diorex
life
Dedas

Şeyler - Georges Perec Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Şeyler kimin eseri? Şeyler kitabının yazarı kimdir? Şeyler konusu ve anafikri nedir? Şeyler kitabı ne anlatıyor? Şeyler PDF indirme linki var mı? Şeyler kitabının yazarı Georges Perec kimdir? İşte Şeyler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.04.2022 10:00
Şeyler - Georges Perec Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Georges Perec

Çevirmen: Sevgi Tamgüç

Orijinal Adı: Les Choses

Yayın Evi: Metis Yayınları

İSBN: 9789753421973

Sayfa Sayısı: 112

Şeyler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Jérôme ile Sylvie, özgürlüklerinden hiç ödün vermeden her şeye sahip olmayı düşlerler. Oysa öğrencilikten çıkıp daracık odalardan, "bir pantolon, bir kazak"tan, kötü yemekhane yemeklerinden kurtulmanın ve düşledikleri yaşama ulaşmanın bir bedeli vardır. Nesnelerle örülü yaşam giderek daha da ulaşılmaz bir imgeye dönüşür.Georges Perec, dördüncü basımını yaptığımız Şeyler’de, 60’lı yılların, Jérôme, Sylvie ve arkadaşlarının bu hikâyesiyle Fransız toplumunun keskin bir betimlemesini veriyor. Oysa her şey ne kadar da tanıdık...

Şeyler Alıntıları - Sözleri

  • "çalışmayanın ekmek yemeyeceği kesin ama çalışan da yaşamaz."
  • İnsani olan hiçbir şey onlara yabancı değildi.
  • Çalışmayanın yiyecek ekmek bulamayacağı kesin ama çalışan da hayatını yaşayamıyor.
  • "Çok şey vaadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı."
  • İnsanlar, kendilerine çok büyük gelen evlerde içlerine kapanıyorlardı.
  • Savaşım vermek ve mutluluklarını elde etmek istiyorlardı. Ama nasıl dövüşmeli? Kime karşı? Neye karşı?
  • Yaşamdan önce zenginliği seviyorlardı.
  • Yaşamaktan başka bir şey istemeyenler ve en büyük özgürlüğe yaşam adını verenler, salt mutluluk peşinde, arzularını ya da güdülerini doyurma, yeryüzünün sınırsız zenginliklerinden hemen yararlanma peşinde koşanlar her zaman mutsuz olacaktır.
  • Tükenmiş bir âlem, sonu hiçbir yere varmayan sıfırı tüketmiş bir dünyaydı bu.
  • Bir zamanlar milyonlarca insan ekmek için dövüştü, hâlâ da dövüşüyor.
  • Bu bir "happy end" değildi, beklenmedik bir olay değildi; tam tersine, anıların gölgesinde boğulan, ardında bir boşluk, acı duygusu bırakan, hüzünlü, uzayıp giden bir bitişti.
  • — Geri dönsek, diyecekti biri. — Herşey eskisi gibi olabilirdi, diyecekti öteki.

Şeyler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Hiçbir şey yapmamak için her şeyi yapanlardan mısınız?: Şeyler... Bahçeli evler, otomobiller, çini vazolar, antika eşyalar, deri koltuk takımları, ipek eşarplar, pahalı seyahatler, sinema biletleri, pikaplar ve geriye kalan her şey... Hepsinden ve hiçbirinden biraz var hayatımızda... Tanımlamak çok zor onları, hayatımızın neresine koymak gerektiğini kestirmek güç ya da verdigimiz kararların alınmasındaki rollerini tespit etmek neredeyse imkansız... Araçların amaçlandığı bir çağda, somutlaşan bir zamanın (-belki de kayıp bir zamanın) izinde, bir gün mutlaka gelecek olan ama geldiğinde de aceleyle geçmişe kovalayacağımız bir geleceğin içinde, şimdiki zamanı halının altına süpürerek adına yaşam dediğimiz ve gittikçe soyutlaşan bu karanlık kuyuda şeylere olan bağımlılığımız; tıpkı rengarenk bir tablonun tuval üzerindeki ilk eskizleri gibi zamanla silikleşen, renklerin altında kaybolan, dahası, yakına gelindiğinde o renkli dünyaya hiçbir katkısının olmadığı farkedilen insanın değersizleşmesi, yoksunlaşması, huzursuzluğu bir yaşam biçimi haline getirmesi noktasında oldukça hızlı ve hiç olmadığı kadar aleni bir şekilde bizi kontrolü altına alıyor... -------------------- Kitaptan yaptığım ve neredeyse kitabın kısa bir özeti sayılabilecek şu alıntıya belki denk gelmişsinizdir; “Çok şey vaadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.” gonderi/62209606 İnsan düşünmeden edemiyor; biz hep böyle gergin insanlar mıydık yoksa algılarımıza oynayan ve asla ulaşılamayan dünya nimetleri mi bizi bu kadar geriyor? Özünde bir besin zinciriyle sadeleştirilen ihtiyaç hiyerarşisi günümüzde zincirlerinden kopmuş bir vaziyette ve kopardığı zincirle yüzümüze sırtımıza (artık neresi denk gelirse) vura vura bir motorsiklet çetesi gibi çevremizde daireler çiziyor... Şeyler kimi zaman bir Tanrı kimi zamansa bir Şeytan gibi üflüyor ruhumuza... O yüzdendir ki, Tanrı’ya inananlar da, şeytanın izinden yürüyenler de çoğu zaman eşitleniveriyor şeylerin karşısında... En muhafazakarımız, en sekülerimiz, en dindarımız, en liberalimiz, en sosyalistimiz, en bohemimiz, en entelektüelimiz, şeylerin açtığı bir patikada birbirimizin omuzlarını tutarak, kenetlenerek, birlenerek düşe kalka yürüyoruz birer köle gibi... Köle gibi ama ayağımızda pranga yok... Köle gibi ama arkamızda bizi gözetleyen, sırayı bozunca kırbaçlayan kimse yok... Köle gibi ama tek tip bir kıyafet yok üzerimizde, tam tersi her birimiz birer moda ikonu gibi ışık saçıyoruz etrafa... Efendisiz bir kölelik; tamamen kendi irademizle, her yönüyle meşru, kefaletle satın alınamayacak kadar sahiplendiğimiz, gerçek bir esaret yolculuğu... ------------------------ Perec’in penceresinden manzaraya baktığımızda insanları iki kutba ayırmak mümkün (iki tarafa veya sadece ikiye de diyebilirdim ama içinden geçtiğimiz çağın popüler jargonunu kullanmayı tercih ettim); ilk kutupta, düzenli bir iş ve maaş sahibi olan ama anlık ihtiyaçlarını ve yaşama sevincini zaman yokluğundan dolayı sürekli ertelemek zorunda kalanlar var... Diğer kutupta ise, geçici işler edinerek kazandıklarını anlık zevklerine harcayan, ve bu anlık zevklere değer yükleyen, gelecek belirsizliğinin doğuracağı kaygıdan dahi bir haz duyabilen, kısacası hayatı gelişine yaşayanlar yer alıyor... Kitap, ikinci kutbun iki genç temsilcisi, Jerome ve Sylvie çifti üzerinden ilerlese de bu iki seçim (veya zorunluluk) arasında kırmızı çizgiyle çekilmiş bir övgü veya yergi yazar tarafından ön plana çıkartılmıyor... Her iki yaşam tarzının getirileri ve götürüleri satır aralarına serpiştiriliyor... Öyle ki, günümüzde de pek çok sevilen, öykünülen, ortamlarda bir imaj olarak yüklenmeye çalışılan ‘carpe diem’ (anı yaşa, günü yakala) mottosu, kitabın akışında da görüleceği üzere, kalıcı bir mutluluk sunmadığı gibi kahramanlarımızı zaman zaman tercih edilmeyen diğer yaşam biçiminin sınırlarına zorunlu bir ziyareti dayatıyor... Muhtemelen roller değişseydi de akışta değişen bir şey olmayacaktı. Yani Jerome ve Sylvie, SSK’lı bir işi olan, 9-6 mesai yapan iki efendi beyaz yakalı olsaydı da, buldukları ilk fırsatta ‘acaba mutluluk diğer tarafta mı’ diye mutlaka kafalarını kaldırıp şöyle bir bakacaklardı nehrin öteki yakasına... --------------------- Kutupları birbirinden ayrıran sınır ilk bakışta para gibi görünse de (çünkü düzenli iş ve gelir sahibi olmak hem kitapta hem de gündelik yaşamda bir eşik gibi algılanıyor) üzerinde biraz düşünüldüğünde aslında paranın da nicelik olarak olmasa da nitelik olarak yetersiz kalabileceği durumların olabileceği konusunda ikna olmanız mümkün... Çünkü ‘şeylerin’ baskısı, sizin yaşam biçiminize, kişisel zevklerinize, hayallerinize, hedeflerinize, ideallerinize aldırmaksızın hem bedeninizi hem de ruhunuzu yoğun bir radyasyon etkisine uğramış gibi etkisiz hale getirebiliyor... Satın alabildikleriniz veya alamadıklarınız, geçmişte almayı istedikleriniz, gelecekte almayı isteyeceğiniz her şey, asla içinden çıkamayacağınız bir labirentin içine sokuyor sizi... Yani paraya sahip olmak, alınabileceklerin alınmasına yetmiyor, bir nebze yetse dahi bu sefer de olunmak istenenler noktasında yetersiz kalıyor. Aynı şekilde paraya sahip olamamak da alınmak ve olunmak istenenler üzerine kurulan hayallere bir sınır getirmiyor... Sınırsız talep, sınırsız mutsuzluk... Şeyler bir Tanrı gibi her an her yerdeler... Şeyler bir peygamber gibi sonsuz ve belirsiz bir mesaj ulaştırıyorlar zihinlerimize... Şeyler bir şeytan gibi hem kalbimizden hem aklımızdan hem de zaaflarımızdan yakalayıp kandırmak istiyor bizi... Kimi zaman hiçbir şey yapmamak için her şeyi yapabilecek enerjiyi buluyoruz içimizde... Kimi zamansa her şeyi yapmamıza rağmen hiçbir şeye sahip olamadığımızın acı gerçeğiyle yüzleşiyoruz... Son bir soru; şeylerle mutluluğu yakalayabilen biri var mı aranızda? Herkese keyifli okumalar dilerim... (Necip G.)

Georges perec'in okuduğum ilk kitabı.. O kadar akici bir dili var ilk sayfadan itibaren adeta kayıyor sözcükler... Kitabın ismiyle başlanacak olursa bu kadar yerinde bir isim olamazdı. "Şeyler" diyor, eşya, yahut da eşyalar demiyor. Şey diyor.. her şeyin hayatta bir şey olduğunu kapitalizm açısından güzel değerlendirmiş. Yıllar geçmiş ve toplumda tüketim adına hicbir şey değişmemiş. İnsanların karnını doyurmaktan ruhlarını doyurmalarina zaman kalmayışınin en iyi göstergesi romandaki jerome ve sylvie üzerinden açıkça verilmiştir.. hepimiz günden güne birer jerome ve sylvie oluyoruz.. (eşolili portakal)

şeyler -georges perec: perec'in ''kayboluş'' adlı e harfi eksik marjinal kitabından sonra ''şeyler'' kitabında da bir şeyler eksik kalmış gibi bu kitabında da diyalog yok sadece monolog bir anlatı var jerome ve sylvie hayalleri ve şeylere olan tutkusu var zengin olma hevesi sahip olma tutkusu pişmanlıklar sevinçler savaşlar hırslar var yaşama isteğinden başka bir şey duymayan insanlar var insanların tasarıları var farklı bir kitap betimlemelerle dolu yer yer sıkıcı olan ama farklı olduğu için okunması gereken bir kitap olmuş (ercan kara)

Şeyler PDF indirme linki var mı?

Georges Perec - Şeyler kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Şeyler PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Georges Perec Kimdir?

Şaşırtıcı özgünlükteki yapıtlarıyla, anlatı üslubuna ve şiire getirdiği yeniliklerle edebiyat dünyasında ayrı bir yer edinen Georges Perec, 7 Mart 1936'da Paris'te doğdu, 3 Mart 1982'de Ivry'de öldü. Neredeyse tüm yaşamı boyunca Paris'te yaşadı. İkinci Dünya Savaşı'na katılan babası 1939'da öldürüldü. Almanlar Fransa'yı yavaş yavaş ele geçirirken, Perec akrabaları tarafından kırsal bölgeye götürüldü. 1942 yılı sonlarında Paris'te kaybolan annesinin de daha sonra Auschwitz'de ölmesiyle, altı yaşında öksüz kaldı ve halasıyla eniştesi tarafından büyütüldü. Yahudi kökenli oluşunu ve anne babasını savaşta kaybetmesini hiçbir zaman açıkça irdelemese de, bunlar yapıtlarında alttan alta her zaman var olan unsurlar oldu.

Perec eğitimini tamamladıktan sonra, bazı dergilere yazılar yazmaya başladı. 1965'te ilk romanı Les Choses. Une histoire des années soixante (1965; Şeyler - Altmışlı Yılların Bir Hikayesi, çev.: Sevgi Tamgüç, Metis Yay., 1998) ile Renaudot Ödülü'ne layık görüldü. O tarihten itibaren birbiriyle hiçbir benzerlik taşımayan yirmiden fazla kitap yayımladı.

Perec, 1960'ta Raymond Queneau ve François Le Lionnais tarafından kurulan, Paris merkezli OuLiPo'nun (Ouvroir de Littérature Potentielle-Potansiyel Edebiyat Atölyesi) üyelerindendi. Italo Calvino, Harry Matthews, şair ve matematikçi Jacques Roubaud'nun da üyesi olduğu, matematik, mantık ya da satranç gibi başka alanlardan biçimsel olarak yararlanan, edebiyatı bu alanlardan ödünç aldığı yeni yapılar ve örneklerle genişletmeye çalışan OuLiPo'nun başını çeken edebiyatçılardan biri oldu.

Perec, romanlardan toplu çapraz bulmacalara, denemelerden taşlamalara, şiirlerden sözcük oyunlarına çeşitlilik gösteren yapıtlara imza attı. Tersinir sözler, evirmeceler, sözcük oyunları Perec'in yapıtlarından hiç eksik olmadı.

1969'da hiç "e" harfi kullanmadığı La Disparition (Kayboluş) adlı romanı yazdı. Kayboluş bir adamın ortadan kayboluşunun hikâyesidir ve adamın kaybolduğu dünyada "e" harfi de kaybolmuştur, ancak romanın hiçbir karakteri dildeki yer değiştirmelerin, benzetmelerin, tahrif etmelerin ve böyle bir evrenin boşluğu doldurmak için giriştiği sonu gelmeyen hilelerin farkına varmaz. Böyle bir dünyada arkadaşları Anton Ssliharf'i boşuna arar ve birer birer yok olurlar.

İnsanın yaşadığı ortamı keşfe çıkan Perec, kimi zaman sivri dilli bir alaycılıkla, kimi zaman da takıntılı bir yöntemcilikle romanlar yazdı. Özel hayatı konusunda her zaman ketum olsa da, yapıtları otobiyografik unsurlarla doludur. 1973 yılında yazdığı La Boutique Obscure, 1975'te kaleme aldığı W ou le souvenir d'enfance (W Ya da Bir Çocukluk Hatırası, çev.: Sosi Dolanoğlu, Metis Yay., 2001), 1978'de yayımlanan Je me souviens, otobiyografik özellikleri daha öne çıkan yapıtlarıdır.

Perec'in en önemli yapıtlarından biri de, 1978'de yayımlanan ve Medici Ödülü'ne layık görülen La vie mode d'emploi'dır (Yaşam Kullanma Kılavuzu, çev.: İsmail Yerguz, Yapı Kredi Yayınları, 2001).

Harflerle ve sözcüklerle oynamayı çok seven Perec, dili neşeli bir oyun ve keşif alanına, kapıları şiire olduğu kadar derin felsefi düşüncelere de açılan bir laboratuvara çevirmiştir.

Georges Perec Kitapları - Eserleri

  • Uyuyan Adam
  • Şeyler
  • Kayboluş
  • Doğdum
  • Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?
  • Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi
  • W ya da Bir Çocukluk Hatırası
  • Saraybosna Suikastı
  • Yaşam Kullanma Kılavuzu
  • Paralı Asker
  • Harikalar Odası
  • Mekan Feşmekan
  • Ellis Adası
  • Karanlık Dükkan
  • Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi
  • Olağan-içi
  • Her Durumda Yapmam Gereken Şeylerden Bazıları
  • Cantatrix Sopranica L. ve Diğer Bilimsel Yazılar
  • Kış Yolculuğu
  • Doğdum
  • Kış Yolculuğu ve Peşindeki Öyküler
  • İncelikli Go Sanatını Keşfetmeye Çağıran Küçük Kitap
  • A Void

Georges Perec Alıntıları - Sözleri

  • her şey, herkes tehditkar hale geliyor. geçtiğim yerlerin hepsi bana yabancı. (Karanlık Dükkan)
  • servis şefinizin karşısına geçmiş alçak sesle yaşam koşullarınızın yavaş yavaş bozulmakta olduğunu anlattığınızda sizi sempatik ve neredeyse heyecanlı bir dikkatle dinlemeyeceğini ve size gelecekte bir ücret artışı umudu vermeyeceğini düşünmeniz için hiçbir neden yoktur (Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi)
  • bir servis şefi astlarından birini hiçbir zaman tebrik etmez. (Ücret Artışı Talebinde Bulunmak İçin Servis Şefine Yanaşma Sanatı ve Biçimi)
  • Yaşamak hoşuna gidecek mi? Evet desene. Evet ve yine evet. Güneşte yürümenin hazzı, yağmurda yürümenin hazzı, yolculuğa çıkmanın, yemenin hazzı. Yüzmenin. Tren sesi duymanın? (Paralı Asker)
  • Saat dördü beş geçiyor. Göz yorgunluğu. Sözcük yorgunluğu. (Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi)
  • Binet, kralın perukacısı Rigaud'ya bir tablo ısmarladı. Ressam bu işten hiç memnun kalmadı Çünkü küçümserdi fırçası tarakları Ama Rigaud, peki ya olmasaydı Modellerin perukları Ne renkleri kalırdı ne ruhsarları O vakit çok arardın perukacıları! (Harikalar Odası)
  • "Zaman geçiyor, ama sen saati bilmiyorsun..." (Uyuyan Adam)
  • Herkes ayağa kalkar ve hiçbir şey ol­maz. (Doğdum)
  • Geçtiğim yerlerin hepsi bana yabancı. (Karanlık Dükkan)
  • Küçük bir şişe Vittel su içiyorum oysa dün kahve içiyordum (bu durumun meydan üzerinde dönüştürücü bir etkisi var mı?) (Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi)
  • "Dönüşsüz bu gidiş uzak kadere teslim hep başka kıyılara doğru sürükleniriz bari bir gün sonsuz sularında senelerin demirleyemez miyiz ey göl daha bir sene anca geçti aradan doyamadığı maruf dalgaların başında bak oturduğu taşta yapayalnız bir adam benim o bir başıma." (Saraybosna Suikastı)
  • Ey edebiyat! Senin o kutsalların kutsalı süreklilik aşkın yüzünden ne ezalar, ne cefalar çekiyoruz!... (Bahçedeki Gidonları Kromajlı Pırpır da Neyin Nesi?)
  • Anlam ortada aslında. Ortada ama az ya da çok uzağımızda. Az ya da çok bulanık, az ya da çok muğlak ama orada. (Kayboluş)
  • "Yatak: Tanımlanmamış tehdidin meskeni, tezatların meskeni, fani haremleriyle dolu yalnız bedenin mekânı, arzuya yasak mekân, bağlılığın umulmadık mekânı, düşün ve ödipal özlemin mekânı: Ne mutlu uyuyabilene korkmadan kahırlanmadan O heybetli, o kutsal yatağında babanın Soyundan gelenlere hem beşik hem mezar olan. José Maria de Heredia Trophées" (Mekan Feşmekan)
  • Nasıl ulaşmalı sıradan olana, basit olana, gündelik olana, olağan olana, her gün olup bitene? (Ellis Adası)
  • Birçok şey değişmemiş, yerinden bile hareket etmemiş (harfler, semboller, çeşme, toprak alan, banklar, kilise vb.), ben de aynı masada oturuyorum (Bir Paris Semtinin Tüketilme Denemesi)
  • “Arkanda maskeler var. İçinde hiçbir şey yok . Yaşama arzusu. Ölme arzusu.Bir boşluk hissi , hoyrat bir anlayışsızlık .Ya sonra ? ” (Kayboluş)
  • “Mışıl mışıl uyumak burnumda tütüyor. Dalmak, uyumak, top patlasa duymamak istiyorum. Ama imkânsız.” (Kayboluş)
  • İnsan bir ad, bir sözcük istiyor. Haykırmak istiyor: Çözümü bulduğunu, bunalımının kaynağına indiğini haykırmak istiyor. Bu abuk sabuk karmaşık laf yığınından sıçrayıp çıkmak, bu sözcük bataklığından kaçıp kurtulmak istiyor insan. Ama artık bir sıçrama taşı da yok, tutunacak bir dal da. Hayal gücünün dibini boylamaktan başka yol yok. Bir başlangıç noktası yakalamak istiyor insan: Ama bütün noktalar çok uzaklarda, çok bulanık... "KAYBOLUŞ" GEORGES PEREC️ (Kayboluş)
  • Her yapıt başka bir yapıtın aynasıdır. (Harikalar Odası)

Yorum Yaz