Hava Kurşun Gibi Ağır - Hıfzı Topuz Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Hava Kurşun Gibi Ağır kimin eseri? Hava Kurşun Gibi Ağır kitabının yazarı kimdir? Hava Kurşun Gibi Ağır konusu ve anafikri nedir? Hava Kurşun Gibi Ağır kitabı ne anlatıyor? Hava Kurşun Gibi Ağır kitabının yazarı Hıfzı Topuz kimdir? İşte Hava Kurşun Gibi Ağır kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Hıfzı Topuz
Yayın Evi: Remzi Kitabevi
İSBN: 9789751414458
Sayfa Sayısı: 326
Hava Kurşun Gibi Ağır Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Nâzım Hikmetin Romanı Nâzım Hikmeti aşkları, acıları ve tutkularıyla anlatan bir roman... Nâzım Hikmeti ve dostlarını yakından tanımış olan Hıfzı Topuz, bu romanda şairin bir yandan uğradığı haksızlıkları, çektiği acıları, yurt özlemini, halkına olan sevgisini, bir yandan da tutkularını, aşklarını, mutluluklarını anlatıyor. Hava Kurşun Gibi Ağırı okurken, 1940lı yılların karanlığına yeniden tanık olacak, yıllar boyu cezaevlerinde yatan büyük Türk şairinin sönmeyen umudunu, açlık grevindeki direnişini, özgürlüğe kavuşma sevincini, Moskovadaki coşkulu, bazen de fırtınalı günlerinin heyecanını, ölümü bekleyişinin hüznünü onunla paylaşacaksınız.
Hava Kurşun Gibi Ağır Alıntıları - Sözleri
- "Dövüşebilirim doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey için, herkes için. Yaşım başım buna engel değil." ... ~...
- "Dövüşebilirim doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey için, herkes için. Yaşım başım buna engel değil."
- Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz.
- Dünyayı verelim çocuklara, hiç değilse bir günlüğüne Allı pullu bir balon gibi, verelim oynasınlar Oynasınlar türküler söyleyerek, yıldızların arasında Dünyayı çocuklara verelim
- İnsanın gençliği kimlik kartında yazılı olan yaşıyla değil, yüreğinin gençliğiyle ölçülür.
- Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Evet, vatan hainiyim, siz vatanseverseniz, siz yurt severseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğuktan it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim.
- Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak nasıl çıkar karan- -lıklar aydın- -lığa...
- Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm
- "Hak yerini bulur da çıkarsam önümüzde yaşanacak güzel günler var. Yok emri hal işbu açlık grevi ile tecelli ederse, o kadar güzel anılarımız var ki, siz onları anarsınız, yine berabermişiz gibi oluruz. Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz."
- Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani...
- Hep bir ağızdan türkü söyleyip hep beraber sulardan çekmek için ağı, demiri oya gibi işleyip hep beraber, hep beraber sürebilmek için toprağı, ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, yârin yanağından gayrı her şeyde her yerde hep beraber diyebilmek için on binler verdi sekiz binini...
- "Dövüşebilirim doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey için, herkes için."
- Ben, beni bir daha ele geçirirsem, -abıhayat içersem demiyorum- kapılar bir daha açılsa ben bu haneye bir daha girsem yaşardım böyle kanrevan içinde yine böyle aşk ile sersem, ben, beni bir daha ele geçirsem...
- “Dünya bir tiyatrodur,” dedi, kadınlar, erkekler hepsi oyuncudur.”
- ..."yarı doğru, doğru olmayandan daha fazla kötülük getirebilir."
Hava Kurşun Gibi Ağır İncelemesi - Şahsi Yorumlar
“Dövüşebilirim doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum her şey için, herkes için.“ demişti Nazım. Evet, o gerçekten de ölene kadar dünyadaki herkes için dövüştü. Onun son yıllarında yakın arkadaşlarından biri olan yazar, Nazım Hikmet’i anlatırken çeşitli kaynaklardan araştırarak ve Nazım Hikmet’in yakın arkadaşlarından onu dinleyerek kitabını oluşturmuş. Ve bunu yaparken nesnel olmayı başarabildiği için kitabı okumak benim için daha keyifli oldu. Onun yaşadıkları, çektiği acılar, memleket hasreti, bitmek bilmez iyimserliği bir kez daha etkiledi beni. Mavi Gözlü Dev’i öncesinde izlediğim için kitaptaki kısımları okurken filmden sahneler sürekli gözümde canlandı. Sonuç olarak “Denize, kuma, güneşe, elmaya, yıldızlara karışıp gitmenin zamanı geldi” diyen Nazım Hikmet, sonsuz iyimserliğini bize bırakarak gitti. Evet Nazım, nasıl unuturuz seni? Onun hayatını merak edenler için çok güzel bir kitap olduğunu düşünüyorum. Okuyacak herkese, keyifli okumalar :) (Yıldız)
Hava kurşun gibi ağırdı...: "Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani..."(s. 248) Vasiyet etti Nâzım usta. Tek isteği vatan topraklarında ölmekti. Ama gel gör ki, vatan toprağında bile yatmasını çok gördüler. Çok sevdiği vatanına yaşarken hasret kaldı, ölürken de hasret gitti, Peki sorarım size, yiğitlik midir bir şairi vatan topraklarına hasret bırakmak? Yiğitlik midir, bütün dünyanın bağrına bastığı ustaya, vatanının bir karış toprağını bile çok görmek? Vatanını seven her kişi, ona bunu hak görenlere hakkını helal etmeyecektir, bunu adım gibi biliyorum. Helallik bu aralar moda ne de olsa :) Tek suçu şiir yazmak olan bir şair nasıl yıllarca hapishanelerde yatar? Söz konusu şair Nâzım Hikmet'se yatar. O, sadece adı Nâzım Hikmet olduğu için hapishanelerde yattı. Yazdığı şiirleri sakıncalı gördüler. Çünkü yazdıklarında haksızlıklara karşı bir isyan vardı. Halkı isyana teşvik ettiğini düşündüler. Oysa, o sadece hissettiklerini dizelere döküyordu. Çünkü o bir şairdi. Bir çok yazarı, şairi yazdıklarından biliriz ama hayatını okumak çok başka bir şey. Özellikle de birilerinden dinlemek. Gerçi benim için hepsi bir ama yine de bir başkasından duymak bir başka güzel. yazar/Hifzi-Topuz'dan yazar/sabahattin-ali'min hayatını anlattığı kitap/basin-one-egilmesin--1699'i nasıl zevkle okuduysam, yazar/nazim-hikmet-ran'in hayatını anlattığı kitap/hava-kursun-gibi-agir--1691'ı da aynı zevkle okudum. Ben edebiyat eğitimi almadığım için kitapları edebi açıdan değil de, bana hissettirdiği duygulara göre değerlendiriyorum. Bir biyografi nasıl yazılır bilmem ama bir şair nasıl anlatılır az çok anlarım. Hıfzı Topuz da, Nâzım ustayı her yönüyle anlatmış. Hem bir insan olarak, hem bir şair olarak, hem de bir aşık olarak. Nâzım Hikmet'i aşksız düşünmek ne mümkün. Aşk sayesinde kendini genç hissediyor ve aşk sayesinde hayata tutunuyor. Kısacası aşk ile besleniyor. Zaten şairlerin çoğu da aşktan beslenmemişler mi? Çoğu kişi ona kızıyor biliyorum ama bence onu yaşadığı aşklardan dolayı yargılamamak gerek. Yaşaması gerekiyormuş ve yaşamış. Yoksa nasıl bu kadar güzel şiirler yazardı? Nâzım Hikmet kendini asla büyük görmemiş. Herkes onu kusursuz görürken, o kendini her zaman eleştirmiş. "... bendeniz bütün kusurları ve kabahatleri, zaafları ve kepazelikleriyle bir 20. yüzyıl insanıyım. Kusurlu olduğumu gayet iyi bilirim. Kusurlarımı ve zaaflarımı yenmek için kendi kendimle mücadele halindeyim." (s. 191) Nâzım, hapishane günlerinde her zaman çevresindeki insanlara yardımcı olmaya çalışmış. Kendisine gelen parayı ihtiyacı olan kişilere dağıtırmış. Hapishanede komün bir hayat oluşturmuş. Yalnız para yönünden değil, bazı kişilere edebi açıdan da yardımcı olmuş. Bu kişilerin en önemlisi ünlü yazar yazar/orhan-kemal'dir. "Ben bugün yazar oldumsa onun sayesindedir. Bursa Cezaevi'nde onu tanımasaydım, Orhan Kemal olamazdım. Her şeyimi ona borçluyum. Onu asla unutmadım," (s. 291) yazar/orhan-kemal, Nâzım Hikmet'le geçidiği üç buçuk seneyi, kitap/nazim-hikmetle-3-5-yil--19692 adlı eserinde anlatmış. Kitap kütüphanemde okunacaklar arasında duruyor. Umarım en kısa zamanda okurum. Okunmayı bekleyen ne çok kitap var. Aklıma her geldiğinde içime bir korku düşüyor, ya okuyamazsam diye. Neyse karamsarlığa lüzum yok. Her zaman pozitif düşünmek gerek, tıpkı Nâzım usta gibi. "Yeni umutlar beslemek ona canlılık veriyor ve her şeye karşın dünyayı seviyordu." (s. 156) Hayatı çok seven Nâzım, haksız yere içeride yatmak artık canına tak etmiş olacak ki, sonunda açlık grevine gitmiş. "13 yıldır sürüp giden adli bir hatanın düzeltilmesi için hayatımı ortaya koymaktan başka çarem yok," (s. 215) En sonunda bir şekilde af çıkarılmış ve Nâzım'ın çektiği çile bitmiş. Özgürlüğe adım attığı günlerde güzel hayaller kurmuş. "Münevver bir oğlan doğurdu. Nâzım muradına ermişti, yıllar sonra baba olmanın keyfini çıkarıyordu. Artık mutluydu. Çocuğa Mehmet adını verdi. Artık güzel günler göreceklerdi." (s. 229) Ama ne yazık ki, onu rahat bırakmadılar. Yaşadığı mutluluğu çok görmüş olacaklar ki hemen askere çağırdılar. "Nâzım'ın bütün huzuru kaçmıştı: İki yıl askerlik yapması isteniyordu. Akciğer, karaciğer, kalp, mide, deri bozuklukları... Bu halde iki yılı nasıl tamamlardı? Aklına Sabahattin Ali'nin öldürülmesi geldi. Belki de dağ başında bir yerde, "Askerliğini yaparken kaçıyordu, vurduk," diye öldüreceklerdi. (s. 228) Nâzım asla ülkesinden ayrılmak istemedi, çünkü ülkesini hep çok sevdi. Ama bir yerde mecbur kaldı. Yaşamak için kaçmak zorundaydı. Ülkesinden uzakta olduğu her an oğlu Mehmet'i ve karısı Münevver'i düşündü. "Şair büsbütün çökmüş ve moralini yitirmiş bir durumdaydı. Eşi Münevver'in ve oğlu Mehmet'in özlemini çekiyordu." (s. 249) Şimdi diyeceksiniz ki, madem Münevver'i bu kadar çok seviyordu, neden Vera ile evlendi? Onu ancak kitabı okuyunca anlayabilirsiniz. Ve eminim ki, onu yaşadığı aşkları için suçlayanlar, benim gibi kitabı okuyunca ona olan kızgınlıkları uçup gidecek. "Nâzım Piraye'den mektuplarında daha büyük bir ilgi, daha derin bir duygusallık ve sevgi bekliyor, bunu görmediği zaman da çok üzülüyordu. Piraye genelde içine dönük, yani duygularını her fırsatta açığa vurmaktan çekinen bir kadındı. Tersini belki de gösteriş sanıyor ve kapalı kalıyordu. Nâzım ise o havada değildi." (s. 168) Nâzım, en güzel şiirlerini Piraye için yazmış. Hapishanede olduğu sürece ondan aldığı mektuplar ona hep güç vermiş. Gerçi mektuplar daha ziyade iş mektupları gibiymiş ama olsun sonuçta mektup ya, Piraye'den gelmiş ya, önemli olan o. Piraye taraftarı olanlar Nâzım'a, Piraye'yi dayı kızı Münevver ile aldattığı için hep bir kızgınlık duyar. Oysa bilmezler ki, Piraye Nâzım'dan bir 'şekerim' sözünü bile esirgemiştir. "Mektupların daha ziyade iş mektubu, fakat içinde bir tek 'şekerim' olması bana yeter. Ne yapayım aşk mektupları yazmaya ve aşk mektupları almaya öyle susamışım ki. Ara sıra sana böyle haksız ve üstü kapalı sitemler yapıyorum."(s. 169) Nâzım Hikmet'in aldığı cezayı haklı görenler kitabı okuduğu zaman, aslında ona ne kadar haksızlık yaptıklarını anlayacaklar. Kitapta başka ne mi var? İlk aşkından son aşkına kadar bütün kadınlar, onlara yazdığı şiirler, zamanın edebiyatçıları ile olan ilişkileri (kimler yok ki), yaşadığı haksızlıklar, hapishane günleri, yurt dışına kaçışı, orada yaşadıkları. Kısacası hem hüzün, hem mutluluk var. Kısacası hem aşk, hem ayrılık var. "Öyle bir ülkede yaşamak istiyorum ki evlerin kapısına kilit vurulmasın, soygun, hırsızlık, cinayet gibi sözler işitilmesin!" (s. 283) İmkansız olsa da, Nâzım güzel bir dünya hayal etmiş. Umarım onun hayal ettiği dünya bir gün gerçek olur. Evet dostlar benden bu kadar. Her ne kadar, Nâzım'a yapılan haksızlıkları okurken hop oturup hop kalktıysam da, kitabı zevkle okudum. Sizlere de tavsiye ederim. Eminim kitapta bir parça da kendinizi bulacaksınız. Nasıl diye sormayın, okuyunca anlarsınız. Son şiirini son aşkı Vera için yazmış. Bu şiir öldüğü zaman, pasaportunun içinde bir kağıda yazılmış olarak bulunmuş. Şairin pasaportunda şiirden başka ne çıkabilir ki, değil mi? "Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim Kaldım Güldüm Öldüm" (s. 312) Meraklısına şimdiden keyifli okumalar. (Sultannn)
Bu dünyadan bir Nazım geçti: Cumhuriyet tarihi boyunca bu ülkede hukuksuzluk bitmedi bitmeyecek galiba.Adalet bu toparaklara hiç uğramayacak mı? Artik kaniksadık neredeyse ama yine de Nazım'a yapılanları okudukça bir kere daha umutsuzluğa kapılmadan edemedim.Her ne düşünceden olursanız olun.Komünist Nazım'ı tarafsız okuyun derim.Adalet bir gün herkese lazım olur. Kitap hızlı bir şekilde hayatını dostlarını kısa anektodlarla anlatmış.Hiç bilmeyenler için akıcı bilgilendirici bir biyografi anı kitabı diyebiliriz.Okuduktan sonra ayrıntıları da merak edip başka kaynaklardan da okumak isteyeceksinizdir. Bir de üzerine Bedri Rahmi'nin Nazım'a yazdığı "Yiğidim aslanım burda yatıyor "şiirini bulup okursanız oturur ağlarsınız. (dilek çağlayık)
Hava Kurşun Gibi Ağır PDF indirme linki var mı?
Hıfzı Topuz - Hava Kurşun Gibi Ağır kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hava Kurşun Gibi Ağır PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Hıfzı Topuz Kimdir?
Hıfzı Topuz, (d.1923) gazeteci ve yazar.
1923 yılında İstanbulda doğdu. Galatasaray Lisesini (1942), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini (1948) yılında bitirdi. Strasbourg Üniversitesinde devletler hukuku ve gazetecilik alanlarında yüksek lisans (1957-59) ve yine Strasbourg Hukuk Fakültesinde gazetecilik alanında doktorasını yaptı (1960). 1947-58 yılları arasında Akşam gazetesinde önce istihbarat şefi, sonra yazı işleri müdürü olarak çalıştı. İstanbul Gazeteciler Sendikasının kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. Pariste Unesco Genel Merkezinde Özgür Haber Dolaşımı şefi olarak çalıştı (1959-1983). Uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleksel işbirliği, basın ahlâkı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetti. Afrika ülkelerinde, Hindistanda, Filipinlerde gazetecilik eğitimi seminerleri düzenledi. Kara Afrika'da kırsal basın projesini oluşturdu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinin, o zamanki adıyla Basın-Yayın Yüksek Okulunun kuruluşu için, Pariste Unesconun merkezinde ilk projeleri hazırladı. 1974-75 yılları arasında TRTde Radyolardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. 1986da halen başkanlığını sürdürdüğü İletişim Araştırmaları Derneğini (İLAD) kurdu. Vatan, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleriyle çeşitli dergilerde diziler ve inceleme yazıları yazdı. Anadolu Üniversitesi, Galatasaray ve İstanbul Üniversiteleri iletişim fakültelerinde basın, radyo-televizyon tarihi, uluslararası iletişim ve siyasal iletişim dersleri verdi.
Hıfzı Topuz Kitapları - Eserleri
- Gazi ve Fikriye
- Başın Öne Eğilmesin
- Meyyale
- Milli Mücadelede Çamlıca'nın Üç Gülü
- Hava Kurşun Gibi Ağır
- Taif'te Ölüm
- Elbet Sabah Olacaktır
- Abdülmecit
- Paris'te Son Osmanlılar
- Çılgın ve Özgür
- Hatice Sultan
- Bana Atatürkü Anlattılar
- Özgürlüğe Kurşun
- Vatanı Sattık Bir Pula
- Devrim Yılları
- Kara Çığlık
- Paris'te bir Türk Ressam
- Nevbahar
- Gizli Aşklar
- Eski Dostlar
- Tavcan
- Türk Basın Tarihi
- Elveda Afrika, Hoşçakal Paris
- Paris Sürgünü
- Bir Zamanlar Nişantaşı’nda
- Atatürk Sesleniyor
- Şanlı Kanlı Yıllar
- Ardından Yıllar Geçti
- Gülümseyen Anılar
- Büyülü Afrika
- Anı ve Mektuplarda Melih Cevdet Anday
- Paris 68
- 100 Soruda Türk Basın Tarihi
- Parisli Yıllar
- Dünya Karikatürü
- Cumhuriyet'in Beş Dönemeci
- Yakın Dönem Türk Basın Tarihi
Hıfzı Topuz Alıntıları - Sözleri
- Sözün şiirlerin mükemmelidir (Başın Öne Eğilmesin)
- "Bir toplumu bir süre susturabilirsin, toplumun bir bölümünü de çok uzun bir süre susturabilirsin. Ama bütün toplumu yüzyıllar boyu köle gibi kullanamazsın. Baskı ve şiddet patlamalara yol açar. Bu patlamanın ne zaman olacağını önceden kestiremezsin." (Vatanı Sattık Bir Pula)
- ..."yarı doğru, doğru olmayandan daha fazla kötülük getirebilir." (Hava Kurşun Gibi Ağır)
- "Ben âlemin ne üstündeyim ne de altında, ben dışındayım." (Elbet Sabah Olacaktır)
- İstibdat döneminde bazı dizgi yanlışları yüzünden gazetelerin kapatıldığı görülmüştür. Bu yanlışlann en ünlüleri arasında şunlar vardır: - "Şevketlü Abdülhamid» Arap harfleriyle «şu kötü Abdülhamid» olarak okunabilecek şekilde çıktığı için Sabah gazetesi bir süre kapatılmıştır. - Padişahın tahta çıkışının yıldönümünü bildiren bir yazıda bir dizgi yanlışı ile «leylei mes'ude» (mutlu gece) «leylei mesude» yani karanlık gece olarak çıkmış ve İkdam gazetesi hakkında kovuşturma açılmıştır. - "Hollanda kraliçesine bir nişan itası" (verilmesi,) konulu bir haber Takvim-i Vakayi gazetesinde bir dizgi yanlışı ile «nişan hatası» olarak çıktığı için gazete 1908'e kadar kapalı kalmıştır. Çünkü jurnalciler o zaman 12 yaşında olan bir çocuğa nişan vermekle «hata» edildiğini padişaha duyurmuşlar ve bunun bir çeşit muhalefet olduğunu belirtmek istemişlerdir. - Matbaai Amire'de (Devlet basımevinde) dizilip yayınlanan Salname'de (Devlet yıllığı) Kanunu Esasî'nin bir yaprağı cilde ters girdiği için bu, Padişahı baş aşağı görme dileği olarak yorumlanmış ve Devlet basımevi kapatılmıştır. (100 Soruda Türk Basın Tarihi)
- Namık Kemal, "Paşam, pek öyle değil," dedi. "Biz millete güveniyoruz, ama kaç kişi bizi anlıyor ve destekliyor! Karşımızda çıkar düşkünü cahil kimseler var, onlar her türlü dolapları çeviriyorlar." (Meyyale)
- "İstibdada karşı birlikte savaşacağız. Mutlaka selamate ulaşacağız." (Vatanı Sattık Bir Pula)
- 1850 Temmuz'unun ilk günlerinde ünlü Fransız şairi ve yazarı yazar/Alphonse-De-Lamartine (1790-1869) Marsilya yoluyla İstanbul'a geldiği öğrenildi. Lamartine Türkiye'nin yabancısı değildi. On yedi yıl önce de İstanbul'a gelmiş, Tarabya'daki Fransa elçiliğinin yazlık köşkünde iki ay kalmış, İkinci Mahmut tarafından kendisine Aydın'da bir çiftlik hediye edilmişti. Lamartine İstanbul'u çok sevmiş, Edirne, Sofya, Niş, Belgrad ve Viyana yoluyla Paris'e döndükten sonra anılarını yazarak Türkiye'yi tanıtmak ve sevdirmek için özveriyle çalışmıştı. (Abdülmecit)
- Fransızlar Burkina dan ayrıldıktan sonra meslekten gazeteci kalmamıştı. Haberleşme bakanlığı personeli de doğru dürüst eğitim görmemiş insanlardan oluşuyordu. Biz oralarda gazeteci yetiştirmeye çalışıyorduk. (Büyülü Afrika)
- Anılarımızın ne değeri var. (Elveda Afrika, Hoşçakal Paris)
- Balkan savaşını çıkaran devletler birbirlerine düştüler, ikinci balkan savaşı başladı. Yunanistanla sırbistan Bulgaristan üzerine yürüdüler. Bunu fırsat bilen Osmanlı Hükümeti de doğu trakya’yı Bulgarlardan temizlemeye karar verdi... Osmanlı ordusu ezici bir zaferle Edirne’ye ilerliyordu. (Gazi ve Fikriye)
- "Hak yerini bulur da çıkarsam önümüzde yaşanacak güzel günler var. Yok emri hal işbu açlık grevi ile tecelli ederse, o kadar güzel anılarımız var ki, siz onları anarsınız, yine berabermişiz gibi oluruz. Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz." (Hava Kurşun Gibi Ağır)
- "... Eğitim yolunda ilerleme, din işlerinde olduğu kadar dünya işlerinde de cahilliğin kaldırılmasına bağlıdır. İlim, fen ve sanat eğitimini sağlayan okulların açılmasını ön plana almanızı istiyorum." Genç padişahın verdiği bu emir öyle yabana atılacak cinsten değildi. (...) Ne var ki Batı düşüncesi, Grek ve Latin uygarlıklarına dayanıyordu, Osmanlı kültürü ise Arap ve İran uygarlıklarına. Onların etkilerini yıkmak hiç de kolay değildi. (Abdülmecit)
- Neyzen Tevfik dünyasını değiştirdi Tel sustu, dil sustu, neyler nicoldu Ebedi yurduna gitti kavuştu Ağlayan kemanlar yaylar nicoldu Ne şöhrete tapmış, ne mala tapmış Ne doğruyu koyup, eğriye sapmış Ne bir gecekondu, ne saray yapmış Dünya benim diyen beyler nicoldu Aşık Veysel (Çılgın ve Özgür)
- “Dünya bir tiyatrodur,” dedi, kadınlar, erkekler hepsi oyuncudur.” (Hava Kurşun Gibi Ağır)
- "Aydınlar gidecekleri çevrelerde birer âlem yaratabilirler. Memleketin yalnız bir yerinde değil, beş-on yerinde ışık ve kültür merkezleri yapmalıyız. Devrimin kanunu bütün kanunların üstündedir." Mustafa Kemal Atatürk (Nevbahar)
- İnsanın gençliği kimlik kartında yazılı olan yaşıyla değil, yüreğinin gençliğiyle ölçülür. (Hava Kurşun Gibi Ağır)
- Kafatasını Kanlı Sultan yok etmişti.Ama Mithat Paşa'nın kafasındaki özgürlük, eşitlik, adalet ve demokrasi düşüncelerini yok edememiş, onlar tüm gençliğe mal olmuştu. 1923'te kurulan cumhuriyet rejiminin temelinde de Mithat Paşa'nın Türkiye'de ilk kez ortaya attığı parlamenter demokrasi ilkeleri yer alıyordu." (Taif'te Ölüm)
- Ben cumhuriyeti tercih etmiyor değildim, ediyordum ama o devirde, o acayip devirde halifelik vardı, bilmem ne vardı, bunlar ortadan nasıl kalkacak, bir türlü aklım ermezdi. Bize bütün cesareti veren Atatürk'ün otuz senelik önde gidişiydi. (Bana Atatürkü Anlattılar)
- "Bir ülkede güzel sanatlar gelişmemişse, o ülke uygar sayılmaz.." (Meyyale)
Editör: Nasrettin Güneş