diorex

Hanımefendi - İvo Andriç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Hanımefendi kimin eseri? Hanımefendi kitabının yazarı kimdir? Hanımefendi konusu ve anafikri nedir? Hanımefendi kitabı ne anlatıyor? Hanımefendi kitabının yazarı İvo Andriç kimdir? İşte Hanımefendi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 09.03.2022 08:00
Hanımefendi - İvo Andriç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: İvo Andriç

Çevirmen: Kayhan Gül

Yayın Evi: Ketebe Yayınevi

İSBN: 9786058030077

Sayfa Sayısı: 208

Hanımefendi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Hanımefendi, Yugoslav edebiyatının en güçlü seslerinden Nobel Edebiyat ödüllü İvo Andriç'in İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı "Bosna Üçlemesi" olarak adlandırdığu eserlerinden biri. 20. yüzyılın ilk otuz yılında Saraybosna ve Belgrad'da geçen roman, iflas eden babasının nasihatleri üzerine hayatını bencillik ve cimrilik üzerine inşa eden bir kadının trajik hikâyesini anlatıyor. Namıdeğer "Hanımefendi" içinde bulunduğu coğrafyanın da etkisiyle güvende olma içgüdüsü ve intikam alma duygusuna yenik düşer. Andriç, bizleri parayı, sevgi, dostluk, aşk gibi insani her duyguya tercih eden yapayalnız bir kadının psikolojisinin derinliklerine yolculuğa çıkarıyor. Üçlemenin diğer kitabı Drina köprüsü ve Travnik Günlüğü'nde olduğu gibi Hanımefendi'de de Andriç, tarihi arka planı ustaca tasvir ederek anlatımındaki büyük deha ile bizi o zamanın ruhuna götürüyor.

Hanımefendi Alıntıları - Sözleri

  • Anılar ise bir kez harekete geçti mi sadece başlangıçlarda durmuyorlardı.
  • Güzellik pahalı, aşırı pahalı, ama önemsiz ve yanıltıcıydı.
  • O zamanlarda ev numaraları o kadar önemli değildi. Hangi evin kime ait olduğu bilinir, insanlar büyük oranda birbirini tanır, adını ya da simasını bilirdi.
  • Seni diğer kızlardan ayıran en güzel ayrıntı ne biliyor musun sen erkeklerin süslü ve güzel cümlelerine kanmıyorsun saf ve kandırılması kolay kızlardan değilsin çok akıllı zeki ve gururlu bir hanımefendisin
  • ... Gelecek yıl ocak ayında, ilhak krizi zirve yaptığında ( 1908 Avusturya’nın Bosna Hersek’i ilhakı, Osmanlı toprağıydı) Rafo birden, adeta bir av köpeği gibi, dukaları satmak gerektiğinin işaretini verdi. Hanımefendi buna direniyordu, zira altının değeri durmadan artıyordu. Ancak Rafo, sabırsızca ve inatla, henüz değeri artarken tüm dukaları elinden çıkarması tavsiyesinde bulunuyordu, zira savaş çıkmayacağını bir-iki hafta içinde herkes anlayacak ve o zaman dukanın değeri hızlıca düşmeye başlayacaktı.
  • “ Halkın faydası için kullanılmayan para lanetlidir ve öyle kalacaktır.” Sima Milutinoviç- Sarayliya
  • “ Bilmeli ve asla unutmamalısın ki eğer insan, hayatın ondan istediği gibi gelirler ve giderler arasındaki ilişkiyi düzenlemeyi bilmezse, o kişi çökmeye mahkumdur. Eğer bunu beceremezsen, miras kalmış, sen kazanmışsın hiç fark etmez. Gelirlerin sadece saba bağlı değil, diğer insanlara ve çevrene bağlıdır, ama tasarruf etmek, işte bu sadece sana bağlıdır. Tüm gücün ve dikkatin sadece bunun üzerinde olmalı. İşte tan burada hem kendine hem de diğerlerine karşı acımasız olmalısın. Zira sadece kendi ihtiyaç ve arzularından fedakârlık etmen yetmez, bu tasarrufun küçük bir kısmı. Her şeyden önce daima içindeki, deyim yerindeyse büyük düşünceleri, iç ihtişamının efendilik alışkanlıklarını, eli açıklığı ve yapmacık olmayı öldürmelisin. İnsanların bize daha güzel isimlerle seslenmesi, geçerken herkesin dikkatini çekmek ve aslında bizi kandırması için olan bu zayıflık ve çabalarımızın, yeteneklerimizin meyvesini yutuyor. Tüm bunlar, bizim ömür boyu kölelik yapmamızın ve hatta tüm manasıyla çökmemizin de en sık nedenleridir. İşte bunların hepsini, kayıtsız şartsız ruhumuzdan söküp atmalıyız, zira tasarruf hayatın ta kendisi gibi acımasız olmalı. Ben kendi hayatımda farklı düşündüm ve aksini yaptım. İşte bu yüzden çöktüm. Şimdi gözlerimi açtığımda, benim bu çöküşümün sana bir ders ve örnek olmasını istiyorum.
  • Son 18 yılda dilenciler bu evde duygusal bir şekilde ağırlanır ve onalara bolca hediye verilirdi. Bu biliniyordu. Şimdi bunu da değişmesi gerekiyordu. Sadece, Hanımefendi bu hususu, hizmetçiler konusundaki gibi katı ve kestirmeden halledemeyeceğinin farkındaydı.
  • 1906’larda Saraybosna! Eskilerin kesiştiği, kültürel alanların karıştığı, farklı yaşam tarzları ve zıt anlayışların çatıştığı şehir. Ama tüm bu çeşitli ve farklı sınıflar, dinler milletler ve toplumsal grupların ortak bir çizgisi var: Herkesin ve sahip olduklarından daha fazlasına ihtiyacı vardı... ... Saraybosna her zaman paranın ve para arayışının şehriydi, ama şimdi bu her zamankinden daha fazlaydı. Karmaşık Türk alışkanlıklarından ve aşırı Slav arayışından miras bu medeni dünya, şimdi de toplum ve toplum yükümlülüklerine dair Avusturya kavramlarını da almıştı. Bu şekilci kavramlara göre insanın şahsi itibari be sınıfsal onuru, kısır ve saçma harcamaların bütünlüğüne, genellikle boş ve komik, ruhsuz ve zevksiz lükse dayanıyordu.
  • Dilencilerin dahi geçip gittiği boş ve neşesiz, gülüşmelerin ve sohbetlerin olmadığı, sıcaklıktan ve süslemelerden yoksun olan bu ev, yeni ve sıradaşı misafirler ağırlamaya başlamıştı. Farklı insanların nasıl görünmez bağlarla para ve para arayışı tarafından çekildiği burada görülebiliyordu.
  • ... En soğuk zamanlarda bile bu oda ısıtılmazdım Soğuk zamanlarda gelen konuklara “ Paltolarınızı çıkarmayın” derdi Hanımefendi ve intikamcı bir ses tonuyla eklerdi: “ Zira burada soba yakılmıyor.”
  • Bir keresinde bir yerde, her şeye gazete satarak başlamış bir Amerikalı milyarderin “ Öncelikle ilk milyonunu kazanmalı insan. Sonra her şey daha kolay gidiyor. Milyoner olmayan tek insan, olmak istemeyendir. İstemek gerekiyor. Her şey buna bağlı,” dediğini okumuştu.Bu belki de uydurulmuş gazete notu, onu aydınlatmış ve ayağa kaldırmıştı.
  • Şimdi o da bu inanılmaz ve hayaletimsi gerçeği söylemişti. Evet, dünya üzerinden para kaybolmuştu. Dünyayı çalmışlardı. Hayır, çalmamışlardı. Daha hayret verici ve daha kötü bir şey meydana gelmişti: Para kavramı ortadan kaybolmuştu. Bu kelime anlamını yitirmişti. Dukalar adeta parayı andıran metal plakalara dönüşmüş, bozuk paralar ise gelen geçene dağıtılan ve onların da hemen attığı reklam broşürleri gibi çöpe gitmişti. Hisse senetleri. resimli yabancı kağıtlarla bir yere atılmıştı. Bonolar, tanınmayan bir ölünün mektubu gibi anlaşılmaz, anlamsız ve değersizdi. Kasiyer defterleri, üzerine son kez bir şey yazıldığı yerde duruyor, şimdi anlaşılmaz hiyerogliflerin yazıldığı bir taş misali ölü gibi öylece yatıyordu.
  • Canavar o canavar, diyorum ben. Hiç kimseye hiç bir zaman acımamış, kendinden başka hiç kimseyi düşünmemiş. Sadece para üstüne para diziyor. Hiç kimse ondan ufacık bir fayda bile görmemiş. Günahını bile vermez o!
  • “ Nereye gidersem gideyim, nereye varırsam varayım, asam her zaman taşlı bir yola, bakışlarım her zaman zengin bir eve, düşüncelerim ise her zaman taş bir kalbe rastlamıştır. Sizin kibirli ve zalim zenginliğinize her baktığımda, kalbimi önce korku ve acı sarmış, sonra öfke ve nefrete dönüşmüştür, zira insan olmanın ne kadar ayıp olduğunu hissedip, yeryüzünün uzayın en rezil noktası olduğunu görmüşümdür.”

Hanımefendi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Üzerindeki kıyafeti en fazla kaç yıl giyebilirsin? Ya da o ufak radyoyu daha kaç sene kullanabilirsin? İyi taraftan düşünelim, tutumlu olmak bazen iyidir. Hepimizin hayatta tasarruf ettiği bir şeyler vardır. Kimimiz suyu, kimimiz elektriği ve kimimiz ayakkabıyı aylarca ve belki de yıllarca kullanabiliriz. Peki ya Rayka için ne denebilir? Tutumlu, tok gözlü, görgülü, kanaatkar ya da cimri, huysuz ve yalnız denebilir mi? O üstündeki kıyafeti yıllarca giydi, evinden tek bir çöp dahi atmadı, ışıktan tasarruf etmek için sabahları çalıştı. Kısacası görüp görebileceğin en eli sıkı insandı. Hayattan keyif dahi almadı, arkadaşlarıyla iletişimlerini en aza düşürürken üstüne üstlük evliliği aklından geçirmedi. Peki neden? O henüz küçük bir kızken ölüm döşeğinde olan babasına söz verdi. Bu zamanda sözlerin ne derece anlamı var bilinmez lakin Rayka için o söz çocukluğuna, gençliğine ve tüm yaşamına mal oldu. 1935 yılındaki tüm Belgrad gazeteleri Rayka Radakoviç için bir haber yazdı. Dairesinde ölü bulunan cimri Rayka için son bir haberdi bu. Arkasından konuşulan neydi dersiniz? Fazla düşünülmeye ihtiyaç yok sevgili okur. Rayka sözünü pekâla tuttu! Okur, olurda okursan kitabı bitirdiğinde kendine “Rayka’yı nasıl bilirdin?” diye sormayı unutma. Hoş, sen de ben de az çok tahmin edeceğiz. #hanımefendi #gospodica #ivoandric #ketebeyayınevi (Aslihan Yayla)

İvo Andriç, Drina Köprüsü romanı ile tanıdığım bir yazar. Yugoslavya’nın Tolstoy’u olarak tanınan ve ünlü lider Tito’nun da çok sevdiği ve ülkesi adına gurur duyduğu bir edebi kişilik. Rayka Radakoviç romanın başkahramanı bir kadın ve onun hikayesi Saraybosna’da başlayıp, Belgrad’da bitiyor. Bireyselleşmenin, insanın insana güvensizliğinin arttığı, dostluğun, sevginin ve aşkın pamuk ipliğine bağlandığı pek çoğumuzun dünyasında , apartman dairelerinin modern hayatın cehennemi olup bizleri sınadığı; cümle olumsuzlukların ve kötülüklerin sonunun gelmeyeceğini bile bile dünyanın dört bir yanında kötülükle savaşarak, iyiliği ve insanı yüceltenlerin belki de hiç olmadığı kadar güçlü ve çok olduğuna şahit olduğum bu günlerde bu romanı okudum. Açıkcası Drina Köprüsü romanının kalitesinde bir başka eser yazmış olabileceğine ihtimal vermiyordum İvo Andriç’in. Namıdiğer Hanımefendi varlıklı bir ailenin tek çocuğudur. Özel bir lisede son sınıflarda okurken bir gün okul bahçesinde biraz iri yarı, kilolu diyebileceğimiz bir arkadaşının düşmesine şahit olur ve bu duruma güler arkadaşlarıyla. Yere düşen kız da başkahramanımız Hanımefendi’ye “ Ne gülüyorsun, sen git iflas eden babana gül” diye cevap verir. Böylece Hanımefendi ailesinin özellikle de babasının ondan sakladığı gerçeği öğrenmiş olur. Ki pek çok aile böyle özel durumları yakınlarından ve çocuklarından gizler bir döneme kadar. Tabi o yaşlarda bir genç için iflas, icra gibi kavramlar çok da bilinen kavramlardır. Ailesini biraz dikkatli gözlemlediğinde okul bahçesinde ailesi ile ilgili kendisinin bilmediği sırrı veren arkadaşının haklı olduğunu fark eder. Babası ölüm döşeğinde iken Hanımefendi 15 yaşındadır. Ölüm döşeğindeki parlak bir geçmişe sahip işadamı kızı ile bir konuşma yapar: “ İnsanlara hayatı boyunca güvenmemesini, tasarruf etmesini, kendi ayakları üzerinde sapasağlam durmasını ister kızından.” Bu yaşananlar romanımızın başkahramanını bizlerin romanın başlarında tahmin ettiğinden çok daha fazla etkilemiştir, sarmıştır. Yardımseverliği ve merhameti ile tanıdığımız veya sevgili Orhan Veli’nin son şiiri “ Aşk Resmî Geçidi”nin son bölümünde tarif ettiği profilin kadın aksine ( Gelelim sonuncuya, Hiçbirine bağlanmadım ona bağlandığım kadar, Sade kadın değil insan! Ne kibarlık budalası ne malda mülkte gözü var, Hür olsak der eşit olsak der, İnsanları sevmesini bilir, Yaşamayı sevdiği kadar) başkahramanımız başta kendisi olmak üzere yakınlarına ve insanlara, hayvanlara karşı duygusuz: imkanı olduğu halde harcama yapmayan, kimseye yardım etmeyen bir karakter. Tabi burada yazarın yaratmış olduğu karakterin mükemmelliği ve romanın arka planında 1. Cihan Harbi’nin öncesi, harp yılları ve savaş sonrasında 1929 Dünya Ekonomik Krizi’ni ( Büyük Buhran) tarihsel arka planda yaşananları okuyunca ve düşününce Hanımefendi ile empati yapabiliyorsunuz. Tasarruf, hayatta kalmak, zengin olmak ya da en azından kazananlardan olmak başkahramanımızın hayat felsefesidir. (Yahya Arslan)

Para, para, para: Ivo Andriç denince akla ilk “Drina Köprüsü” eseri gelse de benim aklıma bundan böyle dilimize yakın zamanda çevrilen “Hanımefendi” isimli kitabının geleceği kesin. Şu ana kadar okumadığım bir kitabı dışında en sevdiğim kitabı bu oldu. Diğer eserleri kadar popüler olmasa da bu kitaptaki anlatımı ve olayları çok beğendim. “Hanımefendi” yazarın Bosna Üçlemesini oluşturan "Drina Köprüsü" ve "Travnik Günlükleri" ile birlikte üç romanından biri. Kitapta anlatılan olaylar 20 yüzyılda Balkanlarda, özellikle Saraybosna ve Belgrad çevresinde gelişiyor. Yazarın romanlarında daha çok toplumsal olaylar ön planda olsa da “Hanımefendi” her şeyden önce tam bir karakter romanı, tabii yazar sosyal ve politik meselelere de dokunmadan edemiyor. Kitap bir gazete haberiyle başlıyor: “Tüm Belgrad gazeteleri, 1935 yılı Şubat aynının son günlerinin birinde, Stişka Sokağı'ndaki 16a numaralı evde, evin sahibinin ölü bulunduğu haberini verdi. Adı Rayka Radakoviç idi. Aslen Saraybosnalıydı. 15 yıldır bu evde dünyadan tamamen soyutlanmış, yaşlı ve yalnız bir hayat sürüyordu. Cimri ve kendi dünyasında yaşayan biri olarak tanınıyordu.” Her ne kadar gazetelerde her yazılan gerçeği yansıtmasa da buradaki habere güvenebilirsiniz. Zaten bu haber bize romanın geneli hakkında ufak tefek ipuçları veriyor. Bu gazete haberinden sonra yazar okurunu Rayka Radakoviç'in çocukluk yıllarına ve içinde büyüdüğü dünyaya götürüyor. Rayka Radakoviç için çocukluk yılları romanda babanın ölümüyle son buluyor. Ölüm döşeğindeki babasının kızına son nasihati kızının kaderini çiziyor. Babasının maddi sebeplerden dolayı ölümüne yıkılan Rayka Radakoviç hayatı boyunca babasına verdiği sözü tutuyor: tasarruf ediyor. Ancak babasına verdiği sözü tutarken gerçek bir cimriye dönüşür ve hayatını mahvettiğini hiçbir zaman farkına varmaz. Evet, edebiyat tarihinde Rayka Radakoviç kadar cimri bir karakter varsa ben henüz kendisiyle tanışmadım. Varyemez Amca bile cimrilikte eline su dökemez sanırım. Babasının ölümünden sonra hayatı boyunca tek düşündüğü, kalbinin uğrunda titrediği tek şey para olur. Tasarruf etmek yaşamındaki en büyük itici güç haline gelir. Çünkü zalim ve güvensiz bir dünyada para onun için tek güvencedir. Öyle ki bu uğurda ailesini bile reddeder, evlenmez ve sadece kendisi için yaşar. Para hırsı yüzünden hayatından aşkı, arkadaşlığı ve aileyi çıkarır. Hayatı sadece siyah beyaz renklerle görür. Yazar, hanımefendiyi hiçbir şekilde yargılamıyor. Bunu zaten onun yerine kadının kendi hikâyesi yapıyor. Tek bir kadın ekseninde dönen “Hanımefendi”, içinde yaşadığı dünyaya ve insanlara küsmüş, tümüyle paranın kölesi olmuş bir kadının trajik hikâyesinin çok ötesinde bir roman. (N)

Hanımefendi PDF indirme linki var mı?

İvo Andriç - Hanımefendi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hanımefendi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İvo Andriç Kimdir?

Ivo Andrić, 1892'de Travnik yakınlarında Dolac'ta doğdu. Zagreb, Viyana ve Krakow'da sürdürdüğü eğitimini Graz Üniversitesi'nde verdiği "Osmanlı Yönetimindeki Bosna-Hersek'te Kültür Yaşamı" konulu doktora tezi ile tamamladı. I. Dünya Savaşı sırasında milliyetçi etkinliklerinden ötürü Avusturya-Macaristan yetkilileri tarafından bir süre gözaltında tutuldu. Savaşı izleyen yıllarda Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı. Budapeşte, Madrid, Cenevre ve Berlin'de dış görevlerde bulundu.

Yazarın en büyük özelliği kitaplarindaki olayları tarafsızlıkla anlatmasıdır. En acımasız hatta insanlık dışı sayılabilecek eylemlerde dahi yazar yalnızca olayı, o sırada insanların ne düşündüklerini ve hareketlerinin sebeplerini anlatmakta; fakat herhangi bir görüş belirtmemektedir. Hümanist olan Ivo Andrić eserinde çeşitli dinlerin ve soyların kaynaştığı bu bölgede en küçük bir din ve ırk ayrımı yapmadan, anlattığı olaylarda yer alan bütün kişilere eşit bir sevgi ve ilgi göstermiştir.

İvo Andriç Kitapları - Eserleri

  • Drina Köprüsü
  • Lanetli Avlu
  • Irgat Siman
  • Hanımefendi
  • Sinan’ın Tekkesinde Ölüm
  • Travnik Günlüğü
  • Uğursuz Avlu
  • Ömer Paşa
  • Güneşli Tarafta
  • Veli Paşa'nın Oynaşı
  • Bosna Hikayeleri

İvo Andriç Alıntıları - Sözleri

  • Son 18 yılda dilenciler bu evde duygusal bir şekilde ağırlanır ve onalara bolca hediye verilirdi. Bu biliniyordu. Şimdi bunu da değişmesi gerekiyordu. Sadece, Hanımefendi bu hususu, hizmetçiler konusundaki gibi katı ve kestirmeden halledemeyeceğinin farkındaydı. (Hanımefendi)
  • Çünkü dört farklı inancın iç içe yaşadığı bu yoksul, geri kalmış ülkenin başka ülkelerden dört kat daha fazla sevgiye, karşılıklı anlayışa ve hoşgörüye ihtiyacı var. Fakat Bosna’da, tersine, anlayışsızlık, düzenli aralıklarla açık nefret yaymak buranın insanının tipik bir özelliği. Farklı inançlar arasındaki uçurum o kadar derin ki bazen yalnızca nefret bunları aşmayı başarıyor. (Sinan’ın Tekkesinde Ölüm)
  • Tuhaftır, mutlu olabilmemiz için ne kadar az şey gerekiyor, çoğunluk bu pek az şeyle yetinmeyişimizse daha da tuhaf! (Irgat Siman)
  • En iyisi insanı hikâyesini dilediği gibi anlatması için serbest bırakmaktı. (Lanetli Avlu)
  • Türkiye 'nin dışına giden çiçekli yollar yoktur. Yoktur, hiç olmamıştır. (Ömer Paşa)
  • ... İnsanın kurtuluşuna ve mutluluğuna giden tek yolun insanın dürtülerinden kurtulmasından geçtiğine dair bir teorisi vardı. (Güneşli Tarafta)

  • «Bir ülkenin ve hükümetinin değerini ölçmek, geleceği hakkında hüküm vermek istiyor musun ? O ülkede, cezaevine tıkılmış namuslu ve suçsuz kişilerle, ellerini kollarını sallayarak dolaşan sabıkalıları bir say.» (Uğursuz Avlu)
  • "Gözünün önünde hiçbir hayal belirmiyor, mısralar ancak güçlükle kurulabiliyor ve yine de eksik kalıyor, kafiyeler eskiden olduğu üzere artık kıvılcım saçarcasına birbirlerini ateşlemiyorlardı." (Travnik Günlüğü)
  • Kısacası, fakirlik korkusundan, alçakça ve rezilce düşüncelerden, yontulmamış tabirlerden asla kurtulamadıktan sonra, acı ve göze görünmez ve silinmez bir sefalet insanın her adımında peşinden ayrılmazken ve o güzel hayat bir rüya gibi gözlerimizin önünden silinip giderken, az veya çok bir şeylere sahip olmak ne işe yarardı? (Travnik Günlüğü)
  • Bana gelince kitap okumayı ve başkalarının hayatına karışmayı sevmem. Herkesin düşüncesi kendine. (Uğursuz Avlu)
  • "Yaşlanmak, zayıflamak ve ölmek o kadar korkunç bir şey değil. Asıl korkunç olanı, bizi, bizden çok daha farklı olan başkalarının, daha gençlerinin takip edeceğini idrak etmemizdir. İşte asıl ölüm buradadır. Bizi mezara çeken hiç kimse yok, hayır, biz arkamızdan mezara itiliyoruz!" (Travnik Günlüğü)
  • Anılar ise bir kez harekete geçti mi sadece başlangıçlarda durmuyorlardı. (Hanımefendi)
  • Dilencilerin dahi geçip gittiği boş ve neşesiz, gülüşmelerin ve sohbetlerin olmadığı, sıcaklıktan ve süslemelerden yoksun olan bu ev, yeni ve sıradaşı misafirler ağırlamaya başlamıştı. Farklı insanların nasıl görünmez bağlarla para ve para arayışı tarafından çekildiği burada görülebiliyordu. (Hanımefendi)

  • ...Çoğumuzun bazen tek ihtiyaç duyduğu şey yalnızca bize yakın birinin sevecen bir sözüdür. (Sinan’ın Tekkesinde Ölüm)
  • çoğumuzun bazen tek ihtiyaç duyduğu şey yalnızca bize yakın birinin sevecen bir sözüdür. (Sinan’ın Tekkesinde Ölüm)
  • Çünkü hayâl kırıklığı ve acı, düşünceleri geçmişe götürür. (Irgat Siman)
  • Genelde böyle olur. Görmeyi umduğumuz kişiler onları düşündüğümüz ve en çok beklediğimiz zamanlarda değil, aklımızdan hiç geçmedikleri anlarda ortaya çıkarlar. Ve onları görmekten duyduğumuz sevincin, içimizin onu bastırdığımız derinliklerinden çıkması biraz zaman alır. (Lanetli Avlu)
  • O, kim olduğu bilinmeyen masallaştırılmış bir üstaddır. (Drina Köprüsü)
  • ... En soğuk zamanlarda bile bu oda ısıtılmazdım Soğuk zamanlarda gelen konuklara “ Paltolarınızı çıkarmayın” derdi Hanımefendi ve intikamcı bir ses tonuyla eklerdi: “ Zira burada soba yakılmıyor.” (Hanımefendi)
  • Çünkü kuşku daima insanın kendi içindeydi, daima da alesta beklerdi, biraz uyukladığında, tek gözü açık, bir kulağı delik uyurdu, en küçük bir gürültü, kelebeğin kanat çırpışından daha hafif bir ses uyandırabilirdi onu; kendisini kimse hiçbir şekilde uyandırmazsa şüpheli görülen sessizlikten kendi kendine uyanabilirdi. (Irgat Siman)

Yorum Yaz