Ömrünü hakikate adayan Varlığıyla Aydınlatan Dua ile Özlenecek Bir Değer: Ramazan Değer
Bazı insanlar, kalabalıklar arasında kaybolup gitmez; aksine sessiz ama derin bir iz bırakırlar. Onlar, şöhretin değil, hakikatin peşinde yürürler. Kapı kapı dolaşıp kendilerini anlatmazlar; fakat bir gün onların adı bir sofrada, bir sohbet halkasında, bir hatırada dile gelir. İşte Ramazan Değer abimiz, böyle bir insanın adıdır. Onu tanıyan herkes, onun yalnızca bir fikir adamı değil; adeta bir ahlak muhafızı, bir bilinç ışığı, bir dava yolcusu olduğunu bilir.
Ramazan Değer, İslami perspektifle düşünmeyi bir kimlikten öte bir sorumluluk olarak gördü. Çekişmelerden,
polemiklerden, kısır tartışmalardan her zaman uzak durdu; çünkü o, toplumun zihnini değil, kalbini aydınlatmak gerektiğine inanırdı. Bir düşünceyi savunurken yüksek perdeden bağırmayı değil; merhameti, hikmeti ve sükûneti tercih ederdi. Fakat bu yumuşak üslubun ardında, asla geri adım atmayan bir mücadele azmi ve berrak bir adalet anlayışı vardı.
Ramazan abinin mücadelesini anlatırken ailesinden bahsetmemek, hikâyenin yarısını eksik bırakmak olur. Hayat arkadaşı olan değerli ablamız, yıllarca onun taşıdığı ağır yükü sessizce göğüsledi. Çocukları, babalarının adanmışlığıyla büyüdü; kardeşleri onun yanında bir dağ gibi durdu. Bu büyük dava, aslında bir ailenin gönülden verdiği bir emekti. Ve bu emek, bugün toplumun güzel ahlakla yoğrulmasında görünmez ama güçlü bir katkıya dönüştü. Onların aldıkları dualar, belki de Ramazan abinin yıllarca sürdürdüğü mücadelenin en değerli meyvesidir.
Ramazan Değer, bölgede AK Parti’nin kuruluşunda yer almış bir dava insanıydı. Onunla birlikte çalışma fırsatı elde etmiş olmam, hayatımın en kıymetli hatıralarındandır. Adalet, hakikat ve bilinçlendirme konusundaki titizliği, duruşundaki kararlılık, toplumun sorunlarını anlamadaki ferasetiyle bizlere her zaman rehberlik etti.
Yıllar boyunca adaletten söz etti ama adaleti sadece bir kavram olarak değil, yaşanmış hikâyelerle anlattı. İnsanların hayatlarını, acılarını, umutlarını dinledi. Haksızlığa karşı konuşurken kimseye yaranmayı değil; hakkı gözetmeyi önceledi. Bu yüzden onun sözleri, birikmiş bir öfkenin değil, yoğrulmuş bir vicdanın sesiydi.
2007 yılında bana aktardığı bir anekdot vardır ki, vefatından yalnızca beş gün önce, yol arkadaşımız Aziz Düdük’ün telefonundan kendisiyle yaptığımız son konuşmada ona tekrar hatırlatmıştım.
Ramazan abinin hem düşünce iklimini hem de olaylara yaklaşımındaki inceliği gösteren bir delil niteliğinde.
O da her zamanki gibi tebessümüyle karşılamıştı bu anekdotu. Şimdi, merak edenler için bu anekdotu paylaşmak isterim:
Terörün yoğun yaşandığı, devlet ile halk arasındaki güven duygusunun neredeyse pamuk ipliğine bağlı olduğu, vatandaşın iki taraf arasında sıkıştırıldığı, korkunun sokakları gölge gibi dolaştığı bir dönem… Olaylı bir gecenin sabahına doğru muhtarın bahçe kapısı büyük bir gürültüyle çalınır.
Uykusundan fırlayan muhtar, korku ve endişe içinde kapıya doğru seslenir:
“Kî ye ew?” — “Kim o?”
Ardından kapının arkasından sert, soğuk bir ses:
“Muhtar, aç kapıyı!”
Karakol komutanının sesidir bu. Muhtar, gece boyu yaşanan olayların ardından kendisinden bilgi alınacağını anlar. O dönem bölgede yaşanan sert müdahaleleri bilen muhtar, kapıya doğru yürürken kendi kendine söylenir:
“De Gel gece on ikiden sonra Türkçe konuş…”
Bu cümle, bir ülkenin yaşadığı sosyolojik gerilimi tek bir nefeste ifade eden bir haykırıştır aslında. Bir tarafta güvenlik kaygısı, diğer tarafta kimlik hassasiyeti… Bir yanda korku, diğer yanda dilin bile gece ile gündüz arasında sıkıştığı bir dönem. Ramazan abi, bu anekdotu anlatırken yalnızca bir anıyı değil; toplumun ruhunda açılan yarayı dile getiriyordu.
O, hikâyeyi aktarırken bile kimseyi suçlamadan, kimseyi incitmeden, empatiyle ve yumuşaklıkla konuşurdu. İşte onun farkı tam burada ortaya çıkıyordu.
Ramazan Değer abi, bir ideal adamıydı. Bir toplumu dönüştürmenin en etkili yolunun bağırmak değil; kalplere dokunmak olduğunu bilirdi. Sözleri, bir öfke taşımazdı; fakat taşıdığı mesaj, en sert kayayı bile çatlatacak kadar güçlü olurdu. Bu yüzden onun bıraktığı iz, kelimelerden çok daha fazlasıdır. Dile getirdiği fikirler, bir düşüncenin değil; bir vicdanın tercümesiydi.
Bugün Ramazan abinin yokluğu, sadece bir insanın kaybı değildir. O, bir duruştu. Bir çizgiydi. Bir şuurun ete kemiğe bürünmüş hâliydi. Kendi evini, kendi imkânlarını, kendi ömrünü hakikate adamış bir adamın yokluğu kolay doldurulacak bir boşluk değildir. Ama geride bıraktığı miras, Onun öğütlerini, anlattığı hikâyeleri, aktardığı bilinçleri bugün birçok kişi kendi hayatında rehber ediniyor.
Hem sözünü, hem tebessümünü, hem de en zor anlarda bile sükûneti elden bırakmayan halini…
Fakat en çok da, birilerinin çıkarı için değil, toplumun selameti için konuşan o tertemiz vicdanını özleyeceğiz.
“Kalbimizde bıraktığın o tatlı sızıyla özleyeceğiz seni, be Ramazan abi.”
Rabbimiz;
Ramazan Değer abimizi rahmetine al. Ardında bıraktığı hayrı, samimiyeti ve mücadeleyi kendisine sadaka-i câriye eyle.
Mehmet Halit Demir
23. Dönem Mardin Milletvekili
Editör: Mehmet Nezir Güneş
