diorex
Dedas

Meyyale - Hıfzı Topuz Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Meyyale kimin eseri? Meyyale kitabının yazarı kimdir? Meyyale konusu ve anafikri nedir? Meyyale kitabı ne anlatıyor? Meyyale kitabının yazarı Hıfzı Topuz kimdir? İşte Meyyale kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 07.03.2022 20:32
Meyyale - Hıfzı Topuz Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Hıfzı Topuz

Editör: Yasemin Aktaş

Tasarımcı: Ömer Erduran

Yayın Evi: Remzi Kitabevi

İSBN: 9789751406279

Sayfa Sayısı: 224

Meyyale Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Hıfzı Topuz’un, çeşitli belgelerden, sandıklarda saklanan aile mektuplarından ve Pertevniyal Valide Sultan’ın 1880’lerde dikte ederek yazdırdığı "Sergüzeştname"sinden yola çıkarak kaleme aldığı bu tarihsel romanda, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü sırasında yaşanmış olan bazı olaylar anlatılıyor. Romanda, Ruslar’ın Kafkasya’ya saldırıları sırasında, 40 günlük bebekken annesiyle birlikte İstanbul’a getirilen ve Saray’da Pertevniyal Valide Sultan’ın yanında büyüyen Ubıh kökenli Meyyale’nin, önce besteci Nevres Paşa, sonra da vezir Hasan Hilmi Paşa ile evlilikleri, Saray’da yaşanan gizli bir aşk serüveni, cariyelerin ve haremağalarının çileleri sergileniyor. Pertevniyal Valide Sultan’ın 117 yıl boyunca gizil kalan ve Hıfzı Topuz tarafından ortaya çıkarılan anıları, o dönemin siyasi entrikalarını, Abdülaziz’in devrilmesi ve intiharını, Abdülhamit dönemindeki günümüzü aratmayan yolsuzlukları, baskı ve işkenceleri, yargısız infazları, şeriatçıların devrimlere ve Batılı eğitime karşı direnişlerini aydınlatıyor.

Meyyale Alıntıları - Sözleri

  • Yollarda köylüler bu göç kafilesini konuk ederek onlara süt ve yoğurt verir, sıcak aş getirirler. Akşamleyin köylerde konaklarlar, ateşler yakılır, toprağa döşekler serilir, oralarda gecelerler. Ama hiç kimse onlara kem gözle bakmaz, hepsi Tanrı konuğudur. Ne kimse onların dilinden anlar, ne de onlar Anadolu insanlarının dillerinden. Ama ne çıkar, hepsi yoksulluk yoldaşıdır. Herkes kucak açar bu garip göçmenlere. Kimi yollarda hastalanır, öksürür, ateşi yükselir. Kolay değildir böyle bir araba yolculuğu.
  • "Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz. "
  • "Bir ülkede güzel sanatlar gelişmemişse, o ülke uygar sayılmaz.."
  • “ Gönül bir sırça saraydır; kırılırsa yapılmaz..! “
  • Namık Kemal, "Paşam, pek öyle değil," dedi. "Biz millete güveniyoruz, ama kaç kişi bizi anlıyor ve destekliyor! Karşımızda çıkar düşkünü cahil kimseler var, onlar her türlü dolapları çeviriyorlar."
  • “ Ama attıkları tohumlar sonradan yeşillendi, filiz oldu, fidan oldu, dal oldu, ağaç oldu, bayrak oldu. Onların açtığı bayrağı da Mustafa Kemal’lerin kuşağı dalgalandırdı..”
  • "Beni Istanbul'a ünlü bir kişiye hediye etmek için götürmüş, çok bozuldum. Insan hiç hediye olur mu? Oluyormuş, o zaman anladım..." (Son haremağası Hayrettin Efendi)
  • Ağıtlar yazıldı ölen hünkar için: Seni tahttan indirdiler Üç çifteye bindirdiler Topkapı'ya gönderdiler Uyan Sultan Aziz uyan Kan ağlıyor bütün cihan
  • Başta akıl olmayınca ,kuru kafa neylesin?
  • "Gönül bir sırça saraydır, kırılırsa yapılmaz."
  • O zamanlardan kalma bir deyim vardır, devlete boyun eğmeyenlere, "kendini Karadağ Prensi sanıyor," derler.
  • Ölülerin yalnız sayısı veriliyordu, adları değil.
  • Meğer beni İstanbul’a ünlü bir kişiye hediye etmek için götürmüş,çok bozuldum... İnsan hiç hediye olur mu? Oluyormuş,o zaman anladım.
  • Gerçek adı 'Eugenie Maria de Montijo de Guzman' olan Eugenie, 1826'da İspanya'da Granada'da doğdu. Soylu bir aileden geliyordu. Teba Kontesi diye anılırdı. Paris'e geldi, güzelliği ile o dönemin en ünlü kadını oldu, peşinde sayısız hayranları vardı. Yıllar sonda Süveyş Kanalı'nı yapacak olan Ferdinand de Lesseps de bunların arasındaydı. Eugenie çok hırslı bir kadındı, her isteğine ulaşmak için yapmayacağı şey yoktu. 1859'da Napolyon'la evlendi. İmparator'u gittikçe artan etkisi altına aldı, Prusya'ya karşı savaşa girilmesinde de İmparatoriçe'nin büyük rolü oldu. Ama Fransız Ordusu Sedan'da büyük bir yenilgiye uğrayınca Eugenie çareyi Londra'ya kaçmakta buldu. İmparator Almanlar'a esir düştü. İmparatorluk artık çökmüştü. Almanlar III. Napolyon'u bir süre sonra salıverdiler, o da Londra'ya sığınmak zorunda kaldı, iki yıl sonra da orada öldü. Eugenie işte böyle felaketler felaketler getiren bir kadın olarak Fransız tarihine geçer. Bir daha Paris'e dönemez, 1920 yılında 94 yaşında Londra'da hiç tanınmayacak bir durumda yaşama gözlerini yumar.
  • 'Dinler ve mezhepler bize ahiret meyveleri vaat ederler. Ama ulusların haklarını belirleyen ve sınırlayan güçler ne dinlerdir, ne de mezhepler. Din eğer sonsuza kadar uzanan gerçekleri araştırmakla yetinmeyip dünya işlerine karışacak olursa cümleyi öldürür ve kendisi de ölür.' Bu da doğru değil mi? Din işleri başkadır, devlet işleri başka. Din adamları kendi kurallarıyla devlete yön vermeye kalkmamalıdır. Bugün Avrupa ülkelerinde böyle bir eğitim egemen, biz de bunlardan ders almalıyız.

Meyyale İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Başlarda ‘kitap adı ile kitabın akışı uyumsuz’ diyorsunuz, ‘neden adı bu şekilde adlandırılmış acaba’ diye düşünüyorsunuz. Kitabın sonlarına doğru adı ile uyumlu hale geliyor. Bir dönem romanı, özellikle Abdülaziz-Abdülhamit dönemlerinin saray boyutunu kısmen görmek mümkün. Konuya ilgi duyanlar için, okunabilir (Hulya İnci)

HUKUKUN SOPA GİBİ KULLANILMASI KONUSUNDA BİR İNCELEME: Osmanlı’da tahta çıkmadan önce şehzadelerin çocuk yapma hakkı bulunmamaktadır. Abdülaziz’in henüz şehzade iken bir çocuğu olunca onun anası Pertevniyal Sultan bu çocuğun, yani torununun öldürülmesine gönlü razı olmaz. Ve çocuğu anası ile birlikte tavan arasına saklar fakat çocuğun burada arkadaşsız büyümesine de gönlü razı değildir. Ruslardan kaçan kalabalık bir Kafkas grubun işte bu esnada İstanbul’a sığındığını duyan Pertevniyal Sultan henüz kırk günlük Meyyale’yi barındığı sığınakta beğenip, anasından satın almak ister ama Meyyale’nin anası Fatma “Satmak mıı! Ölürüm de satmam çocuğumu” deyince Pertevniyal Meyyale’yi anası ile birlikte alır, torununun kaldığı tavan arasına yerleştirir. Ve bu kitabın Yazarı 1923 doğumlu Hıfzı Topuz’da Meyyale’nin torunu Melahat’ın oğludur. Dolayısıyla Osmanlı Saray’ına mensup bir ailenin bireyi olan Topuz kendi engin bilgisine anasından, ailesinden dinlediklerini de katınca, alabildiğine tarafsız ve mükemmel bir eser çıkmış ortaya. İmparatorluğun son yüz yılı adeta didik didik edilmekle kalamamış, Osmanlıyı yıkılışa götüren affedilemez hatalar, ihanetler, ihmaller de bir bir ortaya dökülmüş. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve akabinde intiharı, 140 yıldır tarihimizin en tartışmalı konusu haline özellikle getirilmiştir. Oysa Abdülaziz intihar etmiştir. Bu tartışma götürmez. Zira Abdülaziz başta anası Petevniyal Sultan, iki oğlu, eşleri cariyeleri olmak üzere üç yüz kişinin bulunduğu bir ortamda intihar etmiştir ve bu konuda da itilaf yoktur. Fakat Abdülaziz’i tahtan indirip, meclisi açmak ve bazı yenilikler yapma şartıyla, hiç hesapta yokken bu kirli pazarlıklar neticesi kendisini tahta çıkaran paşaların gölgesinde kalmak istemeyen ve onlara verdiği sözlerden caymak isteyen II. Abdülhamid’in bu paşaları saf dışı etme gayretinden dolayı, cinayet hikâyesi piyasaya sürülür. İşte Yıldız çadır Mahkemesi de bu maksatla kurulmuştur. II. Abdülhamid darbeye karışan paşaları “meşru padişahı tahttan indirme suçundan yargılanmalarını” talep etmek yerine onları, amcası Abdülaziz’in öldürülmesi ile ilgili yargılanmaları yolunu tercih etmesinin sebebi de aynı nedenden dolayı olsa gerek. Abdülaziz’in intihar ettiği bizzat anası Pertevniyal Sultan, oğulları ve kalabalık ailesinin tüm fertlerinin şahitliği ile sabitken, sırf II. Abdülhamid zulmünü haklı çıkarmak ve onun yolundan giden dikta heveslilerine şirin görünmek için, bu konuyu tartışmalıymış gibi gösteren tarihçilere ‘yazıklar olsun’ demek hafif kalsa da daha fazlasını söylemeye de terbiyem izin vermiyor. Görüldüğü kadarıyla çocukluğunda anası Pertevniyal Sultan tarafından çok şımartılan, el bebek gül bebek büyütülen, yapabileceklerinin sınırları öğretilmeyen, dolayısıyla da bir yetişkin gibi davranmasını hiçbir zaman becerememiş birisidir Abdülaziz. Onun cesedinin üzerine kapandığında anasının söylediği “Ah oğlumu ben öldürdüm, makası onun eline ben verdim. Bana doktor değil cellat lazım” sözleri, söylendiği anlamıyla değil de bu açıdan bakınca daha anlamlı ve daha doğrudur aslında. Ayrıca tahttan indirildikten sonra, Hüseyin Avni Paşa ve Mithat Paşa gibi üst rütbeli askerlerin en ufak bir saygısızlığı olmamakla birlikte, onun koruma ve hizmetine verilen alt kademedeki zevatın aşağılamalarının da intihar da etkili olduğu açıkça görülüyor. Tabi burada asıl konuşulması gereken belki de Abdülaziz’in ölümü, II. Abdülhamid’in hukuktan nasibini almamış, ahlaksız mahkemesinden ziyade bizde iktidar değişimlerinin neden bin yıldır kanlı olduğu, iktidarın neden hep hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma ile birlikte anıldığıdır. Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihini iyi incelediğimizde: İktidarı denetleyecek kurumların daima iktidarın güdümünde ve onların sopası durumuna düşürülmesinden dolayı kanlı olaylara sahne olduğumuzu görürüz. Zira bizde iktidara talip olanların, öncelikle hırsızlık, yolsuzluk, devlet gücünü kendi amaçları için kullanmak maksadıyla iktidarı istemelerinden dolayı, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin işlemesine asla izin vermemekte, iktidar sahipleri işlerine gelmediğinde anayasaya bile “uymuyorum, saygı da duymuyorum” diyebilmektedirler. Devleti devlet yapan en temel unsur olan hukuk ve adalet devre dışı kalınca da iktidar değişimleri daima kanlı olduğu gibi, denetlenemeyen iktidarlardan dolayı da ne devletimizin, ne vatandaş olarak bizlerin, ne de paramızın bir itibarı hiç olmadı. İtibarlarının yerlerde süründüğünün farkında olan iktidar sahipleri ve onların şakşakçıları da itibarı saraylar, savaşlar, asıp kesmeler, para pul, makam araçları ve koruma ordularında aradılar. Evet. Karanlık, kirli, ahlaksız işlerle uğraşanların neden: “Öyle kitaplar vardır ki, bombadan daha tehlikelidir” dediklerini, bu kitabı okuyunca daha iyi anlamak mümkün. SONUÇ OLARAK İbn Haldun: “Bir kere köleliğe alışan milletlerin kölelikten kurtulmaları imkânsıza yakındır” diyor. 1243’te, Kösedağ’da II. Gıyasettin’in otuz kin kişilik Moğol ordusu karşısında, yetmiş bin kişilik ordusunu terk edip savaş meydanından kaçmasıyla bu millet yetmiş yıl esaret ve işgal altında kalmıştır. Günümüzde de NATO ve Amerika boyunduruğunu kurtuluş gibi gören, iktidarı halktan önce Washington’dan, Beyaz Saray’dan isteyen ve bunlara oy veren kesimlerin dedeleri de, o devirde yetmiş yıl boyunca Moğol komutası altında, bir avuç Türkmen’e karşı savaşmışlar, hacı hoca, evliya takımı ise Moğol’un fetvacısı olmuşlardır. Kitabın 90. Sayfasındaki aşağıya alıntısını koyduğum İngiliz elçisinin tespitleri çok acıdır ama maalesef gerçektir. "Osmanlı’nın mali ve askeri açıdan başarılı dönemlerinde de yönetim dünyanın dört bir yanından seçilerek toplanan devşirmelerin elindeydi ve yönetimde Türklerin, hükümdarların katkısı yok denecek kadar azdı." Bu gün de Ankara’dan yönetildiğimiz ve tam bağımsız, özgür bir ülke olduğumuz söylenebilir mi? Sadece okumak değil, tekrar takrar okunması, okutulması ve ders çıkarılması gereken bir eser. Okuyarak kalın. KİTAPTAN ALINTILAR Abdülmecid'in birlikte yaşadığı kadınlar ikballer büyük bir mateme büründüler. Artık onların da başka saraylara taşınma zamanı gelmişti. Abdülmecid çok kadınla yaşama bakımından padişahlar içinde rekor kırmıştı. Kadınların ve ikballerin hepsi Çerkez ve Ubıh kökenliydi. (Sayfa 29) Yıl 1869. Abdülaziz artık despot bir hükümdar olmuştur. Tek kadınla harem dönemi çoktan kapanmış ve saray cariyelerle dolmuştur. Saray'ın çeşitli bölümlerinde çalışan cariyelerin sayısı beş yüz kadardır. Şehzadelerin ve sultanların dairelerindeki cariyeler bu sayıya dâhil değildir. Toplam cariye sayısı sekiz yüzü aşmıştır. Şehzadelere cariye sunulması Osmanlılarda eski bir gelenektir. Örneğin II. Beyazıt 1482'de oğlu Şehinşah'a beş cariye ve beş oğlan, 1484'te on cariye ve on olan, Şehzade Ahmet'e on cariye ve on oğlan, 1485'te Şehzade Mahmut’a beş cariye ve beş oğlan hediye etmiştir. (Sayfa 31) Tarihçiler onun döneminde (Abdülaziz) saraylarda bin iki yüz kadın, üç yüz elli aşçı ve yamağı, dört yüz seyis ve ahır bakıcısı, dört yüz kürekçi ve kayıkçı, dört yüz mızıka eri ve subay, iki yüz kuşbaz ve cambaz, iki bin hademe, üç yüzün üstünde kâtip teşrifatçı ve mabeyincinin bulunduğunu anlatırlar. Saraydan geçinenlerin sayısı altı bin kişiyi bulmuştu. Halk ise yoksulluk içindeydi. Bunlar padişahın umurunda değildi. Dışarıdan alınan borçların tutarı 3.300.000, iç borçların tutarı da 2.000.000 kese altına yükselmişti. Bu borçlar için yılda 544. 000 kese altın faiz ödeniyordu. İmparatorluk tam bir çöküntü içindeydi. (Sayfa 35) Abdülaziz çok onurludur, laubalilikten hiç hoşlanmaz ama arkadaşına çektirmediği acı kalmaz. Nevres Paşa'yı bir ara Bursa mutasarrıflığına atayarak İstanbul'dan uzaklaştırır. Sonra pişman olur Vezir rütbesi ile Maliye Nazırlığına getirir, iki kez Maliye Nazırı yapar. Günün birinde Paşa'nın sakalını beğenmez, zorla kestirir, kendisine kadın giysileri giydirip eğlenir, sonra yeniden sakal bıraktırır. (Sayfa 37) Cevdet Paşa neler demişti: “Kâğıt para hızla değerini yitiriyor. Yüz kuruşluk altın bir gün içinde üç yüz kuruşa çıktı. Birkaç gün sonra dört yüze fırladı. Ondan sonra da kâğıt paranın hiç değeri kalmadı. Hâlbuki halkın elindeki para hep kâğıt paraydı. Bu para geçmez oldu, millet aç kaldı. Fırınlarda ekmek bulunmaz oldu, dükkânlar kapandı, herkes ne yapacağını şaşırıp kaldı. İnsanlar perişan oldu.” (Sayfa 83) Yabancı ülkelerden borç alma işini ilk olarak Abdülmecid başlatmıştı. Padişahımız da (Abdülaziz) bu geleneği bir güzel sürdürdü. İlk borç alma içine girildiği zaman Cevdet Paşa'nın Şöyle dediği anlatılır: “Bizim gibi mirasyedilere böyle bir para kapısı açılırsa kim bunun önünü alabilir? Halimiz ne olur? Vay başımıza gelenler. Allah encamımızı hayreyleye.” (Sayfa 84) İngiliz elçisi de Babıali’ye bir teskere göndererek şöyle demiş: "Türklerin Osmanlı yönetiminin başında kalabilmesi için yüksek niteliklere sahip olmaları gerekir. Hâlbuki bugün Osmanlı Devleti rüşvet, hırsızlık, yiyicilik, yolsuzluk, adam koruma ve dar düşünceler içinde boğuluyor. Devlet kendi zayıflığının ağırlığı altında çöküyor ve harap oluyor. İmparatorluğun kurtarılması için tek çıkar yol Avrupa'nın zekâsından ve kültüründen yararlanmaktır. Beş Hristiyan, yedisi Müslüman üyelerden oluşan bir meclis kurulmalı, memleketin huzuru, düzeni, halkın eğitimi ve vergi işlerinden bu meclis sorumlu olmalıdır." (Sayfa 90) Valide Sultan da oğlunun üzerine kapanmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir yandan da: “Ah oğlumu ben öldürdüm, makası onun eline ben verdim. Bana doktor değil cellat lazım. Onun intiharına sebep olanlar beni de şehit etsinler' diye haykırıyordu.” (Sayfa 112) Abdülaziz'in devrilmesi rejim sorununa hiçbir çözüm getirmemiştir. Jön Türklerin ve devrimcilerin amacı mutlakıyete, yani salt otoriteye son vermek ve parlamenter bir rejime geçiş sağlamaktı. Mithat Paşa'da bu eğilimin temsilcisiydi. Abdülaziz'in devrilmesi demokrasi yolunda ilk adım olacaktı ama olmadı. Her şey unutuldu. Hüseyin Avni Paşa hünkârlığa özendi. (Sayfa 116) (Halil Korkmaz)

Kitabın daha henüz başındayım ama kitaba bayıldım. Uyumadan bir bakayım derken elimden bırakamadım. Bunun gibi tüm kitapları okumaya karar verdim. Beni heyecanlandırdı. (Can Aydoğmuş)

Meyyale PDF indirme linki var mı?

Hıfzı Topuz - Meyyale kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Meyyale PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Hıfzı Topuz Kimdir?

Hıfzı Topuz, (d.1923) gazeteci ve yazar.

1923 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni (1942), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni (1948) yılında bitirdi. Strasbourg Üniversitesi’nde devletler hukuku ve gazetecilik alanlarında yüksek lisans (1957-59) ve yine Strasbourg Hukuk Fakültesi’nde gazetecilik alanında doktorasını yaptı (1960). 1947-58 yılları arasında Akşam gazetesinde önce istihbarat şefi, sonra yazı işleri müdürü olarak çalıştı. İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. Paris’te Unesco Genel Merkezi’nde Özgür Haber Dolaşımı şefi olarak çalıştı (1959-1983). Uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleksel işbirliği, basın ahlâkı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetti. Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de gazetecilik eğitimi seminerleri düzenledi. Kara Afrika'da kırsal basın projesini oluşturdu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin, o zamanki adıyla Basın-Yayın Yüksek Okulu’nun kuruluşu için, Paris’te Unesco’nun merkezinde ilk projeleri hazırladı. 1974-75 yılları arasında TRT’de Radyolardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. 1986’da halen başkanlığını sürdürdüğü İletişim Araştırmaları Derneği’ni (İLAD) kurdu. Vatan, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleriyle çeşitli dergilerde diziler ve inceleme yazıları yazdı. Anadolu Üniversitesi, Galatasaray ve İstanbul Üniversiteleri iletişim fakültelerinde basın, radyo-televizyon tarihi, uluslararası iletişim ve siyasal iletişim dersleri verdi.

Hıfzı Topuz Kitapları - Eserleri

  • Gazi ve Fikriye
  • Başın Öne Eğilmesin
  • Meyyale
  • Milli Mücadelede Çamlıca'nın Üç Gülü
  • Hava Kurşun Gibi Ağır
  • Taif'te Ölüm

  • Elbet Sabah Olacaktır
  • Abdülmecit
  • Paris'te Son Osmanlılar
  • Çılgın ve Özgür
  • Hatice Sultan
  • Bana Atatürkü Anlattılar
  • Özgürlüğe Kurşun

  • Vatanı Sattık Bir Pula
  • Devrim Yılları
  • Kara Çığlık
  • Paris'te bir Türk Ressam
  • Nevbahar
  • Gizli Aşklar
  • Eski Dostlar

  • Tavcan
  • Türk Basın Tarihi
  • Elveda Afrika, Hoşçakal Paris
  • Paris Sürgünü
  • Bir Zamanlar Nişantaşı’nda
  • Atatürk Sesleniyor
  • Şanlı Kanlı Yıllar

  • Ardından Yıllar Geçti
  • Gülümseyen Anılar
  • Büyülü Afrika
  • Anı ve Mektuplarda Melih Cevdet Anday
  • Paris 68
  • 100 Soruda Türk Basın Tarihi
  • Parisli Yıllar

  • Dünya Karikatürü
  • Cumhuriyet'in Beş Dönemeci
  • Yakın Dönem Türk Basın Tarihi

Hıfzı Topuz Alıntıları - Sözleri

  • Sözün şiirlerin mükemmelidir (Başın Öne Eğilmesin)
  • "Bir toplumu bir süre susturabilirsin, toplumun bir bölümünü de çok uzun bir süre susturabilirsin. Ama bütün toplumu yüzyıllar boyu köle gibi kullanamazsın. Baskı ve şiddet patlamalara yol açar. Bu patlamanın ne zaman olacağını önceden kestiremezsin." (Vatanı Sattık Bir Pula)
  • ..."yarı doğru, doğru olmayandan daha fazla kötülük getirebilir." (Hava Kurşun Gibi Ağır)
  • "Ben âlemin ne üstündeyim ne de altında, ben dışındayım." (Elbet Sabah Olacaktır)
  • İstibdat döneminde bazı dizgi yanlışları yüzünden gazetelerin kapatıl­dığı görülmüştür. Bu yanlışlann en ünlüleri arasında şunlar vardır: - "Şevketlü Abdülhamid» Arap harfleriyle «şu kötü Abdülhamid» olarak okunabilecek şekilde çıktığı için Sabah gazetesi bir süre kapatılmıştır. - Padişahın tahta çıkışının yıldönümünü bildiren bir yazıda bir dizgi yanlışı ile «leylei mes'ude» (mutlu gece) «leylei mesude» yani karanlık gece olarak çıkmış ve İkdam gazetesi hakkında kovuşturma açılmıştır. - "Hollanda kraliçesine bir nişan itası" (verilmesi,) konulu bir haber Takvim-i Vakayi gazetesinde bir dizgi yanlışı ile «nişan hatası» olarak çık­tığı için gazete 1908'e kadar kapalı kalmıştır. Çünkü jurnalciler o zaman 12 yaşında olan bir çocuğa nişan vermekle «hata» edildiğini padişaha du­yurmuşlar ve bunun bir çeşit muhalefet olduğunu belirtmek istemişlerdir. - Matbaai Amire'de (Devlet basımevinde) dizilip yayınlanan Salname'de (Devlet yıllığı) Kanunu Esasî'nin bir yaprağı cilde ters girdiği için bu, Padişahı baş aşağı görme dileği olarak yorumlanmış ve Devlet bası­mevi kapatılmıştır. (100 Soruda Türk Basın Tarihi)
  • Namık Kemal, "Paşam, pek öyle değil," dedi. "Biz millete güveniyoruz, ama kaç kişi bizi anlıyor ve destekliyor! Karşımızda çıkar düşkünü cahil kimseler var, onlar her türlü dolapları çeviriyorlar." (Meyyale)

  • "İstibdada karşı birlikte savaşacağız. Mutlaka selamate ulaşacağız." (Vatanı Sattık Bir Pula)
  • 1850 Temmuz'unun ilk günlerinde ünlü Fransız şairi ve yazarı yazar/Alphonse-De-Lamartine (1790-1869) Marsilya yoluyla İstanbul'a geldiği öğrenildi. Lamartine Türkiye'nin yabancısı değildi. On yedi yıl önce de İstanbul'a gelmiş, Tarabya'daki Fransa elçiliğinin yazlık köşkünde iki ay kalmış, İkinci Mahmut tarafından kendisine Aydın'da bir çiftlik hediye edilmişti. Lamartine İstanbul'u çok sevmiş, Edirne, Sofya, Niş, Belgrad ve Viyana yoluyla Paris'e döndükten sonra anılarını yazarak Türkiye'yi tanıtmak ve sevdirmek için özveriyle çalışmıştı. (Abdülmecit)
  • Fransızlar Burkina dan ayrıldıktan sonra meslekten gazeteci kalmamıştı. Haberleşme bakanlığı personeli de doğru dürüst eğitim görmemiş insanlardan oluşuyordu. Biz oralarda gazeteci yetiştirmeye çalışıyorduk. (Büyülü Afrika)
  • Anılarımızın ne değeri var. (Elveda Afrika, Hoşçakal Paris)
  • Balkan savaşını çıkaran devletler birbirlerine düştüler, ikinci balkan savaşı başladı. Yunanistanla sırbistan Bulgaristan üzerine yürüdüler. Bunu fırsat bilen Osmanlı Hükümeti de doğu trakya’yı Bulgarlardan temizlemeye karar verdi... Osmanlı ordusu ezici bir zaferle Edirne’ye ilerliyordu. (Gazi ve Fikriye)
  • "Hak yerini bulur da çıkarsam önümüzde yaşanacak güzel günler var. Yok emri hal işbu açlık grevi ile tecelli ederse, o kadar güzel anılarımız var ki, siz onları anarsınız, yine berabermişiz gibi oluruz. Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz." (Hava Kurşun Gibi Ağır)
  • "... Eğitim yolunda ilerleme, din işlerinde olduğu kadar dünya işlerinde de cahilliğin kaldırılmasına bağlıdır. İlim, fen ve sanat eğitimini sağlayan okulların açılmasını ön plana almanızı istiyorum." Genç padişahın verdiği bu emir öyle yabana atılacak cinsten değildi. (...) Ne var ki Batı düşüncesi, Grek ve Latin uygarlıklarına dayanıyordu, Osmanlı kültürü ise Arap ve İran uygarlıklarına. Onların etkilerini yıkmak hiç de kolay değildi. (Abdülmecit)

  • Neyzen Tevfik dünyasını değiştirdi Tel sustu, dil sustu, neyler nicoldu Ebedi yurduna gitti kavuştu Ağlayan kemanlar yaylar nicoldu Ne şöhrete tapmış, ne mala tapmış Ne doğruyu koyup, eğriye sapmış Ne bir gecekondu, ne saray yapmış Dünya benim diyen beyler nicoldu Aşık Veysel (Çılgın ve Özgür)
  • “Dünya bir tiyatrodur,” dedi, kadınlar, erkekler hepsi oyuncudur.” (Hava Kurşun Gibi Ağır)
  • "Aydınlar gidecekleri çevrelerde birer âlem yaratabilirler. Memleketin yalnız bir yerinde değil, beş-on yerinde ışık ve kültür merkezleri yapmalıyız. Devrimin kanunu bütün kanunların üstündedir." Mustafa Kemal Atatürk (Nevbahar)
  • İnsanın gençliği kimlik kartında yazılı olan yaşıyla değil, yüreğinin gençliğiyle ölçülür. (Hava Kurşun Gibi Ağır)
  • Kafatasını Kanlı Sultan yok etmişti.Ama Mithat Paşa'nın kafasındaki özgürlük, eşitlik, adalet ve demokrasi düşüncelerini yok edememiş, onlar tüm gençliğe mal olmuştu. 1923'te kurulan cumhuriyet rejiminin temelinde de Mithat Paşa'nın Türkiye'de ilk kez ortaya attığı parlamenter demokrasi ilkeleri yer alıyordu." (Taif'te Ölüm)
  • Ben cumhuriyeti tercih etmiyor değildim, ediyordum ama o devirde, o acayip devirde halifelik vardı, bilmem ne vardı, bunlar ortadan nasıl kalkacak, bir türlü aklım ermezdi. Bize bütün cesareti veren Atatürk'ün otuz senelik önde gidişiydi. (Bana Atatürkü Anlattılar)
  • "Bir ülkede güzel sanatlar gelişmemişse, o ülke uygar sayılmaz.." (Meyyale)

Yorum Yaz