Psikanalize Giriş Dersleri - Sigmund Freud Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Psikanalize Giriş Dersleri kimin eseri? Psikanalize Giriş Dersleri kitabının yazarı kimdir? Psikanalize Giriş Dersleri konusu ve anafikri nedir? Psikanalize Giriş Dersleri kitabı ne anlatıyor? Psikanalize Giriş Dersleri PDF indirme linki var mı? Psikanalize Giriş Dersleri kitabının yazarı Sigmund Freud kimdir? İşte Psikanalize Giriş Dersleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Sigmund Freud
Çevirmen: Selçuk Budak
Yayın Evi: Öteki Yayınları
İSBN: 9789757782858
Sayfa Sayısı: 518
Psikanalize Giriş Dersleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Öteki Yayınevi, çağdaş batı dünyasının toplumsal yaşamında köklü dönüşümler yaratan, insana ve topluma bakış açılarını kökünden sarsan Freud'un temel eserlerinin tamamını Türkçe okuruna sunmaktadır. Sadece psikoloji değil, sosyoloji, antropoloji, kriminoloji, tıp, estetik ve eğitim gibi birçok konularda okuru ilgilendiren Öteki Freud Dizisi, profesyoneller için olduğu kadar, amatörler için de eşsiz bir başvuru ve esin kaynağı olacaktır.
Psikanalize Giriş Dersleri Alıntıları - Sözleri
- Rüya görülmemesi halinde daha iyi uyuyacağımızı düşünürüz, ama yanılırız; gerçekte rüyanın yardımı olmazsa hiç uyumamış sayılırız.
- Hoşunuza gitmeyen bir şeyi reddettiğiniz zaman yaptığınız şey, anlayıp üstesinden gelmek yerine, rüya oluşturma mekanizmalarını tekrarlamaktır.
- Niyetlerin unutulması genel olarak, niyeti gerçekleştirmek istemeyen karşıt bir düşünce akımına bağlanabilir.
- Söz konusu eşyayı bize veren kişiyle kavga ettiğimiz ve onu hatırlamak istemediğimiz ya da artık hoşlanmadığımız ve daha iyisini almak amacıyla bir bahane bulmak istediğimiz zaman o eşyayı kaybederiz.
- Aynı şekilde beklenmedik bir şekilde akla gelen melodiler de kişinin kafasını kurcalayan, ama etkinliğinin farkında olmadığı bir düşünce zinciri tarafından belirlenir.
- Gönülsüz geldiğimiz bu dünyayla olan ilişkimize kesintisiz katlanamıyor gibiyiz.
- Hoşlanmadığı bir şeyi gerçekdışı olarak değerlendirmek insan doğasında yapısal bir eğilimdir, bundan sonra buna karşı savlar (argümanlar) bulmak kolaylaşır.
- Nispeten uzun bir yaşam deneyiminde geriye dönüp bakabilen herkes, insan ilişkilerimizde yaşanan küçük edim hatalarını kehanet olarak yorumlama ve bunlardan, hâlâ gizli olan niyetlerin göstergeleri olarak yararlanma cesaretini ve kararlılığını bulmuş olmamız halinde birçok acı verici hayal kırıklığından ve acı verici sürprizden kendimizi kurtarmış olacağımızı muhtemelen kabul edecektir.
- Görmeye gözleri, duymaya kulakları olan, kendini hiçbir faninin sır tutamayacağına inandırabilir. İnsanın dudakları sessizse parmak uçlarıyla konuşur; sözleri her gözeneğinden sızar.
- Kısaca küçük göstergeleri küçümsemeyelim, onların yardımıyla daha büyük bir şeyin izini yakalayabiliriz.
- Ruhsal özgürlük gibi bir şey olduğu yanılsamasını besliyor ve bundan vazgeçmiyorsunuz.
- [...] diğer olaylara ilişkin gözlemlerimize dayanarak, bir dil sürçmesinin ortaya çıkması için kaçınılmaz önkoşulun, konuşmacının bir şey söyleme niyetini bastırması olduğu sonucuna varmaktan kendinizi alamazsınız.
- Ruhsal yaşamın karşıt amaçların arenası ve savaş alanı olduğunu ya da dinamik olmayan bir bakış açısından, çelişkilerden ve karşıt çiftlerden oluştuğunu kabul ederek işe başlamak önemlidir.
- Gerçekten de “yaratıcı” hayal gücü bir şeyi keşfetmekten acizdir, yapabildiği tek şey birbirine yabancı olan şeyleri birleştirmektir.
Psikanalize Giriş Dersleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Freud'un Eril Söylemli Teorilerinin Eleştirisi Toplumsal olanın bölün(e)mez bütünlüğünü savunmak; bugün tüm ününe karşın pozitivizmi içermekle birlikte onu aşan sosyal teorinin görece açıklayıcı kabiliyetinin; kabulü manasına gelir. Türk eğitim sistemi ve özellikle gelişim psikolojisinde temel alınan Freud’un gelişim teorisini incelerken yaklaşımımız bu doğrultuda interdisiplinerdir. Makro anlamda interdisipliner yaklaşım sosyoloji yaparken de bizi Bourdieu’den mülhem 'ilişkisel sosyoloji' kavramına sürükler. İlişkisel sosyoloji makro alan – mikro alan ve salt bir teori ya da yaklaşımla yetinmeden olguyu çözümleme kabiliyetine göre söz gelimi manevralar içeren,yapı-fail dikotomisinde birini diğerine tercih etmeden ikisinin ilişkiselliği üzerine inşa olan bir yaklaşımı ifade eder. Bu anlamda eğitim sosyolojisi içerisinde işlevselci ya da çatışmacı yaklaşımları değil, Bourdieu’yu takiben psikoloji bilimi içerisinde toplumsal bir içerik arz eden bireyin cinsel temelli gelişiminin nasıl toplumsal kurumlardan bağımsız ele alınamayacağını ve aslında psikolojinin sosyolojinin karşısında değil, onunla ilişkisel bir boyut arz ettiğini Feminist teorinin antitezleriyle birlikte incelemeye çalışacağız. Tüm dünyada ve Türkiye’de pedagojik formasyon açısından gelişim psikolojisi nin temelini Freud’un gelişim kuramı oluşturur. Fakat Sosyal Bilimler alanında tüm zamanların en çok etki yapmış, hakkında binlerce çalışma yapılmış Sigmund Freud’un birey temelli yaklaşımları ve kişilik gelişim süreçlerinde kız çocuğunun ele alış biçimi; kadın, iğdiş edilme, bilinç dışı kastrasyon ve oidipus kompleksleri özellikle Feminist teori tarafından sert ve olgusal eleştirilere maruz kalmaktadır. Freud toplumsal cinsiyet kuramını tamamıyla biyolojik cinsiyet üzerinden temellendirmektedir. Bu temellendirmedeyse kız çocuğun gelişimini erkek çocuk üzerinden tanımlamaktadır. Esas olan ‘penisi olan’ erkektir. Kız çocuk ise penise sahip olmayan eksik bir varlık olarak görülmektedir. Bu doğrultuda Freud’un birey temelli yaklaşımı ‘yapı’dan bağımsız düşünülemez çünkü; Freud’un kuramında yaşamış olduğu dönemin de etkisiyle erkek çocuklarına ve erkeklere birincil kişiler gibi bakılmakta, kadınlar ise ikincil kişiler olarak algılanmaktadır. Oysa Freud’un teorileri; gerek pozitivist temelli nicel çalışmaları (özellikle Stoller’ın çalışmaları) gerekse sosyolojik temelli nitel çalışmaları kendine argüman edinen Feminist Teori tarafından derin ve olgusal eleştirilere maruz kalmıştır. Freud kuramını biyolojik ayrılıklara dayandırmıştır. Ona göre erkek ya da kız olmak cinsel organın farklı olmasına dayanır. Freud’a göre dört ya da beş yaşındaki bir erkek çocuğu babasının kendisinden beklediği disiplin ve özerklik nedeniyle onun cinsel organına zarar vermek istediğini düşünerek babasından korkar. Çocuk kısmi bilinçli olarak babasını, annesine duyduğu bağlanmaya karşı rakip olarak görür. Annesine duyduğu erotik duyguları bastıran ve babasını üstün bir varlık olarak gören çocuk kendisini babasıyla özdeşleştirir. Ve erkek kimliğinin farkına varır. Kız çocukların ise erkek çocukları cinsel organları nedeniyle kıskandıkları varsayılır. Freud’un kuramında -yaşamış olduğu dönemin de etkisiyle- erkek çocuklarına ve erkeklere birincil kişiler gibi bakılmakta kadınlar ise ikincil kişiler olarak algılanmaktadır. Görüldüğü üzere Freud toplumsal cinsiyet kuramını tamamıyla biyolojik cinsiyet üzerinden temellendirmektedir. Bu temellendirmedeyse kız çocuğun gelişimini erkek çocuk üzerinden tanımlamaktadır. Esas olan ‘penisi olan’ erkektir. Kız çocuk ise penise sahip olmayan eksik bir varlık olarak görülmektedir. Bu nedenle “penis” kavramı Freud’un kuramında cinsel kimlik kazanmada belirgin biyolojik özellik konumundadır. Yani Freud diyor ki: “Kadın tamamlanmamış erkektir.” Ve şöyle devam ediyor: Erkek çocuk, doğru cinsel objeyi seçerek normal bir erkek olur. Kız çocuğun eksiklik hissinden kurtulması zordur. İlerde çocuk sahibi olarak tatminsizliğini gidermeye çalışsa da kadını kadın yapan şey penise duyulan arzudur. Esas olan penisi olandır, yani erkektir ve kadın penis arzusu yoluyla var olur. Bu esasında bir var olma sorunudur, zira kadın hiçbir zaman tam manada var olamaz. Çocuk sahibi olmak bile bu durumu değiştiremez, kadın eksiktir ve bu eksikliğini ömür boyu taşır. Freud sadece ataerkil toplumları inceledi ve böyle bir kanıya vardı… Acaba kadın gerçekten tamamlanmamış erkek midir? Ya da her zaman bu penis arzusu içinde olup kendini tam olarak gerçekleştiremeyecek midir? Selim Doğan’a göre, Oedipus kompleksi anlamını, egemenlik düzeninde bulur. Ataerkil düzenin çağdaş çekirdek ailesinin normal bireylerinde bu kompleks görülmektedir. Ataerkil düzenin aile yapısı ise, eşitsizliğin meşrulaştırılarak sürdürüldüğü bir düzendir. Bu düzende erkek evin geçimini sağlar; evin diğer üyeleri, babaya ekonomik olarak bağımlıdır. Kadın, ev için kazanılan paranın karşılığını; evin hizmetleri, çocuk doğurma ve cinsel ilişki olarak öder. Çocuklar ise babanın kütüğünde onun himayesindedir. Görevleri babanın mülkünü ve adını yaşatmaktır. Toplumsal olarak çocuğun şekillenmesinden baba sorumludur. Babanın etkisi çocuklar büyüyünceye kadar devam eder. Babanın cenderesinden kurtulan çocuk için işlem tamamlanmış demektir. Freud böylece ataerkil ailedeki babanın konumunu pekiştirerek süreklileştirmiş olur. Yine aynı yazısında Selim Doğan ‘Şimdi Freud yaşasaydı şunları ona saygıyla sormak isterdim’ diyerek şu soruları yöneltiyor: “Iraqular’da ve diğer bazı anaerkil- yerel kabilelerde; çadır ve müştemilatın mülkiyeti tümüyle kadınlara ait olduğundan, bir anlaşmazlık halinde kadınlar, kocalarını kapıya koyabiliyorlardı. O dönemde kadın daha güçlü ve erkeği kapıya koyabiliyorken, hala “kadın tamamlanmamış erkektir” deyip genelleme yapar mıydın? 2. Ateşi bulan kadındı ve doğurganlık doğaya yakın sayıldığı için kadın onlar için “Ana tanrıçaydı.” Eee! O dönem için de Oidipus’ tan bahsedilebilir mi?” Freud’un kadınları susturmak için yaptığı ünlü konuşmasında kadında oepidus kompleksi, süperego ve bir gizlilik ilkesi görülür. “Buna aynı zamanda fallik örgütlenme ve iğdiş edilme kompleksini de ekleyebilir miyiz? Cevap olumludur. Ancak bu süreçler erkeklerde olduğu gibi işlemez. Bu noktada feministlerin eşitlik talebi bizi pek ileriye götürmeyecektir. Çünkü, morfolojik ayrımın açıklaması ruhsal gelişimdeki farklılıklarda gizlidir. Napolyon’un bir sözüyle örneklemek gerekirse ‘anatomi kader(mi)dir.” Görüldüğü üzere Freud feminist eleştirilerin farkındadır fakat kendi tezinin üstünlüğünden taviz vermemektedir. Aynı zamanda salt eril bir söylemin ötesinde kaderci bir yaklaşımla tezini deterministik bir boyuta taşımaktadır. Anatomi gerçekten yazgı mı? Bu soru, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşmasında, anatominin ve buna paralel olarak, kız çocuğunun biyolojik yapısının ne kadar belirleyici olduğunu sorgulamaktadır. Freudcu kurama göre, kız çocuğunun bir penise sahip olmadığının ve penisin yerine onun yetersiz bir ikamesi olan klitorise sahip olduğunun farkına varması, cinsiyetinin oluşmasında belirleyicidir. Oysa, Robert Stoller’ın cinsiyet algısının gelişimi üzerine yaptığı araştırmalar, Freud’un görüşlerini olumsuzlayan bulgular sunmaktadır. Stoller, erkeklik ve dişilik duygusunun nasıl oluştuğunu ortaya çıkarmak amacıyla, biyolojik cinsiyeti (sex) ve toplumsal cinsiyeti (gender) çatışan kişiler üzerinde çalışmıştır. Stoller’ın, iç cinsel organları açısından karşı cinse ait olduğu halde, toplumsal cinsiyet açısından farklı bir cins olarak yetiştirilmiş kişiler üzerinde yapmış olduğu araştırmalar, bize çok ilginç bulgular sunmaktadır. Stoller Freud’un eril söylemli teorileri karşısında feminist teorinin antitezlerini destekleyici ve pratikte hayat bulmuş, deneysel çalışmalar yapmıştır. Stoller, bu araştırmaları süresince; 1. Diğer açılardan biyolojik olarak normal olduğu halde, vajinasız doğan kız çocukları. 2. İç üreme organları nötr olduğu halde, dış cinsel organları dişi olan kız çocukları. 3. Vajinaya sahip biyolojik olarak dişi ama dış cinsel organları erkeksi olduğu için erkek olarak yetiştirilmiş çocuklar ile çalışmıştır. Stoller, bu ilk gruptaki kişilerin ebeveynleri tarafından bir kız çocuğu olarak büyütüldükleri ve ebeveynleri tarafından cinsiyetlerine karşı bir şüphe taşınmadığı takdirde, sağlıklı kız çocukları olarak büyüdüklerini göstermektedir. Bu kadınlar, ameliyatla vücutlarına yerleştirilen yapay vajina ile vajinal bir cinsellik yaşayabilmekte ve orgazma ulaşabilmektedirler. Bu kadınlar eğer rahimleri varsa, çocuk sahibi olabilmekte ve annelik rollerini yürütebilmektedir. Stoller’a göre, bu kadınlar vajinaları olmadıklarını öğrendiklerinde cinsiyet kimlikleriyle ilgili bir karmaşa yaşamamaktadırlar. Bu durumda yaşadıkları en temel duygu yeterince iyi bir kadın olamamakla ilgili yaşanan kaygılardır. Stoller yukarda belirtilen ikinci kategoride incelediği bir vakasını ise şöyle anlatır; “Bu kızı 18 yaşında gözlemlediğimizde davranışı, giyinişi, sosyal ve cinsel arzuları ve fantezileri ile çevresindeki kızlardan ayırt edilemeyecek ve belirgin bir biçimde kadınsıydı.Dış cinsel organı normal bir kadınınki gibi göründüğü halde vajinası yoktu, klitorisi küçüktü. Rahmi, yumurtalıkları, üreme kanalları yoktu. Kız kardeşinin deyişiyle çocukken güzeldi, elbiselere, oyuncak bebeklere ve bir yetişkin gibi makyaj yapmaya meraklıydı.” Stoller’ın incelediği bu kategoride biyolojik olarak hiçbir cinse ait olmadığı halde, doğumda dış cinsel organları bir kız çocuğu olarak algılandığı için, kız çocuğu olarak yetiştirilen bir kişiyle karşı karşıya kalmaktayız. Biyolojinin bütün belirsizliğine rağmen, toplumsal cinsiyet bu kişiyi bütün tavır, davranış ve fantezileri ile bir kız çocuğu ve bir kadın olarak şekillendirmiştir. Stoller’ın incelediği üçüncü kategorideki bireyler, en az ikinci kategorideki kişiler kadar ilginç birer örnek oluştururlar. Bu kategoride iç cinsel organları dişi olduğu halde, dış cinsel organları erkeksi olduğu için doğumda erkek olarak teşhis edilen ve bir erkek gibi yetiştirilen kişilerle karşılaşmaktayız. Stoller, bu kişilerin ileriki yaşlarda iç cinsel organlarının dişi olduğu tespit edilse bile, cinsiyetlerini değiştirmenin olanaksız olduğunu dile getirir. Bu olanaksızlıkla paralel olarak hormon tedavisi ile kişinin biyolojik bir erkeğe olabildiğince yakın olması sağlanır. Stoller’ın çığır açıcı araştırmalarının ve gözlemlerinin en temel bulgusu biyolojinin toplumsal cinsiyetin oluşması sürecinde yazgı olmadığını göstermesidir. Toplumsal cinsiyetin oluşmasını belirleyen en temel olgu ebeveynlerin, çocuklarına atfettikleri toplumsal cinsiyet çerçevesindeki yetiştirme biçimleridir. Stoller’ın bu sonucunu destekleyecek biçimde, Money de 76 hermafrodit ile yaptığı bir araştırma sonucunda, çocukların hepsinin kendilerine atfedilen cinsiyeti benimsediklerini göstermiştir. Money, Stoller’a paralel olarak, her iki cinsin de psikoseksüel bir tarafsızlık ile doğduğunu ve toplumsal cinsiyet ayrışmasına şekil verecek olan olgunun ise çevresel faktörler olduğunu dile getirmektedir. Person’un aktardığı biçimiyle Stoller, bu yetiştirme biçiminin önemi çerçevesinde, bir çocuğun cinsiyetinin oluşmasında genital farkların ayırdında olmanın önemli olmadığını savunmaktadır: Psikoseksüel gelişme ve toplumsal cinsiyet farklılaşmasının en temel adımı bir çocuğun kendini kız ya da erkek olarak tasarlamasıdır. Bu kendini tasarlama ebeveynlerin çocuğun cinsiyeti ile ilgili tasarımları ile -yani, çocuğun kız mı, erkek mi olarak teşhis edildiği ile- uyum içinde hayatın ilk yıllarında ortaya çıkar. Stoller, bu benlik-tasarımına (self-designation) çekirdek cinsiyet kimliği (core gender identity) adını verir. Yapılan araştırmalar, bu çekirdek cinsiyet kimliğinin 18. aya kadar oluştuğunu ve 3 yaştan sonra da değiştirilemez olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyeti oluşturan olgular genital farkların ayırdında olma ve bu çerçevede geliştirilen penis kıskançlığı ve Oedipus kompleksi değildir. Kız çocukları kendi cinsiyetlerini Oedipus kompleksi aracılığıyla oluşturmazlar, Oedipus kompleksine kendi cinslerinin ayırdında olarak girerler. Freud’un tanımladığı bu olgular kız çocuğu için cinsiyetinin ayırdına vardığı süreçten sonra gelişir. Bu çerçevede penis kıskançlığı, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşmasını sağlayan birincil bir olgu değil, cinsiyetinin farkına vardıktan sonra ortaya çıkan ikincil bir olgudur. Stoller’ın bize sunduğu modelde, cinsiyetin oluşma süreci kız çocukları için çatışma dolu bir süreç ya da bir vazgeçiş süreci değildir. Kız çocuğu, ebeveynleri bir kız çocuğu olduğuna inandığı takdirde, iç genital organlarına rağmen, hiç bir şüphe geliştirmeden bir kız çocuğu olarak yetişmektedir. Bu çerçevede, Stoller’a göre “anatomi yazgı değildir; yazgı kişilerin anatomiden yola çıkarak kurdukları şeydir.” Freud’un gerçek anlamda feminist eleştirisini Türkiye’de akademik çalışmalarıyla yapan Mahan Doğrusöz’ ün eleştirilerini dört başlık altında toplayabiliriz. 1. Kız Çocuğunun Oedipus Öncesi Cinselliği Eril mi? Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? 2. Kız Çocuğu Oedipus Öncesi Dönemde Vajinasının Farkında mı? 3. Klitoris Eril mi? Vajina Edilgen mi? 4. Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? 1. Kız Çocuğunun Oedipus Öncesi Cinselliği Eril mi? Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? Freud, penis kıskançlığı tezine paralel olarak “kız çocuğunun” Oedipus öncesi dönemde küçük bir erkek çocuğu olduğunu, Oedipus dönemiyle de beraber iğdiş edilmişliğinin farkına vararak bir kız çocuğuna evrildiğini savunur. Bu çerçevede, penis kıskançlığı olgusu ekseninde Freud, kız çocuğunun dişil cinselliğe geçişini, eril cinselliğinden bir vazgeçiş olarak nitelendirir. Freud, “…kız çocuklarının cinselliğinin tamamen erkeksi bir yapıda olduğu” görüşünü “Dişilik” makalesine dek değiştirmez. Freud, kadınlığa geçiş sürecinin klitoral, aktif ve erkeksi cinsellikten vazgeçiş ve vajinal, pasif ve kadınsı cinselliğe geçiş ile mümkün olabileceğini dile getirir. Freud, “Cinslerarası Anatomik Farkın Bazı Ruhsal Sonuçları” adlı makalesinde kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde klitorisi ile kurduğu ilişkinin erkek çocuğunun penisi ile kurduğu ilişkiye benzer olduğunu savunur. Ama morfolojik / anatomik farkın kaçınılmaz sonucu olarak, kız çocuğu kadınlık rolüne eril cinselliğinden vazgeçerek ulaşır. Freud, Oedipus öncesi eril cinsellikten vazgeçişin kız çocuğu için zorlu gelişimsel bir süreç olduğunu iddia eder. Kız çocuğu bu dönemde tamamen bir cinsiyet değiştirir. Bu süreçte kız çocuğu hem erkekliğinden ve bununla paralel olarak klitoral ve aktif cinselliğinden; hem de ilk sevgi ve arzu nesnesi olan anneden vazgeçer. Freud’a göre, kız çocuğu annesini, kendisini dünyaya yetersiz bir donanımla getirdiği için sorumlu tutarak, ona sırt çevirir. Daha sonra ise, babaya annenin kendisine veremediği penisi vermesi arzusu ile yönelir. Bunun imkansızlığı karşısında ise, babadan kendisine penise denk bir bebek vermesini arzular. Bu süreç ise kız çocuğunun iğdiş edilmişliği karşısında geliştireceği tepkilerle şekillenen üç gelişimsel süreçten sadece biridir. Kız çocuğu bu kadınsı gelişim modelini seçmeyerek, erkeklik kompleksine saplanarak tamamen erkeksi nesne seçimleri yapabilir, ya da iğdiş edilmiş cinselliğinden tamamen vazgeçebilir. Freud, bu gelişimsel süreç içinde dört temel olgunun altını çizer. Bunlardan ilki, kız çocuğunun anatomik / morfolojik farkının kaçınılmaz olarak kendini ruhsal sonuçlarda ifade edeceğidir. Bundan kastedilen kız çocuğunun erkek çocuğundan anatomik farkının, onun cinsiyetinin oluşmasında belirleyici bir unsuru oluşturduğudur. Kız çocuğunun anatomik farkı, kendi cinsiyetinin oluşmasında belirleyici olduğu gibi, kadınsı özellikler geliştirmesi açısından da kaçınılmaz bir önem taşır. İkincisi, kız çocuğunun Oedipus dönemi öncesinde vajinasının farkında olmadığıdır. Üçüncü ise kız çocuğunun klitorisinin tamamen erkeksi bir organ olduğu ve kadınlığa geçişle de işlevini yitirerek, kadın cinselliğinin vajinanın denetimi altına girdiğidir. Bu görüş vajinayı pasif bir organ olarak kuramlaştırır. Dördüncü görüş ise, kız çocuğunun cinsiyetinin oluşma sürecinin erkek çocuğuna oranla daha zorlu olduğudur. Freud’un kız çocuğunun Oedipus öncesi cinselliğini ve kadınlığa evrimini kuramlaştıran modeli tamamen erkek merkezlidir. Oedipus öncesi dönemde bir cins olarak kız çocuğunun varlığını ve buna paralel olarak vajinanın farkındalığını reddeder. Klitorisi etken olduğu için eril kabul eder. Birincil cinsi erkek cinsi olarak kabul ederek, kız çocuğunun oluşmasını kendi erkekliğini reddi ve zorlu gelişimsel süreçlerini tamamlayarak -klitorisinden ve anneden vazgeçerek- kadınlığa evrilmesi olarak yorumlar. 2. Kız Çocuğu Oedipus Öncesi Dönemde Vajinasının Farkında mı? Stoller’ın çekirdek cinsiyet kimliğinin oluşmasında genital farkındalığın önemli olmadığını göstermesine rağmen, kuramsal açıdan kız çocuklarının Oedipus öncesi dönemde vajinalarının farkında olup olmadıklarını sorgulamak önemlidir. Freud’un, Oedipus öncesi dönemde kız ve erkek çocuklarının vajinanın farkında olmadığını savunması, Oedipus öncesi cinselliği tamamen eril olarak kurmasına imkan tanıyan kuramsal bir önem taşır. Fakat, kız çocukları Oedipus öncesi dönemde kendi vajinalarıyla ilgili duyum yaşarlar mı? Karen Horney ve Melanie Klein, Freud’un kadın gelişimi üzerine makaleler kaleme aldığı dönemde, klinik gözlemlerinden yola çıkarak Freud’un Oedipus öncesi cinsellik ile ilgili görüşlerine aykırı görüşler ortaya atarlar. Horney ve Klein kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemde vajinasının farkında olduğunu ve vajinasını içeren fantazilere sahip olduğunu dile getirir. Horney, kız çocuğunun vajinasının ayırdında olduğunu göstermek için iki veriden yararlanır. Bunlardan ilki, kız çocuğunun Oedipus öncesi dönemdeki vajinal mastürbasyonu, diğeri ise vajinasının farkında olduğunu gösteren fantezileridir: “Çocukluğun ilk yıllarında vajinal mastürbasyonunun, en azından klitorisle mastürbasyon kadar yaygın olduğudur. Bu izlenimlere yol açan çeşitli veriler şöyledir: Kızartı ve akıntı gibi vajinal rahatsızlıklarının belirtilerinin sık sık gözlenmesi, oldukça sık görülen yabancı cisimlerin vajinaya sokulması olayı ve son olarak, annelerin çocuklarının parmaklarını vajinaya soktukları yolundaki yaygın şikayetleri.” 3. Klitoris Eril mi? Vajina Edilgen mi? Freud’un genital öncesi dönemle ilgili en belirgin iddialarından bir diğeri de klitorisin etken ve bu çerçevede de eril bir organ olduğudur. Bu noktada tekrar erkek merkezli bir çarpıtma ile karşı karşıya kalmaktayız. Chodorow’a göre “klitoris, Freud’a göre kadınsı değil, erkeksidir çünkü etken bir cinselliği vardır ve penis girişi olmadan haz yaratabilir. Oysa Freud, dişiliği vajinal ve edilgen bir cinsellik olarak tanımlamıştır.” Freud, kadın gelişimi üzerine metinlerinde kadınsılık ve edilgenliği; erkeklik ve etkenliği özdeşleşmeyi reddetmesine rağmen, özellikle Oedipus öncesi cinsellikle ilgili etken ve bu çerçevede de eril tanımlamasında bulunur. Freud, klitorisi erkeğin penisine denk ama ondan daha az gelişmiş ve o çerçevede de körleşmiş bir penis olarak tanımlar. Freud, klitorisin Oedipus öncesi cinsellikten Oedipusa ait ve bu çerçevede de yetişkin cinselliğe geçişle beraber terkedildiğini, kadınsı cinselliğin edilgen vajinanın hakimiyetine girdiğini iddia eder. Oysa, Masters ve Johnson’ın yaptığı araştırmalar Freud’un bu görüşlerinden hiç birini desteklememektedir. Masters ve Johnson şöyle der: “Klitoris, insan anatomisinin bütünü içinde bir benzeri daha bulunmayan bir organdır. Asıl amacı, verilen duyusal uyarıyı algılamak ve iletmektir. Dolayısıyla kadın, fizyolojik işlevi cinsel gerilimi başlatmak ve aktarmakla sınırlı olan bir organ sistemine sahiptir. Böylesi bir organ erkeğin anatomik sisteminde yoktur.” Kadının cinsel tepkisi içinde klitorisin rolüyle ilgili düşünceler, biyolojik gerçeklerle desteklenmeyen ve davranışla ilgili kavramlara dayanan karışık bir literatür oluşturmaktadır. Yıllar boyunca içine düşülen ‘cinsel organ yanılgıları’, klitorisin cinsel uyarı karşısında tepkisini araştıran çalışmaları destekleyecek yerde bunlara engel olmuştur. Ne yazık ki, klitorisin kadındaki cinsel tepkide üstlendiği role ilişkin belirlemeler erkeklerin ‘nesnel’ düşüncelerine göre ve kadınların öznel açıklamalarından etkilenmeksizin, hatta bunlardan habersiz biçimde oluşturulmuştur. Geçmişte klitorisin disseksiyonu, mikroskobik incelemesi ve kesilerek alınması sonucu elde edilen bilgiler, organın erkekteki penisin karşılığı olduğu düşüncesini doğurmuştur. Masters ve Johnson’un klitorisin kendine has, benzersiz ve bu çerçevede de kadının bedenine ait kadınsı bir organ olduğunu göstermelerinin yanında, embriyoloji alanındaki çalışmalar da klitorisin körleşmiş bir penis olduğu görüşünü sorgulamaktadır. 4. Kadınlığa Geçiş Erillikten Vazgeçiş mi? Freud, Oedipus öncesi dönemden Oedipusa ait döneme geçişi kız çocuğu için eril cinsellikten vazgeçiş ve kadınsılığa geçiş olarak nitelendirerek önemli erkek merkezli bir çarpıtmada bulunmuştur. Bu çerçevede, Freud’un biseksüel temellerde tanımladığı ‘insan’, dişil olmaktan çok erildir. Freud, ortaya atmış olduğu bu gelişim modelinde erkek olarak doğulduğunu, ama kadınlığa evrilindiğini iddia etmektedir. Freud’un bu bakışı dişi cinsine ontolojik bir özerklik tanımayacak bir biçimde erkeği birincil cins olarak görerek, dişiliği ondan türetmektedir. Oysa, Stoller bize kız çocuğunun doğumdan itibaren özdeşleştiği annesi aracılığıyla kurduğu çekirdek cinsiyet kimliğini, yani dişiliğini hiçbir çatışma yaşamadan ve Oedipus dönemi ve sonrasında da bir devamlılık içinde geliştirdiğini göstermektedir. SONUÇ YERİNE Kate Millett , kültürel belirleyicilerin göz ardı edilmesini hayret verici bulur. Millett’a göre; psikanaliz kuramı kadını ve kadınlığı okurken bu kültürel belirleyicilerin etkisi dışına çıkamamış ve hatta bu belirleyicilere onaylama sağlamıştır. “Cinselliğin Diyalektiği” adlı eserinde Firestone (1970) psişik sorunların sosyal ve kültürel köklerini ciddiye almamasını psikanalizin büyük bir hatası olarak değerlendirir. Ona göre bir feminist “...baskının geliştiği toplumsal çerçevenin...değişmez olduğunu kabul edemez”. Feminist eleştiriye göre, psikanaliz kadın ve erkek libidoları arasında niceliksel bir fark görmektedir ve bu da erkeğin saldırgan özelliklerinin kabulü anlamına gelir. Erkek cinselliği sadist, kadın cinselliği mazoşist karakterde görülür. Millett’a göre bu erkeğin tecavüzkarlığını onaylamaktan başka bir şey değildir. Aynı eleştirel yön psikanalizin, tacizi düşündüren olguları, gerçeklikten ziyade fantezi ürünleri olarak değerlendirmesini de, kadının olup bitenlerden sorumlu tutulması anlamında ciddi bir taraflılık olarak görüp, aile içindeki taciz olgusu hakkında bilinçlenme ile ilgili olarak onlarca yıl geç kalınmasına sebep olduğunu ileri sürer. Feminist eleştiriye göre, psikanaliz kadının temel cinsiyet özelliklerini penissiz olma gerçeğinden anlamaya çalışmaktadır. Bu olguya göre, kız çocuk penissiz bir erkek çocuk gibidir. Kendi cinselliği ve cinsiyetini erkekliğin olumsuzlanmasından kurmaya mahkumdur. Feminist söylem ise karşı atağa kalkarak, yaşamın başlangıcında anneyle kurulan kuvvetli bağ ve özdeşleşmeye gönderme yaparak, her iki cinsteki çocukta da dişil özdeşleşmeyi vurgular. alihsan (Alihsan)
Psikanalize Giriş Dersleri & Sigmund Freud + ● Psikanalize ilgimin arttığı 19-20 yaşımda bu kitabı alıp okumuştum. Çok etkilenmiş üzerine farklı kitap ve makaleleri okuyarak merağımı gidermeye çalışmıştım. Sonra kitabı kim bilir kime verdim? + Freud'un 1915-1917 yılları arasında geniş bir dinleyici kitlesine vermiş olduğu temel psikanaliz konferansları üzerinden kaleme aldığı bir eser. Özellikle dil sürçmeleri, rüya analizleri, bilinçaltı gibi teknikleri ele aldığı ilk bölümü sonrasında nevrozlar ve cinsellik gelişimi üzerine farklı ve marjinal fikirleri ile ikinci bölüm başlıyor. Kendisinin de aktardığı gibi, "ben sadece düşüncelerinizi kamçılamayı ve sizi aydınlatmayı denedim" diyerek kimimiz için uçarı düşüncelerini bizlere aktarmıştır. "Adam haklı" dediğiniz anların da olduğu gerek yazıldığı dönem gerekse de günümüzde kabulü zor tıbbi ve fikri çözümlemeleri insanı sarsıyor. Psikanaliz tekniklerini kendinden sonra gelen psikologlara öğreten ve bu bilimde dönüm noktası olan Freud'un bakış açısı insana farklılık katıyor. O halde hadi okuyun! + ● #psikanalizegirişdersleri #freud #sigmundfreud #ötekiyayınevi #ötekikitabevi #kitap #kitapokumakgüzeldir #kitaptavsiye #kitapönerisi #kitapönerileri #bookstagram #hadiokuyun #okudumbitti #psikoloji #sosyoloji #sosyolojibölümü #psikolojibölümü #psikanaliz #kitaptavsiyeleri (Nuri Bülent Aytemiz)
Sigmund Freud... Kitap 3 kısımdan oluşuyor. Edim hataları, libido, rüya. Tüm anlatımlarında olduğu gibi bir çırpıda anlaşılmıyor kitap, bu noktada çevirinin önemini daha iyi anlıyoruz. Okunmalı, okutulmalı, kullandığımız kelimelerin (dil sürçmesi, histeri, libido, cinsellik, edim...) aslında ne anlatmak istediğini, hangi amaca hizmet ettiğini idrak edebilmek için. (Mühübe)
Psikanalize Giriş Dersleri PDF indirme linki var mı?
Sigmund Freud - Psikanalize Giriş Dersleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Psikanalize Giriş Dersleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Sigmund Freud Kimdir?
Sigmund Freud ( nüfus kaydında Sigismund Scholomo Freud) (d. 6 Mayıs 1856, Příbor, Moravya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu (bugün Çek Cumhuriyeti) - ö. 23 Eylül 1939, Londra, Birleşik Krallık), psikanaliz öğretisini geliştirmiş olan Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog. Kişiliğin 5 farklı dönemden geçerek geliştiğini öne süren Psikoanalitik Kuram'ın kurucusudur...
Orta seviye bir Yahudi yün tüccarının, kırk yaşındayken, kendisinden yirmi yaş küçük bir kadınla yaptığı ikinci evliliğinden dünyaya geldi. Ekonomik bunalımdan dolayı ailesi Viyana'ya yerleşmek zorunda kaldıklarında, Freud henüz 4 yaşındaydı. 1938 yılına kadar burada yaşadı.
Lisede Latince, Fransızca ve İngilizce öğrenirken kendi çabalarıyla da İbranice, İspanyolca ve İtalyanca öğrendi. Başarılı bir öğrenciydi. Başlangıçta istemediği halde Goethe'nın yapıtlarından etkilenerek tıp okumaya karar verdi.
Üniversite yıllarında Yahudi düşmanlığıyla karşılaştı, okuldaki arkadaş çevresinden dışlandı. 1876 yılında fizyolojist Brücke'nin laboratuvarına girdi, burada anatomopatoloji ve insan sinir sistemi üzerine araştırmalar yaptı. 1881'de tıp öğrenimini bitirdi. 1883'te dönemin ünlü beyin anatomisi ve nöropatoloji uzmanı Dr. Theodor Meynert'in yönetiminde psikaytri kliniğinde asistan olarak çalışmaya başladı. 1884'de kokain üzerine bir inceleme yapmakla görevlendirildi. 1884'te kokainin analjezik özelliklerini keşfetti, anestezik niteliklerini ise sezinledi. (Yaşamım ve Psikanalız adlı yapıtında kokainin anestezik niteliklerini aslında bildiğini, yalnız tıp çalışmalarını bıraktığından dolayı bunların başkaları tarafından ortaya çıkarıldığını ileri sürer.)
Aldığı bir bursla 1885'te Paris'e gitti, Salpêtriê Hastanesi'nde, Jean Martin Charcot'nun yanında staja başladı. Burada histerinin belirtilerini, hipnotizma ve telkinin etkilerini gözlemledi. Charcot'dan çok etkilendi. (Yaşamım ve Psikanaliz 'de Charcot'ya ne kadar düşkün olduğu görülür) Charcot'nun konferanslarını Almancaya çevirdi ve 1886'da yayımladı.
1886'da Paris'ten ayrılarak Berlin'e gitti. Burada çocuk nöropatolojisiyle ilgilendi. Viyana'ya dönerek özel hekimliğe başladı. 1886 ekim ayında 4 yıldır nişanlı olduğu Martha Bernays ile evlendi. Sinir hastalıkları ve histeri şikayetiyle kendisine başvuranlar üzerinde dönemin ünlü tedavi yöntemlerini, elektroterapi ve hipnotizmayı uyguladı. 1887'de Dr. Bernheim'in Telkin ve Telkinin Tedavideki Uygulamaları Üstüne adlı kitabını çevirdi.
Elizabet von R. adındaki bir kadın hasta kendisini serbest çağrışım yöntemine zorlayınca hipnozdan vazgeçti. 1892 - 1895 yılları arasında Charcot'nun Salı Günü Dersleri adlı kitabının çevirisini, savunma psikonevrozları üzerine bir makaleyi ve saplantılar ve fobiler üzerine başka bir makaleyi Breuer ile ortaklaşa hazırladı. Ancak tıp çevrelerince Histeri Üzerine İncelemeler hoş karşılanmadı. Bu yapıtta psikanalizin temel ilkelerine rastlanır.
1896 yılında babasının ölümü üzerine derin bir bunalıma girdi ve sistematik olarak kendini çözümlemeye başladı. Yine aynı yıl Breuer'le nevrozların cinsel açıdan açıklanması konusunda ters düşerek yollarını ayırdı. Histerinin cinsel etiyolojisi üzerine verdiği bir konferans skandala yol açtı. Bu dönemde W. Fliess'le yazışmaları, özçözümleme süreci, hayatı üzerinde önemli etkiler yarattı. (Bu yazışmaları Freud'un ölümünden sonra eşi ve kızı tarafından kamuoyuna duyurulmuştur. Freud psikanalize özel hayatını karıştırmak istemediğinden, kişisel kayıtlar bırakmamış, birçok yazışma ve mektubunu ölümünden önce yakmıştır.) Hayatının 10 yıl süren bu döneminde, Freud hem yandaş, hem öğrenci bakımından yalnız kaldı. Kendini hastaların tedavisine ve psikanalizin yaratılmasına yoğunlaştırdı. Bu sürecin sonucu olarak 1897'de Oedipus Kompleksi, 1900'de Düşlerin Yorumu (iki cilt) adlı eserler ortaya çıktı.
1908'te Viyana Psikanaliz Derneği kuruldu. Bu olay, Freud için bir dönüm noktasıydı, Yaşamım ve Psikanaliz kitabında buna büyük yer verdi. Ancak bu tarihten önce bile Freud'un çevresinde çözümlemenin giderek kurumlaştığı görülür. 1902'den sonra "Çarşamba Günleri Psikoloji Derneği", adı altında başta P. Federn, O. Rank, W. Stekel ve Alfred Adler olmak üzere, Freud'un ilk yandaşları bir araya toplandılar. 1904'de E. Bleuer'le yazışmaya başladı. 1907'de Bleuer'in asistanı Carl Gustav Jung tarafından ziyaret edilir. Jung aynı yıl Zürih'te Freud Derneği'ni kurdu. Bu Freud için büyük bir başarıydı, zira psikanaliz artık ülke sınırlarının dışına çıkmıştı. Takip eden yıllarda Jung, 1. Psikanaliz Kongresi'ne katıldı ve psikanaliz üzerine konferanslar vermek üzere Freud ile birlikte ABD'ye yolculuk etti. Freud, 1910 - 1920 yıllarında Psikanaliz Üzerine, Bir Paranoya Vakası Özyaşam Öyküsü Üzerine Psikoanalitik Gözlemler: Başkan Screber, Totem ve Tabu, Narsizmin İncelenmesine Giriş, Yas ve Melankoli adlı eserleri yayımladı.
1923'de kendisine üstçene ve damak kanseri tanısı kondu. İzleyen yıllarda 33 kez ameliyat oldu. Sürekli protez takması gerektiğinden dolayı uzun yıllar konuşma ve yemek yeme sıkıntısı çekti. 1938'de Naziler'in Viyana'ya girmesiyle birlikte en küçük çocuğu Anna ile birlikte Avusturya'yı terk etmek zorunda kalarak Londra'ya yerleşti. Ölümüne dek tedavi ve çalışmalarına burada devam etti.
Freud, prensipleri gereği kişisel hiçbir özel belge, anı defteri, mektup bırakmamış, hepsini yakmıştır. Bu nedenle, Freud'a dair ilk ve en kapsamlı bilgiler ilk olarak yakın dostu İngiliz psikaytr Ernest Jones'un 1953'te yayımlanan üç ciltlik Sigmund Freud'un Yaşamı ve Yapıtları adlı kitabıyla ortaya çıkarıldı.
Eserleri [değiştir]
Zur Psychopathologie des Alltagslebens (Günlük Yaşamın Psikopatolojisi)
Die Traumdeutung (Düşlerin Yorumu)
Über Psychoanalyse (Psikanaliz Üzerine Beş Ders)
Totem und Tabu (Totem ve Tabu)
Zur Einführung des Narzissmus (Narsisizmin İncelenmesine Giriş)
Unbehagen in der Kultur (Uygarlığın Huzursuzluğu)
Jenseits des Lustprinzips Das Ich und das Es (Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd)
Der Mann Moses und die monotheistische Religion (Musa ve Tektanrıcılık)
Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme, 1905
Der Witz und seine Beziehung zum Unbewussten, Nükte ve Bilinçdışı'yla İlişkisi, 1905
Psikanalizin Tarihçesi, 1914
Psikanalize Giriş Dersleri, 1917
Yaşamım ve Psikanaliz, 1925
Tutukluk, Semtom ve Korku, 1926
Bir Yanılsamanın Geleceği, 1927
Kültür İçindeki Huzursuzluk, 1930
Psikanaliz ve Uygulama,
Psikanaliz Üzerine,
Olgu öyküleri
Histeri ile Mücadele
Sigmund Freud Kitapları - Eserleri
- Kitle Psikolojisi
- Psikanaliz Üzerine Beş Konferans ve Psikanalize Toplu Bakış
- Uygarlık Toplum ve Din
- Amatör Psikanalizi
- Sevgi ve Cinsellik Üzerine
- Olgu Öyküleri 1
- Olgu Öyküleri 2
- Totem ve Tabu
- Psikanaliz Üzerine
- Nevrozlar - Psikanalize Giriş 2
- Cinsellik Üzerine
- Rüyaların Yorumu
- Kokain
- Bir Yanılsamanın Geleceği, Neden Savaş
- Grup Psikolojisi ve Ego Analizi
- Haz İlkesinin Ötesinde
- Psikoloji Kanalize Ederek Psikanaliz Kuramı
- Arzu Dürtü ve Çatışmaları Açığa Çıkarma
- Bilinçaltı
- Ruh Çözümlemesine Giriş Konferansları
- Günlük Yaşamın Psikopatolojisi
- Uygarlığın Huzursuzluğu
- Cinsiyet ve Psikanaliz
- Kültürdeki Huzursuzluk
- Niçin Savaş?
- Yaşamım ve Psikanaliz
- Seçme Yazılar
- Terapi
- Endişe
- Rüya Yorumları 1
- Rüya Yorumları 2
- Psikanaliz ve Uygulama
- Psikanalize Giriş Dersleri
- Ket Vurma
- Musa ve Tektanrıcılık
- Psikopatoloji Üzerine
- Kendi Kendine Psikanaliz
- Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası
- Mutluluk Dediğimiz Şey
- Davranış Bozuklukları ve Tedavisi
- Çocukta Fobinin Analizi
- Yanılgılar ve Düşler Üzerine
- Bir Çocukluk Nevrozu Hikayesi
- Bir Genç Kızın Günlüğü
- Freud - Jung Mektuplaşmaları
- Psikanalize Giriş
- Espriler ve Bilinçdışı ile İlişkileri
- Dinin Kökenleri
- İsteri Üzerine Araştırmalar
- Psikanalitik Hastalık Öğretisi Hakkında Yazılar
- Metapsikoloji 1
- Metapsikoloji 2
- Metapsikoloji 3
- Metapsikoloji 4
- Psikanalize Giriş
- Psikanalize Giriş
- Cinsel Yasaklar Ve Normaldışı Davranışlar
- Sanat ve Sanatçılar Üzerine Notlar
- Bir Histeri Vakası Analizi
- Psikanalize Yeni Giriş Dersleri
- Psikanaliz Açısından Edebiyat
- Kültürel Cinsel Ahlak ve Modern Sinirlilik
- Sanat ve Edebiyat
- Aşkın Psikolojisi
- Histeri Üzerine Çalışmalar
- Metapsikoloji Haz İlkesinin Ötesinde Ego ve İd ve Diğer Çalışmaları
- Ruh Çözümlemesine Yeni Giriş Konferansları
- Ruh Çözümlemesinin Tarihi
- Freud'un Mektupları
- Psikanaliz Üzerine
- Bakirelik Tabusu
- Otobiyografi
- Psikanaliz Üzerine Vakalar
- Bilinçsizlik ve Psikanaliz
- Siz Deli Misiniz?
- Einstein’a Mektup
- Psikanaliz
- Eşeysellik Kuramı Üzerine Üç Deneme
- Savaş ve Ölüm Üzerine
- Bir Yanılsamanın Geleceği
- Yas ve Melankoli
- Rüya Psikolojisi
- Leonardo da Vinci
- Bastırma ve Bastırılanın Geri Dönüşü
- İçgüdüler ve Baskılama
- Espri Sanatı
- Din
- Takıntı Üzerine
- Bilinçsiz-Olan
- Anksiyete Üzerine
- Psikanalizin Ana Hatlari
- Totem ve Tabu - 2.Cilt
- Kadın Cinselliği Üzerine
- Ego ve Id
- Bilinç Dışı
- Bilinçaltını Keşfetmek
- Sevgi Məktubları
- Her İnsan Gördüğü Rüyanın Tabiridir
- Aforizmalar
- Sanrı ve Düş
- Tutukluk Semptom ve Kaygı
- Ruhsal Kimlik
- Doğuştan Gelen Sapkın Eğilimler
- Dora
- Kendini Koruma İçgüdüsü
- Psikanalitik İlerlemenin Önündeki Engeller
- Psikanaliz ve Telepati
- Cinsel İstismar - Psikoloji Serisi
- Ensest
- Yasaklar ve Normal Dışı İstekler
- Gizemli
- Düşüncelerin Sınırsız Gücü
- Kadın Eşcinselliği
- Totem ve Tabu Barbarlar ile Nevrotik Kişiliklerin Zihinsel Yaşantılarındaki Benzerlikler (Cep Boy)
- Arzular ve Çatışmalar
- Sexualleben
- Введение в психоанализ
- Sanat ve Psikanaliz
- Erkeklerin Cinsel İçgüdüsü
- Ketlenmeler, Belirtiler ve Anksiyete
- Ego ve Kimlik
- Libido ve Narsisizm
- Cinsiyetler Ayrımı
- Mədəniyyətin sancıları
- Totem ve Tabu
- Aşkın Psikolojisi
Sigmund Freud Alıntıları - Sözleri
- Devletlerin, bireyleri kötülükten alıkoymasının, kötülük yapmayı ortadan kaldırmak amacından değil, onu tıpkı tuz ve tütün gibi tekeline almak amacından doğduğu düşüncesine kesin bir biçimde inanılabilir. (Cinsiyet ve Psikanaliz)
- Kadınlar, özellikle de güzelseler, nesne seçimlerinde kendilerine dayatılan toplumsal kısıtlamaların bedeli olan belli bir kendiyle yetinme geliştirirler. Kesin konuşmak gerekirse bu türden kadınların erkeklerin kendilerine yönelik sevgileriyle kıyaslanabilecek yoğunlukta sevdikleri tek şey yalnızca kendileridir. Gereksinimleri de sevme değil ama sevilme doğrultusundadır ve bu koşulu yerine getiren erkek onların onayını kazanan kişi olur. (Metapsikoloji Haz İlkesinin Ötesinde Ego ve İd ve Diğer Çalışmaları)
- Bastırma bireysel çalışır; bastırılmış olanın her bir türevi kendine özgü bir yazgıya sahip olabilir; biçim değişikliğinin fazlası yada azı başarının sonucunu tamamıyla değiştirebilir (Bastırma ve Bastırılanın Geri Dönüşü)
- Biz ölümün yaşamın tek amacı olduğunu iddia etmiyoruz; ölüm kadar yaşamın da olduğu gerçeğini gözardı etmiyoruz. (Ruh Çözümlemesine Yeni Giriş Konferansları)
- Bilinçaltında "hayır" sözcüğü olmadığını, zıtlıkların bir araya geldiğini biliyoruz. Reddetme ancak bastırma sürecinde ortaya çıkıyor. (Bir Çocukluk Nevrozu Hikayesi)
- Psikanaliz bize baba kompleksi ile Tanrı inancı arasında yakın bir ilişkinin bulunduğunu ;bize kişisel bir Tanrı'nın psikolojik yönden yüceltilmiş bir babadan başka bir şey olmadığını göstermiştir ve her geçen gün genç bireylerin babalarının otoritelerinden kurtulduklarında dinsel inançlarını nasıl kaybettiklerine dair yeni kanıtlar sunmaktadır. (...) (Leonardo da Vinci)
- Mutlu kişiler düş kurmaz, bunu ancak yeterince doyuma ulaşmamış kişiler yapar. Doyuma kavuşturulmamış, düşlemlemenin itici güçleridir ve her düş belli bir isteğe doyum sağlama çabası ve böyle bir doyumu ondan esirgeyen gerçek'i değiştirme girişimidir. (Sanat ve Sanatçılar Üzerine Notlar)
- Olgunluk hazzı erteleyebilme kabiliyetidir. (Aforizmalar)
- fakat bekâret bir tabunun, dinsel olarak tarif edilebilecek bir yasağın konusu haline gelmiştir. (Bakirelik Tabusu)
- Temelde kırıcı olan bir düşünce belli bir yoğunluk seviyesine ulaşır ulaşmaz çekişme aktifleşir ve bu kesinlikle bastırmaya yol açar. (Bilinç Dışı)
- Çocukluk çağında hiçbir gereksinimin bir babanın korumasına karşı duyulan gereksinimin kadar güçlü olabileceğini sanmıyorum (Kültürdeki Huzursuzluk)
- Birbirleriyle uzlaşması zor çelişkilere düşüyorsunuz.. (Bir Yanılsamanın Geleceği, Neden Savaş)
- "Efsaneye göre insan denilen varlık, kadın ve erkek olarak iki parçaya bölünmüştür; o zamandan beri aşk yoluyla birleşmeye çalışmaktadır" (Cinsellik Üzerine)
- "Tam da hastalanacak zamanı bulmuştur büyük anne. Hastamız, sevdiğini, böylesine özlemişken..." (Psikanaliz ve Uygulama)
- Ve her zaman öylesine güçsüz kalırdım ki, içimi yakıp kavuran tutkuları dışa vuramazdım. Dolayısıyla hep baskıladım kendimi, sanırım bu da halimden belli oluyor. (Yaşamım ve Psikanaliz)
- İd'de içgüdüye düşen rolü ego da algı oynamaktadır. Ego tutkuları ihtiva eden id'in tersine, mantık ve sağduyu olarak adlandırılabilecek olan şeyi temsil etmektedir. (Ego ve Id)
- herkes kendi hayatı üstünde hak sahibidir...' (Mutluluk Dediğimiz Şey)
- Ama sorarım size, insanlar ellerine geçirdikleri bir şeyi ne zaman karmakarışık, ne zaman eciş bücüş bir duruma sokmamıştır? (Kendi Kendine Psikanaliz)
- Sanki bilinçli olanın direnci, kökensel bastırılmış olandan uzaklaştırılmalarını sağlayan bir işlev görür. (Bastırma ve Bastırılanın Geri Dönüşü)
- "Doğa, göründüğü kadarıyla bizi soğukkanlılıkla, zalimce, amansızca ve olasıdır ki tam da bizim doyum sağlamamıza yol açmış şeyler aracılığıyla yok eder." (Bir Yanılsamanın Geleceği)