Edebiyat Yazıları - Theodor W. Adorno Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Edebiyat Yazıları kimin eseri? Edebiyat Yazıları kitabının yazarı kimdir? Edebiyat Yazıları konusu ve anafikri nedir? Edebiyat Yazıları kitabı ne anlatıyor? Edebiyat Yazıları PDF indirme linki var mı? Edebiyat Yazıları kitabının yazarı Theodor W. Adorno kimdir? İşte Edebiyat Yazıları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Theodor W. Adorno
Çevirmen: Sabir Yücesoy
Yayın Evi: Metis Yayınları
İSBN: 9789753424356
Sayfa Sayısı: 184
Edebiyat Yazıları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Adorno'dan kültürel göndermelerini ve Türkçede okunabilirliğini gözeterek seçtiğimiz on edebiyat yazısı var kitapta... Kavramlaştırma Adorno'ya göre, farklı şeylerin ve olguların bir kalıba dökülmesi, tikelin genele indirgenmesidir - kuşkusuz eleştirel metinlerin de yaptığı budur sonuçta. Kitap için yazdığı Sunuş'ta Orhan Koçak Adorno'nun buna karşı başvurduğu özgürleştirici stratejiyi şöyle açıklıyor:
"Sanat yapıtınınki gibi özgürleştirici bir ters akıntıdır bu... Genele karşı tikelin haklarını korumak, 'bir şeyin bir an için bile olsa başka bir şey için değil de sırf kendisi için belirebileceği' bir düşünsel ufkun açılmasına çalışmak... Ne var ki bu ufuk yine de düşünseldir, kavramlarla tasarlanmaktadır. Adorno, bu uzlaşmaz karşıtlığın bütün gerilimi kaydeder; ama onu donmuş, kımıltısız bir karşıtlık olarak bırakmaz: Bu açıdan tıpkı ustaları Hegel ve Marx gibi, karşıtlığı işletir, işlemeye bırakır. Genelliklerin, genelgeçer yargıların içinde rahat edemez denemeci; ama her zaman tikelden genele ilerleme gereğini de hisseder, çünkü o tikel 'şey'in de tikellik noktasında bırakıldığında inatçı bir körlükten, hatta bir yalandan başka bir şey olamayacağını sezmektedir."
Edebiyat Yazıları Alıntıları - Sözleri
- Eleştirel ruh kendinden memnun tefekkürle sınırlı kaldığı sürece, geçmişte tinin ilerleyişini kendi unsurlarından biri olarak varsaymış olan ve onu artık tümüyle yutmaya hazırlanan mutlak şeyleşme karşısında çaresizdir.
- Mitoloji giderek ayıklanıp dünya şeyleştirildikçe, bilim ve sanat da birbirinden ayrılmıştır.
- "İnsanlar, bireyler ve topluluklar birbirine ne kadar yabancı olursa, birbiri için o kadar da bilmecemsi hale gelir"***
- insanlar, bireyler ve topluluklar birbirine ne kadar yabancı olursa, birbiri için o kadar da bilmecemsi hale gelir
- Hitler döneminin İmparatorluk Kültür Komisyonu sözcüsü, "Ne zaman 'kültür' sözcüğünü duysam elim tabancama gider," demişti.
- ‘’Dünya bir açık hava hapishanesine dönüştükçe her şey o kadar bir ve aynı olmuştur ki, neyin neye bağımlı olduğunu bilmenin artık pek önemi yoktur. Her türlü olgu mevcut olanın mutlak hâkimiyetini ifade eden işaretler gibi dikiliyor karşımızda. Sözcüğün gerçek anlamıyla ideolojiler kalmadı, sadece dünyayı kopyalayarak bize satmaya çalışan reklamlar, inanılmayı beklemeyip sessiz kalmayı buyuran kışkırtıcı yalan var.’’
- sakin, gururlu ama gösterişten kaçınan adam, geleceğe teslim olmaya hazırdı
- düşüncelerimi öyle düzenlemeliyim ki, önce en basit ve bilinmesi en kolay nesnelerden başlayıp adım adım, deyim yerindeyse kerteli bir şekilde ilerleyerek daha karmaşık ve bileşik olanlara yükseleyim
- Resim nasıl geleneksel görevlerinin birçoğunu fotoğrafa bırakmak zorunda kaldıysa, romanın işlevlerini de röportaj ve kültür endüstrisinin araçları (Media), özellikle de sinema devralmıştır. Öyleyse roman, röportajın (Bericht) ele alamayacağı şeyler üzerinde yoğunlaşmak zorundadır.
- "Bir gün gelecek, kültür endüstrisinin yarattığı çöp yığınına ve daha ciddi endüstrilerin sunduğu o acınası 'yüksek kaliteli' mallara insanların ihtiyacı olmadığı anlaşılıverecek."
- Bir anekdota göre Mart Devrimi (1848) günlerinde Balzac politik olaylara sırtını dönmüş, masasının başına oturup demiş ki: "Hadi bakalım, gerçekliğe geri dönelim" - uydurulmuş bile olsa, Balzac'ı çok doğru bir şekilde yansıtan bir öykü.
- Kültürel olarak onaylanmış sınır çizgilerini aşıp resmi kültürü ihlal etmesin diye, bir yeterlilik belgesi isteniyordur tinden. Böylece, her bilginin potansiyel olarak bilime dönüştürülebileceği varsayılmış olur.
- ‘’Dünya bir açıkhava hapisanesine dönüştükçe her şey o kadar bir ve aynı olmuştur ki, neyin neye bağımlı olduğunu bilmenin artık pek önemi yoktur. Her türlü olgu mevcut olanın mutlak hâkimiyetini ifade eden işaretler gibi dikiliyor karşımızda. Sözcüğün gerçek anlamıyla ideolojiler kalmadı, sadece dünyayı kopyalayarak bize satmaya çalışan reklamlar, inanılmayı beklemeyip sessiz kalmayı buyuran kışkırtıcı yalan var.’’
- Geniş çaplı, uzun vadeli etkileriyle Avrupa felaketi, Amerika'da yeni bir toplumsal tip ortaya çıkardı: entelektüel mülteci. On dokuzuncu yüzyılda Yeni Dünya'ya giden biri, sınırsız imkânların cazibesine kapılmış demekti. Kendi şansını yaratmak için düşerdi yollara; ya da en azından, nüfus fazlası bulunan Avrupa ülkelerinde elinden gelmeyeni başarmak, geçimini sağlamak için. Hayatta kalabilme endişesi benliğini muhafaza etme tasasından daha güçlüydü ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki hızlı iktisadi büyüme de göçmene okyanusu aşırtan dürtüyle aynı ilkeye dayanıyordu. Göçmen yeni ortama başarıyla uyum sağlamaya çalışıyordu; bu ortamı eleştirmeye kalkışıp da elde etmek istediği yasal hakları ve onca çabanın sonuçlarını tehlikeye atmak niyetinde değildi. Yaşamı yeniden üretme kavgasının baskısı altındaki bu insanların ne eğitimleri ve geçmişleri, ne de toplumsal süreçteki konumları, zincirden boşanmış varoluşun ağırlığı karşısında mesafe almalarına elverişliydi. Mekân değişikliğine bağlı ütopik umutlar beslemiş olsalar bile, henüz bilinemeyen bir varoluşun ufkunda yükselme masalına, bulaşıkçılıkla başlayıp milyoner olma beklentisine karışıp gidiyordu bunlar. Ketlenmemiş bir eşitlikteki özgürlüksüz yanı daha yüz yıl öncesinden fark eden Tocqueville gibi konukların şüpheci yaklaşımı her zaman istisna olarak kaldı; Alman kültürel muhafazakârlığının jargonunda "Amerikanizm" denilen şeye karşı muhalefet, yeni gelenlerden çok, Poe, Emerson ve Thoreau gibi Amerikalılarda görüldü. Yüzyıl sonra ise artık tek tek entelektüeller değil, sadece Yahudilerden ibaret olmayan bütün bir Avrupalı aydın tabakası iltica edecekti bu ülkeye. Amaçları daha iyi yaşamak değil, hayatta kalabilmekti sadece; imkânlar eskisi gibi sınırsız değildi ve bu yüzden, ekonomik rekabet ortamındaki uyum sağlama zorunluluğu, amansız bir biçimde mültecilere de aktarılıyordu. Öncülerin, bir yandan kendilerine de yeni bir hayatiyet kazanmayı umarak, hem maddi hem de manevi anlamda yolunu açmaya giriştiği vahşi kıtanın yerini, bir sistem halinde yaşamın bütününü saran ve güdümsüz bilincin sığınabileceği -Avrupa'daki gevşekliğin karteller dönemine kadar açık bıraktığı- bütün kovukları tıkayan bir uygarlık almıştı. Okyanusun ötesinden gelen entelektüele, eğer bir şey elde etmek istiyorsa, bir süper tröst halinde birleştirilmiş yaşamın çalışanları arasına katılabilmek istiyorsa, özerk bir varlık olarak kendisini yok etmek zorunda olduğu hiçbir yanlış anlamaya yer bırakmayacak şekilde belirtiliyordu. Teslim olmayan ve her bakımdan hizaya girmeyip direnenler, dev bloklar halinde yığılmış nesneler dünyasının kendi kendini bir nesne haline getirmeyen her şeye uyguladığı şoklara maruz kalıyorlardı. Her yanı sarmış ve tek geçerli şey kabul edilmiş bulunan meta ilişkileri mekanizması içinde güçsüz düşmüş enetelektüelin şoka karşı gösterdiği tepki ise panikten ibaretti. Huxley'in Cesur Yeni Dünyası (Brave New World) bu paniğin bir ifadesi, daha doğrusu rasyonalizasyonudur. Olay örgüsü pek geliştirilmemiş olan roman, şokları dünyanın büyüsünün bozulması ilkesinden bakarak anlamaya, bu ilkeyi bir saçmalık noktasına kadar yükseltmeye ve insan haysiyeti fikrini insandışılığın kavranışından türetmeye çalışmaktadır. Göründüğü kadarıyla hareket noktası, ister nesne isterse insan olsun, seri üretimin sonucu olan her şeyin evrensel benzerliğinin algılanmasıdır. Schopenhauer'in doğayı fabrika ürününe benzeten metaforu sözlük anlamında alınmıştır. Vızıldayan sürüler halinde birbirinin ikizi insanlar yetiştirilmektedir tüplerde: Kibarlık okullarında öğretilmiş güdümlü bir gülümsemeden, milyonlarca insanın iletişim sanayiince açılmış kanallarda akan standartlaşmış bilincine kadar, kapitalizmin en son aşaması tarafından günlük yaşama sokulmuş, sonsuz sayıda kopyanın yer aldığı ve uyanık olarak sürdürülen bir kâbus. Kendiliğinden deneyimin çoktan paslanmış bulunan "şimdi ve burada"sı büsbütün iktidarsız kılınmıştır: İnsanlar artık sadece kartellerin sağladığı seri üretimin tüketicileri değildir; sanki kendileri de şirketlerin mutlak egemenliği tarafından üretilmiş, birey olmaktan çıkmıştır. Sindirilemeyecek gözlemleri felaket alegorileri halinde taşlaştıran paniğe kapılmış bakış, zararsız gündelik yaşam yanılsamasını delip geçer. Fotomodellerin satış artırıcı gülümseyişi onun için gerçekte olduğu şeye, kurbanın çarpık sırıtışına dönüşür. Yayımlanmasından bu yana geçen uzun süre, fazlasıyla doğrulamıştır Huxley'in kitabını: Asansörcü çocuklar işe seçilirken yapılan testin en aptalları belirlemeye yarıyor olması gibi küçük iğrençlikler ve cesetlerin rasyonel şekilde değerlendirilmesi gibi dehşet görüntüleri. Bütün bu Cesur Yeni Dünya, alternatifi bulunmayan ve kendini cennet sanan bir toplama kampıdır. Panik, Freud'un Kitle Psikolojisi ve Ben Analizi'nde ileri sürdüğü gibi, güçlü kolektif kimliklerin parçalandığı ve serbest kalmış içgüdüsel enerjinin beklenmedik bir kaygıya dönüştüğü bir durumsa eğer, paniğe kapılan kişinin de kolektif özdeşleşmenin karanlık zeminini harekete geçirme gücü vardır. Saydam bir dayanışmanın yokluğunda, iktidar görüntülerine körcesine bağlanan ve kendilerini her tarafı saran boğucu bütünle bir tutan bireylerin yanlış bilincidir bu karanlık zemin. En kötü dürümdakilere bile "O kadar da fena değil," dedirten ahmakça ağırbaşlılık Huxley'e bulaşmamıştır. Teknik uygarlığın güya aşırılıktan ibaret urlarının durdurulmaz ilerleme sayesinde kendiliğinden yok olacağı yolundaki çocuksu inanışa itibar etmez Huxley. Sürgündekilerin hevesle sarıldığı teselliyi, Amerikan kültüründeki korkutucu yanların bu kültürün ilkelliğinden gelme geçici kalıntılar ya da gençliğinin enerjik tanıkları olduğunu söyleyen teselliyi de hor görür. Bu kültürün büyük bir katar olan Avrupa kültürüne göre geri kalmış olmadığı, tersine önde gittiği ve onun tarafından hevesle taklit edildiği konusunda en ufak bir şüphe duymamıza da izin vermez. Nasıl Cesur Yeni Dünya'daki dünya devleti golf sahaları ile Mombasa, Londra ve Kuzey Kutbu'ndaki biyolojik deney tesisleri arasında sadece yapay olarak sürdürülen farklar tanıyorsa, dünya da Amerikanizm parodisinden ibaret hale gelmiştir. Anlaşılan, Berdyaev'in kitabın başında yer alan deyişinde belirttiği gibi, bugünkü teknolojik gelişme düzeyi açısından gerçekleşebilir görünen ütopyaya benziyordur bu dünya. Ama aynı çizgi üzerinde cehenneme de döner: Huxley, bugünkü uygarlığın durumuna ilişkin gözlemleri bu uygarlığın teleolojisi doğrultusunda ilerletir ve sonunda bu uygarlığın nasıl bir canavar olduğu dolaysızca fark edilen bir kesinlik kazanır. Burada asıl vurgulanan, nesnel teknolojik ve kurumsal öğelerden çok, artık ihtiyaç nedir bilmeyen insanların geldiği durumdur. İktisadi-siyasal alanın önemi azalmıştır böyle bir durumda. Bize sadece şu kadarı söylenir: Gezegen çapında baştan sona rasyonelleştirilmiş bir sınıf sistemi ve gediksiz bir devlet kapitalizmi egemendir; topyekûn kolektifleştirmeye topyekûn tahakküm eşlik etmektedir; para ekonomisi ve kâr dürtüsü sürüp gitmektedir. Fransız Devrimi'nin üçlü şiarının yerini "Community, Identity, Stability" (Topluluk, Özdeşlik, İstikrar) almıştır. Community, her bireyin bütünün işlerliğine bağımlı olduğu bir kolektifi tanımlar, Yeni Dünya’da bu bütünün anlamı hakkında hiçbir soruya izin verilmez, hatta sorulması imkânsızdır; Identity bireysel farklılıkların silinmesi, biyolojik temele kadar varan standartlaşmadır; Stability ise her türlü toplumsal dinamiğin son bulduğu anlamına gelir. Kurnazca dengelenmiş olan durum, geç kapitalizmde ekonomik "kuvvetler oyunu"nun gerileyişine ilişkin bazı göstergelerden hareketle kurgulanmıştır: binyılın sapıklığı. Toplumun durağanlığını garanti eden mucizevi ilaç conditioning'dir (koşullandırma). Biyoloji ve davranışçı psikolojinin ürünü olan (oradaki anlamı belli reflekslerin ve davranış biçimlerinin çevrede oluşturulan keyfi değişikliklerle, "koşulların" denetlenmesiyle ortaya çıkarılmasıdır) ve artık gündelik Amerikan İngilizcesine girmiş bulunan bu çevrilmesi güç kavram, yaşam koşulları üzerindeki her türlü bilimsel denetimin parolası haline gelmiştir (örneğin, kapalı mekânlarda sıcaklığın makinelerle dengede tutulması anlamına gelen air conditioning). Huxley'de bu sözcüğün anlamı toplumsal müdahaleyle insanın önceden eksiksizce biçimlendirilmesidir; yapay üremeden ve yaşamın en erken evresinde hem bilincin hem de bilinçdışının teknolojik yöntemlerle yönlendirilmesinden, ölmekte olan insanların gösterildiği çocuklara bir yandan da şekerlemeler verilerek ölümü daima bu tatla eşleştirmelerinin sağlandığı ve böylece ölümden duyulan dehşetin ortadan kaldırıldığı bir alıştırma olan death conditioning'e kadar uzanır bu müdahale. Uyum göstermenin asıl anlamını bulması demek olan conditioning'in yarattığı sonuç, toplumsal baskı ve zorlamanın her türlü Protestanca ölçüyü bile çok aşan bir oranda içselleştirilmesi ve sahiplenilmesidir: İnsanlar teslim olduklarını bile fark etmeden teslim olarak, yapmak zorunda oldukları şeyi sevmeye başlarlar. Böylece mutlulukları öznel olarak sağlama alınmış olur ve düzen sürüp gider. Toplumun aile ya da psikoloji gibi aracılarla birey üzerinde oluşturduğu salt dışsal etkiye dair tasavvurlar çoktan aşılmıştır. Bugün ailenin başına çoktan gelmiş olan şeyler. Cesur Yeni Dünya'da yukarıdan aşağıya doğru tekrar uygulanmaktadır ona. Tam anlamıyla toplumun çocukları olan insanlar, artık toplumla diyalektik bir çatışma içinde bulunmaz, zaten aynı töze sahiptir toplumla. Her türlü antitezi içine çekip eriten kolektif totalitenin bu uysal temsilcileri kesinlikle mecazi olmayan anlamda "topluma koşullanmış"lardır ve egemen sisteme "gelişme" yoluyla sonradan uyum göstermiş değillerdir.
Edebiyat Yazıları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Podcast: Edebiyat Yazıları, Theodor W. Adorno: Podcasti dinlemek için YouTube linki: https://youtu.be/RBUlppRNrSQ Merhaba kitapçokseverler. Bu bölümümüzde Frankfurt Okulu temsilcilerinden Theodor W. Adorno'nun "Huxley ve Ütopya", "Kültürel Eleştiri ve Toplum", "Biçim Olarak Deneme" makalelerinin yanı sıra Balzac, Proust, Hegel, Marx, Nietzsche ve Freud'a dair düşüncelerini aktardığı Edebiyat Yazıları kitabını konuşuyoruz. Keyifli dinlemeleriniz olması dileğiyle. (Okur Sohbetleri)
Edebiyat Yazıları PDF indirme linki var mı?
Theodor W. Adorno - Edebiyat Yazıları kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Edebiyat Yazıları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Theodor W. Adorno Kimdir?
Theodor W. Adorno (Theodor Ludwig Wiesengrund-Adorno), 11 Eylül 1903 yılında Frankfurt am Main'de doğmuş ve 6 Ağustos 1969'da İsviçre Visp, Visp, Valais, İsviçre'de bir klinikte hayata gözlerini yummuş Alman felsefeci, toplumbilimci, bestekâr ve müzikbilimci.
Adorno, sosyoloji ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda kompozitörlük de yapan bir müzikolog ve eleştirmendi. Düşüncelerinin ağırlık noktası toplumsal kritiğin bütününü oluşturduğundan bir toplum bilimci olarak da anılır. Nesnel olanın özdeşleşmesindeki "düşüncenin ilk ortaya çıkış formu" onun ideoloji kritiğinin diyalektini temsil ederken aracı olmaya çalışarak paylaştığı görünen dolaysızlığın ki bütün aşamalarında yine kendine dağılan değişkenliği, doğru düzleminde aracısız olarak varlığını kabullenmeliydi. Sanki kendi içinde, mantık sınırlarını aşmadan gelinen felsefik bir kritik noktada istençle yoğrulmuş, geriye bakmadan objektif verilerle beslenerek sakinleştirici özellik taşıyan bir denemeyi, düşüncenin asıl çıktığı yerin dışına taşırmak gibi
Bir filozof ve toplum bilimci olarak Adorno'nun, Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt Okulu) 1950'lerdeki totaliter antisemitizm ve üniversite öğrenci hareketinin kültürel kimliği ve kritiği bağlamında bütün nesnelliğinde objektifleştrmeye çalıştığı "Vatandaşlığın körleşen birlikteliği"ndeki değerlendirmesi günümüzde önemini hâlâ yitirmemiş olması açısından önemlidir.
Diyalektik der Aufklärung (Aydınlanmanın Diyalektiği), Philosophische Fragmente (Felsefik Parçalar), 1947, Max Horkheimer ile beraber yapılmış, kültür endüstrisi üzerine başlık taşır, Minima Moralia Reflexionen aus dem beschädigten Leben 1951 (Asgari Etik, hasar görmüş yaşamdan yansımalar), Ästhetische Theorie (Estetik Teorisi) 1970 posthum, Modern Müziğin Felsefesi 1949, Otoriter Kişilik, (Adorno yönetiminde bir çalışma grubu tarafından 1950'de hazırlanmıştır), Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) 1966'da yayınlanmış başlıca eserleridir.
Theodor W. Adorno Kitapları - Eserleri
- Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi
- Aydınlanmanın Diyalektiği
- Sosyolojik Açılımlar
- Teori ve Pratik Üzerine Bir Tartışma (1956)
- Minima Moralia
- Ahlak Felsefesinin Sorunları
- Sahicilik Jargonu
- Otoritaryen Kişilik Üstüne
- Toplum Üzerine Yazılar
- Edebiyat Yazıları
- Walter Benjamin Üzerine
- Ernst Bloch’la Söyleşiler
- Rüya Kayıtları
- Estetik ve Politika
- Negatif Diyalektik
- Metafizik - Kavram ve Sorunlar
- Müzik Yazıları
- Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri
- The Culture Industry
Theodor W. Adorno Alıntıları - Sözleri
- İlgi duyduğu şeyden mahrum bırakılmış kişi kızgınlıkla kendini ilgilendirmeyen işlere karışır; herhangi bir dahli olmaması gereken konulara dair malumatla haset içinde mest olur. (Sahicilik Jargonu)
- Psikoloji, felaketleri düşleyenin onları arzuladığını bilir. Ama niye o kadar açgözlü bir hevesle gelip onu buluyorlardır? (Minima Moralia)
- Ay geceleri, insan her şeyi o kadar karanlık görmesin diye parlar. (Ahlak Felsefesinin Sorunları)
- .. müphemlik en sevdiği felsefe tarafından lanetlenen bir dilsel tavrın aracıdır. (Sahicilik Jargonu)
- Propaganda yoluyla olan her şey belirsiz ve kuşkuludur. (Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri)
- Şurası muhakkak ki, nasyonal sosyalizmin kararlı düşmanları olup bitenlerden ta başından beri kesinlikle haberdardılar. (Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri)
- “Aşağıya doğru otorite, yukarıya doğru sorumluluk." (Toplum Üzerine Yazılar)
- Nazi Almanyası’nda şu yorum sık sık işitilmekteydi: “ Führer bu yapılanları bilmiyor” -toplama kampları söz konusu olduğunda bile. (Otoritaryen Kişilik Üstüne)
- İlk olarak doğanın determinizminin bütüncül olduğunu, yani doğadaki her şeyin yasalara uygun olarak neden-sonuç tarafından belirlendiğini varsayalım. Bu durumda Kant'ın ahlak yasasının bir veri, bir buyruk, kendini bize karşı konmaz biçimde dayatan bir şey olduğu iddiasının kendisi — bu aynı formülle dile getirmeme izin verecek olursanız— derinden ahlakdışı olacaktır. Ahlakdışı olacaktır çünkü insanlardan, ampirik varlıklar oldukları için muhtemelen karşılayamayacakları taleplerde bulunacaktır. Burada Kant, psikolojik paralojizmlere yönelik eleştirisinde ruhun temel belirleyenlerini ampirik-olmayan bir şeye dönüştürecek rasyonel bir ruh teorisi önermek yerine, ruhun, zaman ve mekân dünyasına gömülü olduğu sürece ampirik bir fenomen olduğunda ısrar etmiştir. Platon'un tersine Kant ruhun bir parçasının doğal dünyanın parçası olmaksızın var olabileceğini kabul etmemiştir. Bilimsel yöntemin bir savunucusu olarak Kant ruhun bilime, dolayısıyla da psikolojiye ve neden-sonuç yasalarına tabi olmayan herhangi bir parçası olabileceğini kabul edemezdi. Örneğin, varsayalım ki Kant bir düşünce psikolojisi gibi bir şey kurmak, yani öznenin en üst mantıksal davranış tarzlarını (bu davranış tarzları da insan öznesinin dış dünyaya verdiği gerçek tepkileri içerir) koşullayan psikolojik etkenleri incelemek istemiş olsun. Bu durumda ruhun bir yetisini veya gücünü pozitif olarak verili ve dünyada mevcut bir şey olarak tanımlayıp onu yine de kavranabilir dünyaya aitmiş gibi göstermeyi reddederdi. Eğer bu iki alemin birbirlerine uzlaştırılamaz şekilde karşıt oldukları doğruysa, o zaman ahlak yasasını bir veri olarak koyutlayarak insanlığa talepleri daha en baştan onun gücünün ötesinde olacak bir yük yüklemiş olurdu. Bu aşırı talebin bizatihi Kant için etiğin tepe noktası, (yunanca kelime) ; olan şeyle, yani aklın kendisiyle pek de bağdaşmayan bir tür akıldışılık olacağını da eklemek isterim. (Ahlak Felsefesinin Sorunları)
- "Bir zamanlar miadını doldurmuş gibi görünen felsefe bugün hâlâ yaşıyor çünkü onu gerçekleştirme fırsatı kaçırıldı." (Negatif Diyalektik)
- İsimlerden söz etmek, sorunlardan söz etmekten daha kolaydır. (Otoritaryen Kişilik Üstüne)
- "Her yerde benzerlikler görmek, her şeyi aynı kılmak, zayıf gözlerin işaretidir."*** (Toplum Üzerine Yazılar)
- Bir şeyin keyfini sürmek bir putlaştırmayı da ele verir: keyif insanın kendisini bir Ötekine teslim etmesidir. Aslında doğa keyfin ne olduğunu bilmez: o bir şeyi gereksinimlerin giderilmesinden öteye götürmez. Yüceltilmemiş duygulanımlar yüceltilmişlerden daha az olmamak üzere, her tür haz toplumsal bir nitelik taşır. Hazlann kökeni yabancılaşmadır. Bir yasağı bilmeden çiğnemenin verdiği keyif bile uygarlıktan, katı düzenden kaynaklanır; ancak böyle bir düzenin içinde var olan keyif doğaya karşı kendisini koruyan düzenden doğaya geri dönmeyi özler. Keyfin büyüsü ancak, bir düş insanı çalışma cebrinden ya da bireyin belirli bir toplumsal işleve ve sonunda bir benliğe bağlılığından koparıp; egemenliğin ve terbiye etmenin olmadığı tarihöncesine götürdüğünde duyumsanır. (Aydınlanmanın Diyalektiği)
- Eğlence, özel sektör tarafından ödenen reklam sloganlarından da çok tekrarlayarak kitlelerin zihninden sildiği yüksek değerlerin yerini alır ve idealler arasında kendine bir yer açar. (Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi)
- Modern faşizm bir kitle tabanı olmaksızın düşünülemeyeceğinden, onun gelecekteki muhtemel izleyicilerinin iç dokusu hala can alıcı önemini korur ve aslında sorunun öznel yönünü dikkate almayan hiçbir savunma “gerçekçi” olmaz. (Otoritaryen Kişilik Üstüne)
- "Bir gün gelecek, kültür endüstrisinin yarattığı çöp yığınına ve daha ciddi endüstrilerin sunduğu o acınası 'yüksek kaliteli' mallara insanların ihtiyacı olmadığı anlaşılıverecek." (Edebiyat Yazıları)
- Kant'ı ahlaki olanın apaçık olduğunu söylüyormuş gibi yorumlamak da mümkündür. Kant'ın Fichte'nin bilgi teorisine gösterdiği bütün dirence rağmen, Fichte'nin öğretisinin bu veçhesine itirazı yoktu bence. Zaten tarihsel bir olgu olarak böyle bir itirazda bulunmuş olduğunu da görmedim, duymadım. Bilgi ile erdemin bu özdeşliğinin sorunlu yanı — bunu "yüreğin soyluluğuna" bağlamak gibi bir niyetim olmasa da bunu ifade etmek gerekli bana kalırsa— ahlaki eylemdeki tayin edici bir unsurun ortadan kalkmasıdır kuşkusuz. Bu unsur da ahlaki bilinçten ahlaki eyleme geçiştir. Nitekim ahlakın akılla özdeşleştirilmesine yönelik esaslı itirazlardan biri, doğru bilince sahip olmamın hiçbir biçimde bu doğru bilince uyumlu olarak davranmamı gerektirmediğidir. Üstelik, toplumda belli bireylerin çıkar ve amaçları ile bir bütün olarak toplumun çıkar ve amaçları arasında bir antagonizma geliştikçe böyle dolaysız bir özdeşlik varsaymak da güçleşir. (Ahlak Felsefesinin Sorunları)
- doğal değil, toplumsal olarak üretilen ve pekiştirilen bir niteliktir aptallık. (Minima Moralia)
- Mutluluğu sadece somut iktidarın bir ifadesi olarak anlamlandırabilenler, diğerlerinin tümüyle soyut olan özgürleşme hakkını esirgerler. (Yeni Sağ Radikalizmin Veçheleri)
- düşüncelerimi öyle düzenlemeliyim ki, önce en basit ve bilinmesi en kolay nesnelerden başlayıp adım adım, deyim yerindeyse kerteli bir şekilde ilerleyerek daha karmaşık ve bileşik olanlara yükseleyim (Edebiyat Yazıları)