Sıcak Külleri Kaldı - Oya Baydar Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Sıcak Külleri Kaldı kimin eseri? Sıcak Külleri Kaldı kitabının yazarı kimdir? Sıcak Külleri Kaldı konusu ve anafikri nedir? Sıcak Külleri Kaldı kitabı ne anlatıyor? Sıcak Külleri Kaldı kitabının yazarı Oya Baydar kimdir? İşte Sıcak Külleri Kaldı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Oya Baydar
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750725722
Sayfa Sayısı: 542
Sıcak Külleri Kaldı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sıcak Külleri Kaldı, 'siyasal roman' tartışmalarının orta yerine düşen ve noktayı koyan bir roman. Polisiye roman sürükleyiciliğinde, belgesel ilginçliğinde, şiir tadında, gerçek bir roman. Dünyanın ve Türkiye'nin son kırk yılının fonunda; İstanbul'dan Moskova'ya, Paris'ten Ankara'ya, Anadolu'dan dünyaya açılan bir coğrafyada; elçilik rezidanslarından işkence odalarına, morglardan eski bahçelere, üzüm bağlarına, üniversitelerden fabrikalara, gecekondulardan konaklara, yalılara uzanan bir ortamda; devletin üst kademelerinden, siyasetçilerden, diplomatlardan, sermaye kesiminden, gizli servislerden, işçilerden, sendikacılardan, örgüt liderlerinden, gazetecilerden, militan gençlerden kahramanlarıyla Oya Baydar, bu çok boyutlu romanında tutkuyu, aşkı, gücü ve güçsüzlüğü, devleti ve iktidarı tartışıyor. Yakın tarihimizin en sıcak yıllarının ekseninde, gerçek olayları, yaşanmış acıları, kayıpları, daha belleklerde tazeyken, izleri silinmemişken, derine inerek, ustalıklı anlatımıyla kurgusuna katıyor, paylaşıyor. Sıcak Külleri Kaldı, kırk yılın yangınlarının, sevgilerde, dostluklarda, aşklarda, tutkularda, inançlarda, devrimlerde tutuşturduğu ateşlerin arta kalan sıcak küllerinin romanı. 'Siyasal', ama 'Roman'.
(Arka Kapak)
Sıcak Külleri Kaldı, Türkiye'nin son kırk yılının siyasal, toplumsal panoraması. Genel ve yüzeysel bir yargı ama okduğunuzda geçmişin karabasanını, kuşakların siyaset serüvenini, suçlamadan ve övmeden, edebiyatın sıcaklığı düşüncenin soğukkanlılığıyla irdeliyor. Kuşağını seviyor, eleştirirken de, hatalarını sergilerken de. Böyle olabilirdi ancak dedirtiyor bize.
Geniş bir coğrafyada (İstanbul, Moskova, Paris, Ankara) değişik katmanlardan insanların, örgüt çatısı, aynı inanç gücü içinde birleşmelerinin bile karşıtlıkları, uyuşmazlıkları barındırabileceğini anlatırken, bu tür romanlardaki güdümlülük tehlikesini de bertaraf ediyor.
Bir kuşağın romanı... Hayır, Türkiye'de yaşayan bütün kuşakların romanı. Belki fatura bir kuşağa, iki kuşağa çıkarıldı ama uzaktan, yakından, belli bir mesafeden hepimiz bunu ödedik. Kimimiz eylemimizle, kimimiz hüznümüzle, kimimiz de kaybettiklerimizle. Ölümlerle.
(Aşkı ve İktidarı Tartışan Roman, Doğan Hızlan, Hürriyet Cumartesi Eki, 03.02.2001)
Sıcak Külleri Kaldı Alıntıları - Sözleri
- Kötü şeyler hep filmlerde olur, hep başkalarının başına gelir sanırsınız; sonra bir gün, bakarsınız ki bir korku filminin ortasındasınız.
- Koşullar ne kadar olgunlaşmış olursa olsun, devrimler için çoğu zaman bir dış müdahale gerekir.
- "Ellerin küçük beyaz güvercinler gibi"...
- Aşkta ve inançta soru sormaya başladın mı büyü bozulur. Dindar soru sormaz; aşık da, kör militan da öyledir. Onlar inanırlar ve inandıkları için huzurludurlar..
- Nâzım’ın o çok sevdiğimiz dizeleri vardı: “Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, / belini sarmayalı, / gözünün içinde durmayalı, / aklının aydınlığına sorular sormayalı...”
- Burnunu nasıl indirebilirdim, nasıl onların istedikleri gibi sakin, yumuşak başlı, itaatkâr olabilirdim? Çocuktum ve eziktim.
- Dünyanın ortasında, yapayalnızdım.
- "Derya içinde, deryayı bilmeyen balıklar gibiydim"...
- O; sevgilim ; yirmi yaşım,ilk erkeğim,sessiz ihanetim, çığlık gibi başkaldırım,yirmi beş yıllık bekleyişim, özlemim,son sığınağım,son umudum ve son hayal kırıklığım.
- "İnsanın ilgisi ve isyanı gücü kadar oluyor demek"..
- Noktası bir türlü konulamayan, uzadıkça uzayan ve giderek anlaşılmaz olan bir cümleye benziyordu ilişkimiz.
- Neşe, umut, inanç paylaşılır, ama keder? Hayır, keder ve acı paylaşılmıyor.
- "Sevinçler ortaktır, acı yalnız çekilir."
- Noktası bir türlü konulamayan, uzadıkça uzayan ve giderek anlaşılmaz olan bir cümleye benziyordu ilişkimiz.
- "Sevinçler ortaktır, acı yalnız çekilir"...
Sıcak Külleri Kaldı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Türk Edebiyatı'ndan iyi bir roman okumak istiyorsanız; Oya Baydar'ın 'Sıcak Külleri Kaldı' tam aradığınız roman olacaktır. Konusu ile, kurgusu ile, anlatımı ile, dili ile bence harika bir roman. Zaten 2001 yılı 'Orhan Kemal Roman Armağanı' almış olması iyi roman olmasının bir göstergesi olsa gerek. Ben çok beğendim ve öneriyorum. (Zeki Erdem)
DEVRİM BİR ZAMANLAR İHTİMALDİ VE ÇOK GÜZELDİ!: Bu çok uzun bir yol, insanlık tarihinin başından beri devine devine günümüze ulaştı ve yürümeye devam ediyor. Nedir bu yürüyen? Devrim elbette! Her çağın devrimi ayrı, cephesi farklı, potansiyeli, sınırları, çıkarları, getirdikleri ve götürdükleri hepsi farklı. Bu yüzden belki de biz onun hep ihtimal halini sevdik. Oya Baydar sosyalist bir aktivist aynı zamanda sosyolog. 12 Mart muhtırasında Tip ve Türkiye Öğretmen Sendikası (Tös) üyesi olduğu için tutuklanıp cezaevine gönderiliyor. 12 Eylül’den sonra da Almanya da 12 yıllık bir sürgün hayatı yaşıyor. Ülkemize döndükten sonra da ard arda yazmış olduğu romanları yayımlıyor. Okumuş olduğum roman 2001 Orhan Kemal roman armağanına sahip. —spoiler olabilir, olmayabilir de bilmiyorum — Siyasetten oldum olası hoşlanmıyorum fakat jeopolitik konumumuz gözönünde bulunduğunda siyasetten bir haber yaşayacak bir ülkede doğmadık maalesef. İster istemez hayatımızın her döneminde bulunduğunuz çevreler olsun, basın, yayın boğazımıza kadar siyasetin içindeyiz. Apolitik olamayacak kadar yoğun bir ülkede yaşıyoruz. Oya hanım bu kitapta ülkemizin yakın tarihinde yaşanmış siyasi olayları geniş bir konjonktürle ele alıp romanlaştırmış. Bir nevi yakın dönem fotoğrafı çekmiş. 68 kuşağının deyim yerindeyse eski tüfeklerin, Sosyalist, Marksist akımların ülkede oluşturduğu hareketlilik, SSCB’de Sosyalizmin yükselişi ve çöküşü bunun ülkemizdeki etkileri, Kanlı 1 Mayıs kutlaması, Deniz’lerin, Eren’lerin idam edilişi, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül cuntası, aydınların, yazarların, gazetecilerin, genellikle devlete, orduya muhalif olan kişilerin tek tek faili meçhul dosyalarına isimlerinin geçtiği kanlı cinayetler, Susurluk katliamı, devletin içindeki iç yapılanma, gladio, Bosna’da yaşanan Srebrenitsa katliamı Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkenceler, faili meçhule karışan bir dolu vatandaşın ve buna benzer yakın tarihte yaşanmış bir çok olayın işlendiği çok katmanlı bir roman. Kim istemezki bütün insanların eşit şartlarda yaşadığı bir dünyayı demek isterdim ama diyemiyorum çünkü çoğunluk bunu istemediği için dünya ağzında altın kaşıkla doğanlar ve annesinin cesedine sarılan çocuklar olarak ikiye ayrılıyor, bide bizim gibi seyredip hiç bir şey yapmayan, yapamayan sistemin dişlisi olarak sabah 8 akşam 5 mesai tamamlayanların çevresinde olup bitiyor her şey. Bütün işçilerin birleşme ihtimali bir ütopya belki çok güzel ama çok güç bir ütopya. Sosyalizmin kurulduğu ülkede çökmesinin sebebi de pratiğinin teorisi kadar kolay olmamasından kaynaklanıyor sanırım. Halkın gerekli altyapıya ayak uydurması, eğitilmesi çabucak olacak şeyler değil, vakti zamanında içinde belki biraz romantizm bulunan güzel bir ütopyaymış. Ne yazıkki bu uğurda çok çok kan dökülmüş. Devrim dediğimiz maalesef kan istiyor hemde çok çok kan. Kitabı çok beğendim, Oya Baydar okumaya devam edeceğim. Okunması çok kolay çok yalın bir Türkçe ile yazıyor, yakın dönem siyasetine uygun bir roman okumak isterseniz mutlaka listenize ekleyin derim. Çok sevdiğim bir şarkı ile yazımı sonlandırmak istiyorum. https://youtu.be/ERoTrK8PIEk Güzel günler göreceğiz, motorları maviliklere süreceğiz.. (Ayşe*)
Fikirlerin, kültürün,yasam tarzin,mezhebin ya da ırkın ...: bazı toplumlarda seni 'azınlık ' olarak adlandirilan bir gruba dahil ediyor. Azinlik grubunda isen okuldan tut; iş, sosyal hayat, alisveris, sevgili , eş...; secimlerinde zorluklar seni bekliyor demektir. Bu zorluklara ayak uydurmaya calisirken mücadeleyi öğrenmis bir kadin...Farkli gorusteki iki insan arasinda yasananlar, 70-90 yillari arasinda gecen siyasal, sosyal yasamlar.. Kontrol edilemeyen belki edilmek istenmeyen duygularin hayatlar üzerindeki etkisi, gec kalinmis farkindaliklar, pismanligin sadece vicdan rahatsizligi olarak kaldigi durumlar, kayiplar, yorgunluklar... Gözlere ışık veren de gözlerdeki o ışığı alan da ayni seyse , mucadele hic de kolay olmuyor ama bir gün aniden o ışığın yerini bambaska duygularin aldigini farkediyorsun. Kitap her okundugunda farkli etki yaratacak bir kitap. Belki duygular da belki tepkilerde , belki suskunluklar da, geri donuslerde ;herkesin bir yerinde kendisini bulacagini dusundugum bir kitap. (İlkay can)
Kitabın Yazarı Oya Baydar Kimdir?
Oya Bardar (1940, İstanbul), Türk yazar, sosyolog. Uzun zaman sosyalist siyasetin içerisinde yer almıştır. T24 internet gazetesinde yazarlık yapmaktadır.
Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'nde okudu. Lise öğrencisi iken Fransız yazar Françoise Sagan’dan etkilenerek ilk romanını yayımladı. Lise son sınıfta iken yazdığı Allah Çocukları Unuttu adlı gençlik romanını hem Hürriyet gazetesinde tefrika oldu hem de kitap olarak yayımlandı. Bu roman yüzünden neredeyse okuldan atılıyordu. Lise yıllarında yazdığı ilk romanlarından sonra yazmaya ara verdi, uzun zaman siyasetle uğraştı, olgunluk çağında yeniden edebiyata döndü.
1964'te İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi ve bu bölüme asistan olarak girdi. "Türkiye’de İşçi Sınıfı’nın Doğuşu ve Yapısı" konulu doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler olayı protesto için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay ilk üniversite işgali eylemi oldu. Baydar, daha sonra Ankara Hacettepe Üniversitesi'nde asistanlık yaptı.
1971'deki 12 Mart Darbesi sırasında, Türkiye İşçi Partisi ve Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) üyesi olarak, sosyalist kimliği nedeniyle tutuklandı ve üniversiteden ayrıldı. 1972-1974 arasında Yeni Ortam, 1976-1979 arasında Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu. Sosyalist yazar, araştırmacı ve eylem kadını olarak tanındı.
12 Eylül Darbesi sırasında yurtdışına çıktı ve 12 yıl boyunca Almanya'da sürgünde kaldı. Burada, sosyalist sistemin çöküş sürecini yakından yaşadı. Bu süreci 1991’de yayımladığı Elveda Alyoşa adlı öykü kitabında anlattı.
1992’de Türkiye’ye döndü. Tarih Vakfı ve Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan İstanbul Ansiklopedis'nde redaktör ve Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi'nde genel yayın yönetmeni olarak çalıştı. Türkiye’ye döndükten sonra ardı ardına yayınladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı ve sevilen bir yazar oldu.
Ödülleri
Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikaye Armağanı
Kedi Mektupları ile 1992 Yunus Nadi Roman Ödülü
Sıcak Külleri Kaldı ile 2001 Orhan Kemal Roman Ödülü
Erguvan Kapısı ile 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü
Hiçbir Yere Dönüş ile 2011 Akdeniz Kültür Ödülü
Oya Baydar Kitapları - Eserleri
- Sıcak Külleri Kaldı
- O Muhteşem Hayatınız
- Erguvan Kapısı
- Köpekli Çocuklar Gecesi
- Çöplüğün Generali
- Kedi Mektupları
- Kayıp Söz
- Elveda Alyoşa
- Yolun Sonundaki Ev
- Hiçbiryer'e Dönüş
- Yetim Kalacak Küçük Şeyler
- Surönü Diyalogları
- Bir Dönem İki Kadın
- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri
- Savaş Çağı Umut Çağı
- Allah Çocukları Unuttu
- Erguvan Kapısı
- Madrit'te Ölmek
Oya Baydar Alıntıları - Sözleri
- “İnsanın içindeki ses susunca mı yitiyor söz, yoksa anlamsızlık duygusu yazarı sözün bittiği yere götürdüğünde mi?” (Kayıp Söz)
- “Anneni hep sevmiştim, seni doğurduğu için bir kat daha sevdim.” (Kayıp Söz)
- "Zamanı öldürmeye sabah 8 ' de başlıyoruz.Önce saniye saniye sonra dakika dakika sonra saat saat işkenceyle ölüyor zaman ..." (Elveda Alyoşa)
- "... Yaşama ölümle varılmıyor, ölümden yaşam doğmuyor." (Erguvan Kapısı)
- Özgürlüğü kullanabilmenin de kazanabilmek kadar güç olduğunu düşünüyorum. Özgürlüğü ne yapacağını bilemediğinde ona ihtiyacın da olmuyor. Bir de tutsağın özgürlük korkusu var. (80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri)
- Bir gün "Biz ayrı gayrı bilmezdik. Nereden çıktı bu düşmanlıklar, nasıl bu hale geldik," diye konuşurken, bir Ermeni arkadaşımız, içime çok oturan, vicdanımı sızlatan bir söz söyledi: "Evet siz bilmezdiniz ama biz bilirdik," dedi. (Bir Dönem İki Kadın)
- İnsan aşkın nesnesini kendisi mi yaratır? Aslolan, âşık olunan kişi ya da nesne değil de duygunun kendisi midir? Sevdiğimizi değil de içimizde büyütüp beslediğimiz duyguyu yitirmekten mi korkarız? (O Muhteşem Hayatınız)
- "Ben seni; duvarın öte yanından, kurtarılacak dünyadan gelen umutsun diye; inançlarımın, kimliğimin, doğrularımın, dev aynalarında tasdikisin diye sevdim." (Elveda Alyoşa)
- Kendi sözleri kendine anlamsız geliyor. Anbean tükenirken bunca söze ne gerek var! Kendi içine dönmeli, susmalı insan. Yenilgiyi sindirmeli, bir kez daha yenilmeye hazırlanmalı. (Köpekli Çocuklar Gecesi)
- Kusursuzu, güzeli, doğruyu aramak bütün hayatlarını doldurmuş; hayatlarının anlamı, yaşamlarının nedeni olmuş. Sonra tam bulduklarını sandıkları anda bir de bakmışlar ki, doğru sandıkları yanlış, kusursuz sandıkları eksik, güzel sandıkları çirkinmiş. (Kedi Mektupları)
- Ömür boyu yaşanan, biriktirilen yüzbinlerce, milyonlarca ânın toplamıdır insan. (Yetim Kalacak Küçük Şeyler)
- Neden çevremdeki her şey bu kadar hüzünlü ve bu kadar kısa? (Allah Çocukları Unuttu)
- "Bırakırsam/ diye sürdürdü kadın, "kendimden de bir parça bırakıyorum geride. Ve bıraka bıraka o kadar azaldım ki artık, bir daha ne bağlanmaya, ne de bırakmaya gücüm yok." (Kedi Mektupları)
- Yaşıyorum, ne fevkalade ve ne korkunç birşey bu! Hayatı bütün kuvvetiyle içimde hissediyorum. Korkuyorum. Tam aksini iddia etmeme rağmen hayata fazla bağlıyım. (Allah Çocukları Unuttu)
- Başka bir kader, başka bir zafer için kuşatılmış şu yenik askerlere benziyor hayat! (Kedi Mektupları)
- Ve adlar, adlar, adlar... Kimlerin adları? Ölenlerin, öldürülenlerin; nerede, neden? Unutulmaz mı, bitmez mi? İnsanlara destanlar gerektiği için mi çağlar boyunca diri tutulur acılar? Ya da destanlar, acılar küllenip de intikam ateşi hiç sönmesin, diye mi aktarılır kuşaktan kuşağa? Hatırlamak mı, unutmak mı rahatlatır insanı? (O Muhteşem Hayatınız)
- Yürüyüşün kendisi bile umut vericiydi. Sonra yürüyüş hedefin yerine geçti.Yolda olmanın sağladığı tatmin,varış noktasını bulanıklaştırdı.Yolumuzu şaşırdık, yanlış adımlar attık. Hedeften uzaklaştık bazen hedefe yürüyüşün sağladığı tatminin aldatıcı bir umut olduğunu düşünüyorum. (Surönü Diyalogları)
- Birinin bana ihtiyacı olduğunu, benim için yaşadığını bilmeğe dayanamıyordum. Böyle olduğu müddetçe hür değildim. (Allah Çocukları Unuttu)
- Bir söz arıyordum, bir ses duydum Bir çığlığın peşine takılıp uzaklara gittim Duyduğum sesin şiddetten doğan acının sesi olduğunu bilmiyordum, öğrendim O sesi izledim, sözü buldum Söylecek bir sözüm var artık... (Kayıp Söz)
- “Bölünme korkusu kitlelere öğretilmiş bir korku. O korkuyu taşıyan saf, masum, sıradan insanlar buraları tanımazlar bile. Çatışmalar, ölümler, şehitler olmasa, muktedirler bıkmadan usanmadan şeytanlaştırmasalar, televizyonlardan duymasalar Cizre nerede, Şırnak nerede, Sur neresidir, oralarda nasıl insanlar yaşar, bilmezler. Bölüneceğinden,ayrılacağından korktukları toprakların rengini, kokusunu, dağlarındaki çiçekleri, karın lekesiz beyazını,ormanlarındaki ağaçları tanımazlar. Yolları geçmişse buralardan, askerlik yaparken geçmiştir. O zaman da buraları arkadaşlarının şehit düştüğü düşman toprakları, tekinsiz yerler olarak bellemişlerdir zaten. Haritada yerlerini gösteremeyecekleri bu tuhaf adlı toprakların ellerinden gitmesinden ödleri kopar; ama kendi yaşadıkları toprakların ne kadar kendilerinin olduğunu sorgulamak akıllarına gelmez.” (Surönü Diyalogları)