Dilimiz Üstüne Konuşmalar - Melih Cevdet Anday Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Dilimiz Üstüne Konuşmalar kimin eseri? Dilimiz Üstüne Konuşmalar kitabının yazarı kimdir? Dilimiz Üstüne Konuşmalar konusu ve anafikri nedir? Dilimiz Üstüne Konuşmalar kitabı ne anlatıyor? Dilimiz Üstüne Konuşmalar PDF indirme linki var mı? Dilimiz Üstüne Konuşmalar kitabının yazarı Melih Cevdet Anday kimdir? İşte Dilimiz Üstüne Konuşmalar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Melih Cevdet Anday
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789753633192
Sayfa Sayısı: 100
Dilimiz Üstüne Konuşmalar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Anadilimizi konuşmak başka bilmek başkadır. Dilimizin bilincine varmak her yurttaş için gerekli sayılmalı. Türkçe'nin, çok geniş bir bölgede konuşulan, yapısal karakteri çok güçlü bir dil olduğu düşünülünce, dilimizin bilincine varmaya çalışmak sıkıcı bir iş değil, tatlı bir uğraştır." Melih Cevdet Anday, dildeki ulusallaşma, birlik, özleşme çabasında gönüllü bir savaşçı durumunda.
Dilimiz Üstüne Konuşmalar Alıntıları - Sözleri
- "od" sözcüğü bugün sadece "odun" sözcüğünde yaşıyor. Ama bilenimiz çok mudur dersiniz "odun" sözcüğünün içinde "ateş" anlamına gelen bir "od" sözcüğünün bulunduğunu?
- telefon, telgraf, teleskop, telefoto... sözcüklerindeki o "tele" öneki uzak anlamına gelen bir Yunanca sözcük, ötekiler de sırası ile "ses", "yazı", "görünü", "resim"... anlamlarına geliyor ve böylece bu uydurma sözcükler sırası ile "uzak-ses", "uzak-yazı", "uzak-görünü", "uzak-resim"... gibi anlamları veriyor bize.
- Ne diyor İkinci Mahmut: "Arapça kitaplar eksiktir, onlarla tıp bilimini öğrenemeyiz" diyor. Arapçayı yeni sözcükler türeterek zenginleştirmek de bize düşmez sanırım. Biz o dili zenginleştireceğimize, kendi dilimizi güçlendirsek daha iyi olmaz mı? Kuşkusuz daha iyi olur, örneğin Almanlar hem ölü dilköklerinden yapılma terimleri, hem de German köklü terimleri kullanıyorlar. Ama biz Arapça tıp kitabını bırakıp Fransızca tıp kitabına geçmişiz; hep dilimizin zenginleştirilmemesinden, güçlendirilmemesinden. Bir ulus her şeyden önce kendi öz dilinin olanaklarını genişletmeye bakmalıdır.
- Yıllar önce Paris Üniversitesi'nde geçmiş bir olayı anlatayım size. Orada temel dil Fransızca olduğu için, Üniversite, öğrencilerden bir yabancı dil bilmelerini de istiyor. Bizim Türk öğrencileri, düşünmüşler taşınmışlar, ikinci dil olarak Türkçeyi seçtiklerini bildirmişler Üniversiteye. Bunun üzerine de Üniversite, bu Türk öğrencilerin Türkçeden sınava girmelerini istemiş. O zaman orada Doğu Dilleri Enstitüsü'nde Profesör Jean Deny vardı, Türk dili uzmanı. Türkçenin en iyi gramerlerinden birini yazan odur. İşte Türk öğrencilerini bu Profesör Jean Deny'nin karşısına çıkarmışlar. Bana anlattıklarına göre, öğrencilerimizin çoğu o sınavda başarı kazanamamış. Demek anadilimizi konuşmak başka, bilmek başka.
- Farsçadaki "peder", İngilizcede "father" olmuş çıkmış, "birader", "brother", "mader", "mother" olmuş...
- Örneğin, "Ahmet dâhi gelmedi" diyorlar. Yanlış. Bu sözcüğün de ilk hecesi kısa, ikinci hecesi uzun okunmalı. Arapça "dahî" dilimizde ayrı yazılan de-da bağlacı ile karşılanır: "Onun da hakkı var" tümcesinde olduğu gibi. Ancak sayın dinleyenlerim, bitişik yazılan de-da'lar "kalma" durumunu gösterir, bizim konumuz olan "dahî" ile bir ilintisi yoktur. "Bahçede oturdum" gibi. Ancak biz "dahî" ile "dâhi"yi karıştırırsak, çoğu zaman anlatmak istediğimiz konuyu Arap saçına döndürebiliriz: "O dâhi gelmedi" dersek, karşımızdakinde gelecek adamın bir "dâhi", bir üstün kişi olduğu sanısı uyanır. Onun için kullanacaksan doğru kullanalım, "dâhi" demeyelim, "dahî" diyelim son hecesini uzatarak, ilk hecesini değil. Bana sorarsanız, "O dâhi gelmedi" diye yanlış söyleme olasılığı bulunan tümceyi, "O da gelmedi" biçiminde söylemek en iyisidir. Başımıza ne geliyorsa hep yabancı sözcüklerden geliyor. Konuşurken olsun, yazarken olsun, Türkçe sözcüklerde yanlışa düşmeyişimiz, ya da düşülen yanlışların çok az oluşu ne öğreticidir! Giderek biz okuması yazması olmayan yaşlı bir insanımızdan, kimi sözcüklerin en doğru söylenişini öğrenebiliriz.
- “Program’ sözcüğü de çoğunlukla yanlış söylenen sözcüklerden biri. Okumuş yazmışlar, yabancı dil bilenler arasında bile onu yanlış söyleyenler çıkıyor. ‘Porogram’ ya da ‘proğram’ diyenler var. Yanlıştır! Neyi nasıl söyleyeceğimize önem vermemiz gerek.. Bakın Türkçe Sözlük bu ‘program’a Türkçe bir karşılık gösteriyor: ‘tasımlama’ diyor. Gerçi yaygın bir sözcük değil daha ama, sonuçta Türkçe! İnsanlarımız hele bir dillerine dolasınlar, bakın nasıl tutar, günlük dile giriverir!...”
- “Yıllar önce Paris Üniversitesi’nde geçmiş bir olayı anlatayım size. Orada temel dil Fransızca olduğu için, Üniversite, öğrencilerden bir yabancı dil bilmelerini de istiyor. Bizim Türk öğrencileri düşünmüşler, en kolayından ikinci dil olarak Türkçeyi seçtiklerini bildirmişler Üniversiteye. Bunun üzerine de Üniversite, bu Türk öğrencilerin Türkçeden sınava girmelerini istemiş. O zaman orada Doğu Dilleri Enstitüsü’nde Profesör Jean Deny vardı, bir Türk dili uzmanı. Türkçenin en iyi gramerlerinden birini yazan odur. İşte Türk öğrencilerini bu Profesör Jean Deny’nin karşısına çıkarmışlar. Bana anlattıklarına göre, öğrencilerimizin çoğu o sınavda başarı kazanamamış.. Demek ki neymiş: Anadilimizi konuşmak başka, bilmek başka!...”
- “Dilbilginleri, çeşitli diller arasındaki benzerlikler üzerinde durarak, bunların aynı bir dilden geldikleri varsayımını, kuramını ortaya atmışlardır. Gerçekten de birbiri ile ilgisiz, birbirine uzak bulunan diller arasındaki kimi benzerlikler şaşırtıcıdır.. Söz gelişi, İran nerdeee, İngiltere nerde! Ama Farsça ile İngilizcenin benzerliği göze batacak gibi. Örn. Farsçadaki ‘peder’, İngilizcede ‘father’ olmuş çıkmış, ‘birader’ ‘brother’, ‘mader’ ‘mother’ olmuş.. Dahası var; Farsça ‘tu’ ‘sen’ demek. Fransızcada da öyle. Ufak bir söyleyiş ayrımı ile Fransızlar ‘tu’ (tü) diyorlar. Farsçada ‘tu est’ ‘sensin’. Fransızlar ise ‘es’i ‘e’ okuyarak, (tü e) diyorlar. Şu ‘est’ ‘dır’ cevher fiili, İngilizcede ‘is’, Almancada ‘ist’ olmuş...”
- “Teyakkuz” mu, “takayyüz” mü diye çırpınacağımıza, bunun Türkçesini söylesek, “uyarı” desek, niçin yanlış olsun?.. Türkçesini kullansak, sözgelişi ‘hülasa’ yerine ‘özet’ desek daha iyi değil midir? İşte Türkçecilik bizi bu gereksiz güçlüklerden, yanlışlardan kurtaran en doğru yoldur...”
- “Ne diyor İkinci Mahmut: ‘Arapça kitaplar eksiktir. Onlarla Tıp bilimini öğrenemeyiz,’ diyor. Arapçayı yeni sözcükler türeterek zenginleştirmek de bize düşmez sanırım! Biz o dili zenginleştireceğimize, kendi dilimizi güçlendirsek daha iyi olmaz mı? Kuşkusuz daha iyi olur. Örneğin Almanlar hem ölü dilköklerinden yapılma terimleri, hem de German köklü terimleri kullanıyorlar. Ama biz, Arapça Tıp kitabını bırakıp Fransızca Tıp kitabına geçmişiz. Hep kendi dilimizin zenginleştirilmemesinden, güçlendirilmemesinden. Bir ulus her şeyden önce kendi öz dilinin olanaklarını genişletmeye bakmalıdır!...”
- Tanzimat dönemindeki, Servet- i Fünun dönemindeki ozanlarımız Yunus Emre'yi okumazlar, onu küçük görürlerdi. Namık Kemal, Sahaflar çarşısında Yunus Emre'nin birkaç şiirini içeren bir kitapçık bulduğunu ve onu elinden attığını anlatır bir yazısında.
- İsrail devleti kurulduktan sonra, orada İbrani, ölü dil sayılan o eski Yahudice devlet dili durumuna getirildi; fakat dünyanın dört bucağından İsrail'e göç eden Yahudiler bu dili bilmiyorlardı. Yaşlılar, İbrani öğretim yapan okullardaki çocuklarından öğrenmeye başladılar onu. Bizim yaşlılarımız hiç de o durumda sayılamazlar. Bizim bütün sorunumuz, Türkçeye "kaba Türkçe" diyen eski anlayışı bir yana bırakmak için savaştır. Yabancı bir sözcüğün Türkçesini söylemek utanılacak bir şey değildir, üzülecek bir şey de değildir. Alışkanlıklarımızdan bu güzel konuda az da olsa vazgeçemez miyiz? Biraz çaba, biraz iyi niyet, bu iş için yeter de artar bile. Kimseye yeni bir dil öğretmeye kalkan yok, kendi dilimizi öğrenelim.
- "Teyakkuz" mu, "takayyüz" mü, diye çırpınacağımıza, bunun Türkçesini söylesek, "uyarı" desek niçin yanlış olsun?
- Türkçe sözcüklere istek yoktu o zaman. Bir şiirde, bir yazıda Farsça, Arapça, Fransızca sözcükler ne denli çok kullanılırsa, o şiir, o yazı o denli güzel olur, beğenilir sanılıyordu. Şunu da sırası gelmişken ekleyeyim, bizim Tanzimat dönemindeki, Servet-i Fünun dönemindeki ozanlarımız Yunus Emre'yi okumazlar, onu küçük görürlerdi. Namık Kemal, Sahaflar çarşısında Yunus Emre'nin birkaç şiirini içeren bir kitapçık bulduğunu ve onu elinden attığını anlatır bir yazısında.
Dilimiz Üstüne Konuşmalar İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Dil Devrimimizin önemini anlatan harika bir kitap...: Kitap, yazarımızın 1975 yılında Cumartesi günleri yaptığı ‘Dilimiz’ adlı radyo programının 11 haftalık yayınının kitaplaştırılmış hali. Türkçenin, diğer dillerin etkisinden sıyrılırsa dilin daha anlaşılır hale geleceğinden, diğer dillerden geçen kelimelerin yanlış kullanımlarının önüne geçileceğinden bahsediyor. Yazar, sadece Arapça, Farsça kelimelerden değil, Batı kökenli sözcüklerden de olabildiğince arınalım düşüncesini savunuyor. Yabancı kelimelere Türkçe karşılık kullanma ve türetme konularıyla alakalı yazılar mevcut. ‘Öztürkçeciler’, ‘Batı özentisi’, ‘Şark düşmanı’ gibi terimleri kitapta sık sık tekrarlıyor. Çünkü Batılı kelimeleri layıkıyla kullanabilmemiz için, önce Latince ve Yunanca bilmemiz gerekiyor! Yoksa örn. ‘telefon’, ‘televizyon’ gibi kelimelerdeki ‘tele’nin ‘uzak’ anlamına geldiğini bilmeden, ‘tel’le ilişkili kelimeler olduğunu sanmak yanılgısına düşeriz, fikrine savunuyor yazarımız.. Kitabın bir bölümünde Mevlana ve Yunus Emre karşılaştırması var: Yunus Emre, Türkçe yazdığı için bugün hala anlaşılır olduğunu ve Öztürkçeciliğin tarihsel bağlar kurma açısından da önemli olduğundan bahsetmiş. Bazı kelimelerin 70’lerden bugüne yaygınlaşması, bazılarının ise tutmamasından da örnekler vermiş yazar.. Keşke Lise seviyesindeki öğrenciler de okusa, diye düşündüm kitabı okuduktan sonra. Dil Devrimin önemini, beraberinde getirdiklerini anlamak ve Türkçe bilincini kazanmak açısından çok değerli bir inceleme kitabı... (Funda Usta)
CANLANDIRILAN TÜRKÇE: Melih Cevdet Anday'ın 1975 yılında, Cumartesi günleri yaptığı "Dilimiz" adlı radyo programının on bir haftalık yayınının kitaplaştırılmış hâli. M. Cevdet Anday bu radyo programında tümüyle dil ve dil devrimi üzerine konuşmalar yapıyor. Dil devrimine duygusal yönden yaklaşan birtakım kimselerin ortaya attığı gibi gerçekten de dil devrimi, zengin dilimizi yoksul; yaşayan dilimizi ölü; güçlü dilimizi cılız mı bırakmıştır yoksa uluslaşma sürecinde ilerlemek isteyen ve bunu başaran Türk ulusunun ve aydınının, ulusal bir dil yaratma yolundaki başarısının bir göstergesi midir? İşte genel olarak bunlardan bahsediyor M. Cevdet Anday bu kitabında. Eğer dil devrimi hakkında kafanızda soru işaretleri varsa "iyi mi oldu kötü mü oldu, güzel dilimizi bozdu mu yoksa asıl benliğine mi ulaştırdı" gibilerinden, öyleyse bu kitabı öneririm. İncelemeyi, yine kitaptan, Anday'ın özleştirme karşıtları için söylediği bir alıntı ile bitirmek istiyorum: “Üstelik özleştirmeye karşı olanlar içinde, savundukları eski sözcükleri doğru olarak bilmeyenler de çıktıkça durum büsbütün karışıyor. Bilmedikleri bir dili "yaşayan dil" diye savunmak durumunda kalmış oluyorlar bunlar.” (MertcanG)
Yazarı 1975 yılında TRT radyosunda dilimiz konusunda yaptığı söyleşiler. 11 metin var. Türkçe ’de özlemecilik akımı. Yabancı kelimelere Türkçe karşılık kullanma. Yoksa türetme ve birleştirme yoluyla bulma. (feyza bütün)
Dilimiz Üstüne Konuşmalar PDF indirme linki var mı?
Melih Cevdet Anday - Dilimiz Üstüne Konuşmalar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Dilimiz Üstüne Konuşmalar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Melih Cevdet Anday Kimdir?
Melih Cevdet Anday (13 Mart 1915, İstanbul - 28 Kasım 2002, İstanbul), şair, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarı.
Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır. Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı`ndan ayrılmıştır. UNESCO'nun Courrier dergisi, 1971 yılında onu Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.
İstanbul'da doğan Melih Cevdet Anday'ın çocukluğu Kadıköy Bahariye'de geçti. Ortaokula kadar İstanbul'da eğitim gördü. Liseyi ise Ankara'da, Gazi Lisesi'nde tamamladı. Lisede okuduğu sırada, Orhan Veli ve Oktay Rifat ile tanıştı.
Liseyi bitirdikten sonra bir süre Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları'nda memur olarak çalıştığı için öğrenimine devam edemedi. Çalıştığı kuruluş tarafından sosyoloji öğrenimi görmek için Belçika'ya gönderildi.
Ukde isimli şiiri 1936'da Varlık Dergisi'nde yayımlandı. Bunun ardından şiirleri Ses, Yaprak, Yeditepe, Papirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, Dönem, Yön gibi dergilerde yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941 yılında Garip isimli şiir kitabını çıkardı.
Hasan Âli Yücel'in tavsiyesi ile Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü'ne memur olarak atandı. 1946 seçimleriyle birlikte bakanlığın el değiştirmesi sonrasında önce yeniden askere alındı, sonra Konya'ya atandı. Ancak bu atama daha sonra geri alındı. Anday, bir süre sonra bu görevinden ayrılarak İstanbul'a döndü.
1953-1954 yılları arasında Akşam Gazetesi'nin edebiyat ve sanat sayfasını hazırladı. Fikirleri sebebiyle işten çıkarıldı. Doğan Kardeş Yayınları'na geçti ve çeviriler yaptı. Buradaki görevinden de aynı sebeple ayrılmak zorunda kaldı.
1958'den itibaren Tercüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin ve İkdam'da kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla denemeler ve makaleler yazdı, tefrika romanlar yayınladı. 1960'ta Nadir Nadi'nin desteğiyle Cumhuriyet'te köşe yazıları yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazılarını 1997'ye kadar sürdürdü.
1956'da yayınladığı Yanyana isimli şiir kitabı, 142. maddeye aykırı olduğu gerekçesiyle 1964'te yasaklandı. Anday gerek şiir kitaplarıyla, gerekse daha sonraları yöneldiği roman ve tiyatro alanlarındaki yapıtlarıyla birçok ödül aldı.
Anday, İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde diksiyon, özel bir tiyatro okulunda mitoloji dersleri verdi. 1964-1969 yılları arasında TRT'de yönetim kurulu üyeliği, 1979-1980 yıllarında da Paris'te eğitim müşavirliği görevlerinde bulundu.
Solunum ve böbrek yetmezliği tanısıyla Marmara Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi'ne kaldırılan Melih Cevdet Anday, 28 Kasım 2002'de 87 yaşındayken vefat etti. Büyükada mezarlığında toprağa verildi.
Takma Adları
Anday, eserlerinde kendi adı haricinde şu takma adları da kullanmıştır: Yaşar Tellidede, Niyaz Niyazoğlu, A. Mecdi Velet, M. C. A., H. Mecdi Velet, Yaşar Tellidere, Gani Girgin, Zater, Yaşar Tellioğlu.
Melih Cevdet Anday Kitapları - Eserleri
- İsa'nın Güncesi
- Gökyüzü Haritası
- Balerina'nın Ölümü
- Bakır Çağı
- Akan Zaman Duran Zaman
- Açık Pencere
- Raziye
- Aylaklar
- Gizli Emir
- Bütün Şiirleri - Sözcükler
- Yağmurlu Sokak
- İçerdekiler
- Toplu Oyunlar I - Ölümsüzler
- Toplu Oyunlar II - İçerdekiler
- Tanıdık Dünya
- Yağmurun Altında
- Konuşarak
- Şiir Yaşantısı - Şiir Yazıları
- Mikado'nun Çöpleri
- Seçme Şiirler
- Kalabalığın Şiiri
- Yanyana
- Teknenin Ölümü
- Seçmeler
- Rahatı Kaçan Ağaç
- Yasak
- Bir Gecede Üç Erkek
- Telgrafhane
- Güneşte
- Suçumuz Edebiyat
- Bir Defterden
- Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
- Dilimiz Üstüne Konuşmalar
- Aldanma ki...
- Sevişmenin Güdüklüğü ve Yüceliği
- Açıklığa Doğru
- Birbirimizi Anlayamayız
- Bütün Yüzyılları Yaşadım
- Sovyet Rusya Azerbaycan Özbekistan Bulgaristan Macaristan
- Bir Sis Çanı Gecenin İçinde
- İçerdekiler
- Annabell Lee
- Paris Yazıları
- Gelişen Komedya
- Dünyada Geçirdim Çocukluğumu
- Dakika Atlamadan
- İmge Ormanları
- Kolları Bağlı Odysseus
- Geçmişin Geleceği
- Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
- Yeni Tanrılar
- Yeni Tanrılar - Yasak
- Felsefesiz Yaşamak
- Zifaftan Önce
- Çok Sesli Toplum
- Göçebe Denizin Üstünde
- Doğu-Batı
- Anadoluda ve Sosyalist Ülkelerde
- Meryem Gibi
- Geleceği Yaşamak
Melih Cevdet Anday Alıntıları - Sözleri
- Gözlerine bakıyorum Denizden çıkarılmış bir tabaktaki kuş resmi Dağınık köy evleri gibi orda burda Sepetteki sümbül soğanı gibi gölgeli Yüreğimiz öylesine aşmış ki düşüncemizi Yarışı başlatan tabanca sesi gibi geç Duyuyoruz söylediklerimizi (Göçebe Denizin Üstünde)
- Şiir, bilinen sözcüklerle bilinmeyen sözler yazmaktır. (Şiir Yaşantısı - Şiir Yazıları)
- Oktay Akbal: Bizde neden bu kadar çok ozan var. ... Melih Cevdet Anday: Geri kalmış ülke olmamızdan geliyor bu. Bizde düzyazı çok geç oluştu. Tanzimatta bile düşüncelerimizi nazımla anlatıyorduk. Ziya Gökalp ki yabacı dil bilir, şiirle anlatıyordu fikirlerini, ona alışıktı, Türk halkı düzyazıyı kolay anlayamıyor. Oktay Akbal: Şiir olunca anlatıyor mu? Melih Cevdet Anday: Ona alışık, düzyazıyı anlamıyor. Düzyazı için Descartes'tan geçmek lazım. Fikret, şiirin düzyazıdan kolay olduğunu söyler. Oktay Akbal: Hâlâ mı öyle? Melih Cevdet Anday: Bizde yüz bin mi ne şair varmış, geriliğimizden, modern çağa giremediğimizden. Tümceyi kuramıyoruz bir türlü. Oktay Akbal: Dünyada şiirin etkisi azalıyor mu? Melih Cevdet Anday: Azalıyor. Mesela Nermin Hanım İngiltere'den geldi, yeni şairler var mı dedim. İki üç kişi var dedi. (Dünyada Geçirdim Çocukluğumu)
- Bu yolu bulup geçeceğim; Ama ne denli güç olursa olsun Bilerek varmak istiyorum şimdi Sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim Dedim ve büyük bir mum peteğini Tunç hançer ucu ile ezdim çabucak Tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir Orta direğe bağlattım kendimi. (Kolları Bağlı Odysseus)
- Kadınlara haklarını bağışlayacak olanlar erkekler değildir. Kadının toplumsal durumunda yapılacak düzeltmeleri erkeğin insafına bırakmak hiçbir sonuç vermez. Bütün iş, yaşamı kadın için de erkek için de yaşanılır hale getirmektir. (Konuşarak)
- Kimlikler saptanırken komiser, toplantıda başka kimsenin bulunup bulunmadığını sormuş. "Ankara'dan gelen bir arkadaş da vardı," demişler. "Adı ne onun?" "Melih Cevdet Anday." "Necidir bu Melih Cevdet Anday?" "Şair." "Ünlü bir şair mi?" "Hayır." Komiser, ifadeleri makinede yazan polise dönmüş: "Yaz oğlum, "demiş," meşhur olmayan şair Melih Cevdet Anday'ın da bulunduğu bu toplantıda her ne kadar Figaro diye bağrıldıysa da bunun General Figaro olmayıp.." İşte benim ünlü bir ozan olmadığım böylece devlet kayıtlarına geçmiş bulundu. (Akan Zaman Duran Zaman)
- Evlilik bilimle yürümez, anlaşma ister... (İsa'nın Güncesi)
- Halk biraz da eğlenmek istiyor canım. (Gizli Emir)
- PAVEL PETROVİÇ: Nihilistler... Eskiden Hegelciler vardı! Demek şimdi bir de Nihilistler türedi. Bakalım boşlukta, kuralsız bir boşlukta nasıl yaşayacaksınız. (Bazarov görünür) işte Bay nihilist geliyor. (İçerdekiler)
- Hele yarı uygar olan kişi, ilkel insanın yüceliğinden uzağa düşmüştür. Amerika'ya giden ilk beyazlar, orada karşılaştıkları beyazlardan daha mı uyardılar sanki! (Aldanma ki...)
- "İnsanın başına gelen değildir önemli olan, başına gelenlere karşı ne yaptığıdır." (Mikado'nun Çöpleri)
- Turgenyev'in şu güzel sözü: "Gençliğinde genç olabilenlere ne mutlu!" (Gökyüzü Haritası)
- Melih Cevdet ile tanışmam garip olmuştur. 1947'de kendisini dairesinde ziyaret etmiş, Özel El Yazıları Defterime bir şeyler yazmasını rica etmiştim. İlk anda, Melih Cevdet, Defterime yazmak istememiş, istersem bir kağıda yazabileceğini [söylemiş], Defterim'e kendi el yazısı ile yazmak istememişti. Israrım üzerine bir şiir ile -tuhaf olarak- biyografisini yazmıştı. Biyografisi şöyle idi Melih Cevdet Anday'ın: "Peki iki satır daha yazayım. Evliyim, daha çocuğum yok. Ama tabii hep böyle kalınmaz. Elbet bir çocuğum olur. İsterse şair olsun, karşı gelmem. Ama iyi okuturum. Şairliğin en ciddi işler kadar ciddi bir iş olduğunu öğretirim. Konuşmayı severim. Onun için tiyatro eserleri de yazacağım. Bu kadar yetmez mi?" (Dakika Atlamadan)
- Aklımı dinlendirmek istiyorum. İçimden öyle geliyor ki, bundan sonra hiçbir şeyi dert edinmeyeceğim kendime, her işi oluruna bırakacağım. Bedbahtsam, bedbahtlığımı benimseyeceğim. (Birbirimizi Anlayamayız)
- “Kız evlat büyütmek zor…” diye düşünüyordu, “hele bizim gibi cahil insanlar için…” (Balerina'nın Ölümü)
- Ölürken anlarmış insan dünyada mutlu olmanın yolunu. (Mikado'nun Çöpleri)
- (Kalbim yaralı, paramparça) Sevda çırçıplak bir gölgedir Budaklı, çıplak bir ağaçta. (Annabell Lee)
- farkında değiliz. taşın sesi insan sesine benziyor. (Göçebe Denizin Üstünde)
- Yaşamaktan soğumamak için tek çare, daha güzel bir dünya düşünmektir. O dünyayı özlemek ve o dünya için savaşmaktır. (Aylaklar)
- Masamız çıtırtılar içindeydi Ağacın eski yaşamından... (Dakika Atlamadan)