diorex
sampiyon

Edebiyat Üzerine Makaleler - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Edebiyat Üzerine Makaleler kimin eseri? Edebiyat Üzerine Makaleler kitabının yazarı kimdir? Edebiyat Üzerine Makaleler konusu ve anafikri nedir? Edebiyat Üzerine Makaleler kitabı ne anlatıyor? Edebiyat Üzerine Makaleler kitabının yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir? İşte Edebiyat Üzerine Makaleler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 27.02.2022 20:00
Edebiyat Üzerine Makaleler - Ahmet Hamdi Tanpınar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar

Editör: İnci Enginün

Derleyen: Zeynep Kerman

Tasarımcı: Işıl Döneray

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759952617

Sayfa Sayısı: 535

Edebiyat Üzerine Makaleler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bir Türk felsefesi yoktur, fakat bir Türk edebiyatı vardır ve bu edebiyat, duygular, hayaller ve semboller vasıtasıyla Türk milletinin hayat karşısında aldığı tavrı, yani Türk'ün insan, kainat, toplum, din hakkındaki görüşlerini canlı bir şekilde ifade eder. Felsefe, doğuda ve batıda efsanelerin, dinlerin ve edebi eserlerin yorumundan doğmuştur. Eğer, bir Türk felsefesi yaratılacaksa, bunun kaynağı, hiç şüphesiz Türk edebiyatı olacaktır. Türkler, edebi eserler vücuda getirmişler ve severek okumuşlardır ama onların derin manaları üzerinde düşünmemişlerdir. Türkiye'de en basit şekli ile edebiyat tenkidi, Tanzimat'tan sonra başlar. Bunların büyük bir kısmı sövme, övme veya basit dil ve tarih yanlışlıklarının tesbitinden ibarettir. Edebi eserlerin ilmi olarak incelenmesi Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü ile başlar. Köprülü, Türk edebiyatı ile Türk tarihi arasında bağlantılar kurar, Nurullah Ataç, derine inmeyen izlenimci bir tenkitçidir. Kendisi de bir sanatkar olan Ahmet Hamdi Tanpınar (1901 - 1962) Türk edebiyatına yaratıcı bir gözle bakar. Onun başkalarına üstün olan tarafı, tarih ile beraber sosyoloji, psikoloji ve felsefe kültüre de sahip oluşudur. O, Türk edebiyatını zengin bir kültüre dayanan bir bakışla yorumlar. Bunu ona ait XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi ile Dr. Zeynep Kerman'ın toplayarak bir araya getirdiği Edebiyat Üzerine Makaleler'de açık olarak görürüz. Bu makaleler Türk edebiyatı üzerinde yeni yorumlar yapmak isteyenlerin mutlaka okumaları gereken kaynaklardır. Bilhassa üniversite öğrencileri ile serbest düşünceli aydınlar, onlarda ciddi olarak tartışabilecekleri pek çok yeni görüşler bulacaklardır.

Edebiyat Üzerine Makaleler Alıntıları - Sözleri

  • Tolstoy , uzun zaman bir Fransız muharririnden her sabah tercüme yaparmış, sırf onun sanatını kavrayabilsin diye . O halde bizim romancıları , garplıları okumak ve onların tesiri altında kalmakla neye itham ediyoruz? Tesir etmeyen, iz bırakmayan okumak neye yarar? İnsan kendisine ilâve etmek için okur, unutayım diye değil.
  • Hiçbir hodbin sanatkar kadar cömert değildir, çünkü onun çeşmesinden insanlık beslenir. Elverir ki suyunu bulandırmasın, onun başında beklesin.
  • Bizde dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir elit zümre teşekkül etmiştir; okuyanlar zümresi. Tek bir satır yazmadığı, tek bir söz söylemediği halde sırf okuduğu için hürmet gören adamların bulunduğu memlekette pek fazla okuyan adam olmasa gerek.
  • Sadece muztarip ve huzursuz ruhun saf bir lisanı olması lazım gelen şiiri çok defa irşadın kürsüsünde vaaz eder gördük. Hakikatte bütün bunları ifade için başka bir dil, yevmi hayatımızın aynası olan nesir vardı.
  • Bilelim. Evvela neyiz ve nelerimiz var ? Bunu bilmenin ihtirasını duyalım. O zaman hatta mevcudiyetinden bile haberdar almadığımız hazinelerin üzerinde oturduğumuzu göreceğiz. O zaman birdenbire bugünün yoksulluğu içinde, kahramanları, hatıraları, efsaneleri, büyük mimari abideleri, nesillerin sükun ve ruhaniyet ihtiyaclarını tatmin etmiş aydınlık peyzajlarıyle bütün bir alem, şiiriyle, musikisiyle, küçük büyük diğer sanatlarıyla olgun ve tam zevkin, hakim bir dünya görüşünün, tamamiyle bize mahsus bir zaman tasarrufunun hüküm sürdüğü yekpare bir alem meydana çıkacaktır.
  • Bir romancı, bir insandır fakat bütün bir kalabalığı bütün bir müstakbel insanlığı kafasını taşıyan bir insandır.
  • Yaşadığım gün, çocukluğum, unuttuğum ıztıraplar, eski saadetlerim, kısaca takviminde kıymeti olan ve olmayan şeyler, her şey bu yaratıcı nefesle dirilir, onun aydınlığında türlü çehrelerini takınırlar.
  • Tolstoy, uzun zaman bir Fransız muharririnden her sabah tercüme yaparmış; sırf onun sanatını kavrayabilsin diye. O halde bizim romancıları, garplıları okumak ve onların tesiri altında kalmakla neye itham ediyoruz? Tesir etmeyen, iz bırakmayan okumak neye yarar? İnsan kendisine ilave etmek için okur, unutayım diye değil.
  • Tesir etmeyen, iz bırakmayan okumak neye yarar? İnsan kendisine ilave etmek için okur, unutayım diye değil.
  • Hayatımız dardır; karışıktır. İyi ama, bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıstırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi? Bir tek insanın ıstırap çektiği yerde insanlara söylenebilecek her şey vardır.
  • Son senelerde kendi edebiyatımızla alakamızın şekli o dereceye gelmiştir ki, bir muharririmizden biraz daha genişçe bir şekilde bahsedebilmemiz için zavallının ölmüş olması lazım gelir. Tenkidin mersiye ile beraber yürüdüğü yegane sanat hayatı bizimkidir.
  • "... Her insanoğlu, kendi içinde bir mücadeledir..."
  • Yalnız şiirdir ki yazıldığı lisanın malıdır. O lisanda okumak şartıyla güzelliklerine sahiptir, vardır. Çünkü şiir dilin özüdür, kokusudur, lezzetidir, musiki kabiliyetidir, yahut bunlardan doğan hususi bir şekildir. Hepsinin birden doğurduğu hususi ve canlı bir şekil ki, hatta aynı dilde bile başka bir surette tekrar edildi mi kendisi olmaktan çıkar. Çünkü mısra dediğimiz şey, deniz köpüğü gibi, göğün maviliği gibi, kendi hazinelerinde seyredildikçe mevcut ve güzel olan şeylerdir. Deniz köpüğünü dalgaların ucundan toplamağa kalkınız, avucunuzda bir kaç damla su kalır. Fakat, dalgaların üstünde, o çalkantının mucizesi, tacı ve süsü oldukça size Afrodit’i düşündürür, su perilerinin çıplak oyunlarını hatırlatır, kainatınızı bir yığın hayalle doldurur. Evet, ne göklerin maviliği, ne denizin köpüğü yakalanır; fakat oldukları yerde kadirullahı ve aşk ambudesini doğururlar. Şiir yazıldığı dilin içindedir. Tercüme ile sevilen şair hemen hemen yoktur. Yahut şiiri için değil, düşüncesi için sevilir. Meğerki çok büyük bir istidadın, bir nevi dehanın eline geçsin. Hayyam’ın İngilizcede Fitzgerald’ı, Türkçede Yahya Kemal’i bulması gibi mutlu bir tesadüf olsun. Fakat bu cins tercümelere de tercüme demek pek kabil olmaz. Verlaine ve Mallarmé’nin Almanca’ya Stephan George tarafından, Valery’nin aynı dile Rilke tarafından tercümeleri cinsinden eserler, Rönesans devrinde şahsi eser addedilirdi. Böyle az çok eşit dehaların birbirini bulması bir tarafa bırakılırsa, bir şiirin kendi şekli dışına nakli imkansızdır. Meğerki şiir gittikten sonra elde kalanı, yani his küllerini, hayal islerini ve düşünce benzerlerini, kısacası Valery’nin tabiriyle bayram ve şehrayin artıklarını sevelim.
  • Bu manada denebilir ki, şiir ve alelumum sanat, ferdin en mutlak ve hür surette kendini idrak ettiği zirvedir.
  • Hayatın yüksek kıymetler taşıyan bir nevi ziyneti olması ve böyle olduğu için övünmesi lazım gelen şiir, yavaş yavaş bu istisnai durumundan utanmağa ve kendi kendini faideli kılmak için çareler aramağa başlamıştır. Bugünün şiirinde en ziyade göze çarpan şey, adeta yaranma kelimesiyle ifade etmemiz lazım gelen bu haldir.

Edebiyat Üzerine Makaleler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Tanpınar’ı çok severim. Okuduğum hiçbir Türk romancısı (Hasan Ali Toptaşçı arkadaşlar alınmasınlar) bende onun o ipek gibi üslubunun bıraktığı etkiyi bırakamamıştır. Edebiyat Üzerine Makaleler, öyle ön kapağını açıp arka kapağa ulaşana kadar sıradan okunarak bitirilecek bir kitap değil; Türk Edebiyatı’nın yüzlerce yılının ve (bence hala) güncel(liğini koruyan) sorunlarının incelendiği bir referans kitabı. Ama bu kitap sadece bir edebiyat eleştirileri derlemesinden ibaret dersem yalan söylemekle kalmam, hem Tanpınar’a, hem de Zeynep Kerman’a büyük haksızlık etmiş olurum. Burada fazla duygusal kaçabileceğinden korktuğum bir antrparantez olarak yukarıdaki ipek benzetmesini kasten yaptığımı belirtmek istiyorum, zira Tanpınar’ın her bir cümlesinin her bir kelimesine (en az) bir ipek böceğinin kozasını örerken gösterdiği özenle yaklaştığını biliyorum. Herneyse, konumuza dönelim. Edebiyat Üzerine Makaleleri okuduğunuzda, edebiyat tarihinde olduğu kadar Tanpınar’ın iç dünyasında da bir seyahate çıkacağınızı bilmeniz gerekiyor. Örneğin şiir ve Roman üzerine makalelerin olduğu ilk iki bölümü okurken bir yandan Tanpınar’ın gözünde iyi bir edebiyat eseri nasıl olmalının muhasebesini yaparken, bir yandan da onun edebiyata nasıl kutsal bir değer atfettiğini, sanatını nasıl bir besteci gibi özenerek icra ettiğini, yazarken çektiği sancıları, eski şairlere (özellikle Yahya Kemal’e) olan hürmetini görüp siz de Tanpınar’a aynı hürmeti duymaktan kendinizi alamıyorsunuz. Ya da “Son 25 Senenin Mısraları”nı okurken onun, Orhan Pamuk’un deyimiyle nasıl “kaşıkla verip kepçeyle aldığı”nı (Bunu sanıyorum Tuhaf dergisinin Tanpınar sayısındaki yazısından alıntılıyorum. Kendisi böyle bir şey dememiş de olabilir, sizin için daha etkileyici olacaksa demiş gibi yapabilirsiniz) görüyor, bir dönemin şiirinin unutulup gitmesinden duyduğu korkuyu ve derin üzüntüyü hissediyorsunuz. Fuzulî’nin, Bâkî’nin mısraları arasında onunla beraber mest oluyor, Nurullah Ataç için yazdıklarını okuyup gönül koymanın acısını duyuyor, Yahya Kemal’e karşı nasıl bir oğul gibi saygılı ya da yeni şairlere karşı nasıl bir baba gibi şefkatli olduğunu görüyor... Evet sonsuza kadar sayacağımı sanıyorduysanız yanıldınız, burada bırakıyorum. Çünkü edebiyata bir miktar ilgi duyuyorsanız ya da en azından ciddi ve disiplinli bir okursanız bu kitabın size yaşatacakları saymakla bitecek şeyler değil, o yüzden gidin gerisini kendiniz okuyun. Herkese iyi okumalar. (Socrates Jones)

Türk Edebiyatında Cereyanlar: "Modern Türk edebiyatı bir medeniyet kriziyle başlar" s.104, Türk Edebiyatında Cereyanlar adlı makaleye ithafen sorulan bir soruya cevabımı Edebiyat Üzerine Makaleler adlı eser incelemesi olarak paylaşmaktayım. Keyifli okumalar. Ahmet Hamdi Tanpınar, edebiyatımızın modernleşmesini, daha doğrusu modern Türk Edebiyatının şekillenmesini bir medeniyet krizine bağlamaktadır. Tanpınar bu krizin “1839’da Tanzimat Fermanı’yla devlet müesseselerinin ve cemiyet bünyesinin yavaş yavaş Avrupalılaşmasına varan ve sırasıyle 1876’da Birinci Meşrutiyet, 1908’de İkinci Meşrutiyet devrelerini idrak eden bu medeniyet krizi, 1923’te Cumhuriyet’in ilânı, Ankara’nın başkent oluşu, Atatürk inkılâpları gibi kesin manzaralı safhalarla Türk cemiyetinin bugünkü durumuna kadar gelir.¹” şeklinde başladığını ifade etmektedir. Bu bağlamda, dil, garp sahasının Anadolu’daki fevkalade tesiri, millîlik gibi pek çok alanda kendisini hissettiren bu medenî ihtilâl, bir medeniyet krizi olarak karşımıza çıkmaktadır. Mâmâfih Tanpınar, bu medeniyet krizinin asıl sahasının dil olduğuna kesin kanaat getirmiştir. Türk dilinin geri kalmışlığı, medenî alemdeki gelişmeleri takip edemeyişi ve bununla birlikte yazı dilinde kullanılamayışından mütevellit halkın dil bazında müreffeh olamayışı uzun süreli bir krizdir. Bu kriz, Arap ve Fars dillerinin edebiyat ve ilim sahamızda kendi tesirini göstermesiyle asırlar boyu devam etmiş ve nihayetinde Tanzimat münevverlerinin dildeki düşünceleri ve atılımlarıyla mevzubahis olmuştur. Muhtelif mekteplerin açılmasıyla birlikte eğitimin Türkçeye dönüşü ve bilâhire gazeteciliğin başlamasıyla dil meselesi uzun süren bir kriz olduğu anlaşılmıştır. Bununla birlikte, Tanzimat’ın I. Nesil sanatçılarından olan Namık Kemal, “Bizde ise bir adam Arabî ve Farisî mukaddemâtına altı yedi sene vakf-ı vücûd etmelidir ki imlâ ve mânâsı yerinde bir mektup yazabilsin²” bu ifadeleriyle dil meselesinin ne kadar vahim bir durumda olduğunu îzâhatte bulunmuştur. Burada açıkça görüleceği üzere, imlâda ve manada kusursuz bir mektup yazmak için dahî uzunca bir zaman eğitim görmek icap etmektedir. Sonrasında ise bu dil meselesi için muhtelif önerilerde ve tavsiyelerde bulunmuştur. Yine Ziya Paşa, dil meseleleri üzerine Şiir ve İnşa adlı makalesinde de dil problemine değinmiştir. Sözgelimi bu ifadeler neticesiyle böyle bir düzlemde ve böyle bir sahada dil, elbette ki bir kriz meşgalesidir. Ahmet Hamdi, Arabî ve Farisî dillerinin tesiriyle gelişen edebiyatımızı ve edebî tefekkürlerimizi muayyen bir güzelliği, muayyen bir şekilde övülmesini, hatta muayyen bir aşk tarzını³ anlatmasını izah etmiştir. Bu sınırcı anlayış, edebî anlamdaki krizimizi de ortaya koymaktadır. Asırlar boyu belirli ve sınırlı kalıplarla çizilmiş ve yazılmış edebî ürünlerimiz, Tanzimat Dönemi ile birlikte yavaş yavaş terk edilmeğe başlanmıştır. Tanzimat’tan önce belirli kalıplarla inşa edilen eserlerimiz, Tanzimat’tan sonra genişlemesiyle birlikte muhtelif görüşlere, sanat anlayışlarına ve toplumsal meselelere bakış açılarına da bir ışık olmuş ve muayyen bireycilikten sıyrılıp topluma dönüş hareketleri başlanmıştır. Mâmâfih, Şinasi’nin Münâcât şiirinde “Vahdet-i zatına aklımca şehâdet lâzım” geçen bu mısra, edebiyat düzlemimizde tarihî bir dönüm noktasına sahiptir. Bu mısrada, akıl ön plana çıkmaktadır. Münâcât şiiri, muhteva bakımından divan şiirinden çok başka olmakla birlikte bu mısraıda da görüleceği üzere akıl ile şehadet çok önemli bir vurgudur. Bu, asırlar boyu devam eden bir anlayışın kırılma noktasıdır; bu, medenî aleme açılan pencerenin birer işareti olmasıyla birlikte, daha önceki süreçte muayyen kalıpların artık bir kriz amili olmasını da ortaya koymaktadır. Asırlarca önce garp dünyasında tesir gösteren akıl hareketleri, nihayet Türk dünyasında ve edebî aleminde de kendisini hissettirmiştir. Böylelikle Tanpınar’ın “medeniyet”e bakış açısı dil, edebiyat, edebî dil, ilim ve milli kaynaklar altında teşekkül etmiştir. Modern Türk Edebiyatının bir medeniyet krizine bağlanması çok yerinde bir harekettir. Zira ancak bir kriz, ihtilâlin yaratıcısı olabilme kudretine muktedirdir. (Ahmet Hakan Beyazkaya)

Kitabın Yazarı Ahmet Hamdi Tanpınar Kimdir?

Ahmet Hamdi Tanpınar (d. 23 Haziran 1901; İstanbul) – (ö. 24 Ocak 1962, İstanbul), Türk romancı, öykücü , şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.

Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monogrofisidir.

Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.

TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.

Yaşamı

23 Haziran 1901'de İstanbul'da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Annesini Kerkük’ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915’te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya’da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti.

Halkalı Ziraat Mektebi'nde bir yıl yatılı olarak okuduktan sonra 1919 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girdi. Yahya Kemal’in öğrencisi oldu. Yahya Kemal onun şiir zevkinin, millet ve tarih hakkında görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynadı. Celâl Sahir Erozan’ın bir şiir ve hikâye toplamı şeklinde yayımladığı seriden “Altıncı Kitap”’daki “Musul Akşamları”, yayımladığı ilk şiir oldu (Temmuz 1920)[6] Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta 1921-1923 arasında 11 şiiri yayımlandı. 1923 yılında Şeyhî’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisi üzerine yazdığı lisans teziyle Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu.

1923’te Erzurum Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlayan Ahmet Hamdi 1925’te Konya Lisesi’ne, 1927’de Ankara Erkek Lisesi’ne tayin oldu. Konya’da iken bir Mevlevi ayininde Itrî’nin bir eserini dinleyerek Klasik Türk Müziği ile tanıştı. 1930-1932 arasında Gazi Terbiye Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliği yaptı; bir yandan da Ankara Kız ve Erkek Liselerinde ders vermeye devam etti. Gazi Terbiye Enstitüsü’nün bünyesindeki Musiki Mualli Mektebi, onun klasik batı müziği ile tanışmasını sağladı.

Bu dönemde yeniden şiir yayımlamaya başladı. 1926’da Millî Mecmua’da yayımlanan “Ölü” şiirinden sonra 1927 ve 1928 yıllarında (“Leylâ” şiiri hariç) hepsi Hayat dergisinde olmak üzere toplam yedi şiir yayımladı. İlk yazısı ise 20 Aralık 1928’de yine Hayat dergisinde çıktı.

Şiir dışında ikinci bir çalışma alanı olarak çeviriye başlayan Ahmet Hamdi’nin 1929 yılında biri E.T.A. Hoffmann’dan (“Kremon Kemanı”), diğeri iseAnatole France’tan (“Kaz Ayaklı Kraliçe Kebapçısı”) olmak üzere iki çevirisi yine aynı dergide yayımlandı.

1930 yılında Ankara’da toplanan Türkçe ve Edebiyat Muallimleri Kongresi’nde, Osmanlı edebiyatının tedrisattan kaldırılması ve okullarda edebiyat tarihinin, Tanzimat’ı başlangıç kabul ederek okutulması gerektiğini söyleyen Tanpınar, kongrede önemli tartışmaların doğmasına sebep oldu. Aynı yıl Ahmet Kutsi Tecer ile beraber Ankara’da Görüş dergisini çıkarmaya başladı.

1932 yılında Kadıköy Lisesi’ne atanması üzerine İstanbul’a döndü. Ahmet Haşim’in ölümü üzerine 1933’te Sanayi-i Nefise’de sanat tarihi öğretmeni olarak görevlendirildi. 1934’te Akademi’nin Estetik ve Mitoloji derslerine de girmeye başladı. Yahya Kemal’in İspanya’daki büyükelçilik görevinden döndüğü 1934 yılında Yahya Kemal üzerine iki yazı yayımladı. Artık dikkatini Türk edebiyatı üzerine yoğunlaştıran Ahmet Hamdi, 1936 yılında Tangazetesinde “Son Yirmi Beş Senenin Mısraları” adı altında beş yazılık bir deneme serisi yayımlamıştır.

Aynı yıl ilk hikâyesi “Geçmiş Zaman Elbiseleri”ni tefrika etmeye başladı; ancak bu tefrika 1939 yılında Oluş dergisinde tamamlanabilecektir. 1937 yılında Tevfik Fikret hakkındaki antolojisi Tanpınar’ın yayımlanan ilk kitabıdır. Aynı yıl Abdülhak Hamit Tarhan üzerine de bir yazısı yayımlanmıştır.

Tanzimat’ın 100. yıldönümü dolayısıyla 1939’da eğitim bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle Edebiyat Fakültesi bünyesinde kurulan 19. Asır Türk Edebiyatı kürsüsüne, doktorası olmadığı hâlde, Yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak atandı ve Tazimat’tan sonraki Türk edebiyatının tarihini yazmakla görevlendirildi. Hazırladığı edebiyat tarihinin de etkisiyle 1940’lı yıllarda yazı faaliyetleri yeni Türk edebiyatı etrafında şekillendirdi. Kitap tanıtım yazıları ve İslam Ansiklopedisi’ne maddeler yazdı. 1940 yılında 39 yaşındayken Kırklareli'nde topçu teğmeni olarak askerliğini yaptı.

En tanınmış şiiri olan “Bursa’da Zaman”ın ilk hâli “Bursa’da Hülya Saatleri” adıyla 1941’deÜlkü mecmuasında yayımlandı. İkinci kitabı olan “Namık Kemal Antolojisi”ni 1942 yılında yayımladı.

1942’deki ara seçimlerde Maraş milletvekili seçilen Tanpınar, 1946 seçimlerine kadar milletvekilliği yaptı. 1943’te öykülerini içeren “Abdullah Efendinin Rüyaları”’nı yayımladı. Bu, onun basılı ilk edebiyat yapıtıdır. Aynı yıl “Yağmur”, “Güller ve Kadehler” ve “Raks” gibi ünlü şiirleri yayımlandı; “Bursa’da Hülya Saatleri” şiiri, “Bursa’da Zaman” adıyla tekrar basıldı.

İlk romanı Mahur Beste 1944’te Ülkü dergisinde tefrika edildi. Tanpınar’ın önemli çalışması Beş Şehir, 1946’da kitaplaştı.

1946 seçimlerinde parti tarafından tekrar milletvekilliğine aday gösterilmeyince bir süre Millî Eğitim Bakanlığı’nda orta öğretim müfettişliği yapan Tanpınar, iki yıl sonra Güzel Sanatlar Akademisi Estetik hocalığına, ardından Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ndeki görevine döndü.

Huzur romanı 1948’de Cumhuriyet'te tefrika edildikten sonra büyük değişikliklerle kitap haline getirilip 1949’da yayımlandı. Aynı yıl Milli Eğitim BakanıHasan Ali Yücel’in ısmarladığı XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı eserinin 600 sayfalık ilk cildini yayımladı. İki cilt olarak tasarladığı bu eserin ikinci cildi yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler adlı romanı 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildi.

1953’te Edebiyat Fakültesi, Tanpınar’ı altı aylığına Avrupa’ya gönderdi. 1954 yılında Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanının Yeni İstanbul gazetesinde tefrikası yapıldı; 1955 yılında ise ikinci hikâye kitabı olan Yaz Yağmuru yayımlandı. 1957 ve 1958 yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarına ağırlık verdi. 1959’da edebiyat tarihinin ikinci cildi için kaynak toplamak üzere Rockefeller bursuyla bir yıllığına yeniden Avrupa’ya gitti.

Sağlığında yayımladığı 74 şiirinden ancak otuz yedisi ile, tek şiir kitabını çıkardı: Şiirler (1961; Bütün Şiirleri adıyla genişletilmiş olarak 1976). Aynı Yıl Saatleri Ayarlama Enstitüsü kitaplaştı.

24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.

Mezartaşı üzerinde çok bilinen "Ne İçindeyim Zamanın" şiirinin ilk iki mısrası yazılmıştır:

"Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında".

Ölümünden sonra

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır.[6] Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar” kitaplaştı.

Tanpınar’ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adlı altında toplanarak yayımlandı. Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar 2007 yılının sonunda "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa" adıyla kitaplaştı.

Ahmet Hamdi Tanpınar Kitapları - Eserleri

  • Saatleri Ayarlama Enstitüsü
  • Huzur
  • Beş Şehir
  • Mahur Beste
  • Bütün Şiirleri
  • Sahnenin Dışındakiler

  • Hikayeler
  • Aydaki Kadın
  • On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi
  • Suat’ın Mektubu
  • Yaşadığım Gibi
  • Yaz Yağmuru
  • Yahya Kemal

  • Edebiyat Üzerine Makaleler
  • Abdullah Efendinin Rüyaları
  • Hep Aynı Boşluk
  • Edebiyat Dersleri
  • Hüsrev ü Şirin
  • Mücevherlerin Sırrı
  • Sahnenin Dışındakiler

  • Tanpınar'dan Hasan Ali Yücel'e Mektuplar
  • İki Ateş Arasında
  • Mahur Beste (7. Basım)
  • Yaz Gecesi
  • Tanpınar Zamanı Son Bakışlar
  • Tevfik Fikret

Ahmet Hamdi Tanpınar Alıntıları - Sözleri

  • Kitaptan niçin korkarlar? Bunu bir türlü anlayamadım. Kitaptan korkmak, in­san düşüncesinden korkmak, insanı kabul etmemektir. Kitaptan korkan adam, insanı mesuliyet hissinden mahrum ediyor demektir. "Bırak, senin yerine ben dü­şünüyorum!" demekle, "Falan kitabı okuma!" demek arasında hiç bir fark yoktur. İnsanoğlu her şeyden evvel mesuliyet hissidir ve bilhassa fikirlerin mesuliyetidir. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra hâline düşer. (Yaşadığım Gibi)
  • "Yalnız sevgidir ki, hayat gibi sonsuz ve aydınlık devam eder. Sevginin ufku daima açıktır, daima ileriye bakar." (Hep Aynı Boşluk)
  • Henüz ne yapacağını pek iyi bilmeyen, kudretleriyle ihtilaflarının arasındaki nispeti ölçme fırsatını bulamamış, kendi dünyasını başkalarında arayan. (Yahya Kemal)
  • "... Her insanoğlu, kendi içinde bir mücadeledir..." (Edebiyat Üzerine Makaleler)
  • Sen seni bil sen seni! (Beş Şehir)
  • Eski şairlerimizin aşk için, insan tabiatı için yazdıkları şeyler kendi kalplerini ve hayatlarını nasıl iyiden iyiye yokladıklarını gösterir. (On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi)

  • "Çünkü İstanbul 'da her saat bir sanat eseri gibi güzeldir." (Yaşadığım Gibi)
  • Mektup da insanın kendisini en iyi anlatabildiği şeydir; zira, karşındakinin müdahalesi yoktur. (Edebiyat Dersleri)
  • Bütün yaraların henüz taptaze olduğu, kanadığı bu günlerde anlamak güçtü. (Beş Şehir)
  • Yaşamak her an kendimize sorduğumuz bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliklerinden bize gelir. (Yaşadığım Gibi)
  • "Bazen kendimi iki ayrı insan sanıyorum. Hatta birbirine karşı vaziyet almış iki ayrı insan. Birinin yaptığını öbürü bozuyor gibi geliyor bana.." (Aydaki Kadın)
  • “Çalmak, servet yığmak onlara yetmezdi. Fakirin alkışı, duası ve gözyaşı da lazımdı.” (Hep Aynı Boşluk)
  • “Az okuyoruz, hatta hiç okumuyoruz ve galiba hiç de düşünmüyoruz!” (Sahnenin Dışındakiler)

  • Hepimiz birbirimiz için hüküm veririz. Fakat hüküm vermek için doğan insanlar vardır. İşte onlar korkunçturlar. Bence bir numara insan düşmanları onlardır. Çünkü her şeyi bilirler, görürler, affederler, bütün neticelerin altındaki sebepleri tanırlar (Suat’ın Mektubu)
  • Onu beklemiyordu, gelmeyeceğine emindi. O geçici bir yaz yağmuru, bir aydınlık fırtınası idi. O kadar. (Yaz Yağmuru)
  • Hayatımız dardır; karışıktır. İyi ama, bu hayat nihayet vardır ve yaşıyoruz, nefret ediyor, ıstırap çekiyor, ölüyoruz. Bir romancı için bu kadarı yetmez mi? Bir tek insanın ıstırap çektiği yerde insanlara söylenebilecek her şey vardır. (Edebiyat Üzerine Makaleler)
  • Gün bitmeden başladı içimizde Yarınsız insanların gecesi. (Bütün Şiirleri)
  • Bizde resim dille yapıldığı için belki de resim çığırı açılmamıştır. (Edebiyat Dersleri)
  • ''Artık dağılmamız lazım! Birbirimizi anlamamız imkansız ve hepimiz yorgunuz!'' (Suat’ın Mektubu)
  • Ger okursam sana mihnetlerümden Yazarsam binde bir zahmetlerümden Göge dûd ire yanıp nâmelerde Kara kanlar dökile hâmelerden (Eğer sana sıkıntılarımı söylesem, çektiklerimin binde birini yazsam. Yazıların yanmasıyla göğe dumanlar yükselir, kalemlerden kara kanlar dökülür.) (Hüsrev ü Şirin)

Yorum Yaz