matesis
dedas

Mutlu Ölüm - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Mutlu Ölüm kimin eseri? Mutlu Ölüm kitabının yazarı kimdir? Mutlu Ölüm konusu ve anafikri nedir? Mutlu Ölüm kitabı ne anlatıyor? Mutlu Ölüm kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Mutlu Ölüm kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 02.03.2022 20:00
Mutlu Ölüm - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Albert Camus

Çevirmen: Ramis Dara

Orijinal Adı: La Mort Heureuse

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789755103709

Sayfa Sayısı: 152

Mutlu Ölüm Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Mutlu Ölüm", 1930ların sonuna doğru yazılan, ama ancak 1971 yılında yayımlanan bir roman. Albert Camus (1913-1960) için daha sevimli görünen "Yabancı", daha önce yazdığı "Mutlu Ölüm"ün yayımlanmasını erteletmiş olabilir. Çünkü roman sanatı, 40lı, 50li yıllarda daha çok romanın yapısal özelliklerine ağırlık veriyordu. Bir sanat yapıtının yaratıldığı dönemde kusur sayılabilecek kimi özellikleri, daha sonra erdeme dönüşebiliyor. Albert Camusnün ölümünden on bir yıl sonra günışığına çıkan bu romanını günümüzde öne çıkaran en önemli özellik, onun "romansı" oluşudur. "Mutlu Ölüm", yaratıcısı Albert Camusye otuz yıl sonra başkaldırmış ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu roman, hem çağdaş bir yapıt, hem yazar-yapıt-okur ilişkisinin göz kamaştırıcı bir tanığıdır.

 

Mutlu Ölüm Alıntıları - Sözleri

  • Yalnızca bir erkeğin yaşamını bekleme. Onca kadın bunun için yanılıyor. Sen yaşamı bizzat kendinde ara.
  • Ben ve dünya, sizi beğenmiyoruz.
  • "... elbette hasta bir adam sonunda öldürülür."
  • İnsan insanın gücünü azaltır. Dünyaysa o gücü dipdiri bırakır.
  • Yalnızca gerçek bir güneş eksik.
  • "Burada mutluysan, niye gidiyorsun, anlamıyorum," demişti ona Catherine. "Sevilmek tehlikesini yaşayacaktım küçük Catherine ve bu da benim mutlu olmamı engelleyecekti."
  • Gece başladı. İmgeler üşüşüyordu.
  • Şuna eminim ki, parasız mutlu olunamaz. İşin özeti bu.
  • Bir gün yalnız kalacaksınız, işte hepsi bu.
  • Beni yiyip yutan bu yaşamı bütünüyle tanıyamadım; ölümde beni korkutan, yaşamımın bensiz tüketilmiş olduğu yolunda bana getireceği kesinliktir.
  • Kendimiz olmaya zamanımız yok. Ancak mutlu olmaya zamanımız var.
  • Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır?
  • "önemli biri değildi ama çok hoşlanırdım ondan."
  • yalnız zaman gerekiyor mutlu olmak için. çok zaman. mutluluk da uzun bir sabırdır zaten. ve çoğu kez, para aracılığıyla zaman kazanmak gerekirken, yaşamımızı para kazanarak tüketiyoruz.

Mutlu Ölüm İncelemesi - Şahsi Yorumlar

* Hiçbir şeye dayanmadığı için, bir gerekçenin gölgesi bile bulunmadığı için, hayatta sebat ederiz. Ölüm fazla kesindir… Çürümenin Kitabı/ Emil Michel Cioran * Yabancı'daki Mersault, Mutlu Ölüm'de de başrolde lakin birebir kitap içeriğinden yola çıkarak bir yazı kaleme almayacağım. Buna karşın kitabın üzerine kurulu olduğu ölüm olgusu üzerine yazacağım. Biyolojik manada hücrelerimiz yenilenir yenilenir ve bir noktada bu süreç aksar ve ölürüz. Ne kadar basit, değil mi? Hayır! Eğer saf biyolojiye esir olsaydık yanıt, "Evet!" olurdu. Esaretten çok uzun süre önce 'kurtulduk'. Bu fiilin üzerimizde bıraktığı olumlu imgeye teslim olmayalım hemen; çünkü bir kere ölmekten 'kurtulduk' ancak her gün ölmeye tutsak olduk. Albert Camus Yabancı'ya şu şekilde başlar: "Annem ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum. İhtiyarlar Yurdundan bir telgraf aldım: Anneniz vefat etti. Yarın kaldırılacak. Saygılar." Bundan bir şey anlatılmıyor. Belki de dündü." Ne kadar sade, derin ve bu nedenle etkileyici bir başlangıç! Annenizin ölüm haberi geldiğinde sizin ilk tepkiniz ne olurdu veya oldu? Donup kalabilirsiniz; çünkü bacaklarınızı toprağın altından biri tutuyordur. Kim bu? Anneniz mi? Ama henüz gömülmedi ki! Damarlarınızda yakıcı bir sıvı var ama bu kan değil! Yeni, yepyeni bir akışkan; hemen bir ad verip tarih boyunca bununla anılmasını sağlayabilirsiniz. En küçük ayak parmağınızın ucundan başlayarak bacaklarınıza ulaşıyor "Heri" ve dışarı taşarak toprağa karışıyor. Annenizin elleri ayak bileklerinizden kayıyor. Kaymasın istiyor, daha sıkı yere gücünüzü veriyor ve sonra bir an, çok kısa bir an gözlerinizi iki bileğinizin arasına çeviriyorsunuz: süzülerek yüzünüze çarpan annenizin ellerinden kalan son terli sıvının buğusu… Mitlerde anlatılan cennetin kokusunu son kez aldığınızı ilk kez fark ediyorsunuz. Annenin ölümü masumiyetin yitimidir. Ne kadar büyük hata yapmış olursanız olun, sizi yeni doğmuş bir bebek gibi kabul edecek bir kalbi kaybetmektir. Bundan sonra asla günah çıkartamayacaksınız. Vaftizinize dönmek isteyecek, kendinizi suyun altına atacak lakin sadece bedeninizden akan kirlerin gider kapağına akışını göreceksiniz. Ruhunuzda var olan ve olacak kirleri ölene dek taşımaya mahkum olacaksınız. Annenin ölümü hayatın kalp atışlarının düz çizgi haline gelmesidir zaman zaman. Bunlardan birisi, sabah kahvaltıya kalktığınızda her zamanki yerinde sizden yarım bardak çay isteyen bir sesin yokluğunda yaşanır. Bir diğerinde, belgesel izlerken ceylanları tutan ve aslan hemen yanı başındayken saf saf baktığı için onlara kızan birinin olmamasında… "Ama aslanlar da karnını doyuracak," dersiniz koltukta halen oturmaya çekindiğiniz boşluğa. Annenin ölümü, kendisi ölmek üzereyken bile "Gece üstünü sıkı giyin," diyecek tanımı mümkün olmayan 'şey'i sonsuza dek kaybetmektir. Sokakta gördüğünüz bir köpeğin gözlerinde, çocukken bir başka köpekten kaçıp yanına sığındığınız annenizi görürsünüz; gece bardaktan gözünüze yansıyan ışıkta yıllar önce kabustan uyanıp kucağında soluğu aldığınız annenizi görürsünüz … Ve yatağa döndüğünüzde yorganınızı üstünüze sıkı sıkı örtersiniz. Annenizin ölüm haberi geldiği andan itibaren herkesin sizden beklediği yıkılmanız ve günlerce yerinizden kalkmamanız, bir an için bile gülmemenizdir. Gülerseniz hatta bir an bile üzüntünüzü dışa vuran genel kabul görmüş davranışları sergilemiyorsanız sanki 'toplumsal acı yaşama kılavuzu'na aykırı davranmaktan suçlu bulanacağızdan çekinirsiniz içten içe. Ve daha kötüsü bundan dolayı annenizin kaybına yeterince üzülmediğinizi zannedip kendinizi suçlayabilirsiniz. Lakin tüm bu tarz 'toplumsal kilavuzlar' - istisnalar kaideyi bozmaz - yanlıştır. Yanlıştır, çünkü tek tipleştiricidir. Duyguları tek tipleştiricidir, düşünceleri tek tipleştiricidir, insan'ı tek tipleştiricidir. Halbuki insanlar uzaktan, çöl gibi geniş tek bir kum yığını gibi görünür lakin yaklaştıkça sonsuz farklı kumlardan oluşmuş birer çöl oldukları fark edilir. Her bir farklı kumdan birisiyle annenizi kaybettiğiniz akşam, arkadaşınızla geceki maçı konuşabilir, espri yapıp gülebilirsiniz. Bazı insanlar sizi garipseyecektir, bu normal; bazı insanlar ise sizi yargılayacaktır, bu anormaldir. Çünkü ikinci tip insanlar, 'insan'ı tanımıyorlar. Bundandır ki hayatın her anında kendilerine düşman arıyor veya çevrelerinde düşman yaratıyorlar. Bilinmezlik korkuyu, korku ise düşmanı yaratır. İnsan'ı tanımaktan, tanıdıktan sonra aynada göreceklerinden korkuyorlar. Her sabah, her öğlen, her gece aynada insan'ı görmekten… "Ölüler ölüdür, ama bizler onlar yok olmasın diye yaşıyoruz…" der Albert Caraco, nasıl biraz motive oldunuz mu? Ben olmadım. Caraco da olmamış olacak ki intihar etmiş. Ama bazen motive olamamak da bir motivasyondur; çünkü yeni motivasyon yaratım süreci vardır önünüzde sizi bekleyen. İnsanın bir başka korkusu süreç… Boşuna ortaokulda insanlar, paragraf yazımlarında en çok gelişme kısmında saçmalamazlar. "Mutluluk da uzun bir sabırdır zaten," der Camus, Mutlu Ölüm'de. Sabırsızız ve mutsuzuz. Peki mutlu bir ölüm mümkün mü yine de? Bunu bilmiyorum ama "Ölüm için yaşıyor, ölüm için seviyoruz, ölüm için doğurup çalışıyoruz, işlerimiz ve günlerimiz artık ölümün gölgesinde birbirini izliyor, uyduğumuz disiplin, koruduğumuz değerler ve yaptığımız projeler, hepsi tek bir sona karşılık veriyor: Ölüm," diyen Caraco'ya katılıyorum. Ölümle kalın, çünkü yakında hepiniz öleceksiniz. (Kaan)

Bu Kitabı Okumayan Çok Şey Kaçırır!: YouTube kitap kanalımda Albert Camus'nün hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: https://youtu.be/-_X3xWwwAoA Şu an hangi işi yapıyorsanız o işi derhal bırakın ve Camus'nün Mutlu Ölüm kitabını sipariş edip okuyun. Bakın okuduğum yüzlerce kitabın arasından çok çok az kitap için böyle pozitif ayrımcılık yaparım. Hatta puanı 110/10 olarak vermiştim fakat başındaki 1 sayısı görünmüyor maalesef. Haftalardır okuduklarım için bir inceleme karalayamadım çünkü okuduklarımın aklımdaki boşluklara yerleşmesini bekledim. Zaten bence biraz böyle olmalı. Çünkü bazen boş boş duvara bakmak da gereklidir. Bir kitabı bitirip soluklanmadan bir yenisine başlamak, okunan kitapların üzerine düşünmeden o kitapları raflarındaki yerlerine geri koymak benim için her zaman kaçınılması gereken bir davranış olmuştur. Bu yüzden o duvarlara bakışlarımız arasında aşmamız gereken pek çok benlik duvarımız da vardır. Sizin de duvarlarınız var mı? Camus'den bugüne kadar pek çok kitap okudum. Bunların arasında Tersi ve Yüzü, Sisifos Söyleni, Yabancı, Veba, Düğün, Bir Alman Dosta Mektuplar, Denemeler, Yaz gibi farklı türden kitapları vardı. Fakat Mutlu Ölüm de neydi böyle? Uzun zamandır içimden tek kelime karalamak bile gelmemesine rağmen bir kitap bu isteği tekrar nasıl canlandırabilirdi? Bir kitap bir insanı yine bir insandan daha iyi nasıl anlayabilirdi? Bence her zaman okuduklarımız benliğimizde bir uzantıya sahip olmalı, sizce de öyle değil mi? Ben Camus'nün Mutlu Ölüm kitabını okuyup rafındaki yere geri koysam ve orada yıllarca tozlanması için bıraksam Camus'nün felsefesi gibi saçma bir eylemde bulunmuş olmaz mıydım? Ama artık bu kitap, adımlarını benle birlikte atıyor, benle birlikte zihinsel eylemlere katılıyor, benle birlikte protesto ediyor kendi aldığım kararları yine bana karşı... Bu kitap bana "Senin de yazma vaktin gelmiş artık dostum" diyor. Hayatta elimizden kayıp giden ve yakalayamadığımız çok an parçası var, şimdiki anın canlı farkındalığında olalım derken bu incelemeyi okurken bile kendinizi yeni gelecek ihtimallerinin içerisinde buluyorsunuz. Bu gelecek ihtimallerinin arasında mutlu bir ölüme ulaşabilmemiz sizce yüzde kaçtır? Her ölüm mutsuz mudur? Benlik bilincini sağlayabilmek için yıllarını vermiş bir insanın ölümü nasıl mutsuz olabilir? Bertrand Russell felsefenin tanımını yaparken felsefe bize yanıtlar bulmayı değil, kendi kendimize sorular sorma ihtimallerini öğretir, diyor. Ben de Mutlu Ölüm kitabı sayesinde kendi kendime daha çok soru sormam gerektiğini anladım. Yabancı kitabının bir taslak metni sayılan bu kitap ile birlikte Mersault'un otel odasının içinde patlayan düşünce baloncuklarıyla birlikte oldum. Çocukluğumda üfürüp patlattığım gökkuşağı rengindeki baloncukları hatırladım, 10 yüz bin milyon baloncukla oldum Camus sayesinde. Bu kitapta hem Musil'i gördüm hem Proust'u gördüm hem de Dostoyevski'yi gördüm. Ama en çok kendimi gördüm. Yönetmen Kurosawa'nın da yine yönetmen Bergman'a yazdığı bir mektup vardır, Kurosawa orada bir insanın hayatını çembere benzetir. İşte biz de bir çember yörüngesi içinde, başka insanların hayatlarını keşfedelim derken kendi kendimizi kaçırıyoruz. O çember en nihayetinde ölüm ile kapanacak ve biz de bu ölümün olabildiğince mutlu bir ölüm olması için çabalıyoruz. Niye çabalamayalım? Ülkemizde her geçen gün mutsuz ölümlerin sayısı artıyor, bilmem farkında mısınız? Ben işsizlikten dolayı 3 çocuğuna bakamayan 42 yaşındaki boyacı Adem Yarıcı'nın kendisini yakmasını ve intihar etmesini gördüm. Ben henüz 9 yaşında ihmaller yüzünden bir tren kazasıyla hayattan koparılan Oğuz Arda Sel'in ölümünü ve dedesinin konuşmasını gördüm. Ben atama bekleyen öğretmenlerin umutsuzluklar içinde intiharlarını gördüm. Gözlerim görmek istemeyeceği kadar şey gördü artık. Halbuki doğduğum an gözlerim hiç açılmamıştı, ilerleyen yıllarda dünyanın bütün acıları yaptıkları toplantıdan bir kerpetenle çıktı. "O gözler açılacak!" dediler. Açtılar da... Dostoyevski'nin dediği "Her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır" alıntısı beni mutlu öldürecek yegane alıntılardan biridir. Hem bence bilinçli mutsuzluklarımız, bilinçsiz mutluluklarımızdan yeğdir. Her şeyi fazlasıyla anladığımız, bilinçli mutsuzluklarımızın bilincine tam da o anda varabildiğimiz ve üstüne kendi benlik ordularımızı sürebildiğimiz savaşlarımızın olmasını diliyorum. Yoksa hala Mutlu Ölüm kitabını sipariş etmediniz mi? (Oğuz Aktürk)

Mutlu Ölüm ne kadar gerçek benliğine kavuşmadan okuyucularına ulaşmış olsada; yabancı kadar basit bir kitap olmaması ve muhteşem betimlemeleriyle benim gönlümü fethetmiş ve hakkettiği o yeri almıştır. Doğal Ölüm'ün asıl olayı kitabın hemen başında Roland Zagreus'un öldürülme olayıdır. Mersault kitabın  hemen başında bu, zengin ve sakat adamı öldürür, parasına alır, eve giderken de hastalınır. Daha sonra ise birer geriye dönüş yaşıyoruz. Olayların nasıl seyralındığını, Zagreus ve Mersault ilişkisini bu sırada öğreniyoruz. Yoksul bir adam olan Mersault, sevgilisi Marthe sayesinde zengin bir adam olan Zagreus ile tanışır. Mersault ilk başlarda bu adamdan tiksinsede daha sonraları bu adamı sever ve onu dinlemeye başlar. Aralarında gariptir ki yoksulluk-zenginlik muhabetti açılır, Zagreus, Patrice zavallılığının nedeninin yoksulluk olduğunu anlatır. Adamı öldürür parayı alır ve zengin ama hasta bir adam olarak yolculuğa çıkar. Bilinçli Ölüm de ise Mersault yaşamına "Mutluluğu" getirerek arayışının yegane parçası yapıyor. Çünkü Zagreus'a verilmiş bir söz vardır. Mutluluk ne zaman nerede kendinden uzaklaşsa Mersault'u oradan uzaklaşır görüyoruz. Kendisiyle birlikte mutluluğu, ölümüne dek koruyor. Parayla saadet olmaz atasözünün ters çevrilmiş bir açıklaması. Parayla mutluluk, ana izlek olur, 17 Kasım 1937 tarihli notta görüldüğü gibi: "17 Kasım Mutluluk isteği. 3.kısım. Mutluluğun gerçekleştirirlişi." Roman şekil olarak ele alınacak ise metnin genelinde, varoluşçuluk akımının yapısal özellikleri ve üslûp benzerliğini büyük oranda hissederiz. (minimalist)

Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Hayatı

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

 Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

 Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Camus'ye göre "saçma"

Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."

Camus ve futbol

Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:

 « Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»

 

Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.

 

Albert Camus Kitapları - Eserleri

  • Veba
  • Düşüş
  • Yabancı
  • Yaz
  • Sürgün ve Krallık
  • Başkaldıran İnsan

  • Sisifos Söyleni
  • Mutlu Ölüm
  • Tersi ve Yüzü
  • Yolculuk Günlükleri
  • Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • Defterler 3

  • Defterler 2
  • Defterler 1
  • Denemeler
  • Yanlışlık
  • Sıkıyönetim
  • Caligula
  • Asturya'da İsyan

  • Adiller
  • Ecinniler
  • Sanatçı ve Çağı
  • Yabancı (Çizgi Roman)
  • Büyüyen Taş
  • Hə ilə Yox Arasında
  • Yazışmalar 1946 - 1959

  • Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
  • Sartre Camus Çatışması
  • Düğün ve Yaz
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • The Guest

  • Jonas
  • The Plague

Albert Camus Alıntıları - Sözleri

  • Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
  • Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
  • Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
  • Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uya­maz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapıl­mıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
  • "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
  • Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)

  • Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
  • Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
  • Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
  • "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
  • Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
  • Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)

  • Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
  • Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
  • Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
  • "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
  • Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
  • İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)

Yorum Yaz