diorex
Dedas

Taş - Kağıt - Makas - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Taş - Kağıt - Makas kimin eseri? Taş - Kağıt - Makas kitabının yazarı kimdir? Taş - Kağıt - Makas konusu ve anafikri nedir? Taş - Kağıt - Makas kitabı ne anlatıyor? Taş - Kağıt - Makas PDF indirme linki var mı? Taş - Kağıt - Makas kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Taş - Kağıt - Makas kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.04.2022 14:00
Taş - Kağıt - Makas - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750705564

Sayfa Sayısı: 192

Taş - Kağıt - Makas Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Sevgilimin yanındayken kızım yoktu, gerçektim. Karagül'ün yanında ise içim parça parça. Bu oyun fazla uzadı diyordum, ama içimden, sonra kızımla taş-kâğıt-makas oynuyordum: Makas kâğıdı keser. Kâğıt taşı sarar. Taş makası kırar.

Taş-Kâğıt-Makas, daha önce yayınladığımız Kapak Kızı adlı romanı ile büyük ilgi uyandıran Ayfer Tunç'un son öykü kitabı. Tunç, yeni basımını sunduğumuz bu kitabıyla da edebiyat çevrelerinden büyük ilgi görmüştü. Gerek anlatım biçimiyle, gerek öykülerini gözlemlediği çevrelerin genişliği ile ve yarattığı üslûpla Tunç, son dönem öykücülüğümüzün önde gelen isimlerinden. Bu kitapta yer alan Suzan Defter öyküsü ise şimdiden klâsiklerimiz arasına girmiş durumda. Taş-Kâğıt-Makas, Tunç'un her zamanki gibi incelikli, dokunaklı öykülerinden oluşuyor.

(Tanıtım Yazısı'ndan)

Taş - Kağıt - Makas Alıntıları - Sözleri

  • Sevdiğim: dün ve daima. Sevgilim sadece bugün. Sevdiğim: eşsiz, tek. Sevgilim sığ, çok. Sevdiğim: sahiden Sevgilim: Emin değilim.
  • Yaşamak her şeye rağmen bir iz bırakmaktır yeryüzünde. - Ben de yaşadım sizin kadar!-
  • Balkonda derin derin soluk alırken,her soluk alışımın aslında küs olduğum Tanrıya gönderilen kırgın bir dua olduğu içimden geçirdim.
  • Kendine benzeyen bir damla arayan ve bir türlü suya karışamayan iki yağ damlası.Yüzüyoruz işte suda. Başıboş. Öyle parçalanmış ki artık daha fazla parçalanmak ölmek demek Ama yine de varız belli oluyor suyun üstünde.
  • “güzel olacağından emin olduğumuz günler gelip bizi bulmadı.”

Taş - Kağıt - Makas İncelemesi - Şahsi Yorumlar

seda ergenç: Öyküde, günlük 16 Kasım Cuma gününden başlayarak 10 Aralık Pazartesi gününe kadar yirmi beşer günlük bir zaman zarfının içinde iki ana karakterin öyküsü başlamış ve bitmiştir, Çift sayfalarda yani kitabın sol sayfaları anlatıcı erkek karakter Ekmel Bey'in günlükleri; tek sayfalarda ise anlatıcı kadın karakter Derya'nın günlükleri yer almıştır. Ayfer Tunç, kaleme  aldığı bu eserinin yapısı için şunları dile getirmiştir, "Ister önce Ekmel'in hikäyesini okur bitirirsiniz yani sadece sol sayfaları ya da önce Derya'nın hikayesini okursunuz yani sağ sayfaları, Isterseniz de karşılıklı okursunuz, Çok okuma önerisi sunan bir hikaye olsun istedim, Çünkü ben de yazarken öyle yaptım.Kimi zaman arka arkaya, kimi zaman karşılıklı yazdım" (Ayfer Tunç'la Söyleşi, Milliyet 2003) Ekmel Bey avukatlık mesleğini bırakmış, karısından, kızından ve insanlardan uzak, iletişimini koparmış, yalnız, mutsuz ve bunalımlı bir tiptir. Kendini korunaklı hissettiği yer olan babasından kalma evde, gündelik yaşayışlarını ve geçmişini anlatır. Günlüğünün başlangıcında ölümle bir pazarlık içine girer, günlük tuttuğu defterin sayfaları bittiğinde ölümünün de geleceğini düşünmekte ve istemektedir Ekmel beyin anne ve babası arasında ki sevgisizlikte çarpıcı bir şekilde anlatıda dile getirilmiştir. Annesi tarafından babasına karşı olan bir sevgisizlik söz konusudur. .Derya ise otuz yaşlarında eşinden aynılmış, yalnız yaşayan, hayatının merkezine abisini alan bir kadındır. Yıllar önce abisinin Suzan adındaki sevgisiyle olan ilişkilerine kıskançlığıyla engel olduğu için pişmanlık duymaktadır. Suzan'ı hem sevmiş hem de abisini paylaşamamıştır. Abisi de Suzan'ı yıllar önce bırakmış başka bir kadınla evlenmiştir. Abisinin karısını sevmemiş, kendisinin de abisinin de Suzan'a haksızlık ettiğini düşünmüştür. Günlüğü onun için geçmişiyle hesaplaşması, yalnızlığına da bir ayna olmuştur. İki ana karakterin yolları gerçek hayatta da kesişir. İki karakterde birbirlerini kendi gerçekleriyle günlüklerinde yer verir. Erkek karakterin ismini, kadının günlüğünden Ekmel olduğunu anlarız. Ekmel Bey yalnızlığını gidermek için evini satmak bahanesiyle ilan verir. Derya'yla da bu vesileyle tanışır. Derya da Ekmel Bey gibi ev satıl almak için değil sırf dışarıya çıkmış olmak için, yanlılığını gidermek için Ekmel Bey'in ilanıyla evi görmeye gider. Ekmel Beyle tanışan Derya kendisini abisinin eski sevgilisi Suzan olarak tanıtır. Bu bir bakıma Deryanın hep yerinde olmak istediği Suzan'ın yerinde olma fırsatıydı. Derya'yı Ekmel Beyin günlüklerinden tanırız. Bir birinin günlüklerinde yer veren ana karakterler birbiriyle geçirdikleri zamanları yer yer farklı kaydederek hangisinin dediğinin gerçekli böylece yazar tarafından okuyucuya bırakılmıştır. İkisi birbirinin hayatlarında yer alma başlamışlar adını koyamadıkları bir çekimle bağlanmışlar adeta var olabilmek için birbirlerine ihtiyaç duymuşlardır fakat bu adını koyamadıkları bu çekim daha boy veremeden bitmiştir... (haymatlos)

Ayfer Tunç’un modern insanın yalnızlığına dair dört öyküden oluşan kitabı. Her öykü kendi içinde bir acıyı anlatırken yazar olayları hep travmatik bir olay örgüsü üzerine kurmuş, gece yarısı annesini feryatlar içinde ölümünü izleyen ve yalnızlık korkusu yaşayan Süsen(ki Süsen çok güzel bir çiçek adıymış), Bir türlü aile sevgisi görmemiş ve bunu ailesine de yansıtamamış Emir, Fehime’nin Cinsel istismara uğrayan erkek kardeşi Tahir. Suzan Defter ise apayrı bir öykü hatta küçük bir roman iki yalnız insanın birbirine tutunduğu, Goethe’nin söylediği gibi: "insan kendini insanda tanır." sözüne atfen oluşturulmuş iki ayrı yaşamdan soyutlanmış insanın hayata anlam yükleme çabaları ve tüm bu anlam arayışları içinde Suzan’n aşkı, hikayenin gerçek ve güzel yanı. "Geçmişimiz bizim geleceğimizdir." sözünün çok güzel işlendiği, anne baba sevgisinden mahrum kalmış, paranın konuşulduğu evlerde yetişen çocukların nasıl bir yangına sürüklendiklerinin resmidir Taş-Kağıt-Makas. Aynı evi paylaşıp birbirinden bu kadar uzak olan insanların öyküsü. " - Altı lamba gibiydik, altı ayrı yerinden aydınlatan odayı." cümlesi bu yalnızlığın kelime dökülmüş hali olarak çıkıyor karşımıza. Suzan Defter öyküsünü okurken kafa karışıklığı olmaması adına belirteyim, günlükler iki farklı kişiye ait, aynı tarihlerde kitabın sol sayfaları Ekmel Bey'in, sağ sayfaları ise Derya'nın günlüklerinden oluşuyor. Benim gibi dikkatsiz okurlar bu nasıl cümleler baskı hatası mı yanılgısına düşebilirler tecrübeyle sabittir. Bunca ağır, hüzün ve melankolik öyküler içerisinde güzel şeyler yok muydu? Kitabın kendisi başlı başına güzellikte diyeceğim fakat bu öyküleri bitirdikten sonra ruhuma sinen derin acıyı size anlatmakta cidden zorlanıyorum. Altı çizilen onca satır arasına sıkışmış bezgin ruhların hikayelerini okurken yer yer mutluluğu hissettiğiniz ama yine sizi derin düşüncelere ve ümitsizliğe bırakacak, intihar kokan satırlar, bu denli örselenmiş ruhlara nasıl yardımcı olunur diye düşünmekten alıkoymayacak sizi. (H. T.)

Ayfer Tunç'u ilk okuduğumda yanılmıyorsam 2014'teydik, lisedeydim-yıllar ne çabuk geçtik diyecek kadar yaşlı değilim aslında-. Dünya Ağrısı kitabı babamın ilgilisini çekmiş olacak ki o almıştı, kitaplığımda nerede olduğunu hatırlamıyorum ama karlı mavi kapağını ilk açtığımda kiraz yiyordum. Hüzünlü bir o kadar da güzel bi' kitaptı, kütüphanede rafları kurcalarken denk gelip de Taş-Kağıt-Makas kitabını almamın sebebi o kitaptır, onun aklımda kalan cümleleridir. Aslına bakarsanız Dünya Ağrısı'ndaki yazarı aramadım kitapta, kanlı canlı karşımdaydı o. Tanıdım biraz daha sohbet ettik, 4 öykülük bir sohbetti bu seferki. İlk iki öykü acıyı ve acıyı yaşayanları anlatıyordu, soluksuz durmadan okudum. Biliyordum mutlu son olmadığını ama kötü sonunda en güzeliydi beni bekleyen sonları. Öykülerdeki karakterlerin acısı ölümden gelmiyordu ya da varoluş acısı değildi onlarınki, yaşamak acısı da denemezdi bence; sıradanlığın, tekdüzeliğin acısıydı. Hayatlarına kendi elleriyle yarattıkları eğlenceleri içindeyken oluyordu her şey, acıları eğlencenin içinde başlıyordu. Üşüyorlardı pozitif santigradlara rağmen. Üçüncü hikaye kitabın yazılma zamanı düşünüldüğünde belki de üçüncü sayfa gazete haberi değildir ama bugün öyle, okuyunca aklına yaşadıkları veya birilerinin yaşadıkları gelecek birçok insan var bugün içinde yaşadığımız toplumda, bu hikaye de hatırlattıklarıyla bizi üşütüyordu. Dördüncü diğer bir ifadeyle son öykümüz ise kitapta yer alan en uzun öykü: Suzan defter. Okurken sayfalar azalarak artıyordu ki öykünün handikabı buydu. Vizeye çalışırken beynim için güzel bir tangram gibiydi-yapmanız gerekenleri biliyorsunuz en kısa sürede çözmeniz isteniyor sizden-. Pek başarılı olduğum söylenemez tangramda, unutmuşum oynamayı. Hâlâ oynamak büyük zevk veriyor dördüncü sınıftaymışım gibi, o zamanlar çözmektense pelikana benzetmeyi ev yapmayı daha çok severdim. Bu hikayede de tangramdaki taşlar gibi yerleştirmeniz gereken birden çok rahim, aile, duygu var; taşları en kısa sürede yerine oturtmanız gerekiyor. Kitabı elinize almadığınız her gün zaman geriye doğru ilerliyor. Elinizi çabuk tutun! (ms.toprak)

Taş - Kağıt - Makas PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Taş - Kağıt - Makas kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Taş - Kağıt - Makas PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)

Yorum Yaz