diorex
Dedas

Malina - Ingeborg Bachmann Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Malina kimin eseri? Malina kitabının yazarı kimdir? Malina konusu ve anafikri nedir? Malina kitabı ne anlatıyor? Malina PDF indirme linki var mı? Malina kitabının yazarı Ingeborg Bachmann kimdir? İşte Malina kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 07.06.2022 10:00
Malina - Ingeborg Bachmann Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ingeborg Bachmann

Çevirmen: Ahmet Cemal

Editör: Ayça Sabuncuoğlu

Orijinal Adı: Werke, Band 3, Todesarten: Malina und unvollendete Romane

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750808104

Sayfa Sayısı: 288

Malina Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ingeborg Bachmann’ın “Ölüm Türleri” başlığı altında yazmayı tasarladığı bir dizi romanın tamamlayabildiği ilk ve tek bölümü; mutlak aşkın ve birey olma savaşımının romanı MALINA, yaşadığımız çağa ilişkin ağrılı bir öngörü taşır. Savaşın ilan edilmeyen fakat insanların iç dünyasında yaşamını sürdüren varlığına dikkat çeken Bachmann büyük kıyımların temelinde de insanın insanı içten içe öldürdüğü günlük cinayetlerin yattığına işaret eder: “Savaş ve barış yoktur, sadece savaş vardır.”

“İnsanlık durumu”nu, bugün doğruluğunu kanıtlayan şu rafine sözlerle tanımlar Avusturyalı yazar: “Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek terörle de başlamaz. İnsanlar arasındaki ilişkilerde başlar. Faşizm, erkekle kadın arasındaki ilişkide başlar.”

MALINA: Duyarlığı dilin en uç sınırlarına dek genişleyen bir proto-feminist klasik.

“Yaşayacak bir Niçin’i bulunan, hemen hemen tüm Nasıl’lara dayanabilir.”

Bu yüzyılda ülkemizin [Avusturya’nın] ürettiği en zeki ve en önemli kadın yazar.

Thomas Bernhard

MALINA’nın bu dünyada kadın olmanın beklenmedik psikolojik zorlukları hakkında yazılmış herhangi bir kitapla ve bütün kitaplarla ortak bir tabiatı olduğuna dair şüpheye yer yok. Açık seçik ve kuvvetli.

John Williams, The New York Times Book Review

Varoluşsal bir portre, umutsuz bir saplantının eseri, bir proto-feminist klasik, ve Avrupa yazınının ürettiği, kadın bilincinin en sivri yorumlarından biri.

The Nation

… Virginia Woolf’un ve Samuel Beckett’in en iyi eserlerine denk.

The New York Times Book Review

Öyle görünüyor ki MALINA’da Bachmann’ın sözcüklerle yapamayacağı hiçbir şey yok.

The New York Review of Books

MALINA, kimilerince çok bireysel diye nitelendirilmişti ilk çıktığında; aradan kısa bir süre geçtikten sonra bu yargının da, bireyselleşilmeden toplumsallaşılabileceğine ilişkin sapkın inancın ürünlerinden biri olduğu ortaya çıktı.

Ahmet Cemal

Malina Alıntıları - Sözleri

  • -Nedir yaşam? +İnsanın yaşayamadığı şey. -Nedir o? +Seninle benim bir araya getirebileceklerimiz yaşamdır.
  • Kitaplar mı? Evet, çok okurum, hep çok okudum. Hayır, birbirimizi anlıyor muyuz, bilemiyorum. En sevdiğim şey, yere uzanıp okumaktır, yatakta okumayı da severim, hemen her şeyi bir yere uzanır, öyle okurum, hayır, kitaplar değil bu işi yaparken önemli olan, her şeyden önce okuma eyleminin kendisi önemli benim için, beyaz kâğıtta bir şeylerin yazılı olması, harfler, heceler, satırlar, insanla ilintisini kuramadığım o saptamalar, göstergeler, belirlemeler, insandan gelen, anlatımların kalıbı içersinde donup kalmış çılgınlık. İnanın bana, bir çılgınlıktır anlatım, bizim kendi çılgınlığımızdan kaynaklanan bir çılgınlık.
  • Burada olmadığında, nerede oluyor bu kendim? Bu boşluk hem içimde, hem de dışımda.
  • Dinleyin, bir an dinleyin! Bakın! Ben olağanüstü bir şey okudum, sizlere de okumak istiyorum izin verirseniz, hepiniz yaklaşın; bu, olağanüstünün de ötesinde!
  • Hayır, uyuşturucu kullanmıyorum, kitapları kullanıyorum.
  • Peki, okunanlardan geriye kalan? diye soracaksınız, ama önemli olan, geriye bir şeylerin kalması değil ki! Yalnızca birkaç cümle, birkaç sözcük insanın kafasında yeniden uyanıyor, aradan yıllar geçse bile sesini duyuruyor.
  • Bende bıraktığınız, acı ve anlatılması olanaksız anılardan ötürü suçlamıyorum sizi. Buna karşılık, umursamazlığınız, Sen karşısındaki duyarlılıklarımı algılama konusundaki mutlak yeteneksizliğiniz, bu Sen’i benden ve başkalarından şantaj yoluyla elde etmeniz, bir şantajın bilincine, sizce şantaj ‘tümüyle’ alışılmış bir şey olduğu için, hala varamadığınızdan, korkmama neden oluyor.
  • Ben artık mutlu değilim. Ruhun güzel sabahıdır hiçbir zaman gelmeyen...
  • Bazı insanlar yaşarlar, bazıları da onların yaşamalarını izlerler, ben ikinci gruba giriyorum.

Malina İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Merhaba, Ingeborg Bachmann’ın “Ölüm Türleri” başlığı altında yazmayı tasarladığı bir dizi romanın tamamlayabildiği ilk ve tek bölümü “Malına”. Kitapta kendini “ben” diye tanıtan isimsiz bir kadın yazarın iki erkek ile arasındaki fırtınalı psikolojik kavgaları, soruları ve Nazizm (baba otorite ) konu alınıyor. Ben, Malınayı biraz iç ses, yani bazen bilinç altında sakladığı ve olmasını istediği sevgilisi, bazen de gerçekten var olan fakat sağlıklı bir ilişki kurulamamış tek taraflı sevilen bir sevgili olarak algıladım. Öte yandan diğer bir sevgili olan “Ivan” ile yaşadıkları mutlu bir ilişkinin, birden fırtınalı bir havada nasıl ortada kalıp psikolojik bir savaş vermesini anlatıyor. Ne olursa olsun yazarın gerçek hayatını okuduktan sonra kitaba daha iyi adapte olacağınızı düşünüyorum. (Özellikle yazarın ölümü) Bachmann’ın zihninde bitap düşmüş aşk, ilişkiler, savaş ve varoluşçuluk ile ilgili sorgulamaları var. Duyguları ve düşüncelerini lime lime ayırıp, parça pinçik etmesi var. Bütün bunları gelişi güzel akış olarak okuyorsunuz. Sonrada yavaş yavaş duygularının ve psikolojisinin nasıl komaya girdiğini okuyorsunuz. İçinde güzel Viyana ve güzel Tuna nehrinden de bolca bahsedilen bu kitapta insanın insana yaptığı zulüm var. Kadın ve erkek arasındaki aşk var. Aslında yazarın aşk ve ölüm gerçeğini hem kabul, hem de reddettiğini ve bu reddedişte nasıl bir ruh acısı çektiğini zihninizde hissedip son kelime ile rahat bir nefes alıyorsunuz. “Cinayet”. Bu kitabı okumaya gerçekten hazır mısınız? Bir daha düşünün. :) (Ozlem Akkuzu)

Malina'yı nasıl anlatayım bilmiyorum. Dışardan bakıldığında hiçbir olayın olmadığı fakat iç dünyalarındaki duygu yoğunluğunun kelimelere dökülmediği bir metin var karşımda. Malina, aşkın ve önemsiz olayların romanı, dağınık bir bilincin bize yansıması diyebilirim. Kitabı okurken Bachmann'ın hayatına baktığınızda çocukluğunda şahit olduğu savaşın eserde izlerini görebilirsiniz. Tutunmanın zor olduğu, içsel hesaplaşmanın derinliği ile özgün bir okuma sizi bekliyor. Ve sizden ricam ikinci bölümü bir kez daha okuyun, sadece bir kez daha. (Zuhal)

Gerçek savaş: İnsanın manevi yıkımı. Toplum: Akla gelebilecek en korkunç arena. Nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir. Savaş, insanın iki dudağı arasında. Barış palavra, savaş hep var. Başarısız bir sevgili, mutlak aşkın düşüyüm. İç dünyam bir evren. Delirmeme ramak kaldı. Yaşayacak bir Niçin’im var ama nasılları kaldıramıyorum. Canetti’nin Kien’i, Greenberg’in Deborah’ı, Rilke’nin Malte’si; Joyce’un Finngans Wake’i, Dostoyevski’nin Yeraltı’sı aynı kapıdan içeri girerler; gizemli ormanların derinlerinde yaratılan melankoli havasındaki içsel hesaplaşmalar, bireyselliğe yüklenilen yeni anlamlar ve düş gücünün sınırsızlığı ile yeni bir dünya yaratılırken, biçimsel karmaşa ve mutlak doğruyu kural edinmeyen bir dilin vaatsiz ve kuralsızlığı aslında basit bir şeyi ifade eder ve söylenilmek istenen şey bellidir: ‘Bizim hiçbir rotamız yok.’ Bütünsel uygunluğun dışında, ben nereye gidersem değil, ‘yol nereye götürürse’ metodunu şiar edinen yazarlar her zaman etkilemiştir beni. Tüm savrukluğa, uyumsuzluğa, hatta saçmalıklara rağmen hayatın her anına temas eden düşünce zenginlikleri ve çok yönlü eğilimlerine bakıldığında bir yazardan daha fazlasını bulmak zor olmasa gerek. Edebi anlamda Proust’la kıyaslanması mümkün olmayan Dostoyevski’nin tinsel gücünü hisseden bir okurun, iki yazarın zihninde bıraktığı etkisini baz alıp Dostoyevski’nin ağır gelmesiyle, bilinç akışı ile yazılan metinlere açık olduğu söylenilebilir. Keza Malina, başından sonuna kadar, birinci tekil anlatımın doğasında olan bilinç akışı ile yoğrulan bir roman… Farklı bir dil, olay örgüsünün olmayışı, kahramandan çok yazarın ön plana çıkması gibi sebeplerle uzun süreli ve yorgunluk getiren alışılmadık bir romanla karşılaştım… Birinci tekil anlatımla, kahramanın kendisine yönelttiği ve yine kendisinin cevapladığı, iç dünyasındaki ben’ine yöneltilen saldırı, psikolojik çıkarımlar ve akabindeki feminist yaklaşım Bachmann’ın kendisini fazlasıyla hissettirdi. Yoğun bir iç görü ve ayrıntıcılığa bakıldığında anlatının özyaşamöyküsel olduğu kanısına varmak zor olmadı. İnandırıcı ve etkileyici bir anlatı olmasına karşın kurmacanın bütünlük ve yoğunluğunu tam olarak yansıtan bir “roman” olduğu konusunda yeterince inandırıcı değildi. Kısmen otobiyografik öykü, kısmen kurmaca, kısmen bireyci, kısmen toplumcu yanların harmanlandığı bir eser Malina. Böylesi çelişimsi bir tabloyla karşı karşıya kaldığımda, esere anlam yüklemem zor olduğu gibi, bitirdiğim zaman istediğim doygunluğu alamıyorum. Malina da kuşkusuz onlardan biri oldu nazarımda. ‘Ben’in anlattığı tüm duygular, savaşın bıraktığı ruh bozukluğu, depresif tutum, mutsuzluk ve kaygılarının önüne geçemediği düşünceleriyle içten içe kendini eriten bir ‘ben’… Kitabın anlaşılırlığı için büyük çaba sarf etmiş olan Ahmet Cemal’in adını anmamak olmaz. Çevirisiyle kütüphaneme kazandırdığım tüm kitaplar tek kelimeyle kusursuzdu. İyi bir çevirinin, cümle bütünlüğünü koruyabilmek, anlaşılmazı anlaşılır kılabilmek ve hatasız olabilmenin “iyi bir okuyucu” olmaktan geçtiğine dair tercih edilmesi gereken en iyi örneklerden biri Ahmet Cemal, kuşkusuz. İkinci Dünya Harbi’ne tanık olup, savaşın bıraktığı izleri tüm ayrıntısıyla duyumsayan, çırpınışlarını, tutkularını, esaretini, topluma olan nefretini, aşka olan küskünlüğünü, içindeki hezeyanlarını çarpıcı bir şekilde dışavurumunu, karşılaştığı tüm anormalliği ‘anormal’ olarak kağıda döken bir yazarla, bazen sıkılarak, bazen hayret ederek tanışmış oldum… “İnsanın gerçek ölümü hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.” (sf. 8) Bachmann’ın ifade ettiği ‘yıkım ve cinayetler’ günlük yaşamın ta kendisinde artık. Sadece adının gerçek anlam taşıdığı sözde barış ve sonrası, insanın kendisini devamlı içerisinde bulmakla karşı kaşıya olduğu manevi savaşın, cephelerde değil, insanın davranışlarında gizli olduğu; savaşın artık silahla değil, sözlerle yapıldığı hakkındaki çıkarımsı fikirlerin günümüzde hiç olmadığı kadar yaşanmakta olduğunu gördükçe bu isyana sonuna kadar hak veriyorum... Bu, bazen bir ‘ben’in, bazen de sevginin cinayeti... Ne de olsa her şey, insanın iç dünyasının alanlarında olup bitmekte... İlişkide başarısız kadın profili şöyle tanımlanır: “Erkeklerin doğal yıkımı, kendi hastalıklarından kaynaklanan sürekli kendini yenilemeleri, engellenmesi olanaksız bir yıkım; kadınlar sürekli bu değişime ayak uydurmak zorundadır, çünkü kişi hep birini düşünmek zorunda kalırsa, o zaman gerçek anlamda mutsuz olur.” (sf. 246) ‘Faşizm, iki insan arasındaki ilişkidir’ tezi de bu teslimiyetin ve birinin boyunduruğu altına girmenin en somut isyanı niteliğinde… İlgisizlik ve yalnızlık içinde olan ‘ben’, yaşamın anlamı edindiği kişi uğruna, kendi ben’i üzerinde işlediği ufak tefek cinayetlere sessiz kalır. Uzun yolculuklu ve bir o kadar yorucu kitapları bitirdiğimde, kitaptan ne anladığımı, neleri es geçtiğimi kendime sorarım. Kelimelere dökemediğim ama zihnimde cevabını şekillendirdiğim bir kitap hakkında, ki bu kitap hiçbir anlam ifade etmese dahi, bir arayış maksadıyla okumaya yeltenmem, bu tür anlayış zaten okuyanın nezdinde kitabı sınırlı hale getirecektir. Malina, kendi içinde bölünmüşlüğün sınırsızlığını yaşayan bir 'ben'liğin öyküsü. Belki biraz Bachmann'ın yaşamı, bazen de içine düşmekten kendini kurtaramayan insanların, yani bizim hikayemiz... (Sergen)

Malina PDF indirme linki var mı?

Ingeborg Bachmann - Malina kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Malina PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ingeborg Bachmann Kimdir?

Ingeborg Bachmann 20. yüzyılın en önemli Avusturyalı kadın yazarlarındandır. Avusturya’nın Klagenfurt kentinde doğdu. 1945-1950 yılları arasında Innsbruck, Graz ve Viyana Üniversitelerinde felsefe, psikoloji ve Alman filolojisi okudu. Çalışmalarında özellikle Heidegger ve Wittgenstein üzerinde yoğunlaştı. Heidegger’in varoluşçuluk felsefesi üzerine yazdığı tezle doktorasını verdi. İlk şiirleri 1948/49 yıllarında yayımlandı. 1959/60 yıllarında doçent unvanıyla Frankfurt Üniversitesi’nde şiir konulu dersler verdi. 1964’te Georg Büchner Ödülü’nü aldı. Aralarında Fransa, İngiltere, İtalya ve A.B.D.’nin de bulunduğu pek çok ülkeye yolculuk etti. 1965’ten itibaren Roma’da yaşamaya başladı. 1973’te çıktığı Polonya yolculuğunda Auschwitz ve Birkenau toplama kamplarını gördü. Aynı yıl Roma’daki evinde çıkan yangında ağır yaralanarak hayatını kaybetti.

Ingeborg Bachmann Kitapları - Eserleri

  • Malina
  • Toplu Şiirler
  • Dar Zaman
  • Otuzuncu Yaş
  • Radyo Oyunları
  • Frankfurt Dersleri
  • Bu Tufandan Sonra
  • Manhattan'ın İyi Tanrısı
  • Seçmeler
  • Dar Zaman

Ingeborg Bachmann Alıntıları - Sözleri

  • Burada olmadığında, nerede oluyor bu kendim? Bu boşluk hem içimde, hem de dışımda. (Malina)
  • bir gece hem pek çoktur, hem de pek azdır. (Manhattan'ın İyi Tanrısı)
  • Peki, okunanlardan geriye kalan? diye soracaksınız, ama önemli olan, geriye bir şeylerin kalması değil ki! Yalnızca birkaç cümle, birkaç sözcük insanın kafasında yeniden uyanıyor, aradan yıllar geçse bile sesini duyuruyor. (Malina)
  • "Kalbim, saatte iki yüz kilometreyle kanıyor." (Radyo Oyunları)
  • Çıkış noktasına dönmek istiyordu, çünkü dünya denen şeyi yeterince görmüştü. (Otuzuncu Yaş)
  • "Yaşamın bütünü, o yaşamı elde tutabilme çabasından başka bir şey değildir." (Radyo Oyunları)
  • “Wenn einer in sein dreissigstes Jahr geht , wird man nicht aufhören, in jung zu nennen. Er selber aber, obgleich er keine Veränderungen an sich entdecken kann, wird unsicher.” (Seçmeler)
  • Sanki bir kişiyi ismiyle tanıtmak çok ilkelmişcesine, belki de en önemli ya­pıtı olan "Ses ve Öfke"de umarsızlığa düşürüyor Faulkner okurlarını. Hemen hiç kimsenin, bu kita­bın örgü ağı içerisinde yolunu gerçekten bulabile­ceğini sanmıyorum. Üstelik bunun nedeni William Faulkner'in zamanı kullanma biçimi de değil - üç farklı zaman arasında sıçrayıp duruluyor kitapta, bir kaç cümle 1928 yılına gönderme yapıyorsa eğer, bir sonrakiler 1910 yılından söz ediyorlar. Zamandizimsel zamanı örnek almayan metinleri çoktandır tanıdığımızdan, buradan kaynaklanmıyor güçlük, tersine, isimleri yakalamak istediğimizde, yarı yolda bırakılmamızdan kaynaklanıyor. Romanın içeriğini bir aile romanı içeriği gibi veren kapak yazısının ya­zarına imrenerek hayran olmamak elde değil. (Frankfurt Dersleri)
  • Seni soluğumun ipliğiyle bağlamaya korkuyorum daha, seni düşlerin mavi bayraklarına bürümeye, karanlık şatomun sisten kapılarında beni bulasın diye meşaleler yakmaya korkuyorum ... (Dar Zaman)
  • „Der Faschismus ist das erste in der Beziehung zwischen einem Mann und einer Frau, und ich habe versucht zu sagen, in diesem Kapitel, hier in dieser Gesellschaft ist immer Krieg.“ (Seçmeler)
  • Dili iyi bildiğimizi iddia ederiz hepimiz, oysa yalnızca kullanırız onu; bir yazar ise kullanamaz. Dil ürkütür ona, yazar onu doğal kabul edemez, zaten edebiyattan önce dil vardır, hareketlidir, kullanılmak için vardır, ancak yazar yararlanamaz ondan. Dil, yazar için istediğini alabileceği bitip tükenmeyen bir malzeme deposu değildir, toplumsal bir nesne değildir, bütün insanlara ait paylaştırılmamış bir mal değildir. (Frankfurt Dersleri)
  • Ben, hep ölümü düşünmek gibiyim. (Toplu Şiirler)
  • Kafka’nın harika bir mektubu var, bir kitaptan ne beklediği hakkında: okuduğumuz kitap, başımıza yumruk vurarak bizi kendimize getirmiyorsa o zaman neden okuyoruz onu? Bizi mutlu etsin diye mi? Şu işe bakın, kitabımız olmasa da mutlu olabiliriz ve bizi mutlu edecek kitapları gerekirse kendimiz de yazabiliriz…Bir kitap, içimizdeki donmuş denizi parçalayacak balta olmalı. Ben buna inanıyorum. (Frankfurt Dersleri)
  • "Yanmış elimle ateşin doğası üzerine yazıyorum." Çünkü insan elini yakmadan bu konuda yazamaz. (Bu Tufandan Sonra)
  • Nesneler bir yerlerde bir yuvaya kavuşabilmek için bizim gibi yersiz yurtsuzları gereksinirler. (Bu Tufandan Sonra)
  • Konuşabilseydik, dilimiz olsaydı silahlara ihtiyacımız kalmazdı. (Frankfurt Dersleri)
  • “Halkın şiiri de ekmek kadar ihtiyacı var” - Bu dokunaklı cümleye, bir zamanlar Simone Weil yazmıştı, herhalde bir dilekti bu. (Frankfurt Dersleri)
  • Bir keresinde, annesi tarafından yaptığı şeyi itiraf etmeye zorlanan bir çocuk gördüm; önceleri durak­lıyor ve belki ondan bekleneni anlamıyordu. 'Yaptı­ğını itiraf et' diye diretiyordu kadın. 'Söyle, ben yap­tım de!' Ve birden, sanki beyninde bir ışık çakmış ya da artık susup kendini savunmaktan bıkmışcası­na, 'ben yaptım', dedi çocuk, ve sonra söylediği söz­den daha doğrusu o can alıcı sözcükten çok hoşlanmış gibi, 'ben yaptım, ben, ben ben' diye yineledi. Artık susmak istemiyor, bağırıyor, sonunda gülmekten sa­ra krizi geçiren biri gibi kendini debelenerek annesinin kolları arasında bulana değin ciyaklıyordu. 'Ben yaptım, ben, ben, ben!' Bir benin keşfedilerek tüm çıplaklığı, anlamı ve anlamsızlığı ile ortaya çı­kışını gösterdiği için ilginç bir sahneydi, beni keş­fetmekten duyulan sonsuz bir haz, ben demeye zorlandıktan, bu sözcük eskitilerek olağanlaştıktan, bir kullanım sözcüğüne dönüştükten ve isimlendirmesi gereken her şeyin değerini giderek düşürdükten son­ra duyulması bir daha olanaklı olmayan şekilde du­yulan delirtici bir zevk. (Frankfurt Dersleri)
  • Yokla beni iyice. Senden hiçbir gizlim olamaz çünkü. (Manhattan'ın İyi Tanrısı)
  • Ne kadar çeşitli merak varsa o kadar çeşitli hayal kırıklığı yaşanabilir,… (Frankfurt Dersleri)

Yorum Yaz