Buhranlarımız ve Son Eserleri - Said Halim Paşa Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Buhranlarımız ve Son Eserleri kimin eseri? Buhranlarımız ve Son Eserleri kitabının yazarı kimdir? Buhranlarımız ve Son Eserleri konusu ve anafikri nedir? Buhranlarımız ve Son Eserleri kitabı ne anlatıyor? Buhranlarımız ve Son Eserleri kitabının yazarı Said Halim Paşa kimdir? İşte Buhranlarımız ve Son Eserleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Said Halim Paşa
Tasarımcı: Medine Efe
Yayın Evi: İz Yayıncılık
İSBN: 9789753550741
Sayfa Sayısı: 304
Buhranlarımız ve Son Eserleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İslamcı fikir ve devlet adamı Said Halim Paşanın çok önemli sekiz eseri bir arada... "Buhranlarımız" genel başlığı altında toplanmış bulunan yedi kitabı: Meşrutiyet, Taklitçiliğimiz, Fikir Buhranımız, Cemiyet Buhranımız, Taassup, İslam Dünyası Neden Geri Kaldı?, İslamlaşmak ile son olarak yazdığı ve "İslamın devlet teşkilâtı, başkanı, meclisi, partileri, seçimleri, kanun koyma ve icrâ kuvvetleri ile nasıl olmalıdır?" sorusuna cevap veren İslam Devletinin Siyasî Yapısı adlı eseri... Ayrıca "Hâtırât"ından elde bulunan bir bölüm ve I. Dünya Harbine neden girdiğimizi açıklayan "Cevaplar"ı...
Buhranlarımız ve Son Eserleri Alıntıları - Sözleri
- İşin tuhafı Batı hayranı olan bu aydın sınıfın zihniyeti, kendisine üstad tanıdığı, Batı zihniyetine, hiçbir bakımdan benzemez. Bizimkiler, kendi memleketleri hakkında ileri sürdükleri son derece kötümser ve yıkıcı tenkidleri ile kendilerini gösterirler. Bunların tenkidleri, meseleleri izah ve isbat edemedikleri için ithamlarla ve anlayamadıkları için de inkâr ile doludur. Bunlar, elde hâlen mevcut olanı ve memleketimizin yaşayan gerçeğini bilmezler; fakat nasıl olmamız gerektiğini bize öğretmeye kalkışırlar.
- Bizi hiç bir şey memnun etmiyor. Her şeyde ümitlerimizi kıracak bir noksan buluyoruz.
- Ancak Osmanlı ülkesini kendi hesaplarınca çoktan paylaşmış olan büyük devletler, sahiplendikleri bölgelere, öteki devletlerin yanaşmasına müsaade etmiyorlardı. Osmanlı hükümeti kendi topraklarında yapacağı bir ıslahat için yabancı devletlerin gönlünü yapmak zorundaydı. Bu da ancak, onlara da bazı proje teklifleri ve imtiyazlar verilerek temin olunabiliyordu.
- Osmanlı Devleti, bir cihan devletidir. Onun yerini ancak tek bir devlet alabilir. O da: yine Osmanlı Devleti'dir.
- Karşı safta bulunan üç devlet, dünyadaki hemen bütün müslüman memleketleri muhtelif şekillerde sömürge haline getirmişlerdir. Osmanlı Devletinin idaresindekiler hariç, yüz milyonlarca müslüman onların esareti altında idi.
- Fikrimizce bütün bu fenalıkları doğuran: Batı medeniyetini anlamadan taklit edişimizdir.
- Çünkü hiçbir medeniyet, hiçbir vakitte kadın hürriyeti ile başlamadığı gibi, aksine bütün medeniyetlerin, kadınların tam hürriyetlerini ele geçirmeleri ile mahvolup gittikleri tarihin en gerçek olaylarından biri olarak sabittir.
- Vatanın başına gelen felaketler, vatan evlatlarının ahlaki noksanları sebebiyledir.
- Müslüman milletlerin kurtuluşu ve saadeti onların tam olarak İslamlaşmalarına bağlıdır.
- Sosyal vazifelerimiz, dinimizin esasında mevcuttur.
- Kadının da bir medeniyet unsuru olmak kıymet ve ehemmiyetini taşıdığında şüphe yoktur. Buna hiçbir şekilde itiraz edilemez.
- İçtimai hürriyetler, insanları daima birbirine bağlamış, siyasi hürriyetler ise birbirlerinden ayırmıştır.
- İslam milletlerini bugünkü halinden kurtarmak emeli ile yola çıkan aydınlarımızın, milletlerini İslamiyet'ten ayırmak ve Batılılaştırmak istemekle, ne büyük bir gaflete düştükleri anlaşılmış olmalıdır.
- Bir memleketin müesseselerinin en muazzez, en kıymetli millî miras olduğunu ve millî müesseselerin terk edilmesinin millî varlıktan da feragat demek olduğunu anlayamamışlardır.
- Bugünkü geriliğimiz, varmak istediğimiz hedefin ne olduğunu bilmeyişimizin neticesidir.
Buhranlarımız ve Son Eserleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
KURTULUŞ İSLAM'DA İSE, MÜSLÜMANLAR NEDEN İSLAM'DAN KAÇIYOR!: Sait Halim Paşa “Buhranlarımız”da bir kısım doğru tespitlerde bulunmasına rağmen, krizlere çare olarak da Şeriate daha sıkı sarılmayı önermesi, meselenin özünü kavrayamadığını göstermektedir. Zira bilinen insanlık tarihi boyunca din eksenli hiçbir ülkenin insanı mutlu, huzurlu olmamıştır. Örneğin “Asrı Saadet-Saadet Asrı” diye andığımız o dönemde bile dört halifeden üçü, yöneticisi oldukları insanlar tarafından katledildi, Cemel savaşında 10.000, Sıffin savaşında 70.000 Müslüman yine Müslümanlarca boğazlandı! Peygamberin torununun başı kesildi ve ailesinden 72 kişi Fırat’ın kenarında susuzluktan, açlıktan öldü. Paşa. “Hz. Muhammed’in öğretileri olmasa insanlık mutluluğu keşfedemezdi” dediğine göre: Bilinen 150 bin yıllık insanlık tarihi boyunca, İslam gelene kadar insanlar hep mutsuzmuş ve Müslüman olmayan, şeriatla yönetilmeyen 6 milyar insan, mutluluk nedir bilmiyormuş. Paşa ve paşa gibi düşünenlere sormak lazım: “Şeriat ve İslam mutluluğun anahtarı ise, günümüzde milyonlarca Müslüman neden ezan okunan ülkelerden, çan çalınan ülkelere kaçmak için yollarda can veriyor? Yoksa 1400 yıldır bu Kur-an’ı anlayan, onu doğru yorumlayan bir Müslüman çıkmadı mı ki, İslam coğrafyası, Firavunlar, Roma ve cahiliye dönemlerinden bile daha büyük, daha vahşi, haksızlık, hukuksuzluk, zulüm ve zalimlikler, yağma talanlarla anılır. Din günümüzde olduğu gibi inanç olmaktan çıkarılıp siyasete sermaye edilince, Mitolojik dinler döneminde de, semavi dinler devrinde de hep haksızlık, hukuksuzluk, kan, gözyaşı, zulüm kaynağı olmuştur, olmaya da devam edecektir. İÖ 399 yılında Sokrates, 70 yaşındayken, Atina tanrılarını (Zeus ve diğer tanrılar) inkâr etmekle suçlanır ve Zeus Şeraitine göre, 500 kişilik bir jürinin kararıyla idam edilir. Sait Halim Paşa: Müslümanların kurtuluşunu şeraitte gördüğü gibi, “batı da şeriatı keşfedecek ve mutluluğu bulacak” diyor. Paşa'nın. "Devlet başkanlarını kimse sınırlayamamalı, siyasi partiler olmamalı" dediğine göre, o kurtuluş olarak gördüğü "Şeriat" tam da Osmanlı padişahları ve son yıllardaki tek adam rejimi olmalı ama iyi de neden buhranlar-krizlerden bir türlü kurtulamıyoruz?" Kitapta bunun cevabı yok. Geçmişte yüz yıllarca birbirini boğazlayan, Engizisyon Mahkemeleri kararıyla “cadı” diye yüz binlerce insanı yakan Avrupa'da günümüzde bir nebze huzur mutluluk var ise, bu onların din ekseninden kurtulup, seküler yönetim tarzına geçmesindendir. Öyle ya. Siz “Tanrı Zeus Oliypos Dağından bizi gözetliyor” dersiniz, halkın bir kısmı buna belki inanır ya da inanır gibi görünür ama bir kısmı da sizin alenen yalan söylediğinizi veya vehimlerinizi gerçekmiş gibi anlattığınızı fark ederek size başkaldırır. Dolayısıyla bir Osmanlı başbakanı ve aydını olan Sait Halim Paşa’nın bile, gerçeklerden ne kadar uzak ve ham hayal içinde olduğunu görmek, Osmanlının neden yıkıldığını anlamak için Paşanın “Buhranlarımız” kitabını okumanızı öneririm. (Halil Korkmaz)
Said Halim Paşa, çekirdekten bir devlet adamı ve idarecidir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın torunu ve vezir Halim Paşa'nın oğludur. Kendisi de devlet idaresinde çeşitli görevler yapmış, 1913'ten 1917'ye kadar Sadrazamlık görevini icra etmiştir. Harp suçlusu olarak yargılanması için kendisi tevkif etmiş. İstanbul, İngilizlerce işgal edilince (1919'da) Malta'ya sürülmüş 2 yıl sonra serbest kalmış. Fakat İstanbul'a KABUL EDİLMEDİĞİ İÇİN yurt dışına gitmek zorunda kalmış(1921). Ve aynı yıl bir Ermeni(tahmin) tarafından kaldığı evin önünde vurularak şehit edilmiştir. *** Elimizdeki kitap 8 ayrı eserden oluşuyor. Eserler oldukça kısa ve net tutulmuş. Sanki bir kitabın özeti gibi olmuş. Bu kadar yoğun bir tempoda ve savaş yıllarında bu bilgilere şükretmek gerekir. Kitaplara tek tek değinmek istemiyorum. Paşa eserlerde Türk aydınına ciddi eleştiriler getiriyor. Batılılaşmaya savaş açmış. Eleştirileri için mantıklı argümanlar sunuyor. Ve izlenmesi gereken yola değiniyor. Kitabı okuyup günümüze baktığınızda verdiği bilgilerin ve yaptığı tespitlerin tutarlılığı ile karşılaşacaksınız. Maalesef 100 yıl önce fark edilmiş tespitleri bugünleri gören bizler yapamıyoruz. Bu biraz da Halim Paşa'nın ilmiyle alakalı bir durum. Paşa'ya kulak verilirse yapılan hatalar bir nebze telafi edilebilir. Çünkü İstiklâl Harbi hiç bitmedi. Sadece savaşın formatı değişti. Yazar Şeriatın öneminden bahsediyor ve çıkış yolunu, kendi özümüzden ve kültürümüzden yola çıkarak, kendimize uygun bir yönetim şekli ve kanunlar çıkararak bulabileceğimizi söylüyor. Çünkü her ülkenin tabiatı farklıdır dolayısıyla başka ülkelerin sistemlerini almanın bizi özümüzden koparacağını söylüyor(gelinen nokta da onu haklı çıkarıyor) Batı toplumu ile aramızdaki farklardan bahsediyor. Onların sisteminin niçin bize uygun olmadığını delilleri ile izah ediyor. (tabi burada Batıdan öğrenmemiz gereken pozitif ilimlerin zarûri olduğunu da inkar etmiyor). Son bölüm ise yazarın hatıratını kapsıyor. Maalesef tamamlanmadan şehit ediliyor. Ama 1. Cihan Harbi hakkında ufuk açıcı ve DERS KİTAPLARINDA OLMAYAN bilgiler mevcut. Mesela, ben lise yıllarımda bu Osmanlı ne kadar salak derdim. Fransa-İngiltere-Rusya ile ittifak kurmak varken niçin Almanya derdim. Ders kitaplarında Almanya'nın yanında savaşa girmemizin gerekçeleri ile O dönemin Başbakanı (sadrazam) olan Said Halim Paşa'nın söyledikleri birbirine ters. Paşa, İngilizlerin yanında girmek istediklerini fakat kabul edilmediğini söylüyor. Paşa'yı niçin tarafsız kalmadın diye eleştiriyorlar. Ama çok mantıklı açıklamalar var. Bizim toprak bütünlüğümüzü düşünen İtilâf devletleri isteseydi bizi kendi safına alarak savaşı çok daha kolay ve kısa sürede bitirirdi fakat istemediler. Tarafsız kalın dediler. Bu hiç samimi değil niyeti zaten baştan belli. Fakat eğitim sistemimiz sağolsun başka düşmana gerek var mı? Kitap, Said Paşa'nın Yüce Divan'da yargılandığı sual-cevaplar ile son buluyor. Arkadaşlar Paşa'ya Yüce Divanda sorulan sorulardan birisinde şöyle bir ifade var: "İtilâf devletlerinin şerefli ve faydalı teklifleri". Yani şu cümleyi okurken utandım ben. (bu arada yargılanmayı kendi istedi demiştik) 1921 de ülkesine gelip hizmet etmeliydi. Fakat onu bir takım kişiler Türkiye'ye sokmadılar. Bu kadar iyi yetişmiş bir politikacının ve alimin, kendi vatanı için mücadele etmiş birininin niçin İngiltere'nin yolladığı sürgünden geri dönemediğini, kimlerin buna mani olduğunu öğrenmek isterdim. Bilen beri gelsin. *** Kitabın dili oldukça sade ve anlaşılır. Akıcı bir kitap sıkılmadan okunabilecek cinsten. Bu tür kitaplar kahramanlık hikayeleri içermiyorsa sıkılmadan okunması zordur normalde ama yazar kıvamı güzel tutturmuş. (Oldi)
Kaybettiklerimiz, Aradıklarımız...: Neleri kaybettik? Sorusunu soran o kadar çok eser gördük ki.. Neler bizim devamız? Sorusunun cevabını veren ise yok denecek kadar az İşte bu öyle bir eser Başucu kitabı ünvanını sonuna kadar hak edenlerden.. İçinden bir bölüm bırakıyorum buraya Kitap hakkında fikir edinmek için birebir Osmanlı Türklerinin Müslümanlıktan Uzaklaşmaları Osmanlı Türkleri maddî ve manevî birçok üstünlüklere sahip bir millettir. Fakat İslâm'dan önceki medeniyetleri pek az ilerlemişti. Bu sebeple İslâm’ı kabul ettikten sonra, bu dinin esaslarını kolayca benimsediler ve başarı ile tatbik ettiler. İslâm'dan önceki devirlerde, ilerlemiş medeniyetler kurmuş olan milletler ise, İslâm'ı kabul ederken, eski medeniyetlerinin zararlı tesirleri altında kalmışlardı. Müslümanlığı kabul eden milletler arasında İslâm’ın esaslarını en iyi anlayan ve en güzel şekilde tatbik eden Türkler oldu. Bu da onlara, büyük bir imparatorluk kurarak İslâm’a bütün öteki milletlerden daha fazla hizmet etmek imkânı verdi. Türkler hâkimiyetlerini yıkılmış olan devletlerin enkazıyla kurdular ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun hükümet merkezini kendilerine payitaht yaptılar. Fakat hüküm sürdükleri memleketler içinde azınlıkta idiler. Bu yüzden hem son derece çeşitli ırklarla dolu olan bu muhitin, hem de İran ve Arap tesirlerinin altında kaldılar. Bu tesirlerle hiç farkına varmaksızın Müslümanlık’tan uzaklaşmaya başladılar. Sonunda ötekiler gibi gerilediler. Ötekilerden yalnız, istiklâllerini muhafaza ederek, bu farkla ayrıldılar. Sonra Avrupa ile temaslar neticesinde düşmüş oldukları uyuşukluktan silkinip uyanmak istediler. Fakat bu noktada mâzilerindeki büyüklüğü meydana getiren kuvvetin İslâm olduğunu unutarak, bu kuvvetin Batı’dan gelebileceğini zannettiler. Selâmeti, daha önce buldukları tarafta, yani İslâm’ın ahlâk, yaşayış ve siyâsetinde arayacakları yerde, Batı’nınkilerde bulacakları fikrine düştüler. Bir taraftan Avrupa milletlerinin kuvveti ve refâhı, diğer taraftan arada kurulan dostluk münasebetlerinin artması neticesinde, gerek hükümeti ve gerek umûmî efkârı sevk ve idare eden aydınlar şuna inandılar ki: «Bugünkü düşüşten kurtulup yükselmek ve bu suretle memleketi muhakkak olan çöküşten kurtarmak için tek çare Batı’yı taklit etmektir.» Diğer bir söyleyişle: «Onların bütün esaslarını, bütün telâkkilerini kabul ederek, kendimizinkileri unutmaktır.» Halbuki bizim bütün müesseselerimiz, sırf İslâmî esaslardan ve İslâmî telâkkilerimizden doğmuştu. Eskilerin yerine Batı’ya göre kurulmuş müesseseler koymak için, onların zayıf ve geri kalmış hallerinden istifade ettiler. Eski müesseselerin düzeltilmesi veya tadil edilmesine gidilmeyerek, yeniden yapılması, icad edilmesi tercih edildi. Böylece, şeriat kürsüleri ile medreseler bulundukları halde bırakıldılar. Halbuki bu iki kuruluş, yani adalet mahkemeleri ile ilim ve marifet müesseseleri, birçok asırlar yaşamış, Osmanlı Devleti’nin azamet ve şevketini temin etmişlerdi. Islâh çareleri aranacak yerde, zavallılar acınacak bir halde terk edildiler. Fakat kendisini idare edenlerden daha akıllı ve daha kadirbilir olan halk bu müesseselere bağlı kaldı. Aydınlar da sırf bu bağlılıktan çekindikleri için onları tamamen kaldıramadılar. Fakat zayıf halleriyle ölüme terk ederek, yanı başlarında yeni tarzda mahkemeler, mektepler kurdular. Bu yeni kurulanlar ise, Fransız mahkemeleri ile Fransız mekteplerinden üstünkörü alınmış olduklarından, getirildikleri muhit ile hiç ilgileri yoktu. Memleketimize Fransa’nın kendisi kadar yabancı idiler. Son asırda, bu usul ile meydana getirilmek istenen bütün yenilikleri burada saymak lüzumsuz bir külfet olur. Yalnız şu kadar söyleyelim ki: Bunların hepsi, bizim inanç ve esaslarımıza karşı asırlardır beslenen derin bir husûmet hissinin bütün alâmetlerini taşıyorlardı. İşte «teceddüt» adı verilen bu yenilikler, asırlardan beri kurulup yerleşmiş olan inançları, fikirleri, telâkkileri, an’aneleri, hisleri ve ahlâkı harap etmekten başka bir iş görmediler. Kısacası, memleketimizi, her gün çeşit çeşit meş'um neticelerini gördüğümüz tam bir «manevî kargaşalık»a sürüklemekten başka şeye yaramadılar. Batı medeniyetinin tesirleri ile meydana gelen ve günümüzde «Osmanlı Rönesansı = Osmanlı Uyanışı» diye adlandırılan hareket, ikinci bir «İslâm'dan Uzaklaşma»dır. Çok garip bir ihtilâl devresi yaşıyoruz. Bizzat memleket, kendini idare etmekte olanlarla mücadele ediyor. Onların aşırılıklarına, evham ve hayallere dayanan tasavvurlarına karşı devamlı harp ederek, aydınlarını itidale, hikmet ve basirete davet ediyor! Benzeri görülmemiş olan bu gayritabiî hâl, ne çeşitte olursa olsun bütün ihtilâllerin muhakkak uyandırdığı tepkiyi şimdiye kadar geciktirmiştir. Fakat buna daima mâni olacak da değildir. Bir gün gelecek, İslâm gerçekleri, Müslümanlığa karşı çıkan sapıklıkları bir kere daha yenecektir. Hükümdarı, yeryüzündeki Müslümanların halifesi bulunan bu memleket, bir kere daha İslâm milletlerin başına geçerek, onları mutluluk yollarına sevk edecektir. Türklerin İslâm’dan uzaklaşmalarının sebebini sadece Batı medeniyetinin manevî tesirlerinde aramayalım. Bu büyük bir hata olur. Çünkü Hristiyan hükümetlerin bize karşı besledikleri derin ve tükenmez kin de aynı derecede tesirli olmuştur. Bu «yenileşme»lerin başladığı devirlerde devlet adamlarımız: Memlekete Batı taklidi müesseseleri ve onlarla beraber Avrupalı telâkki ve esasları getirirsek, Avrupa hükümetlerinin sevgilerini kazanmaya, eski düşmanlıklarını hafifletmeye ve bencilliklerini yumuşatmaya muvaffak olacağız sandılar. Bu zanna düştükten sonra da, memleketi İslâm’dan uzaklaştırmak mecburiyetinde olduklarına inandılar. Yukarıda yazdıklarımızla, Türkiye'nin nasıl olup da kendisini mâzisine bağlayan rabıtalardan büyük kısmını koparmış ve nasıl olup da saadetini temin edecek olan gâyeden bu kadar uzaklara düşmüş olduğunu, kısaca anlatmış bulunuyoruz. Görülüyor ki, birincisinde Şarklı milletlerin tesiri ile İslâm’dan uzaklaşmıştık, ikincisinde ise Garplı milletlerin tesiri ile uzaklaşmış olduk. Fakat bu ikincisine bir an evvel son verilmezse bizim için çok tehlikeli olacaktır. Çünkü bu seferki uzaklaşmamızda, İslâmî hakikatlerin yerine bazı nazariye ve faraziyeler koyuyoruz. Bunlar ise Batı cemiyetlerinin gelişmelerine bağlı olarak doğan, değişen ve ölen birtakım görüşlerdir. Varlıkları ve yok olmaları anidir. Evvelden bu millet, istemeyerek, bilmeyerek İslâm’dan uzaklaşıyordu. Hattâ bu uzaklaşma sırasında gücü yettiği kadar, daha çok İslâmlaşmaya çalıştığını zannediyordu.{186} Bugün ise bilerek ve büyük bir istekle, her türlü vasıtaya başvurarak İslâm’dan uzaklaşıyor. Bizler önceleri, milletçe geri kalmamıza sebep olarak «İslâmiyeti daha çok anlayıp daha iyi tatbik edemeyişimizi» gösteriyorduk. Kabahati kendimizde buluyorduk. Bugün ise geriliğimizin sebebini kusur ve ihmallerimizde değil, «dinimizin bizi bağladığı esasların noksan oluşunda» arıyoruz. (Mehmet Akif Akman)
Kitabın Yazarı Said Halim Paşa Kimdir?
Sait Halim Paşa, 11 Haziran 1913 - 14 Şubat 1917 tarihleri arasında, fiili gücün İttihat ve Terakki ve özellikle de Talat Paşa - Enver Paşa - Cemal Paşa üçlüsü elinde olduğu bir dönemde sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.rnrn1863 yılında Kahirede doğmuştur. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşanın dört oğlundan biri olan Mehmet Abdülhalim Paşanın oğludur. Sait Halim Paşa ilk ve orta tahsilini Kahirede özel olarak yapmış, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca öğrenmiştir. Daha sonra İsviçrede beş yıl siyasal bilgiler öğrenimi görmüştür.rnrn1888de Mîr-i Mîran rütbesi ile ve Mecîdî nişanı ile Şûra-yı Devlet (Danıştay) âzâsı olmuştur. Kendisine, 1889da II. ve 1892de I. rütbe Osmânî ve 1899da murassa Mecîdî nişanı, 1900de de Rumeli Beylerbeyi pâyesi verilmiştir. 1908de ise bulunduğu Şûrâ-yı Devlet âzâlığından kadro dışı bırakılmış, ancak aynı dönemde Belediye genel seçimlerinde Yeniköy belediye dairesi reisliğine tayin olunmuştur. Daha sonra ise Cemiyet-i Umumiye-i Belediye ikinci reisliği, 1908de de Âyân Meclisi âzâlığı yapmıştır. 23 Ocak 1912-23 Temmuz 1912 tarihlerinde Şura-yı Devlet reisliği de kendisine verilmiştir.rnrnSait Halim Paşa 1912de reislikten çekilmiştir. Bu sırada İttihat ve Terakki Cemiyetinin genel sekreterliğine seçilmiş, Mahmut Şevket Paşanın sadrazamlığı sırasında 1913de de 2. defa Şûrâ-yı Devlet reisliğine ve üç gün sonra Hariciye Nezaretine (Dışişleri Bakanlığına) atanmıştır. Mahmut Şevket Paşanın şehit edilmesinden sonra 1913de Sadrazamlığa (Başbakanlığa) ile getirilmiştir.rnrnSait Halim Paşa, 1913 Eylülünde, Bulgarlarla Edirnenin Osmanlı devletinde kalması ve Meriç nehri hudut olmak üzere sulh imzalanması hizmeti sebebi ile Padişah tarafından İmtiyaz Nişanı ile onurlandırılmıştır.rnSait Halim Paşanın mezarırnrnOsmanlı Devleti 1914 yılında tarafsızlığının ihlal edilmesi nedeni ile I. Dünya Savaşına katıldı. Bu süreçte Almanya sefiri Baron Wangenheim ile Yeniköyde Sait Halim Paşa Yalısında ittifak anlaşması imza edilmiştir. 1915te Hariciye Nazırlığından, 1917de Sadrazamlıktan çekilmiştir (yerine Talat Paşa geçmiştir).rnrn1919 Mart ayında harp ilanı sırasındaki bazı kabine azaları ve Sait Halim Paşa tutuklanmış, Paşa, diğer milletvekilleri ile beraber tahliye olunduktan sonra Romaya gitmiştir. 6 Aralık 1921de bir Salı günü akşamı araba ile evinin kapısına geldiği sırada Ermeni komitacısının silahlı saldırısına uğrayarak hayatını kaybetmiştir. Naşı İstanbula getirilmiş ve 30 Aralık 1921 günü Yeniköydeki yalısından alınarak büyük törenle II. Mahmut Türbesinin bahçesine defnedilmiştir.
Said Halim Paşa Kitapları - Eserleri
- Buhranlarımız ve Son Eserleri
- Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı
- Buhranlarımız
- Said Halim Paşa Bütün Eserleri
- Bütün Eserleri
- Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız
- Buhranlarımız
- Toplumsal Çözülme
Said Halim Paşa Alıntıları - Sözleri
- Batı uygarlığının parlaklığına öyle hayran olmuş, öyle tutulmuşuz ki, onu oluşturan nedenleri kavramaktan aciz kalmışız. Söz konusu nedenlerin sonuçlarını, uygarlığı oluşturan nedenler gibi anlama yanlışına düşmüşüz... (Bütün Eserleri)
- Kadının da bir medeniyet unsuru olmak kıymet ve ehemmiyetini taşıdığında şüphe yoktur. Buna hiçbir şekilde itiraz edilemez. (Buhranlarımız ve Son Eserleri)
- Çünkü eğer biz bir ilerleme neticesi olarak daha fazla serbestliğe hakikaten ihtiyaç duysaydık, onu elde etmeye ciddi olarak gayret ederdik. (Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız)
- Çok garip bir ihtilal devresi yaşıyoruz. Bizzat memleket, kendini idare etmekte olanlarla mücadele ediyor. Onların aşırılıklarına, evham ve hayallere dayanan tasavvurlarına karşı devamlı harp ederek aydınlarını itidale, hikmet ve basirete davet ediyor! (Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız)
- Bir bireyin ya da bir toplumun durumunun iyiliğinin, manen ve fikren yükselmesinin yalnızca kendi çabasına bağlı olduğu bir gerçektir. Öyleyse başkalarının çaba ve çalışmaları sayesinde aczimizi telafi edemeyeceğimizi itiraf ve kabul etmek zorundayız. (Said Halim Paşa Bütün Eserleri)
- Bir milletin sahip bulunduğu hürriyetinin derecesi, manevi ve fikrî ilerleme yolunda sarf edeceği cehd ve gayretlerle ölçülür. (Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız)
- Bir yönetim, yalnız bir adamın veya bir partinin değil, belki bütün bir kuşağın eseridir. (Buhranlarımız)
- Bir Fransız'a sorunuz ki eğer Fransa hükümet adamları, komşuları olan İngilizlerin kanun ve tüzüklerini uygulamaya kalkışacak olurlarsa Fransa'nın hâli ne olur? Buna cevap olarak, şüphesiz Fransa'nın mahvına sebep olur diyeceğinden şüphe yok. (Buhranlarımız)
- Özgürlük, insanoğlunun gerçeği arayıp bulma ve adaleti uygulama yolunda harcanan çabasının ürününden başka bir şey değildir ve bir milletin eriştiği özgürlüğün derecesi, ancak fikri ve manevi ilerlemenin ana yolunda harcayabileceği adımların ölçüsüdür. (Buhranlarımız)
- Bir idare yalnız bir adamın veya bir partinin değil, bütün bir neslin eseridir. (Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız)
- Ona göre "her yol Roma'ya değil, "her yol Mekke'ye gider". (Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız)
- Çünkü memleketin çöküşüne sebep olan eski nesiller gibi duyup düşündüğümüz müddetçe ve onlarla aramızdaki fark aynı fikir ve hislerin meydana çıkış şeklinden ibaret bulundukça, bizim neslimizin de geçen nesillerden daha iyi bir şey yapamayacağı apaçık ortadadır. (Buhranlarımız ve İçtimai Hayatımız)
- Yine öğreneceğiz ki, herhangi bir ulusun yasa ve gelenekleri, üzerinde yaşadığı topraktan daha değerli olan manevi yurdunu temsil eder. Çünkü, herhangi bir topluluğu ulus durumuna getirenler bunlardır. Başka bir ulusun egemenliği altına giren bir toplum, toprağını değil, yasa ve geleneklerini kaybettiği için bağımsızlığını kaybeder... (Bütün Eserleri)
- Toplumsal sorunlar konusunda gösterdiğimiz bütün bu Batıperestlik bizi, Batı biçimide demokratlaştırma isteğinden başka bir şey değildir. Oysa biz, ortaya çıkışımızdan beri en gerçek bir demokrasi içinde yaşamış, temelden demokrat bir toplumuz. Uygulamak istediğimiz Batı demokrasisi ise daha dün doğmuş, türlü kötülüklerle lekelenmiş, iğreti ve geçici bir durumdur. Aristokratik bir geçmişle, bugünkü Batı toplumunu bıktıran ve bazı önlemler almaya zorlayan eşitlikçi eğilimler arasında bir değişim durumudur. (Said Halim Paşa Bütün Eserleri)
- Batı uluslarının imrenmemiz gereken yönleri, geleceğe doğru aşama yapmak için seçtikleri ilkeler, bu ilkelere gösterdikleri saygı ve bunları korumak için gösterdikleri özveri olmalıdır. Onların amaçlarına ulaşmak için uyguladıkları yöntemlere bakmamalıdır. Asıl imrenilecek şeyler, onların çalışma biçimleri, eğitim yöntemleri ve özverili yurtseverlikleridir. İşte Batı uluslarının gerçekten hayran olunması ve örnek alınması gereken yönleri bunlardır. (Said Halim Paşa Bütün Eserleri)
- Türkiye aleyhinde yürütülen bütün faaliyetlerde şuurlu-şuursuz, açık ya da saklı olarak katı bir Haçlı Seferleri ruhuna dönüş ortaya çıkmaktadır. (Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı)
- Bir ulus, bir zorbayı zorla tahtından indirmekle özgürlüğünü kazanmış olmaz. Öncelikle yapılması gereken şey, zorbalığın geri gelmesini engelleyici önlemleri almaktır. (Bütün Eserleri)
- Vatanın başına gelen felaketler, vatan evlatlarının ahlaki noksanları sebebiyledir. (Buhranlarımız ve Son Eserleri)
- Mustafa Kemal'in kusuru, memleketi kurtarma meselesinde onun şanını elinden alabilecek bütün rakiplerini ortadan kaldırmak için her yola başvurmasıdır. (Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya Savaşı)
- Oysa biz ortaya çıkış zamanımızdan beri, en gerçek bir ” demokrasi sistemi altında yaşamış, esasen demokrat bir milletiz. Uygulamak istediğimiz Batının demokrasisi ise henüz dün varlık kazanan, çeşitli kötülüklerle lekeli, sahte ve geçici bir yapıdır. Aristokratik uzun bir geçmişle bugün Batı toplumunu bıktıran ve bazı önlemlere sarılmaya zorlayan eşitlikçi eğilimler arasında bir inkılâp durumu dur. Osmanlı demokrasisi ise esaslı ve kesin toplumsal bir durumdur. (Buhranlarımız)