diorex
Dedas

Çöplüğün Generali - Oya Baydar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Çöplüğün Generali kimin eseri? Çöplüğün Generali kitabının yazarı kimdir? Çöplüğün Generali konusu ve anafikri nedir? Çöplüğün Generali kitabı ne anlatıyor? Çöplüğün Generali kitabının yazarı Oya Baydar kimdir? İşte Çöplüğün Generali kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 21.02.2022 02:00
Çöplüğün Generali - Oya Baydar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Oya Baydar

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750710889

Sayfa Sayısı: 264

Çöplüğün Generali Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Oya Baydar'ın yeni romanı Çöplüğün Generali, hayali bir ülkede geçiyor. Okurumuza bir hayli tanıdık gelecek bu ülkede, günün birinde, çöplüklerde, boş arazilerde gömülüp bırakılmış bombalar, mermiler bulunmaya başlar. Bu durum giderek bir yazarın dikkatini çeker ve yazar bu konunun çevresinde bir roman yazmaya koyulur. Ne var ki romanını tamamlayamadan kaybolacaktır. Bundan sonrası, Çöplüğün Generali'nin sayfalarında.

Son zamanlarda okuduğunuz en çarpıcı, en şaşırtıcı romanlardan biri olacak Çöplüğün Generali. Son sayfasına kadar nefes nefese okuyacağınız kitap sizi, politika, şiddet, bilim, ordu ve sivillerin dünyası, toplumsal bellek, unutmak-hatırlamak konuları üzerinde bir kere daha düşünmeye zorluyor. Oya Baydar, insan haklarına, barışa, insani olan her şeye yöneltilmiş evrensel şiddete son derece zarif bir yapıtla karşı çıkıyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Çöplüğün Generali Alıntıları - Sözleri

  • Belki de hepimiz, herşeyi seziyoruz, biliyoruz. Ama gözümüzü kulağımızı kapatıyoruz. Görmüyoruz, duymuyoruz; çünkü görüp duyarsak birşeyler yapmamız gerekecek. Ve konuşmuyoruz; çünkü korkuyoruz. Canavarın kuyruğuna yapışmıyoruz. Aman bırakın, sakın uyandırmayın canavarı, diye bağırıyoruz dışardan. Canavarı yakalamaya çalışır gibi yapanların kim olduğunu, neye hizmet ettiklerini de bilmiyoruz. Belki de canavarın ta kendisidir kendi kuyruğuyla oynayıp bizimle alay eden.
  • İlgilenmek eski çağlarda kalmış bir duyarlılık. Herkesin değilse de çoğunluğun kendi küçücük dünyasına kapanıp çevresiyle ilişkiyi kesmeyi yeğlediği, böylece kendini güvende hissettiği bir toplumda yaşıyoruz.
  • Üç maymun figürünü bilirsin, değil mi? Üç Maymun kimilerine göre mutluluğun simgesidir. Geleceğin mutlu budalalar toplumunun simgesi.
  • Üç maymun vebasını yenmenin tek yolunun korkuyu aşmak, düzene sorgusuz boyun eğiş karşılığında kazanılan huzur, refah ve güvenliği yitirmeyi göze alıp hastalığın üstüne üstüne gitmek, öğrendiğimiz gerçekleri herkese duyurmak, unutmanın önüne geçmek olduğunu artık biliyorum. Virüs ancak böyle etkisizleştirilebilir
  • ..babaannemin sözü : Çok laf yalansız çok mal haramsız olmaz.
  • Yaşamın kendisi bu kadar acımasızsa onu uzatmaya çalışmak neye yarar?
  • “Şu virüslerden kurtulamadı dünya; her şeye çare bulunuyor, yapay canlı bile üretiliyor, genlerle istendiği gibi oynanıyor ama virüs salgını olunca insanlık çaresiz kalıyor...”
  • “Bana sorarsan, dünyanın geleceğini virüsler belirleyecek, bir de o virüslere hükmedenler...”
  • İnsan bazen olmadık bir şey kafayı takar. Aslında takıntınızın anlamsız olduğunu, boşuna vakit kaybettiğinizi bilirsiniz, yine de sürekli o konuyu düşünmekten kendinizi alamazsınız.
  • Gördüklerini görmezden gelmek bu toplumda erdem sayılan bir alışkanlık.
  • "Bana sorarsan dünyanın geleceğini virüsler belirleyecek, bir de o virüslere hükmedenler."
  • “Belleğinden görüntüleri, adları, sözcükleri, olayları silebiliyorsun, sildiğini sanıyorsun; ne ki kokular, sesler, ışık titreşimleri, etin acısı, yüreğin acısı, duygu kırıntıları bir yerlere sinip kalıyor. Hiç umulmadık bir anda, saklandıkları en derin, en karanlık bellek koyaklarından çıkıp dışarı fırlıyorlar. Kokular sesleri, sesler ışıkları, acılar utançları çağırıyor; yeniden birleşiyor, tek bir duygu olup bilince çıkıyorlar. Duygular unutmaya direniyorlar.”
  • Üç maymun vebasını yenmenin tek yolunun korkuyu aşmak, düzene sorgusuz boyun eğiş karşılığında kazanılan huzur, refah ve güvenliği yitirmeyi göze alıp hastalığın üstüne üstüne gitmek, öğrendiğimiz gerçekleri herkese duyurmak, unutmanın önüne geçmek olduğunu artık biliyorum. Virüs ancak böyle etkisizleştirilebilir.

Çöplüğün Generali İncelemesi - Şahsi Yorumlar

" unutmak hatirlamaktan zordur. Insan ancak tanidiklarindan uzakta, yalnizlikta unutur. Hatirlatacak sesler, yuzler, izler silinmelidir unutmak icin. Unutmak, eger ki hasta degilseniz, kendiliginden olmaz, caba ister." (Murat Gür)

Oya Baydar'ın yarı ütopik bu romanı aslında bir uyarı niteliğinde. Geleceğe, şimdiye, geçmişe ve bizlere dair. Roman her ne kadar yarı ütopik olsa da çok uzak bir gelecekte değil yaşananlar. Bu tür romanlarda okurun tarafında genellikle oluşan yanlış bir kanı vardır: Kitapta anlatılanlar yalnızca geleceğe çağrıdır. Hayır, bu çağrılar yalnızca geleceği değil, şimdiyi hatta geçmişi bile insana sorgulatma potansiyeline sahiptir. Romanın kendisi de zaten bunu insana gösteren bir yapıya sahip. Kitapta genel olarak "gören körler", "duyan sağırlar" anlatılmakta. Yakın bir gelecekte ve ülkede çöplüklerde, boş arazilerde gömülmüş bomba, silah ve mermiler bulunur. Bu durum bir yazarın dikkatini çeker, tüm bunları içeren bir roman yazmaya başlar. Romanını tamamlayamadan ortadan kaybolur. Yazarın kaybolmasından yaklaşık yarım asır sonra geçen hikayede yazarın yazdığı şeyler ve kimi olaylar kahramanımızın dikkatini çekmeye başlar. Sonrasında gelişecek olan olaylar birçok kişiyi etkisi altına alacaktır. Konusu dışında, anımsattıkları ile öne çıkan Çöplüğün Generali, insanı düşünmeye ve sorgulamaya itiyor. İnsanların bilip de suskun kalması, farklılık oluşturacağından korktuğu için "farkındalık" geliştirememesi gözler önüne serilmiş. Farklılık rahatsız edicidir, çünkü ortada bir "alışılmış" vardır. Sırf "alışılmış" olduğu için yanlışları doğru kabul etme gibi bir çılgınlığı da anlatmış bize Baydar. Farkındalık konusu toplumsal hayat da dahil birçok konuda geçerli. Şayet bu, insanların farklılığı yanlış kabul etmesinden; nadir olan bir şeyi yok sayma eğilimlerinden kaynaklanıyor. "Farklı" olarak tanımlayabileceğimiz birçok insanı da toplumdan dışlamamız da bu yüzden olsa gerek diye düşünüyorum. Sırf bizden biri olmadığı, bize benzemediği için dışlanan kişilerden bahsediyorum. Bu davranışımız dahi bizim ne denli "ben" duygusuyla beslendiğimizi ve kendimizi ne denli üstün gördüğümüzü kanıtlıyor. "Farklılık" dediğimiz kavramın yalnızca bizim etrafımızda olabileceğini (başkalarına göre biz de elbette farklı olabiliriz) sanmamız da cabası. İşte bu zayıflığımız yüzünden, kitapta da bahsedildiği üzere, tekdüze insan kitleleri oluşturmak çok kolay. Tüm insani duygularımızın teker teker unutturulması ve insanların birer "görmedim", "duymadım"cılara dönüştürülmesi mükemmel bir şekilde resmedilmiş. Ayrıca çok önemli bir detayı da yansıtmış okurlara Baydar. İnsanların birbirine bir şekilde bağlı olduğunu (çeşitli olayların tetiklenmesi bakımından), dolayısıyla bir insan bile "gördüm!", "duydum!" veya "hatırlıyorum!" dese bu sayede bunun ister istemez diğer insanları da etkileyeceğini anlatmış bizlere. Bir haksızlık ile karşı karşıya geldiğimizde dediğinden şaşmayan bir kitle vardır: "Sen mi kurtaracaksın insanlığı"cılar mesela. Ne kadar yanlış! Bir kişi bile farkındalık kazansa bunun bile insanlığa bir faydası olduğunu görmek istemezler. Çünkü farkındalık insanın rahatının bozulmasıdır. Hani cahil insan en mutlu insandır derler ya aynı o mantık. Bu açıdan insanlara bulaşmış olan "unutma virüsünü" okura çok başarılı bir şekilde anlatmış Baydar. Ayrıca hikayenin içinde okurun dikkat ettiği takdirde yüzünü gülümsetecek ölçüde başarılı ironiler de bulunmakta. Çöplüğün Generali gerek okura anımsattıkları ile, gerekse de başarılı kurgusu ile okunmaya değer bir eser. Hepsinden önemlisi de "farkındalık" kazandıran bir yapıt Çöplüğün Generali. (Nympheutria)

Malum virüs yüzünden yaşadıklarımızdan sonra romanı okurken hislerim de düşüncelerim de karmakarışık oldu çünkü 2009’da yazılmış olan bu roman günümüzle inanılmaz benzerlikler taşıyor. Kitap, politik bir distopyayı anlatan bir bilim kurgu romanı adeta. Çok mu karışık? Hemen sadeleştiriyorum: Olaylar bizim ülkemize çok benzeyen adını bilmediğimiz bir yerde roman zamanıyla 60-70 yıl sonrasında geçiyor. Haliyle teknoloji çok ilerlemiş ama iyi mi olmuş kötü mü, orası tartışılır. Son zamanlarda okuduğum romanlar arasında en merak uyandırıcı başlangıçlardan birine sahip olan eser iki ana eksende kurgulanmış: romanın geçtiği gelecek ve roman içindeki (yarım) romanın geçtiği geçmiş (evet, yine bir roman içinde roman durumu var, sevdiğim için çekiyorum ben bu tür romanları sanırım). Romanda anlatım son derece sade aslında hatta derinlikten yoksun bile diyebiliriz. Romanda geçen olaylar gerçek olmasını istemeyeceğiniz kadar ürkütücü ama yaşanmış olaylardan yola çıkıldığını hissettirecek kadar da çarpıcı. Yazar da buna aşırıya kaçan bir sıklıkla dikkat çekiyor zaten. Olayların geçtiği şehrin, ülkenin hatta hiçbir karakterin ismine yer verilmemesi anlatılanların ne kadar evrensel olabileceğine dair en büyük gösterge. Karakterlerin hemen hemen hepsi zaten tipleme olarak yaratılmış. Buraya kadar her şey yolunda sayılabilir ama romanda belirli noktalarda sıkça göze çarpan kopukluk ve fazla miktardaki tekrarlar roman içinde beni bekleyen olumsuz sürprizlerdi. Yine de merak unsurunun iyi kullanıldığı, konunun yer yer fazla gözümüze sokulduğu romanda gerilim ve duygusal unsurlara da yer verilmiş. Romanı Türkiye’nin yakın tarihiyle ilgilenen ve sosyopolitik kaygıları olan okurlar okumalı diyorum. Unutmadan, romanda kollektif bellek ve unutma üzerine muazzam tespitler var, tam da merakımı cezbeden bu konuyla karşılaşmak beni mutlu etti. (Nur)

Kitabın Yazarı Oya Baydar Kimdir?

Oya Bardar (1940, İstanbul), Türk yazar, sosyolog. Uzun zaman sosyalist siyasetin içerisinde yer almıştır. T24 internet gazetesinde yazarlık yapmaktadır.

Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'nde okudu. Lise öğrencisi iken Fransız yazar Françoise Sagan’dan etkilenerek ilk romanını yayımladı. Lise son sınıfta iken yazdığı Allah Çocukları Unuttu adlı gençlik romanını hem Hürriyet gazetesinde tefrika oldu hem de kitap olarak yayımlandı. Bu roman yüzünden neredeyse okuldan atılıyordu. Lise yıllarında yazdığı ilk romanlarından sonra yazmaya ara verdi, uzun zaman siyasetle uğraştı, olgunluk çağında yeniden edebiyata döndü.

1964'te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi ve bu bölüme asistan olarak girdi. "Türkiye’de İşçi Sınıfı’nın Doğuşu ve Yapısı" konulu doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler olayı protesto için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay ilk üniversite işgali eylemi oldu. Baydar, daha sonra Ankara Hacettepe Üniversitesi'nde asistanlık yaptı.

1971'deki 12 Mart Darbesi sırasında, Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) üyesi olarak, sosyalist kimliği nedeniyle tutuklandı ve üniversiteden ayrıldı. 1972-1974 arasında Yeni Ortam, 1976-1979 arasında Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu. Sosyalist yazar, araştırmacı ve eylem kadını olarak tanındı.

12 Eylül Darbesi sırasında yurtdışına çıktı ve 12 yıl boyunca Almanya'da sürgünde kaldı. Burada, sosyalist sistemin çöküş sürecini yakından yaşadı. Bu süreci 1991’de yayımladığı Elveda Alyoşa adlı öykü kitabında anlattı.

1992’de Türkiye’ye döndü. Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan İstanbul Ansiklopedis'nde redaktör ve Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi'nde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Türkiye’ye döndükten sonra ardı ardına yayınladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı ve sevilen bir yazar oldu.

Ödülleri

Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikaye Armağanı

Kedi Mektupları ile 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü

Sıcak Külleri Kaldı ile 2001 Orhan Kemal Roman Ödülü

Erguvan Kapısı ile 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü

Hiçbir Yere Dönüş ile 2011 Akdeniz Kültür Ödülü

Oya Baydar Kitapları - Eserleri

  • Sıcak Külleri Kaldı
  • O Muhteşem Hayatınız
  • Erguvan Kapısı
  • Köpekli Çocuklar Gecesi
  • Çöplüğün Generali
  • Kedi Mektupları

  • Kayıp Söz
  • Elveda Alyoşa
  • Yolun Sonundaki Ev
  • Hiçbiryer'e Dönüş
  • Yetim Kalacak Küçük Şeyler
  • Surönü Diyalogları
  • Bir Dönem İki Kadın

  • 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri
  • Savaş Çağı Umut Çağı
  • Allah Çocukları Unuttu
  • Erguvan Kapısı
  • Madrit'te Ölmek

Oya Baydar Alıntıları - Sözleri

  • “İnsanın içindeki ses susunca mı yitiyor söz, yoksa anlamsızlık duygusu yazarı sözün bittiği yere götürdüğünde mi?” (Kayıp Söz)
  • “Anneni hep sevmiştim, seni doğurduğu için bir kat daha sevdim.” (Kayıp Söz)
  • "Zamanı öldürmeye sabah 8 ' de başlıyoruz.Önce saniye saniye sonra dakika dakika sonra saat saat işkenceyle ölüyor zaman ..." (Elveda Alyoşa)
  • "... Yaşama ölümle varılmıyor, ölümden yaşam doğmuyor." (Erguvan Kapısı)
  • Özgürlüğü kullanabilmenin de kazanabilmek kadar güç olduğunu düşünüyorum. Özgürlüğü ne yapacağını bilemediğinde ona ihtiyacın da olmuyor. Bir de tutsağın özgürlük korkusu var. (80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri)
  • Bir gün "Biz ayrı gayrı bilmezdik. Nereden çıktı bu düşmanlıklar, nasıl bu hale geldik," diye konuşurken, bir Ermeni arkadaşımız, içime çok oturan, vicdanımı sızlatan bir söz söyledi: "Evet siz bilmezdiniz ama biz bilirdik," dedi. (Bir Dönem İki Kadın)

  • İnsan aşkın nesnesini kendisi mi yaratır? Aslolan, âşık olunan kişi ya da nesne değil de duygunun kendisi midir? Sevdiğimizi değil de içimizde büyütüp beslediğimiz duyguyu yitirmekten mi korkarız? (O Muhteşem Hayatınız)
  • "Ben seni; duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim." (Elveda Alyoşa)
  • Kendi sözleri kendine anlamsız geliyor. Anbean tükenirken bunca söze ne gerek var! Kendi içine dönmeli, susmalı insan. Yenilgiyi sindirmeli, bir kez daha yenilmeye hazırlanmalı. (Köpekli Çocuklar Gecesi)
  • Kusursuzu, güzeli, doğruyu aramak bütün hayatlarını doldurmuş; hayatlarının anlamı, yaşamlarının nedeni olmuş. Sonra tam bulduklarını sandıkları anda bir de bakmışlar ki, doğru sandıkları yanlış, kusursuz sandıkları eksik, güzel sandıkları çirkinmiş. (Kedi Mektupları)
  • Ömür boyu yaşanan, biriktirilen yüzbinlerce, milyonlarca ânın toplamıdır insan. (Yetim Kalacak Küçük Şeyler)
  • Neden çevremdeki her şey bu kadar hüzünlü ve bu kadar kısa? (Allah Çocukları Unuttu)
  • "Bırakırsam/ diye sürdürdü kadın, "kendimden de bir parça bırakıyorum geride. Ve bıraka bıraka o kadar azaldım ki artık, bir daha ne bağlanmaya, ne de bırakmaya gücüm yok." (Kedi Mektupları)

  • Yaşıyorum, ne fevkalade ve ne korkunç birşey bu! Hayatı bütün kuvvetiyle içimde hissediyorum. Korkuyorum. Tam aksini iddia etmeme rağmen hayata fazla bağlıyım. (Allah Çocukları Unuttu)
  • Başka bir kader, başka bir zafer için kuşatılmış şu yenik askerlere benziyor hayat! (Kedi Mektupları)
  • Ve adlar, adlar, adlar... Kimlerin adları? Ölenlerin, öldürülenlerin; nerede, neden? Unutulmaz mı, bitmez mi? İnsanlara destanlar gerektiği için mi çağlar boyunca diri tutulur acılar? Ya da destanlar, acılar küllenip de intikam ateşi hiç sönmesin, diye mi aktarılır kuşaktan kuşağa? Hatırlamak mı, unutmak mı rahatlatır insanı? (O Muhteşem Hayatınız)
  • Yürüyüşün kendisi bile umut vericiydi. Sonra yürüyüş hedefin yerine geçti.Yolda olmanın sağladığı tatmin,varış noktasını bulanıklaştırdı.Yolumuzu şaşırdık, yanlış adımlar attık. Hedeften uzaklaştık bazen hedefe yürüyüşün sağladığı tatminin aldatıcı bir umut olduğunu düşünüyorum. (Surönü Diyalogları)
  • Birinin bana ihtiyacı olduğunu, benim için yaşadığını bilmeğe dayanamıyordum. Böyle olduğu müddetçe hür değildim. (Allah Çocukları Unuttu)
  • Bir söz arıyordum, bir ses duydum Bir çığlığın peşine takılıp uzaklara gittim Duyduğum sesin şiddetten doğan acının sesi olduğunu bilmiyordum, öğrendim O sesi izledim, sözü buldum Söylecek bir sözüm var artık... (Kayıp Söz)
  • “Bölünme korkusu kitlelere öğretilmiş bir korku. O korkuyu taşıyan saf, masum, sıradan insanlar buraları tanımazlar bile. Çatışmalar, ölümler, şehitler olmasa, muktedirler bıkmadan usanmadan şeytanlaştırmasalar, televizyonlardan duymasalar Cizre nerede, Şırnak nerede, Sur neresidir, oralarda nasıl insanlar yaşar, bilmezler. Bölüneceğinden,ayrılacağından korktukları toprakların rengini, kokusunu, dağlarındaki çiçekleri, karın lekesiz beyazını,ormanlarındaki ağaçları tanımazlar. Yolları geçmişse buralardan, askerlik yaparken geçmiştir. O zaman da buraları arkadaşlarının şehit düştüğü düşman toprakları, tekinsiz yerler olarak bellemişlerdir zaten. Haritada yerlerini gösteremeyecekleri bu tuhaf adlı toprakların ellerinden gitmesinden ödleri kopar; ama kendi yaşadıkları toprakların ne kadar kendilerinin olduğunu sorgulamak akıllarına gelmez.” (Surönü Diyalogları)

Yorum Yaz