matesis
dedas

Kero

Kero

            Belediye çalışanıydı. Sekiz on senesini dolduran her kadrolu eşek gibi emekliliğin vakti zamanı geldiğinde bir barınakta gül gibi bakılacaktı. Abilerinden ablalarından görmüştü; hizmetini tamamlayanlara şaşaalı bir emeklilik merasimi yapılıyor, semerlerine kırmızı kordela bile bağlanıyordu. Böyle bir günün hayalini kurardı. Birkaç yıl daha dişini sıksa o da böyle emekli olacaktı. Ardından ver elini arpa elden su gölden yaşayacağı mis gibi emeklilik sefası. Belki Beethoven bile dinleyecek ruhunu gıdalandıracaktı.

            Kapı gibi belediyede kadrolu kamu çalışanı eşek olur da ismi olmaz mı hiç; Gaddar, Cefo, Bozo, Karakaçan, Küheylan, Çari, Dara, Reşo, Şami … İsimler Mardin dillerinin karması gibi: Kürtçe, Türkçe, Arapça. Onun adı da Kero’ydu.

            Kero, beş yıl önce şehrin kenar bir mahallesi sayılan Kötek’ten alınıp çöpçü eşek kadrosuna kazandırılmıştı. Kötek’in sokaklarında ve boş arazilerinde arkadaşları ile mutlu mesut bir sıpa olarak ömür geçirdiği bu zamanlarda iriliği, güçlü ve besili yapısıyla göz doldurmuş, bu iş için seçilmişti. O gün bugündür sahibinin peşinden, sırtında semer ve çöp kasalarıyla bir zamanlar merhum Sabri Amca’nın çarşının gedikli esnafıyla birlikte her sabah iftitah duasıyla açtığı Mardin çarşısını sokak sokak arşınlayıp çöp topluyordu. Hayatı fena sayılmaz, ufak tefek şeyler hesaba katılmazsa, iyi bile sayılabilirdi. Pek bir şikayeti yoktu yani. 

            Bütün gün ağır çöp yükü altında sırtı yere yapışan Kero, öğleye yakın Şehidiye, Zinciriye, Ulu Cami veya Tuğmaner camilerinden herhangi birinin minaresinden yükselen ezan sesini duyunca yerinde duramaz, kendini coşkulu bir zırıltıya koparırdı. Ezan sesi, günlük mesaisinin bitmeye yakın olduğunun ilk işaretçisiydi. Bir iki saate varmaz yükünü boşaltacak, rahat bir nefes alacaktı. Gün boyu toplanan çöpler arasından sahibinin yem masrafını kısmak için seçip ayıkladığı çürük sebze meyve veya kabukların üzerine afiyetle abanacaktı. Fakat ezan sesinden duyduğu heyecanın bir çeşit ifadesi sayılabilecek o zırıltıyı koparmanın hemen ertesinde, karnının en şişkin, bombeli yerinde sahibinin beş parmak şaplağıyla irkilip ani bir sıçramayla yerinden depreşmesi gecikmezdi. Sahibi, bu yaptığını ezana saygısızlık olarak görür, küfürler savururdu. Fakat Kero buna hiç aldırmaz, her seferinde neşeyle anırmaktan vaz geçmezdi. Kero’nun sesini duyan yakın ara sokaklardaki çöpçü eşeklerin zırlayarak karşılık verdiği de olurdu. Böylece şehirde bir eşekler senfonisidir kopar giderdi. Eşek bu, bülbül gibi şakıyacak değildi ya …

            Taze sebze kokusuna dayanamazdı. Üstünde buram buram kokular tüten taze marul, ıspanak, maydanoz, roka, kuzu kulağı hatta kereviz ve hatta hatta yeşil soğan gibi zerzevatı görünce kendini tutamaz, eşek sudan gelene kadar sopa yeme pahasına da olsa bir yolunu muhakkak bulur üstüne abanırdı o zerzevatın. Bir gün yine mesai saatleri içerisinde Birinci Cadde’nin hemen alt sokağındaki Sukı’l-Bakara’nın girişinde manavların olduğu yerdeki çöpleri toplarken sahibi bir ahbabına rastlamış, birer cigara tellendirerek koyu bir sohbete dalmıştı. Kero, sessiz sedasız beklerken gözü birden manav tezgahındaki yeşilliklere ilişti. Sabahın o vaktinde etraf da pek tenhaydı, tezgahın önünde kimsecikler yoktu. Eşek gözleriyle etrafı, uzun kulaklarıyla da tıkırtıları kolaçan edip ortalığın yeterince güvenli olduğuna kanaat getirdikten sonra tezgahtaki yeşillikleri adeta yutarcasına mideye indirivermeye koyuldu. Sahibi farkına varana kadar, Kero için yiyecek namına ne varsa çoktan dibi boylamıştı. Eline geçirdiği ilk sert cismi öfkeyle Kero’nun sırt kemiğine indiren sahibin, asabi homurtular arasında söylendiği küfürler zor bela seçilebiliyordu; “Dinsiz eşşşek!!! Hımar ıbın hımar, ker lawê ker, …” Bu nakarat halindeki küfürler ne söylediği anlaşılmayan diğer sözleri arasında tek tük seçilebilen sözlerdendi. Eşeği yardan uçuran bir tutam ottur, derler. Derken, sıkıca gerili bir ipteki halıya kalın bir sopayla vurulduğunda veya dere kenarında ıslak çamaşırlara  tokmakla vurulduğunda nasıl tok bir ses çıkıyorsa bu tok sesin aynısı Kero’nun sırtına hışımla inen paspas sopasından duyuluyordu şimdi. Adamın elindeki sopa dayanmadı kırıldı. Fakat adam durur mu hiç! Bu sefer de tekme tokat daldı zavallıya. Belli ki hıncını alamamıştı daha. Sopayla vururken biraz uzaktaydı ama şimdi öz imkanlarıyla bu dayak işine devam etmek için Kero’ya epeyce sokulmuştu. Bu fırsatı tepmeyen Kero, bir sevk-i İlahi ile sahibinin neresine denk geldiğine bakmaksızın can havliyle arka ayaklarını peş peşe en çevik haliyle savurmaya başladı. Bir aralık baktığında adamın yerde sereserpe kıvrandığını gördü. Sahibi onu sağ komazdı. Oradan sıvışmak dışında bir hal çaresi gelmedi aklına. Merdivenleri tırmanarak soluğu üst taraftaki ana caddede aldı. Kaldırımdan koşar adım yol aldıktan bir müddet sonra yavaşlama ihtiyacı duydu Tek tük insanların umursamaz bakışları arasında fıstıki makamda rahvan rahvan yürüyerek Babıssor’dan aşağıya yollandı. Eski hastanenin önünden geçerek Kötek Mahallesi’ne kadar bu vaziyette yürüdü. Takip edilmemişti, güvendeydi artık.

            Kötek’e gitmesi durduk yere değildi. Mardin çarşısı ve civarı dışında bildiği, anımsadığı tek yer orasıydı. Bundan beş yıl önce henüz genç bir sıpayken sahibi tarafından buradan alınmış, o gün bugündür oraya uğramamıştı. Her eşek gibi yön bulma duygusu çok kuvvetli olduğundan orayı bulması onun için çocuk oyuncağıydı. İşte şimdi geri dönmüştü.

            Hiç olmadığı kadar özgür hissediyor, kaçtığı için pişman görünmüyordu. Zaten keyfinden firar etmemiş, kalsa durumu çok vahim olabilirdi. Olanda hayır vardı yine de; evet, belki sigortalı bir işi vardı, hastalansa veteriner başında bitiyor, ilacını veriyor, yeterli miktarda yemi zamanında veriliyordu; ama bir canlı için en güzel şey böyle özgür olmaktı her şeye rağmen. Tıpkı şimdi özgür olduğu gibi.

            İlk işi, kendine arkadaş edinmek olmalıydı. Dikkatli, oyunsever, meraklı, dost canlısı bir mizaca sahipti. Yere yatıp yuvarlanmaya, karşısındakine yaltaklanmaya bayılırdı. Arkadaş edinmekte pek zorlanmayacağa benziyordu. Bu özgüvenle az ötede oynayan çocukları görünce yanlarına gitmekte tereddüt etmedi. Fakat çocuklar kendisinden ürkmüş olacak ki ellerine ne geçirdilerse bağırtılar eşliğinde ona fırlattılar. Bu ilk denemede başarısız olunca şansını başka yerde deneyecekti. Birçok sokak sapak, yokuş bayır gezindikten sonra epeyce bitkin düştüğünü fark ederek boş bir arazide konuşlandı. Azıcık soluklanmak için çömeldiği yerde, aksilik bu ya, yağmur atıştırmaya başladı. Türünün bir özelliği gereği, derisi su geçirdiğinden ıslanmaktan hiç haz etmezdi. Hızını iyice artıran yağmurdan kaçmak için biraz ötedeki derme çatma gecekondunun dokunsan yıkılacak, alçak bahçe duvarına iyice sokuldu. Durmadan üstüne üstüne yağan yağmurdan sakınmak için duvara iyice sokulunca olan oldu; zaten yerinde zor duran duvar, büyük bir gürültüyle bahçenin içine yığılıverdi. Gürültüyü duyan ev sakinleri, sınırı olmayan bir öfkeyle büyük küçük, çoluk çocuk demeden duvar yıkıntısından aldıkları koca koca briket parçalarını Kero’nun neresine rast geldiğine bakmaksızın savurdular. Yağmurdan kaçarken taş yağmuruna tutulmuştu. Güç bela uzaklaşıp canını kurtardı.

            Ertesi gün, öbür gün, izleyen diğer günler ve hatta haftalar ve aylar bu şekilde geçti. Şansı yaver gitmemiş, uğruna emeğini, yıllarını verdiği insanoğlunun kini peşini bir türlü  bırakmamıştı. Gittiği her yerde kötü bir muameleye maruz kalıyor, dışlanıyordu. Sahibinin elinden kaçtığından beri doğru düzgün bir şey de yiyememişti. Güzelim meyve kabukları, samanlar, yemler hayalinden hiç gitmiyordu. Aylardır bir gıdım ot, çöplerden de bir tutam kırıntı bulabilirse onunla yetinmek zorunda kalıyordu. İyiden iyiye zayıflamış yürüyen bir iskelete dönmüştü. İyice pörtükleşen tüyleri ve sırtında daha kabuk bağlamadan bunlara yenisi eklenen yara bereleri eski günlerin bahtiyar demlerinin çok eskide kaldığını anlatıyordu. Bitkinlikten gözlerinin önünde kara gölgeler uçuşan Kero, bu haliyle tam da Divan şairi Şeyhi’nin Harname’sinde (yani Eşekname’sinde) söylediği Bir eşek var idi zaif ü nizâr / Yük elinden katı şikeste vü zâr” dediği eşek olmuştu. Vur aşağı tut yukarı bir eşekti işte, oysa bir zamanlar sabahın kör vaktinde semerini ve takımlarını sırtlanıp çöp arabalarının giremeyeceği kadar dar, engebeli, yokuş dolu, merdivenli Mardin sokaklarını arşınladığı zamanlarda karnı tok, sırtı pek kadrolu bir belediye eşeği olarak gölgesinden ışık saçardı. Ve şimdi kimsenin umursamadığı şu sokak köşesinde bir akşam çatırığı vaktinde aç bîilaç yaralı halde ruhunu teslim etmeye hazırlanıyordu.  

            İnsanoğlu ve beraberindeki yükünü yüzyıllardır taşıyan türünün atalarıyla aynı kaderi yaşamıştı o da. Kero ve türünün anısını günün her vaktinde her vesileyle argolara, hakaretlere konu ederek yaşatan insanoğlu için eşek milleti, yeri gelmiş mayın eşeği olup kendini feda bile etmiştir. Vahşi doğada bin yıllar önce ehlileştirilmiş bu talihsiz tür, tarih boyunca insanoğlunun elinde haksızlığa uğramış en ezik canlı. Aslında Kero’nun makus talihi Nuh Tufanı’yla başlar. Şeytan, eşeğin kuyruğuna yapışarak gemiye binmeyi başarmış derler. Kuran’da adının beş ayrı yerde geçmesi, Hz. İsa’nın Kudüs’e genç bir eşek sırtında girmiş olması ve hatta Hz. Peygamber’in, tüyleri toprak renkli ceylan anlamına gelen Ya’fun adında bir eşeğinin olması bile üzerindeki laneti kovamamıştır. 

 

 

Yorumlar

Image
Ender Altun
30.07.2023 / 15:29

Çok güzel sn hocam elinize emeklerinize kaleminize sağlık

Image
Mustafa öztürk
30.07.2023 / 21:03

Eyvallah Enser abi

Image
Mustafa Öztürk
30.07.2023 / 17:36

Teşekkürler Ender Abi

Yorum Yaz