diorex
Dedas

Gönül Görmüyorsa!

Gönül Görmüyorsa!

Derûnî Bir Feryat ile Haykırıyorum: “Gönlün Görmediğini Akıl Giydiremez”

Salt ilim, yalnızca cehaletin karanlığını gizler; fakat nefsin çirkefini temizlemez. Akla ışık verir ama kalbi yakmazsa, yalnızca kibri cilalar.

Nice ilim sahipleri vardır ki, ne tahammül öğrenmiştir ne merhamet; çünkü o ilim, gönle uğramamıştır. Gönle uğramayan bilgi yalnızca ezberdir; ruhu büyütmez, sadece gölgeyi uzatır.

Ve unutma: Gölge uzuyorsa, bir yerde güneş batmak üzeredir orada...

 

İlim su gibidir. Karıştığı her şeyin aslını ortaya çıkarır. Biberin acısını keskinleştirir, hurmanın tatlılığını derinleştirir. Domatesin kırmızısını, maydanozun yeşilini parlar. Tıpkı insan gibi… Aslı temizse parlatır, çürükse daha da kokutur. İlim ancak hikmetle terbiye edilirse rahmete dönüşür. Aksi hâlde, şeytanın en sevdiği silaha… İnsanlığı tehdit eden atom, nükleer neyin ürünü?

Ağlayış, kalbin secdesidir. Gözyaşı, gönlün yangınını dışa vuran bir rahmettir. Lisan susar, vicdan haykırır. Kalp titrediğinde, arzular diz çöker.

Ve o an cezbe başlar: Akıl eğilir, benlik yerle yeksan olur. Bir damla yaşta bin yıllık tövbe gizlenir. Ağlayan bir gönül, Yaradan’ın sesini en saf hâliyle duyar. Çünkü gözyaşıyla yıkanan yüz, ilahi dokunuşa en açık olandır.

Ve biliriz ki herkes aynı dilde ağlar. Ağlayışın dili yektir; hiçbir tercümana muhtaç değildir. Ne diller ne milliyetler ne ideolojiler gözyaşının saf şahitliğine karşı durabilir. Ağlayışın milleti yoktur; gözyaşı pasaportsuzdur. İnsan en çok acıda eşitlenir. Bu eşitlik, yaradılışta fısıldanan bir sırrın yankısıdır: Acı, bizi hakikate yaklaştırır.

Ancak hakikate yürüyüş, imanın diriliğiyle mümkündür. Acı, ilahi bir arınmadır; gönle dokunan bir sır fısıltısıdır. O fısıltıyı işiten, hakikate uyanır.

Zira ağlayış, aczin itirafıdır. Kibrin yerle bir olduğu makamdır. Ağlayan insan, benliğin tahtını terk etmiştir. O an nefs susar, ruh konuşur. Gözyaşı, ilmin secdesi, kalbin tövbesi, gönlün arınmasıdır. Bu sebeple ağlayan kişi zayıf değil; teslim olandır. Kendi kudretinin kifayetsizliğini kabullenmiş olandır. Ve işte orada, Rahmân’a en yakın noktada durmaktadır. Diller, coğrafyalar, kavramlar anlamını yitirir.

 

Fakat hakikate uyanmak kolay değildir.

Şayet iman muktedir değilse, nefis şeytanla gizlice ittifak kurar. Sonra içeride ihtilal başlar: İrade devrilir, kalp susturulur, ruh hapsedilir. Akıl pazarında vicdan satılır. İnsan, kendi benliğinin cellâdına dönüşür. Evet, şayet iman muktedir değilse içerde, nefis şeytanla el sıkışır, sonra bir gece vakti içeride ihtilal başlatır. Zihni sarar, kalbi esir alır, insanı insanlıktan indirir.

İşte bu sebepten, dünyaya gelmek, bir kuzunun tek başına dağa salıverilmesine benzer o vakit. Masumiyetin sınandığı uçurumlar, sabrın ve tevekkülün dar geçitleri…

Kimisi o kuzuyu ilk kurda kaptırır, kimisi ise onun sessizliğinde kendini bulur, dağların diliyle konuşmayı öğrenir.

Zamanla değer biçilen her şeyin değeri eksilir. Çünkü paha biçilen, zihinde sınırlandırılır. Ama hakikat ölçüyle sığmaz. Sevgi gibi… Vefa gibi… Fedakârlık gibi… Ne hazindir ki çağımız, sevgiyi zayıflık, sadakati saflık, fedakârlığı aptallık sayar. Oysa gönül bilir ki en güçlü bağ, gönüllü olandır.

Terk etmeyen kazanır. Ama neyi terk etmeyen? Merhameti, ahlakı, sadakati… ve en mühimi: Hakk’ı. Zira hakikat, terk edeni değil; ona sabredeni sever. Hak sadakati sever. Aşk sebatı…

Hasetten kör olan görebilir mi? Göz kör olduktan sonra ister kinle ister şevkle baksın; görmez. Körlük gözde değil, gönüldedir. Gönül körleşirse, adalet zulme, sevgi tahakküme, ilim kibire döner.

Ve o vakit, hak batıla benzer; hakikat maskelenir.

İşte o an hikmet fısıldar:

İnsan gözle değil, gönülle görür.
Ve gönlün görmediğini, akıl giydiremez...

🖋️ M. Burhan Hedbî

 

Editör: Beşir Şavur

Yorum Yaz