diorex
life

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı - Ali Teoman Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı kimin eseri? Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı kitabının yazarı kimdir? Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı konusu ve anafikri nedir? Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı kitabı ne anlatıyor? Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı kitabının yazarı Ali Teoman kimdir? İşte Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 26.02.2022 04:00
Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı - Ali Teoman Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ali Teoman

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750833632

Sayfa Sayısı: 72

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ali Teoman'ın 'edebiyat olayı': Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı Ali Teoman'ın ilk kitabı.Üç kısımdan oluşan parodilerle dolu bu uzun öykü, 1991 yılında "Nurten Ay" imzasıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazandıktan sonra, bir gazetede tefrika edilip kitaplaşmıştı. Fakat daha ilk günden itibaren kitabın yazarı ile ilgili kafalarda oluşan soru işaretleri yıllarca gündemde kalmış, "Nurten Ay" imzasının arkasındaki gerçek yazar aranmıştı... Edebiyat tarihimize geçen bu "edebi aldatmaca" nihayet yazarı tarafından 2007'de Kitap-lık dergisinde açıklanınca kitabın üstündeki sır perdesi kalkmış, kapaktaki "Nurten Ay" imzası yerini "Ali Teoman"a bırakmıştı.

Köhne mekânlar ve antikalar içinde 1980'li yılların yönelimlerini, güncel izleklerini bulacağınız Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı, Ali Teoman'ın oyunlarla dolu kurmacasına giriş niteliğinde büyüleyici bir "masal" olmasının yanında, her yönüyle güçlü bir postmodern yapıt.

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı Alıntıları - Sözleri

  • Vurulmamış vuruşların en az vurulmuşlar kadar önemli olduğunu bilir misiniz? Hatta çok daha önemli belki, ritmin temel karakterini veren bu susuşlar, bu boşluklar, bu durgulardır çünkü. Vurulmamış vuruşlar, vurulmuşlardan öte. Tıpkı söylenmemiş sözler gibi.
  • Karşılarında çok daha harap, bakımsız, düşkünleşmiş, eski bir konak göreceklerini ummuşlardı. Burada da herşey eskimiş, sararıp solmuştu, evet, bütün mobilyalar, merdiven küpeşteleri, pencere içleri, duvarlardaki tablolar, fotoğraflar, aynalar bir parmak tozla örtülüydü. Ama sanki mumyalanmıştı hepsi, tıpkı giriş holündeki duvar saati gibi onlar için de zaman durmuştu, zamanın, zamansallığın dışına düşmüşlerdi. Aynı anda yaşıyor ve yaşamıyorlardı. Daha doğrusunu söylemek gerekirse, salt varlardı, oradaydılar, duruyorlardı. Tek eksik olan, onlara anlamsal varoluşlarını sağlayabilecek kullanıcılardı. Vardılar, çünkü oradaydılar, ancak yoktular, çünkü kullanılmıyorlardı.
  • Sessizlik... kendi dilinde konuşur.
  • Ama sanki mumyalanmıştı hepsi, tıpkı giriş holündeki duvar saati gibi onlar içinde zaman durmuştu, zamanın, zamansallığın dışına düşmüşlerdi. Aynı anda yaşıyorlar ve yaşamıyorlardı. Daha doğrusunu söylemek gerekirse, salt varlardı, oradaydılar, duruyorlardı. Tek eksik olan, onlara anlamsal varoluşlarını sağlayabilecek kullanıcılardı. Vardılar çünkü oradaydılar, ancak yoktular çünkü kullanılmıyorlardı.
  • Hayat tecrübesi olanlar, samimiyeti, muhabbeti her şeyden üstün tutulan bir dost tarafından uğranılan sadakatsizliğin hassas bir gönülde en derin yaraları açtığını gayet iyi bilirler.
  • Neden vurulmayan vuruşlar vurulanlardan daha önemlidir. Vurulan vurulmayanda saklıdır da ondan. Gizilgüçtür, hissettirendir, doğurandır, saklıdır.
  • Ama baktım ki mektuplarıma cevap namına hiçbir şey gelmemekte, vazgeçtim çaresiz. İnsanın kendisini adeta duvara karşı konuşuyormuş gibi hissetmesi fena şey.
  • Hayat tecrübesi olanlar , samimiyeti ,muhabbeti, herşeyden üstün tutulan bir dost tarafından uğranılan sadakatsizliğin hassas bir gönülde en derin yaraları açtığını gayet iyi bilirler.
  • ..., öykü bir masaldır, tıpkı onun esinini aldığı yaşamın da bir masal olduğu gibi. İş, orada saklı olan masalsı öğeyi bulabilmektedir.
  • Hızlı okuma yöntemiyle Dostoyevski’nin Karamazoflarını okudum. Olay Rusya ‘da geçiyor. Woody Allen
  • ...öykü bir masaldır, tıpkı onun esinin aldığı yaşamın da bir masal olduğu gibi. İş, orada saklı olan masalsı öğeyi bulabilmektir. Size bu yargının sebebini soracak olanlara, hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verebilirsiniz; çünkü görecelidir gerçek!... Gerçeğin bu göreceli olma özelliği öyküye de yansıyacaktır mutlaka ve öykü artık bir aynadır. Bundan böyle gerçek; bakış açısına hatta bakan kişiye göre değişecektir. Bir aynaya baktığınızda kendinizi görebilirsiniz ancak (Önsöz) diye bir yer yok.. öykülerden önce yazar masal, öykü, hikaye Nedir’e dair bir anlatım yapmış.. bir öykününde masalsı yönlerine.. :) güzel başladı umarım bitirebilirim. Hızlı koşan atın boku seyrek düşmese bağriii
  • Neden vurulmayan vuruşlar vurulanlardan daha önemlidir. Vurulan vurulmayanda saklıdır da ondan. Gizili güçtür... hissettirendir, doğurandır, saklıdır. Sessizlik..kendi dilinde konuşur - bunun da bir dil olduğu doğru değil mi? Olmayan olanı ima eder, olmadığı İçin, ah, o olmadığı İçin, sus! Dinle.
  • ... ama sanki mumyalanmıştı hepsi, tıpkı giriş holünde ki duvar saati gibi onlar için de zaman durmuştu, zamanın, zamansallığın dışına düşmüşlerdi. Aynı anda yaşıyorlar ve yaşamıyorlardı. Daha doğrusunu söylemek gerekirse salt varlardı.. oradaydılar, duruyorlardı. Tek eksik olan, onlara anlamsal varoluşlarını sağlayabilecek kullanıcılardı. Vardılar, çünkü ordaydılar, ancak yoktular, çünkü kullanılmıyorlardı. Eşyanın doğasında olan bu kullanılarak varolma özelliği benim hep ilgimi çekmiştir.
  • Gerçekten de kadın duygusallığı biz erkekler için çoğu kez arkasını göremediğimiz, geçirimsiz bir perde gibidir.
  • Sen beni efsaneleştiriyorsun “” diyordu. “ Halbuki hakikatli dostluk bu değildir”

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

En az iki vakit varsa daha fazla kez okunması gereken bir modern zaman masalı. Toplam üç bölümden oluşuyor ve ilk başta bir neler olduğunu pek anlamlandıramıyorsunuz. Ama kitabın son sayfasını çevirip kapağı kapattığınız zaman ince mistik bir sisin ardına geçtiğinizi fark ediyorsunuz. (İrem Beria Uğurlu)

Ali Teoman tarafından yazılmış, okuduğum üçüncü kitap "Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı " yazarın ilk yazmiş olduğu kitap olma özelliğinin yanında kitabı "Nurten Ay " takma adıyla yayınlanıp 1991 yılında Haldun Taner Öykü Ödülünü kazanmış. Diğer okumuş oldugum iki kitabına nazaran yazar' ın bu kitap da yer alan üç hikâyesinde fazla anlaşılır, okunması kolay , olması nedeniyle okuduğum andan itibaren garipsememe neden olsa da hikayelerin de ki masalsı anlatımı, naif seçili cümleler eşliginde ilerleyen hikâyelerin, bu hikâyelerin içinde yer alan karakterlerin ruh hallerinin anlaşılmasına okuyucusunu kolay adapte etmesi , şaşirtici derecede tahmin edilemez hikâyelerinin sonlarıyla kitap beğenimi kazandı. Kitabın içinde yer alan üç kısa hikâyede Ali Teoman İstanbul ' da geçmişte yaşanan yaşanmışlıklara dair , bilinmeyen yıllarca saklı kalmış gizleri , sırları ortaya çıkartan olaylar örgüsüyle her bir anlatılan yaşamların çok gerilerde kalmış bir dönemine ışık tutarken , gelecekte bu kahramanlarinin yaşayışlarinda ki caresizliklerine , bilinmeyen dünyasına hikâye değil de , sanki suç ortağı,ya da ona yardımcı olacak bir dost şeklinde hikayenin içinde okuyucusuna da yer vererek anlatıyor. Daha önce Ali Teoman ' ın hiç kitabını okumamış birine rahatliklikla bu kitabından başlamasını tavsiye ederim. Ama bir şartla; diğer kitaplarında bu anlatımı beklememesi şartıyla. Sonuçta burada ki anlatımı diğer iki kitabında bulamadım. Sanirim bunun en buyuk nedeni Nurten Ay imzası adı altında yayınlanmış olması, bilemedim. Kafam bu yüzden çok karıştı ama diğer taraftan da okumadığim diğer kitaplarını büyük bir merakla okumaya devam edeceğim. (DESTİNA ÖYKÜ)

Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı: Bazı kitaplar var ki konusu kadar o kitapların ortaya çıkış hikayeleri de ilgi uyandırır. Tıpkı Dostoyevski'nin Kumarbaz kitabı ya da George Orwell'in Paris ve Londra'da Beş Parasız kitabı gibi. Ali Teoman geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 49 yaşında hayatını kaybetmiş genç yazarlarımızdan biridir. Bu gencecik yaşamına onlarca öykü,roman ve novellalar katan yazarımızın bugün okuduğum kitabıyla ilgili çok ilginç bir hikayesi var. Devamı : https://www.kitapofisihakan.com/edebiyat/gizli-kalmis-bir-istanbul-masali/ (@kitapofisi)

Kitabın Yazarı Ali Teoman Kimdir?

Ali Teoman (d. 7 Temmuz 1962 - ö. 23 Mart 2011), Türk yazar.

Asıl adı Ali Tataroğlu'dur. İstanbul'da doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Alman Lisesi’nde, yükseköğrenimini ise İTÜ Mimarlık Fakültesi, MSÜ Mimarlık Fakültesi ve Sorbonne Üniversitesi Plastik Sanatlar Fakültesi’nde tamamladı. Bir süre iş ve öğrenim nedeniyle yurtdışında bulunduktan sonra 1993'de İstanbul’a döndü ve yazmaya daha fazla zaman ayırmak için mimarlığı bırakarak çeşitli üniversitelerde İngilizce okutmanı olarak çalıştı. Bir süre sokak müzisyenliği yaptı.

1980'li yılların sonuna doğru öykü yazmaya başlayan Ali Teoman 1992 yılında, İnsansız Konağın İkonu isimli öyküsüyle, Milliyet Gazetesi'nin düzenlediği yarışmada ikincilik ödülü aldı. Ali Teoman'ın tam 16 yıl gizli kalmış bir sırrı, ortaya çıktığında edebiyat dünyasını çok şaşırtmıştı. 1991'de Haldun Taner Öykü Ödülü alan Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı isimli kitabın yazarı olarak Nurten Ay ödül almıştı. Ancak kitabın asıl yazarının Ali Teoman olduğu 2007 yılında ortaya çıktı. Ali Teoman bunun kendi isteğiyle düzenlenmiş bir oyun olduğunu belirterek şu açıklamayı yapmıştı: "Bu adi dolandırıcılık değil, yazınsal bir oyundur. Nurten Ay birkaç kez oyunu bırakmak istedi. Onu ikna ettim. Bunca yıl açık vermeden bana yardım ettiği için kendisine çok teşekkür ederim."

"Uykuda Çocuk Ölümleri" başta olmak üzere tüm yapıtları edebiyat çevrelerinde etki yaratmakla birlikte Ali Teoman çok satan bir yazar olmadı. Çok satan yazar olmak isteyip istemediği de tartışmalıdır. Ali Teoman, geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 23 Mart 2011 sabahı hayata veda etmiştir.

Ali Teoman Kitapları - Eserleri

  • Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı
  • Bir Garip Cindi Zümrüdüanka
  • İnsansız Konağın İkonu
  • Cafe Esperanza
  • Öykü Uçları
  • Uykuda Çocuk Ölümleri

  • Kırık Kalpler Terzihanesi
  • Eşikte
  • Karadelik Güncesi
  • Horasan Elyazması
  • Pervaneler
  • Gecenin Atları
  • Yazı, Yazgı, Yazmak

  • Aşk Yaşama Çok Uçuk
  • Taş Devri
  • Alacakaranlık Günce
  • Gezgin Günce

Ali Teoman Alıntıları - Sözleri

  • Sevdiğin insanın geçmişine sahip olmamak çok acıtıcı. (Aşk Yaşama Çok Uçuk)
  • Ömür bir kibrit kutusuna sığar kimi kez, otuz beş her zaman yolun yarısı değildir. (Yazı, Yazgı, Yazmak)
  • Doğruydu, konuşulamayan şeyler hakkında susmak gerekliydi. (Cafe Esperanza)
  • "İnsanoğlunun hayal gücü, 'gerçek' denen bu garip rüyanın her zaman fersah fersah gerisinde kalmıştır..." (Bir Garip Cindi Zümrüdüanka)
  • "Kimsin sen?" "Ben kim miyim? Kim miyim ben? Miyim ben kim? Ah, bunu kendime yüzlerce, binlerce, on binlerce defa sormadığımı mı sanırsın? Keşke sana verecek bir cevabım olsaydı." (Karadelik Güncesi)
  • Oturuma burada son veriyoruz. Somurtkan bir suskunlukla kitap ve defterlerini çantalarına doldurup geldikleri gibi süklüm püklüm çıkıyorlar odadan. Arkalarından bıyık altı bir gülümsemeyle bakıyorum. Onlar için çelişik duygular var içimde. Hem kimi zaman körkütük cehalete varan bilgisizlikleri yüzün. den küçümsüyorum onları, hem de onlara karşı tuhaf bir sempati, hatta nasıl demeli, bir şefkat —evet, evet, doğru sözcük bu olmalı: şefkat— duyuyorum. Bazen düşünüyorum da, öğrencilerim değil, oğullarım olsalardı, onlar hakkında neler hissederdim? Çok daha farklı mı? Bilemiyorum, çünkü çocuğum yok. Elli yaşındayım ve şimdiye dek hiç evlenmedim. Gedikpaşa'daki aile yadigârı büyük bir konakta tek başıma yaşıyorum. Konu komşu birkaç defa evlendirmeye teşebbüs ettiyse de, hepsini bir şekilde reddettim sudan bahanelerle. Onlar da artık benden kestiler umutlarını. Hani 'müzmin bekâr' diye bir laf vardır ya, galiba öyleyim. Ve doğrusunu söylemek gerekirse, bundan sonra çoluğa çocuğa karışmam da pek muhtemel görünmüyor. Yanlış anlaşılmak istemem, evliliğe karşı olduğumdan değil, ama belli bir yaştan sonra, başka bir insanla aynı evi paylaşamayacak denli kendi alışkanlıklarına bağlanıyor insan. Ben de çoğu kişi gibi gençken evlenseydim, ne olurdu, diye düşünüyorum kimi kez. Yanıt açık ve net: Otuzumda evlenmiş olsaydım, şimdi bildiklerimin yarısını bilirdim. Yirmi beşimde evlenmiş olsaydım, mazzallah, resmen hödük olurdum! Bilim uğruna özel yaşamından fedakârlık etmek zorunda kişi. Evet, belki bir baba-oğul ilişkisi değil öğrencilerimle ilişkim, onlar benim kanımdan değil, ama itiraf etmeliyim, yine de zamanla bir tür güçlü sevgi bağı oluştu aramızda, diğer bir deyişle bir bağlılık, bir alışkanlık... (Zaten her bağlılık aslında bir alışkanlık değil midir?) Gerçi ancak kısa bir süredir tanıyoruz birbirimizi, ama daha şimdiden onlara bağlandığımı hissediyorum ve doğrusu beni alttan alta tedirgin etmiyor da değil bu durum. Bağlılığın hiçbir türünü sevmem. Yaşam bana her bağlılığın eninde sonunda acıyla biteceğini öğretti. Sevgili muhabbet kuşum Hermes, kursağına iri bir darı tanesi tıkanıp öldüğünde henüz dokuz yaşındaydım. Daha dün gibi anımsarım, onu törenle konağımızın bahçesine gömmüş, ardından bir hafta odama kapanıp gizli gizli gözyaşı dökmüştüm; öyle ki, gözlerim şişmiş, burnum kızarmıştı ağlamaktan. Ev ahalisinin beni teselli etme çabaları kâr etmemişti. Bir hafta sonra, âdeta bir cenaze merasimine katılır gibi, yüzümde ağır bir matem ifadesiyle okula gittiğimde, bütün çocukların alay konusu olmuştum tabii. Çocuklar zalimdir. En ufak bir açığınızı yakaladıklarında, dışbükey bir dev aynası gibi, yüzlerce kez büyülterek acımasızca yüzünüze vururlar. Ne isimler takmadılar ki bana: “Sulugöz!”, “Sümüklü!”, “Titrek çene!” hatta “Karı kılıklı tombul!” Bir de hiç unutmam, kafa kafaya verip düzdükleri saçma sapan bir mâni vardı, günlerce peşim sıra dolaşıp durdular koro halinde çığırarak: Zeus böyle istedi Dikti nalları Hermes Bahtiyar aşka geldi Düzenledi bir kermes Oysa ben kermes filan düzenlememiştim. Olsa olsa Hermes için küçük bir cenaze yemeği belki... Neyse, geçelim bunları. Geçmişe mazi, yenmişe kuzu... Ama bu elim hadisenin kişisel tarihimde başka bir yeri var: Felsefeyle ilk mütevazı tanışıklığım, sanırım, o zamandı. Allah Baba niye böyle istemişti? Zavallı Hermesçiğin günahı neydi? Bir gün ben de onunla aynı kaderi mi paylaşacaktım? Çocuk aklımla ne kadar kafa patlatırsam patlatayım, yanıtlarını bir türlü bulamadığım, dipsiz sorulardı bunlar. Kim bilir belki de bu yüzden, büyüyünce profesör olmaya karar verdim. Bunda şaşılacak bir şey yok: Yaşama ilişkin önemli kararlar biz henüz çok küçük yaştayken, hiçbir şeyin farkında olmadığımız sırada alınır. Sonrası, bu kararları uygulamak için bir didiniştir yalnızca. Peki sonuçta o soruların yanıtlarını bulabildim mi? Heyhat, ne gezer? Hâlâ ararım... Belki de sırf bu yüzden o zamandan beri evime hiçbir hayvan almadım. Oysa hayvanları severim. Ama onlar için endişe etmekten ise, onlarsız olmayı tercih ediyorum. Hiç olmazsa kafam sakin. Hayvan sahibi olmak, bence, tıpkı çocuk sahibi olmak gibi, ciddi bir sorumluluk yüklenmek anlamına gelir. Doğrusu, halihazır sorumluklarım bana yetiyor, başka kimsenin sorumluluğunu üstlenmek istemiyorum. Ama bu dört öğrenci bir istisna tabii. Onla tez yönetmeniyim —istesem de istemesem de. Haftada iki kez benim odamda bir araya geliyoruz. Dönem başından beri, yani birkaç aydır, birlikteyiz. Olabildiğince yakın bir çalışma içinde geçen aylar bunlar. Benimle teşrik-i mesai ediyorlar, benim rahl-i tedrisimden geçiyorlar. Her biriyle tek tek uğraşıyorum, yanlışlarını gösteriyorum, nasıl düzeltebilecekleri konusunda öğütler veriyorum. Öte yandan, yalnızca benim için değil, onlar açısından da gerçekten çok önemli bir ilişki bu. Uluslararası alanda tanınan gerçek bir bilim adamı nasıl çalışır, nasıl konuşur, nasıl oturup kalkar, buna ilk kez tanık oluyorlar. Onlar için yaşamsal önemde bu, çünkü her ne kadar benim karşımda düpedüz yontulmamış birer odundan pek farkları yoksa da, sıradan birer öğrenci değiller. Tek dertleri babalarının onlara aldığı arabaların motor özellikleri olan, ağzı açık ayran budalası oğlanlardan, kendilerine cebi dolu aptal bir koca bulmak için takıp takıştırıp, sürüp sürüştürüp okula gelmekten başka şey bilmeyen boş kafa yelloz kızlardan çok farklılar. Dördü de kendi fakültelerinden dereceyle mezun olmuş ve ileride üniversitede kalıp akademik kariyer yapmaya kararlı, öğrenmeye ve çalışmaya istekli, idealist gençler, yani nadir bulunan ve itinayla davranılması gereken hassas bir malzeme... Benim görevim onları en iyi şekilde eğitmek ve başarılı bir akademik kariyere hazırlamak. Yüzlerce kişilik amfilerde fakülte derslerine de giriyorum gerçi, bu bir zorunluluk, işimin katlanmam gereken nahoş yanlarından biri; ama asıl hoşuma giden ve bana gerçekten yararlı bir iş yaptığımı düşündürten, bu loş odada bu dört öğrenciyle baş başa geçirdiğim saatler. Benim açımdan belki sıkıcı saatler bunlar, belki zaman zaman gülünç, hatta düpedüz öfke uyandırıcı, yeni bir şey öğrenmiyorum belki, belki bilgime yeni kırıntılar katamıyorum, belki bu saatleri kütüphanede geçirmek benim açımdan çok daha yararlı ve akıllıca olurdu, ama böylelikle en azından bu kutsal mesleğe, Psikolojik Kazıbilim'e olan gönül borcumu ödemiş oluyorum bir anlamda, bayrağı bizden devralacak taze kuvvetlerin yetişmesine katkıda bulunarak. (Gecenin Atları)

  • "Yetkin kaçış yoktur. Kimse buğulaşıp göğe uçamaz. Kesinkes bir iz bırakırsın ardında." (Kırık Kalpler Terzihanesi)
  • Dokundukları yerde silinmesi olanaksız izler bırakır, hiçbir zaman yok olup gitmez kimi şeyler. (Horasan Elyazması)
  • Sanrının somutlaşması. (Kırık Kalpler Terzihanesi)
  • Tersten bakıldığında, sonuncu birincidir. Ama dünyada böyle değil midir zaten: Her şeyin başladığı ve bittiği yer, ölümüne dövüşülen bir savaş alanı... (Uykuda Çocuk Ölümleri)
  • Zemin bu kadar vurdumduymaz olduğuna göre, hangi oyunu oynarsan oyna, fark etmez. Oynadığınla kalırsın. (Yazı, Yazgı, Yazmak)
  • (Aman derim, bu muammayı körüklemeli!) Usta, diyorum, Usta, nedir bu muammanın vezni, nedir uyağı ki, bu topal köğük süregider? Yan/ıt: Bu yanardöner bir toptur. El değmez. Baksan, göremezsin. Uzansan, tutamazsın. Tüm cisminle, gövdenle, uzviyetinle bir koca kulak olsan, duyamazsın onun titrek tınısını. Amma illa da elini yakar, gözünü yakar, dilini yakar. (Ama dîl zaten yanmak için değil midir?) (Pervaneler)
  • Ama baktım ki mektuplarıma cevap namına hiçbir şey gelmemekte, vazgeçtim çaresiz. İnsanın kendisini adeta duvara karşı konuşuyormuş gibi hissetmesi fena şey. (Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı)

  • "Geçmişe özlem esasen bariz bir yaşlılık hastalığıdır..." (Bir Garip Cindi Zümrüdüanka)
  • Psikanaliz, yalnızca basit bir terapi yöntemi değil, bir insanı baştan ayağa yeniden yaratmak, daha doğrusu yepyeni bir insan yaratmaktır aslında. (Karadelik Güncesi)
  • "İlginç, ilginç ,çok ilginç ! Yaşamın ironisi : Sayrıl bir imgelem nasıl da oyunlar oynayabiliyor insana ! (Kırık Kalpler Terzihanesi)
  • Tutuyorum çetelesini çetrefil alınyazımın (Yazı, Yazgı, Yazmak)
  • Velhasıl-ı kelam, diyebilirim ki, hayat-ı perişanım, ağır edebiyat ve bitirim fiiliyat arasında kararsız bir saat rakkası gibi bir o yana bir bu yana sallanarak geçmekteydi. (Bir Garip Cindi Zümrüdüanka)
  • ... ama sanki mumyalanmıştı hepsi, tıpkı giriş holünde ki duvar saati gibi onlar için de zaman durmuştu, zamanın, zamansallığın dışına düşmüşlerdi. Aynı anda yaşıyorlar ve yaşamıyorlardı. Daha doğrusunu söylemek gerekirse salt varlardı.. oradaydılar, duruyorlardı. Tek eksik olan, onlara anlamsal varoluşlarını sağlayabilecek kullanıcılardı. Vardılar, çünkü ordaydılar, ancak yoktular, çünkü kullanılmıyorlardı. Eşyanın doğasında olan bu kullanılarak varolma özelliği benim hep ilgimi çekmiştir. (Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı)
  • Yartıcılığınız bilginizle sınırlı. <...> Ancak adlandırabildiğiniz kavramlarla düşünüyorsunuz; tanımsız bölgelerde tıkanıyor, kesintiye uğruyor düşünce. (Cafe Esperanza)

Yorum Yaz