorge Semprun, "Her şey kaldı bende her şey!" diyordu. (Bilmem Hatırlar mısın?)
- Şimdi, varsa yoksa plastik ve mutlu kadınlar sanatı. (Yitik Hüzün)
- Ağrıya, melâle, kedere tutulmuşlar, huzursuzlar... Hangi çağda, nerede yaşarsa yaşasın, buluyorlar birbirlerini.. (Ama Sözcükleri Götüremezler)
- Hepimiz ayrı ayrı tutulduk dünyaya Denizi görenler deliye döndü Gökyüzüne bakışı vardı bir ceylanın Bütün ömrümce unutamam... (Susarak Konuşalım)