diorex
Dedas

Bir Bayram Mektebi

Bir Bayram Mektebi

Zaman, bir nehir gibi akıp geçiyor; biz çoğu zaman onun içinden geçerken farkında bile olmuyoruz. Oysa hatırlamak, insanın kendine dönüşüdür. Bayramlar da öyle değil miydi bir zamanlar? Hatırlamaya, durmaya, birbirimizin yüzüne değil kalbine bakmaya vesile olan günlerdi…

Çocukken dışımız kirlenirdi; dizlerimiz toprak olurdu ama içimiz berrak kalırdı. Şimdi dışımız pırıl pırıl, fakat içimiz...

Dışına gösteriş serpen ama içe suskunluk örten bir zamandayız. Temizlik mefhumu yön değiştirdi, yön kayboldu.

Bayramlar da o eski yönünü yitirdi sanki. Bir vakitler, bayram takvimin bir yaprağı değil; gönlün içinde filizlenen bir ruhtu. Artık sadece takvimdeki “kırmızı” günleri görüyoruz. Oysa kalpte yeşeren tomurcuk eksik.

Bayram bir vuslattı. Gönüllere köprüydü. Yalnız kalmış bir ihtiyara, bir yetime, bir eski dostun kapısına gitmekti. Sadeliğiyle şereflenmiş sofralarda hak dostları otururdu. Bir çay, bir bakış, bir dua… Yetiyordu kalpleri diriltmeye. Şimdi ise sofralar zenginleşti, ama gözler fakirleşti. Ziyaret, vitrine; vuslat, paylaşılacak bir hikâyeye-storye dönüştü. Bayramı yaşamak değil, sahnelemek oldu muradımız.

Kardeşlik, Allah yolunda yürüyenlerin ortak dilidir. Bir göz yaşardığında el onu silerdi. El ağrıdığında göz yaş dökerdi. Bu, sadece bir mecaz değil, bir hakikatin ifadesidir.

Kardeşlik, aynı vücudun azaları gibi çalışırdı. Biri acı çektiğinde, öteki hissederdi. Şimdi eller ekrana alıştı, gözler filtrelere… Kalp ağrısına ne el uzanıyor ne bir göz yaş döküyor.

Bayram bir ibadetti. Sonra âdet oldu. Şimdi ise bir tatile dönüştü. Ruhsuz, niyetsiz, manasız… Camilerin kıyısında bekleyen garipleri göremiyoruz artık. Çünkü biz de bayramın ruhundan uzaklaştık. O ruhu yeniden bulmak için, önce kendi içimizdeki sessizliğe kulak vermeliyiz.

Çünkü bazen bayram, kalabalıklar içinde kutlanmaz. Bazen içimize doğru yürüyerek yaşanır. Kalabalıklar hazırlanırken, vitrinler süslenirken, sosyal medya coşarken… Ben içime çekiliyorum.

Ne çocukluğumun bayramına dönebiliyorum, ne bugünün bayramını kendime yakın hissediyorum. Arada bir yerdeyim. Sanki bayram bana değil de ben bayrama yaklaşmaya çalışıyorum; çekine çekine, usul usul…

Özlediğim bazı insanlar yok artık. Sessizce bir eve girip bir bardak çay içen, bir gönül alıp çıkan dostlar… Onlar yok. Onlar bir selamla ferahlatır, bir susuşla anlatırlardı. Gittiler. Yerlerini kimse dolduramadı. Onlar gidince kelimeler kaldı geriye. Ama kelimeler bazı boşluklara yetmiyor.

İşte bu yüzden diyorum:
Allah dostlarının eksikliğini göstermesin.
Çünkü onların yokluğu, gözyaşıyla silinmeyen bir iç yaradır.

Bayramı yeniden bayram kılmak için kalbimizi yıkamalıyız. Dışımızı değil, içimizi. Gözümüzü değil, gönlümüzü. Ziyareti âdet olmaktan çıkarmalı, köprüleri yeniden kurmalıyız. Sessizliğe kulak vermeli, yalnız kalmışlara usulca yaklaşmalıyız.

Bu yıl belki çok şey yapamayabiliriz. Süslü sofralar kuramayabilir, çok kişiye ulaşamayabiliriz. Ama bir gözyaşını silebilir, bir gönül ağrısına sessizce eşlik edebiliriz. Kalabalıkla değil, kalple var olabiliriz. Belki bayram bir buluşma değildir bu yıl. Belki bir hatırlayış, bir vedalaşmadır. Ama her hâliyle, insanı kendine; kendini Allah’a yaklaştıran bir duraktır.

Ve ben bugün, o durakta biraz kalmak istiyorum.

M. Burhan Hedbi

Editör: Beşir Şavur

Yorum Yaz