Vahşetin Çağrısı - Jack London Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Vahşetin Çağrısı kimin eseri? Vahşetin Çağrısı kitabının yazarı kimdir? Vahşetin Çağrısı konusu ve anafikri nedir? Vahşetin Çağrısı kitabı ne anlatıyor? Vahşetin Çağrısı kitabının yazarı Jack London kimdir? İşte Vahşetin Çağrısı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Jack London
Çevirmen: Levent Cinemre
Orijinal Adı: The Call of the Wild
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9789944887632
Sayfa Sayısı: 112
Vahşetin Çağrısı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Ya sahip olacak ya da sahiplenilecekti, affetmek zayıflıktı... Öldür ya da öl, ye ya da yem ol, kanun buydu ve Buck da zamanın derinliklerinden gelen bu emre itaat ediyordu.
Vahşetin Çağrısı Alıntıları - Sözleri
- Ölüm; hareketin sona ermesiydi. Ölüm, yaşayanların hayatından çekip gitmekti.
- Ya sahip olacaksın ya da sahip olunacaksın.
- Ya efendilik edecekti ya kölelik. Merhamet ise sadece güçsüzlük belirtisiydi. İlkel yaşamda, çok çok eskilerdeki atalarının yaşamında merhametin yeri yoktu. Merhamet yanlış anlaşılır korku sanılırdı, böyle bir yanlış anlama ise bu düzende ölüm demekti. Ya öleceksin ya öldüreceksin, yasa buydu.
- Bir kere düştüysen sonun geldi...
- Bir aptal ile aptallığı arasına girilmeyeceğini biliyordu.
- Merhamet , zayıflıktı ve ilkel hayatta merhamete yer yoktu.
- ... çünkü yapmak, yapmamaktan daha kolaydı.
- Hayatın tam tepe noktasını ve hayatın daha öteye gidemeyeceğini işaret eden bir mest olma hali vardır. Çelişki tam da burda ortaya çıkıyor; bu mest olma hali, kişi en canlı halindeyken kendini gösteriyor ve ona canlı olduğunu tamamen unutturuyor.
- Sopa kimdeyse kanun onun elindedir.
- Başını alıp gitmek, çok uzaklara gitmek istiyordu. Nereye ve niçin olduğunu bilmiyordu.
- Gördüğü günlerin sayısından ve içine çektiği nefeslerin toplamından çok daha yaşlıydı
- Özetle; bu şeyleri yapıyordu çünkü böyle yapmak böyle yapmamaktan daha kolaydı.
Vahşetin Çağrısı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Öylesine anlamlı bir kitap ki bu.. İnsanların çıkarları uğruna, kendilerini var eden her şeyi yok etme çabasını ve bu çabası uğruna vicdanlarını, merhametlerini ayakları altında parçalayışını konu almış Jack London. Doğru ya! Var olmak uğruna yok etmek yaşam felsefesi edilmiş. Bu, insanoğlu var olduğundan beri böyle. Ana karakter bir köpek bu hikâyede. Back. İnsanları var etmek için yok olurcasına çalışmak zorunda kalmış ve yaşamı boyunca doğasına, varlığına, yaşamına ve güdülerine durmadan müdahale edilmiş. Hayatının her yerinde insanlardan izler var. En çok da vücudunda... ): Ta ki o çağrıyı duyana dek. O çağrı 'Vahşetin Çağrısı.. Kitapta sevgi, öfke, sadakat, içgüdü gibi baskın duygu ve kavramlar, köpekler ve insanlar üzerinde anlatılarak, bunların yeryüzünde yaşayan tüm canlı varlıkların hayatını nasıl şekillendirdiği evrensel ve zamansız bir dil yardımıyla ortaya konulmuş. Back için yeri gelecek üzüleceksiniz, yeri gelecek yine ' işte sevginin gücü ' diyerek mutlu olacaksınız. Ben bu kitapta da yine sevginin gücüne tüm kalbimle inandım. Sevmek kaktüse bile çiçek açtırır derler ya. Ben bunu kitaba uyarlamak istiyorum. Sevmek, her şeye rağmen Back'a hayatta kalma isteği verir... Ben okurken keyif aldım. Umarım siz de alırsınız. :) Keyifli okumalar (: (Gül)
Fatih Terim gibi 'Nerede kalmıştık?' diyerek başlamam gerekiyor bu incelemeye sanırım. Neden böyle başlamam gerektiğini anlatacağım birazdan. Çünkü benim için zor bir inceleme olacak... Zor, çünkü peş peşe yaptığım hatalar zinciri yüzünden bir yandan kapana kısıldım, diğer yandan, yani olumlu tarafından bakarsak, iyi de bir okuma deneyimi kazandım. Şimdi biraz ayrıntıya inersek, size durumu şöyle özetleyebilirim; Jack London, zamanında birbirine çok benzeyen iki kitap yazmış. Biri incelememize konu olan kitap/vahsetin-cagrisi--5052 , diğeri ise bu ayın başlarında okuduğum kitap/beyaz-dis--856 adlı eseri. London hayranları darılmasın ama, bana sorarsanız iki kitap birbirinin tekrarı... Yani ikisi de bir köpeğin hikayesini anlatıyor. İkisi de yazıldığı zaman itibariyle 'Gold Rush' (Altın Avı, Altına Hücum) adı verilen dönemden besleniyor ve o dönemde henüz çok yeni bir buluş olan evrim teorisinin ağır etkisi altında kaleme alınmış. Durun daha bitmedi, iki kitabın da konusu aynı coğrafi bölgede geçiyor. İki kitapta da kötü karakterler ve iyi karakterler aynı kalıptan çıkmış. Yani birindeki iyi veya kötü karakterleri diğer kitaba taşısanız, ya da köpeklerin hikayelerini değişseniz anlam olarak çok fazla bir kayıp yaşamazsınız. Kurguları neredeyse tıpa tıp aynı. Tek farkı, iki köpeğin kitap başlangıcı ve sonundaki konumlarının birbirinin tersi olması. (Spoiler vermemek için biraz dolaylı anlatmak zorunda kalıyorum, kusuruma bakmayın) Daha farklı ortak özellikler de sayabilirim ama bence yeterli bu kadar. Kısacası iki farklı köpek, iki farklı hikayede ama sanki birbirlerinin kokusunu alacak kadar yakın bir şekilde kendi geleceklerine doğru yol alıyorlar. Gelelim benim hatalar zincirime... Öncelikle yeterli ön araştırmayı yapmadığım için bu kitapları bu kadar kısa zamanda peş peşe okumam bence ilk hatam. Çünkü her iki kitap da zihnimde bu kadar taze bir şekilde dururken ister istemez yukarıdaki paragrafta olduğu gibi negatif bir başlangıca yönelmek durumunda kalıyorum... İkincisi, yazıldığı tarihler dikkate alındığında kronolojik olarak sonra yazılan kitabı önce, önce yazılan kitabı da sonra okumam başka bir hata. Gerçi bu kadar benzer iki kitap için ne fark eder ki diye düşünebilirsiniz. Ama bence yine de sıralı gitmek, daha doğru bir okuma olacaktı. İşte böyle kendi kişisel hatalarım yüzünden maalesef Jack London'la arama bir soğukluk girdi desem yanlış olmaz... Bir sonraki buluşmamız için araya baya bir mesafe girmesi gerekecek... Giriş bölümünü biraz uzun tuttum ama bunu bir okuma deneyimi olarak gördüğüm için sizinle de paylaşmak istedim. Peki bu kıssadan nasıl bir hisse çıkar derseniz, benim vardığım sonuç şu olur: Eğer aynı yazar üzerinden seri bir okuma planlıyorsak, mutlaka önden bir hazırlık yapmamız çok önemli. 1000Kitap bu konuda çok yardımcı olabilir. Çünkü bazı yazarları yakından takip eden, tüm kitaplarını okuyan okur arkadaşlar var. O yazara başlamadan önce onlardan bir okuma önerisi almak, işimizi hayli kolaylaştırabilir. Ve artık kitaba geçelim... İncelemenin girişinde değindiğim 'Nerede kalmıştık?' mevzusunun nedenini az çok anlattım. Yani Beyaz Diş'in bıraktığı yerden St. Bernard-Çoban köpeği kırması Buck alıyor bu kez... Tabii bu durum benim ters seçimim yüzünden böyle. Önce bu kitabı okusaydım o zaman bayrağı Buck'un elinden Beyaz Diş alacaktı... Kitap boyunca altın peşinde umutla koşan insanların, bu uğurda hayvanları nasıl kullandığı, başka bir ifadeyle 'altına giden yolda her şeyin mübah olduğu'nu tüm gerçekliğiyle görüyoruz. Zaten günümüzde de değişen bir şey yok. Beyaz adamlar ki, sadece ten rengi olarak ifade etmiyorum bunu, yani egemenler diyelim, her dönem kendi amaçları uğruna başka canlıları göz kırpmadan, soğukkanlılıkla feda edebilmişler... Hangi çağda olursa olsun, bu bitmek tükenmek bilmeyen altın, gümüş, para, hisse, mülk, bitcoin vs hırsı, yeri gelmiş köpekleri, yeri gelmiş ormanları, yeri gelmiş insanları taşkın bir sel gibi önüne katıp yok etmiş, etmeye de devam ediyor. Kitapta ayrıca, sevgi, öfke, sadakat, bağlılık, içgüdü gibi baskın duygu ve kavramlar, köpekler ve insanlar üzerinden anlatılarak, bunların yeryüzünde yaşayan tüm canlı varlıkların hayatını nasıl şekillendirdiği evrensel ve zamansız bir dil yardımıyla ortaya konulmuş. Kitapta açık bir mesaj olarak verilmeyen ama benim okuduklarımdan kendime çıkarmış olduğum bir konu da kendi yaşantımıza karşı acizliğimiz ve seçimsizliğimizin bir yaratılış ya da bir varoluş meselesi olarak sürekli karşımıza çıkmasının kaçınılmazlığı oldu. Yani hayata nerede, ne şartlarda ve kim olarak başladığımız bizim seçimimiz değil, ancak kartlar dağıtıldıktan sonra devreye girebiliyoruz. Hayatımızın kontrolünü hiçbir zaman tam anlamıyla ele geçiremesek de akıl, irade, vicdan, inanç, sezgi gibi değerler üzerinden az da olsa müdahale şansımız oluyor. Mikro dünyada kendi seçimlerimiz, makro dünyada ise başkalarının seçimleri, bizi o yandan bu yana sürükleyip götürüyor. İşte Buck'la, Beyaz Dişle ve diğer pek çok canlıyla buluştuğumuz noktalardan biri bu. Özgürleştikçe kendi hayatımıza müdahale şansımızın artması, nerede, ne şekilde, kim olarak doğarsak doğalım, bizi kendimize yakınlaştıran, mevcut şartlar içinde kendimizi daha iyi hissedeceğimiz bir ölçü. Bunu inanç esası üzerinden düşünürsek, İslam'ın neden insanları özgürleşmeye ve kendini tanımaya ısrarla çağrı yaptığını da daha iyi kavrayabiliriz. Felsefe de sık sık bu konuya yoğunlaşır. İşte bu noktada tıpkı Buck gibi, bir kulağımızın içimizden seslenen o çağrıda olması, ayaklarımızın da çağrının geldiği sese göre hareket etmesi gerekiyor. Buck'a seslenen çağrı, Vahşetin Çağrısı... Eğer o çağrı dışarıdan geliyorsa genelde vahşete uğrayan Buck, çağrı kendi içinden geldiğinde bizzat vahşetin kendisi olabiliyor. Vahşetin kendisi olmak, Buck'ın kodlarında yazılı olan, ona varlık nedenini hatırlatan bir gerçek. Peki bizim kodlarımıza yazılı olan gerçek ne? Hangi ses bize kendi varlık nedenimizi hatırlatır? İşte onun tek bir cevabı yok... Herkes, bir radyo istasyonunu arar gibi kendi sesinin frekansını bulmak ve ona göre hareket etmek zorunda... Herkese keyifli okumalar dilerim... (Necip G.)
Kitabın kahramanı Buch isimli bir köpek. Macera tüm hızıyla devam ederken, bazen köpeğin kendisi bazen sahibi bazen kızak arkadaşı oluyorsunuz. İçinizde kuzeyin soğuğuyla üşüyüp, bazen sevginin sınırsızlığını,gücünü sorguluyorsunuz. Evcilleştirilmiş canlı -insan dahil- ilkelliğinin aslında yok olmayıp içine gömüldüğünü ve bir gün koşullar oluştuğunda dışavurmaktan kaçınmayacağı anlatıyor. İçinde onlarca duygunun yedirildiği bu öykü için kocaman teşekkürler Jack London. (Hüseyin Yurtal)
Kitabın Yazarı Jack London Kimdir?
12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek adı John Griffith Chaney’dir. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen Jack London, soyadını, henüz sekiz aylıkken annesinin evlendiği John London adlı savaş gazisinden aldı. Maddi sıkıntılar nedeniyle küçük yaşta okulu bırakıp gazete satıcılığı, tayfalık, balıkçılık, istiridye korsanlığı, gazetecilik, sahil koruma devriyeliği gibi çeşitli işlerde çalıştı ve Amerikan işçi sınıfını tanıdı. 1894’te serserilik suçlamasıyla otuz gün hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra hayatını değiştirmek arzusuyla liseye kayıt yaptırdı. Lise öğrenimini bir senede tamamlayarak 1896 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne girdi. Bir dönem okuyabildiği üniversiteden maddi zorluklar sebebiyle ayrıldı. 1897’de Klondike bölgesinde altın arayanlara katıldı ama bir yıl sonra yine yoksul ve işsiz olarak geri döndü. Yoğun bir çalışma programı hazırlayarak şansını yazarlıkta denemeye karar verdi. Soneler, baladlar, nükteli fıkralar, anekdotlar, korku ve serüven öyküleri yazmaya başladı. 1909’da yazdığı Martin Eden bu dönemi yansıtması bakımından otobiyografik izler taşır. İlk kitabı Kurt Dölü (1900) büyük ilgiyle karşılandı. Aynı yıl Elisabeth Maddern ile evlendi ve bu evlilikten iki kızı oldu. Ancak bu beraberlik uzun ömürlü olmadı ve 1904’te sona erdi. Charmian Kittredge ile ikinci evliliğin ardından 1916’da Kaliforniaya’daki çiftliğinde hayatını kaybetti. London yazarlık kariyeri boyunca elliye yakın kitap yazdı ve döneminin en çok okunan yazarlarından biri oldu. Yazdıkları, yaşadıkları etrafında şekillenmiş, sosyalizmin de etkisiyle toplumcu bir dünya görüşüne ulaşmıştır. Başlıca eserleri arasında Beyaz Diş, Martin Eden, Uçurum İnsanları, Vahşetin Çağrısı yer alır.
Jack London Kitapları - Eserleri
- Beyaz Diş
- John Barleycorn
- Martin Eden
- Demir Ökçe
- Ay Vadisi
- Demiryolu Serserileri
- Vahşetin Çağrısı
- Deniz Kurdu
- Uçurum İnsanları
- Alın Teri
- Şampiyon
- Dehşet Ülkesi
- Güneşin Oğlu
- Yanan Günışığı
- Kız, Kar ve Kan
- Düş Ülkelerine Yolculuk
- Sevginin Katıksızı
- Tanrılar ve Köpekler
- Suikast Bürosu
- Kurt Dölü
- Denizin Çağrısı
- Midas'ın Müritleri
- Yıldız Gezgini
- Ölüme Boyun Eğmeyen Adam
- Ataların Tanrısı
- Beyaz Sessizlik
- Can Yoldaşı
- Devrim
- Dönek
- Gece Doğan
- Halk Avcısı
- İnsanın Sadakati
- Meksikalı
- San Fransisco'nun Güneyi
- Sınıf Farkı
- Makaloa Hasırı Üzerinde
- Bana Göre Hayatın Anlamı
- Hawaii Öyküleri
- Büyük Serüven
- Kurt Kanı
- Yakalanış
- Öyküler
- Uzak Diyarlarda
- Bir Kuzey Macerası
- Gece Geçen Serseriler
- Gemide İsyan
- Geleceğin Hikayeleri
- Beyaz Cehennem
- Büyük Evin Küçük Hanımefendisi
- Beyaz Diş - Madam Bovary
- Şafak Kızı
- Beyaz Diş - Esrarlı Ada
- Yumruk
- Buzun Çocukları
- Bin Düzine Yumurta
- Adem'den Önce
- Oyun
- Ateş Yakmak
- Acemi Gece
- Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman)
- Kumarbazlar Cenneti
- Vahşetin Çağrısı - Beyaz Diş
- Ateş Yakmak
- Hayatın Kanunu
- Demir Yolu Çocukları
- Kızıl Veba
- Büyük Sorgu
- Mapuhi’nin Evi
- Ölümcül Dalgalar
- Kadın Denen Mucize
- İlk Savaş, İlk Zafer
- İnsanlığın Sürüklenişi
- Kepaze
- Çinago
- Bütün Dünyanın Düşmanı
- Alice Ruhunu Açınca
- Kahekili’nin Kemikleri
- Dağ Adamı
- Bir Dilim Biftek
- Kırmızı
- Tek Özgürlüğüm
- Güneşe Doğru
- Lost Face And Other Stories
- Theft
- Tom Pomplun
- Kaval Kemikleri
Jack London Alıntıları - Sözleri
- “Sanki kendimin dışında durmuş da kuşkuyla kendime bakıyor gibiydim.” (Deniz Kurdu)
- Henüz çıldırmadım ama çıldırmaya başladığım zaman beni görün;))) (Büyük Evin Küçük Hanımefendisi)
- Yaşlılık zamanlarımızda dine ihtiyaç duyarız Alice. Din bizi yumuşatır, diğer insanların zayıflıklarına, özellikle de nerede sabah orada akşam hovardalık ettikleri ve ne yaptıklarını bilmedikleri gençlik zamanlarında gösterdikleri zayıflıklara karşı daha hoşgörülü ve affedici olmamızı sağlar. (Alice Ruhunu Açınca)
- Ömrüm boyunca gövdemle hayvan gibi çalıştım ve ne kadar çok çalıştıysam çukurun dibine o kadar fazla yaklaştım. (Tom Pomplun)
- °• İnsan her zaman hayattan talep ettiğinin daha azını alır . (Uçurum İnsanları)
- Dünyaya egemen olan kanunu iyi biliyordu: zayıflar ezilir, güçlülere itaat edilirdi. (Beyaz Diş)
- “Bana o gözleriyle bir dakika içinde, bin yılda kitaplarda okuyabileceğimden daha çok şey söylüyordu.” (Büyük Sorgu)
- Bundan şu çıkıyordu ki bir kişi dostluğun d'sini bile bilmez ama soylu biri olabilir! (Uzak Diyarlarda)
- İnsanlar neden şarap içer, at biner, aktristleri tutar, papaz ya da kitap kurdu olur? Öyle isterler de ondan. İşte sana cevap. Hepimiz, elimizdeyse, hoşlandığımız şeyleri yapmak isteriz, elde edelim etmeyelim, istediğimiz şeylerin peşinden koşarız. (Sevginin Katıksızı)
- Güneş her sabah doğar. (Makaloa Hasırı Üzerinde)
- Korkak olduğu için, zorbalığı da korkaklığıyla uyumluydu. (Can Yoldaşı)
- Derler ki, bu aşk hayattan bile daha kıymetliymiş, aşık olanlar böyle söyler. Bir kadın ya da erkek, birini dünyadaki herkesten daha fazla severse, o zaman aşık olduğunu anlar. Böyle denir ama kelimelerle açıklamak fazlasıyla zor. Sadece bilirsin işte, o kadar. (Kadın Denen Mucize)
- “Kalbimde sana duyduğum hisler yıldızlar kadar parlak ve çok, bunu ifade edebilecek bir dil yok. Sana nasıl anlatabilirim ki? Oradalar... Görüyor musun?" (Kadın Denen Mucize)
- Tekdüzelikten uzak olması belki de serseri yaşantısının en güzel yanıdır. Topluluklar hâlinde yaşayan serserilerin ülkesinde, yaşamın yüzü sık sık biçim değistirir. (Demir Yolu Çocukları)
- Yaşamaktan mutluyum, kendi akıl ve gücümden mutluyum, işleri yapmaktan mutluyum, kendim için yapmaktan. Bundan başka yaşamak için bir neden olabilir mi? Kendimden ve yaptığım işlerden keyif almayacaksam, neden yaşayayım? (Buzun Çocukları)
- “Aramızda küçük bir tartışma yaşadık ve yapabileceğimiz en iyi şey, bunun bu kadarla kalmasını sağlamak.” (Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman))
- Kötü olan iyi olanı bozar, her şey birlikte iltihaplanır. (Uçurum İnsanları)
- Bugün n'oluyor, ilkokuldan sonra ortaokul, lise, sonra üniversite, sonra ya memur oluyoruz ya doktor moktor, bildiğimiz serüvenleri de sadece kitaplardan öğreniyoruz. (İlk Savaş, İlk Zafer)
- Hayat hayal kırıklıklarıyla dolu ve öyle olmalı zaten. En tatlı et kıtlıktan sonra gelen ve en yumuşak yatak da zor bir avdan sonra yatılandır. (İnsanın Sadakati)
- Kazanılacak bir oyun gibi gördükleri şeyi yıllarca oynayan insanları izledim. Sonunda kaybettiler... (Dönek)
Editör: Nasrettin Güneş