Platon'un Eczanesi - Jacques Derrida Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Platon'un Eczanesi kimin eseri? Platon'un Eczanesi kitabının yazarı kimdir? Platon'un Eczanesi konusu ve anafikri nedir? Platon'un Eczanesi kitabı ne anlatıyor? Platon'un Eczanesi PDF indirme linki var mı? Platon'un Eczanesi kitabının yazarı Jacques Derrida kimdir? İşte Platon'un Eczanesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Jacques Derrida
Çevirmen: Zeynep Direk
Orijinal Adı: La Pharmacie de Platon
Yayın Evi: Pinhan Yayıncılık
İSBN: 9786055302085
Sayfa Sayısı: 128
Platon'un Eczanesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İnsan bedeninin girişlere, sızmalara açık geçirgen doğasını düşünürken akla gelen fiillerden biri: zerk etmek. Felsefe tarihi, insan bedeniyle birlikte ruhunun da deva bulmak, şifaya kavuşmak için eczaya ihtiyacı olduğunu söyleyen filozoflarla dolu, Sokrates'in hilafına. Sonu gelmez tartışmalara yol açan bu mesele Platon'un Phaedrus'unda açığa çıkmıştır. Derrida, bu tartışmaya, mitle felsefenin iç içe geçişini vurgulayarak sıra dışı bir katkıda bulunuyor: Yazı mitolojinin ve felsefenin dediği gibi ruha zerk edilen bir zehirse söz nedir? Sözün suç ortağı yazı! Söz de ruha zerk edilmiyor mu? Söz de yazı da doğaya kafa tutuşun ta kendisi değiller mi? Bedeni ve ruhu da olağan seyrinden uzaklaştırmıyorlar mı? Acılarını dindireyim derken onları zehirlemiyorlar mı?
Sözü Jacques Derrida'nın Platon'un Eczanesi'ni Türkçeye kazandıran Zeynep Direk'e bırakalım: "Bugün Platon'un Eczanesi'ni sadece yorumlama pratiği, Platon'un metninin dramatik sunumuna, kavramsallığına, hareketine gösterdiği dikkat için bile sevebilirdik. Üstada göre okuma da bir yazmadır; okur metne kendi ipliğini katmadan onu bir anlamda dokumadan okuyamaz. Bu yüzden bir metnin tek bir anlamı olamaz; her iplikle, her okurla anlam da çoğullaşır."
(Tanıtım Bülteninden)
Platon'un Eczanesi Alıntıları - Sözleri
- "Bize tüm aşk iksirlerinin en iyisi, en mükemmeli olan bilgiyi vermesi için Tanrı'ya dua edelim."
- Yazı güçsüz sözün tesellisi, telafisi, devasıdır.
- Felsefe çocuklara güven vermekten ibarettir. Yani isteğe bağlı olarak, onları çocukluktan çıkarmak, onlara çocuğu unutturmak veya tam tersine, çocuğu hatırlatmak, ama bu arada, çocuğa ilk önce kendi adına konuşmayı öğretmek; korkusunu veya arzusunu başka yere kaydırarak ona konuşmayı, söyleşmeyi öğretmekten ibarettir.
- Varoluşlarını doğruladığımız ve dilde ayırt ettiğimiz çok sayıda güzel şey, çok sayıda iyi şey, her türden çok sayıda başka şey vardır."
- Harfleri öğrenenler artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır.
- Arzular, der Platon, oğullar gibi yetiştirilmelidir.
- Güneş, görünür dünyada görme ve görünür nesneler için neyse, iyi de kavranılır dünyada akıl ve anlaşılır nesneler için odur."
- "Ciddi olan" ve "ciddi olmayan" aynı ölçüde budala, aynı ölçüde kısır.
- Demokratik insanın kendine özgü bir karakteri olmadığı gibi demokrasi de zaten bir devlet biçimi değildir.
- Logos kaynaktır, ona dönmek gerekir; güneş bir kaynak olarak mevcut olduğu ve gözlerimizi ona diktiğimizde gözlerimizi yakma tehlikesini doğurduğu için değil sadece; güneş tutulup da yok olur gibi göründüğünde de logos'a dönmek gerekir. Ölü, sönmüş veya saklı iken bu yıldız, her zaman olduğundan daha tehlikelidir.
- "...Doğruyu bilen eskilerdir; eğer doğruyu kendimiz bulabilseydik, insanların bir zamanlar neler düşünmüş olduklarını araştırmak umrumuzda olur muydu?"
- Hitabeti kötü olan politikacılar, "fazladan gelen bir soruya" cevap vermeyi bilmeyenler, "ne cevap verebilen ne de sorgulayabilen kitaplar gibidir." Bu nedenle.., "aklı başında bir adam düşüncelerini bu araca emanet etme riskini almaz, özellikle de yazılı karakterler gibi haraketsizse."
- Yazının hakikâtini -ki o, göreceğimiz gibi hakikatsizdir- kendi başımıza, kendimizde keşfedemeyiz. O bilimin bir nesnesi değil, sadece anlatılmış bir hikayenin, tekrarlanmış bir masalın nesnesidir. Yazının hem mide bağı hem de bilme ile, hele de kişinin kendi başına, kendisinde bulduğu bilme ile karşıtlığı belirginleşir. Aynı hamlede, soykütükten kopma ve kökenden ulaşmanın ne manaya geldiği yazı ya da mit yoluyla belirtilir. İleride yazıya yöneltilecek olan, bilmeden tekrar etme suçlamasının, burada önermeye ve önermenin statüsünün belirlenmesine giden yolu tanımladığı fark edilecektir özellikle.
- Ancak, yazmanın yakışık alıp almadığını, hangi koşullarda bu nun yapılmasının iyi, hangi koşullarda uygunsuz olduğunu tamı tamına bilmek... Geriye bu soru kalıyor, değil mi?" Yaz mak yakışık alır mı? Yazar saygıdeğer bir kişi midir? Yazmak hoş kaçar mı? Yazmalı mı?
- Totoloji, yalnızca kendine geri dönmek için kendisinden çıkan yaşamdır.
Platon'un Eczanesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Jacques Derrida, Platon’un Eczanesi, Pinhan Yayıncılık, 2012, Felsefe,: Spoiler İçerir.... Platon’un Eczanesi: Hem şifa hem de zehir olmak, Jacques Derrida’nın 1972 yılında yayımladığı, La dissémination (Dağılım) başlıklı kitabının bir bölümünden oluşan Platon’un Eczanesi,size Derrida hakkında birkaç ipucu vererek başlıyor. Fransız filozofun anlaşılmadığından dem vuranların aksine Derrida’nın anlaşılır olduğu konusunda ısrarcı olan ve bu bağlamda tezini Derrida üzerine yazmış olan Prof. Dr. Zeynep Direk, Derrida’yı anlaşılır olmaktan uzaklaştıranın bizler olduğunu söylüyor. Direk, anlaşılmama sorununu okuyucunun tecrübesiz oluşuna ve felsefe çevirilerinin cesaretsizliğine bağlıyor. Zeynep Direk çevirisi ve önsözüyle okurla buluşan bu eser ile tanıştıktan sonra yazılı olan bir şeyi Platon üzerine tekrar düşünmeden okuyamıyor olacaksınız. Çünkü “yazı” Pharmakon olarak nitelendiriliyor kitapta: Hem zehirleyen hem de çare olan. Yani, zehiri ve panzehiri bünyesinde taşıyan bir canlı misali... Okuma eyleminin başlaması ile zehir yavaş yavaş kanımıza sızıyor ve zamanla bünyeyi alt üst ediyor. Kitabın giriş bölümü insanı âdeta bir ringe çıkarıyor. Kendisini Sokrates, Platon ve Derrida’nın oluşturduğu bir çemberin içinde buluyor insan ve yediği yumruklardan sonra zihninde zaman zaman aydınlanmalar ve algı genişlemeleri yaşasa da kitap; yazıya, söze dair bildiği ne varsa alt üst edip, okurunu bildiklerine yabancılaştırarak ringden salıveriyor. Derrida’nın kimi yazılarında, eleştirdiği sofistler gibi yazdığına dair eleştirilerle karşılaşıyoruz fakat okura sağ gösterip sol vurmak için elinden gelenin fazlasını yaptığı bu metinde ortada olsa da, yine de beklentinin dibine, ‘balık var mıdır?’ umuduyla oltamızı sallandırmadan edemiyoruz. Kitapta yer alan tartışmanın odak noktasını Sokrates’in yazıyı, yazmak eylemini bir Pharmakon olarak ele alması oluşturuyor. Aynı şekilde Derrida da bu odak noktasından tartışmaya katılıyor ve mitle felsefeyi iç içe geçirerek farklı bir katkıda bulunuyor. Peki, nedir bu ‘yazı’ denilen şey? Neler yaptırır insana? İnsanlar neden bu kadar önemser yazıyı? Niçin daha iyi yazabilme uğruna hayatlarını heba ederler? Veya yazmak uğruna özgürlüklerinden olup acı çekerler? Bu soruların oluşturduğu karanlık tünelde, Platon’un Pheadrus diyaloğunun sağladığı ışıkla cevapları bulmaya çalışıyoruz. “Ancak, yazmanın yakışık alıp almadığını, hangi koşullarda bunun yapılmasının iyi, hangi koşullarda uygunsuz olduğunu tamı tamına bilmek… Geriye bu soru kalıyor, öyle değil mi? Yazmak yakışık alır mı? Yazar saygıdeğer bir kişi midir? Yazmak hoş kaçar mı? Yazmalı mı?”(syf 24) Logos’un babası Sokrates ve onun genç öğrencisi Platon’a göre bu soruların cevabı gayet nettir: Hayır! Hâlbuki cevap bu kadar basit değil. Sokrates, cevabı hemen akılcı bir söylev ya da logos içinde kendi açıklaması gibi sunmayarak, onu dinletmek için kulaktan kulağa dolaşan bir hikâyenin elçiliğine başvurur: ’’Eskilerin söylediklerini anlatabilirim, zaten doğruyu bilen eskilerdir; eğer doğruyu kendimiz bulabilseydik, insanların bir zamanlar neler düşünmüş olduklarını araştırmak umrumuzda olur muydu?’’ (syf 24) Yazının ‘bilmeden tekrar etmekten ibaret’ olduğunu bilmeden tekrar ettikten sonra Sokrates; savını logosun ispatına, akoe’nin (ses) öncülerine, yazının masalsı bir soykütüğü sayesinde okunabilen yapılarına dayandırıyor. “Mısır’da Naukratis yakınında eski tanrılardan biri yaşardı, bu tanrının adı Theuth idi. Sayı bilimini, hesabı, geometriyi ve astronomiyi, tavla oyununu ve zarları, yazıyı ilk bulan tanrıdır. Öte yandan Mısır’a Firavun Thamus hakimdi. Bu şehrin tanrısına Mısırlılar Amon derlerdi. Theuth bir gün Thamus’un yanına vardı, bulduğu sanatları ona gösterdi. Theuth anlattıkça işe yarar bulduklarını övüyor, işe yaramaz bulduklarını ise yeriyordu. Sıra yazıya gelince, ‘Ey Kral!’ dedi Theuth, ’İşte, bir bilgi (to mathema) ki bunun sayesinde Mısırlılar daha bilgili ve kendi geçmişlerini hatırlamaya daha istidatlı olacaklar. Belleğin de, öğretimin de devası (pharmakon) bulundu. Bu ilaç faydalıdır; üretir ve onarır, biriktirir ve devâ olur, bilgiyi arttırır ve unutkanlığı azaltır.’ “(sfy25) ‘’Yazının tanrısı Pharmakon’un tanrısıdır.’’ Phaedrus’ta, Theuth’un meydan okurcasına akıl dolu bir kurnazlıkla krala sunduğu, bir pharmakon olarak yazıdır. Yazı ya da pharmakon krala değerli bir şey olduğu için sunulmasına rağmen yazıya gerçek değerini verecek olan yine kralın kendisidir. Kral, kabul etme edimiyle onayladığının ve nesnelleştirdiğinin fiyatını koyacak olan kişidir. Pharmakon, krala ya da tanrı-krala (Thamus, Amon’u temsil eder. Yani tanrıların kralını, kralların kralını ve tanrıların tanrısını temsil eder.) dışarıdan hatta alt kademeden gelmiştir ve kral ya da tanrı-kral da bunu kendine ait olmayan bir ürün veya işlev olarak tecrübe eder. Bu yeni gelen düşünceye değerini biçmek ve varlığını onaylaması için kralın tenezzül edip bir yargı vermesi beklenmektedir. “Harfleri öğrenenler, artık belleklerini işletmeyecekleri için, ruhları unutkan olacaktır. Yazıya güvendikleri için, etraflarındaki şeyleri dışarıdan, yabancı izler sayesinde hatırlamaya çalışacaklar. O halde sen onlara bellek için değil, hatırlama için bir deva buldun’’. (syf 55) Kral Thamus’a göre yazı, belleğe ve ruha katkıda bulunmak bahanesiyle onu daha da unutkan kılacaktır. Bu yüzden de bilgiyi artıracağı yerde azaltacaktır. Yazının, zamanla belleği uykuya yatırarak tembelleştireceğini ve belleğin ölümüne, yani hafıza kayıplarına sebep olacağını ifade eder. Belleğin işini yapacakmış gibi gösterilmesine karşın; sadece bilgiyi, belleği ve hakikati taklit edeceğini savunur ve yazının uygunluğunun, uygunsuzluğu olduğu kanaatine varır. Ayrıca Thamus; yazıyı yalnızca yararsız değil, aynı zamanda tehlikeli de bulmuştur. Böylelikle yazı, kral tarafından geri çevrilir ve suçlanır. Ardından da kral yerine Sokrates tarafından uğursuz bir töz ve unutma iksiri olarak suçlanmıştır. Bu doğrultuda Platon’un sofist tanımı ise şu şekildedir: ’’İşte bu yüzden yazarlar, bilgeler değil, kendilerini bilge sananlardır.’’(syf 59) Yazı, ruha zerk edilen bir zehir ise söz nedir peki? Sözün suç ortağı değil midir yazı? Söz de ruha zerk edilmiyor mu? Beden ve ruh üzerinde sapmalara neden olmuyor mu? Söz de yazı da acıları dindirmek yerine zehirlemiyorlar mı? Yazı ve söz sorunsalı Phaedrus diyalogunda bir doğurganlık, veludiyet sorunsalıyla ilişkilidir. Platona göre canlı sözü yazıdan ayıran özellik yazının bir babanın meşru oğlu olmasıdır. Genel olarak, kişinin sözleri onun evladı gibidir, konuşan ağzından çıkan sözlerin sahibi ve babasıdır. Bu evladın bir babası var ise kendisine yöneltilen sorulara cevap verip açıklama yapabilir. Yazının yardımına koşacak bir babası yoktur bu sebepten yazı hep aynı cevabı vererek kendini tekrarlar. Bu yüzden yazının yok edilemez bir muğlaklığı vardır; onu okuyanın istismarına, çarpıtmasına maruz kalır. ‘’Üstad Platona göre okuma da bir yazmadır; okur metne kendi ipliğini katmadan onu bir anlamda dokumadan okuyamaz. Bu yüzden bir metnin tek bir anlamı olamaz; her iplikle, okurla anlam da çoğullaşır. Bu görüş, anlam sorununun hakikat sorununa indirgenemeyeceği bir ufuk açmaktadır.’’(syf 11) Başlangıçta, Platon’a göre yazının özü ve kendine has bir değeri yoktur. Olumlu da olsa olumsuz da, yazıyı bir simulakra olarak görür. Platon’a göre yazı, kadavranın katılığından ibarettir. Devlet’te taklitçi bir sanat olarak gösterilen resimden de aşağı konumdadır. Platon, resmin kopyanın kopyası olduğunu, hiçbir canlılık teşkil etmediğini söyler. Böylelikle Platon yazının kadavraya benzer katılığı ile canlı sözün kıvraklığını kendisinden önce karşı karşıya getiren bazı söz sanatı ustalarını ve sofistleri izler. (Syf 29 ) Fakat Logos’un babasını yitirmesiyle, yani Sokrates’in baldıran zehrini içmesiyle birlikte Platon’un görüşlerinde çok büyük bir değişiklik olur. Sokrates’in Parrhesia’sı*, baldıran zehri, Platon’un Pharmakon’una denktir artık. Sokrates zehri içmeden önce de bu zehrin bir Pharmakon olduğuna işaret etmiştir. Baldıran zehri Sokrates’e bir zehir gibi sunulmuştur ama Sokratesçi logos ve Phaidon’un felsefi ispatı vasıtasıyla bir kurtuluş aracına, esenlik imkânına ve arındırıcı erdeme dönüşür. Bu, baldıran zehrinin varlıkbilimsel etkisinden kaynaklanır (bir ilaç gücünün karşısına koyulmuş başka bir ilaç gücü), ruhun ölümsüzlüğü olarak ruhu eidos temaşasına taşır, Sokrates bunu bu şekilde değerlendirir. (syf 82) Platon’a göre bu kesin görüşler, önceleri tartışmaya dahi açık değilken, Sokrates’in hilafıyla eczaneyi kapatıp güneşten gölgeye saklanarak kendisini hakikatin yazılmasının gerekliliğine bırakmıştır ve artık Platon için esas olan ‘kayıt’tır, Sokrates’in söylediklerinin kaydı. Kayıt ile kastedilen, kitapta bulunan şu cümle ile daha iyi anlaşılır: ‘’Platon’un yapıtı yoktur ve olmayacaktır da. Şimdiye değin bu isimle belirtilenler Sokratesin gençliğinin baharından kalanlardır.’’ (syf 127) Bundan sonrası için kayıt hem yazı üretimi hem de bir yapısallığın kurulması olarak anılacaktır. Aynı görüşü benimseyen Rousseau ve Saussure, Batı edebiyatında hâlâ, Platon ile birlikte ‘dilbilim’in kurucuları olarak sayılırlar; Platonculuğun tekrarı olan bu üç devirde, hem yazıyı dışarı atan hem de bu arada özsel nedenlerden dolayı tüm teorik etkinliğini ondan alan düşünürlerdir. Platon, Sokrates’in ölümünden itibaren yazılarını oyun gibi sunmuş ve yazıyı yazı içinde suçlamış ve yazıdan ettiği şikâyet bize kadar ulaşmıştır. * Egemen güç, zümre. Ya da kişi karşısında doğru bildiğini söyleme. Doğru söyleyen, hışma uğrar ve dışlanır. (Bardamu)
Platon'un Eczanesi PDF indirme linki var mı?
Jacques Derrida - Platon'un Eczanesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Platon'un Eczanesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Jacques Derrida Kimdir?
1960 başlarından beri çok sayıda yapıt üretmiş Fransız filozofu Jacques Derrida, şaşırtıcı bir tempo ile yazmaya devam etmekte, İngiliz yazarı Geoffrey Bennington'un dediği gibi, yazılarında bulunan "felsefe geleneğinin büyük isimlerine denk zenginlik", batı dünyasında çeşitli tartışmalara yol açmaktadır.
Derrida, 15 Temmuz 1930'da Cezayir'in banliyösü El-Biar'da, yazlık bir evde, Yahudi bir anne-babanın ikinci oğlu olarak dünyaya geldi (asıl adı Jackie Derrida idi; Paris'te ilk kitabını yayımladığı sıralarda "Jacques" adını almıştır). Çocukluğu ve orta eğitimi sırasında El-Biar'ı hiç terk etmedi. İkinci Dünya Savaşı'nın ve Yahudi düşmanlığının kötü izler bırakan etkilerini burada yaşamış (bu yüzden okuldan atılmış, başka bir okula gitmek zorunda kalmıştır) ve buradaki eğitimi sırasında Gide, Camus, Valery, Nietzsche, Rousseaui Bergson, Sartre gibi büyük edebiyat ve felsefe yazarları ile ilk olarak tanışmıştır. Derrida, o sıralarda, çok erken yaşta bütün Gide'yi okuduğunu, Dünya Nimetleri'ni, sanki İncil gibi ezbere bildiğini söylemektedir.
Derrida, 1957'de mezun olduktan sonra bir burs kazanır ve özel olarak Harvard Üniversitesi'ne, Husserl'in yayımlanmamış mikrofilmlerini incelemek üzere gider. Orada Joyce okur. 1960-1964 yılları arasında, Sorbonne'da S. Bachelard ve P. Ricoeur'un asistanlığını yaparak genel felsefe ve mantık dersleri verir.
1968'de Derrida, Mayıs 68 hareketlerinin bazı yönlerine karşı çekimser kalır. Halbuki ENS'de ilk toplantıyı o düzenlemiştir. 1983'de "College İnternational de philosophie" kurulur. Derrida, kurulun ilk başkanı seçilir. Nelson Mandela için adlı yazarlar komitesinde yer alır. "Sosyal Bilimler Yüksek Araştırmalar Okulu"nda araştırmalar yöneticiliğine seçilir.
Jacques Derrida Kitapları - Eserleri
- Bağışlamak
- Platon'un Eczanesi
- Marx'ın Hayaletleri
- Çile
- Khora
- İsim Hariç
- İslam ve Batı Üzerine Bir Konuşma
- Gramatoloji
- Göstergebilim ve Gramatoloji
- Marx ve Mahdumları
- Yazı ve Fark
- Öteki Hedef
- Din
- Şiir Nedir?
- Yapıbozum ve Pragmatizm
- Önemsizin Arkeolojisi
- Edebiyat Edimleri
- Nietzschelerin Şöleni
- Davet - Konukseverlik Üstüne
- Bağışlama ve Kozmopolitizm
- Teoriden Sonra Hayat
- Otobiyografiler
- Gün Doğmadan
- Mahmuzlar
Jacques Derrida Alıntıları - Sözleri
- " Hiçbir yanıtın asla sıyrılamayacağı kendini beğenmiş küstahlık, yalnızca ötekinin söylemine göre kendini ayarlama, onu konumlandırma, anlama ve böylece ötekine ve öteki önünde yanıt vererek onun çerçevesini belirleme iddiasından ileri gelmez. Yanıt veren kişi, bunca hafiflik veya küstahlıkla ötekine ve öteki önünde yanıt verebildiğini varsayıyorsa, bunu önce kendisi ve tüm yapmış, söylemiş ya da yazmış oldukları konusunda yanıt vermeye [répondre de; sorumlu olmaya] muktedir olduğunu düşündüğü için yapar. Sorumlu olma burada, bütün yapılmış, söylenmiş veya yazılmış olanı bilmeyi, bunları anlamlı ve tutarlı bir sentezde toplamayı (türü, yeri ya da tarihi, gidimli formu, bağlamsal stratejisi ne olursa olsun), bunları tek ve aynı mühürle imzalamayı varsayar. " (Çile)
- Kazasız- belasız hiçbir şiir yoktur, yara gibi açılmayan bir şiir olmaz, aynı zamanda yaralamayan şiir de yoktur. (Şiir Nedir?)
- "Dünyamızın, yüce Varlığın bizden çok üstün zekâlara okusunlar diye verdiği ve onların da orada onun tapılası bilgeliğinin sonsuz sayı ve çeşitlilikteki özelliklerini doruktan dibe inceledikleri bir kitap olduğunu varsaymak, bana daha filozofça görünüyor." (Gramatoloji)
- "Okuduktan hemen sonra kendimiz üzerinde düşünümde bulunursak bize, bu okumanın üretmiş olduğu fikirlerin dışında başka hiçbir şeyin bilincinde değilmişiz gibi gelecektir. Her harfi algılayışımızın, istençsiz biçimde göz kapaklarımızı kapattığımız her seferinde karanlığı algılayışımızdan daha çok algılanmış olduğu düşünülmeyecektir.Ancak harflerin algılanışının bilincinde olmadan sözcüklerin, sonuç olarak da fikirlerin bilincinde olmayacağımız düşüncesine vardığımızda, bu görünüş bize empoze edilemez." (Önemsizin Arkeolojisi)
- Dostluğa ya da nezakete ilişkin bir davranış, yalnızca bir ritüel kuralının yerine getirilmesinden ibaretse, bu ne dostane ne de nazik bir davranış olacaktır. (Çile)
- Rüya ne biridir ne de diğeridir, ikisinin arasındadır. Felsefe yalnızca anne'sine, sütanne'sine, toplama yeri'ne veya iz taşıyıcı'sına benzeyen hakkında felsefi bir şekilde konuşamaz. Bu haliyle yalnızca babadan ve oğuldan söz eder, sanki baba onu tek başına doğuruyormuş gibi. (Khora)
- " Khöra anakroniktir, o, varlıktaki anakroni«dir,» daha doğrusu, varlığın anakronisidir. Varlığı anakronikleştirir. " (Khora)
- "Birlikte yaşama" bir slogan değildir. Yaşamdaki imtihanların üstesinden gelmek için Kur'an'ın temel dersidir. (İslam ve Batı Üzerine Bir Konuşma)
- Yaratılmış bütün insanlar, akıl bahşedilmiş bütün sınırlı varlıklar, eşit oranda 'yeryüzü yüzeyinin ortak mülkiyeti'ni taşımaktadırlar. Böylelikle, ilkece hiç kimse, sözü edilen yüzeyi (bu sıfatla bir yüzey alan olarak), meşru bir biçimde kendisine tahsis edemez ve bir başkasının kullanım hakkını gasp edemez. (Bağışlama ve Kozmopolitizm)
- "Duanın duasını etmek gerekir." (İsim Hariç)
- Suç çok ağır olduğunda, radikal kötülük ya da insani olan çizgisini aştığında, canavarca olduğunda, artık bağışlama söz konusu olamaz, zira bağışlama, deyim yerindeyse, insani olanın ölçüleri dâhilinde, insanlar arasında kalmak zorundadır. (Bağışlamak)
- Metonimi, türden dışarı doğru, bir türden diğerine doğru bir geçişe, varlık türleri sorusundan söylem türleri sorusuna geçişe dayanır. (Khora)
- "Öyleyse aşırılık, fark, kalan, kesinlikle aynı şeyi gösteren sözcüklerdir; ancak kullanımlarındaki zihinsel bakışlar aynı değildir." (Önemsizin Arkeolojisi)
- Ayrıca dini, yozlaşan bir güç istenci'nin ifadesi ve belirtisi, her tür olumlayıcı istenci, onu içten içe zehirleyen bir duyguya hapsetmek isteyen hastalıklı bir istencin tezahürü olarak da anlayabiliriz: aslında hınç olan bir duygu, yani her tür canlılığa ve aşma'ya karşı öç alma tutkusu ve ölümüne bir kavga. (Din)
- “Hala Cezayirli olan yanımı, içimde olan ve hala Cezayirli olamam sebep olan diğer yanımı şevkle bağrıma basıyorum.” (İslam ve Batı Üzerine Bir Konuşma)
- "Üslup (style) sorusunda, her zaman sivri uçlu bir nesnenin sınaması ya da rahatsız ediciliği vardır. Kimi zaman bu nesne, yalnızca bir telek ya da bir stylus(kemik) olabilir. Bu tür nesneler, konu ya da matris adına felsefenin yöneldiği şeye karşı hain bir saldırıda kullanılabilir, ister istemez darbesi oraya izini bırakan, darbesi oraya bir damga ya da biçim kazıyan bir saldırıda. Ancak bunlar, bu tür bir saldırı tehdidine karşı koruma olarak da kullanılabilir, onu uzakta tutmak, onu geri püskürtmek için - örtülerin ve yelkenlerin (des voiles) arkasında, uçuşurken, onun gücü önünde eğildiğinde ya da geri çekildiğinde. Yine de bırakalım bu kılıf, eril ve dişil arasında dalgalansın. Her hâlükârda dilimiz, bize bu tür bir haz vaat eder, en azından dillendirmememiz koşuluyla." (Nietzschelerin Şöleni)
- Hegel de, Marx da insan toplumlarının evriminin sonsuz olmayıp, insanlığın en derin ve en temel gereksinimlerini karşılayabilecek bir toplum biçimi kurabildiğinde son bulacağına inanmaktaydı. Her iki düşünür de bir "Tarih'in sonu" fikri ortaya atmışlardı; Hegel'e göre, liberal devletti bu, Marx'a göreyse komünist toplum. (Marx'ın Hayaletleri)
- Demek ki, anlam var olunca imler de var olur, sadece imler. (Ancak imlerle düşünürüz.) (Gramatoloji)
- "Dâhi" insan, "yeni bir yol dener... Böylece orijinal olmak için yüzyıl önce gelişimine yardım etmiş olacağı bir dilin tahrip edilmesine katkıda bulunmak zorunda kalır. Bu tür yazarlar eleştirilebilseler de, yine de üstün yeteneklerinin başarıya layık olması gerekir. Hatalarını tekrarlamadaki kolaylık, vasat yetenekleri olan insanları, kendilerinin aynı saygınlık mertebesini elde etmeleri gerektiğine kısa zamanda ikna eder. İnce ve kinayeli fikirlerin zorlama antitezlerin, aldatıcı paradoksların, önemsiz kıvırmaların, abes ifedelerin, yeni moda sözcüklerin ve kısacası anlama yetileri kötü metafizikle baştan çıkarılan kişilerin jargonunun saltanatı o zaman başlar. Halk, alkış tutar; önemsiz ve gülünç yazılar, günübirlik şeyler şaşırtıcı biçimde çoğalır... " (Önemsizin Arkeolojisi)
- "Sözü teslim etmek, bırakmak, diğerine vermek şu demektir: sizin yeriniz var, yer alınız, geliniz." (Khora)