Mevki Hrsı mı, Gerçek Hizmet mi?

Bir ülkeyi yönetmek, yalnızca teknik bilgi ya da güzel cümleler kurabilmekle sınırlı değildir. Özellikle coğrafyası zor, demografik yapısı karmaşık, tarihi derinlik taşıyan ülkelerde bu görev daha da ağırdır. Türkiye gibi stratejik konumda bulunan, her karış toprağında ayrı bir kültür, her bölgesinde farklı bir sorun barındıran bir coğrafyada yönetim iddiasında bulunmak, ciddi bir sorumluluk ve donanım gerektirir.
Ancak ne yazık ki son yıllarda sıkça tanık olduğumuz bir durum var: Yeterli donanıma sahip olmadan, bu ülkenin tarihi, toplumsal yapısı ve coğrafi gerçeklikleri hakkında derin bir bilgiye sahip olmadan yönetim görevine talip olanların sayısı artıyor. Bu durum, kamu yönetimini bir hizmet aracı olmaktan çıkarıp, bir kariyer merdiveni ya da kişisel prestij kazanımına dönüştürüyor.
Oysa ki bu ülkeyi yönetmek, masa başında hazırlanan raporlarla ya da sosyal medya üzerinden verilen demeçlerle olmaz. Karadeniz’in engebeli dağlarını, Doğu Anadolu’nun sert kışlarını, Ege’nin tarım beklentilerini, Güneydoğu’nun sosyolojik yapısını bilmeden, hissederek yaşamadan alınacak kararlar yüzeysel ve tehlikelidir. Bu bağlamda, ülkenin coğrafi ve toplumsal hassasiyetlerini göz ardı eden bir yönetim anlayışı, sadece halkın ihtiyaçlarına kör kalmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal yapıyı da zedeler.
Unutmamalıyız ki mevki sahibi olmak, yalnızca bir unvana kavuşmak değil, o unvanın hakkını verebilmek demektir. Gerçek liderlik, halkın sesini duyabilmek, ihtiyaçlarını anlayabilmek ve her şeyden önemlisi, bu ülkeye ait olabilmektir.
Hizmet etmeye talip olan herkesin önce kendine şu soruyu sorması gerekir: Bu görevi gerçekten bu ülke için mi istiyorum, yoksa sadece bir koltuk sahibi olmak için mi?
İdeolojiyle Ülke Yönetilmez
Demokrasi, farklı görüşlerin yarıştığı, halkın tercihiyle yönetimin belirlendiği bir sistemdir. Ancak bu sistemin sağlıklı işlemesi, yarışan tarafların donanımı, vizyonu ve ülke gerçeklerine ne kadar hâkim olduğu ile doğrudan ilişkilidir. Yeterli yönetsel donanım sergileyemeden, yalnızca ideolojik kutuplaşma üzerinden halkı etkilemeye çalışarak yönetim iddiasında bulunmak içinde bulunduğumuz gemiyi batırmaya çalışmaktır. Bu durum, demokrasinin ruhuna da, halkın ihtiyaçlarına da aykırıdır.
Bir ülkeyi yönetmeye talip olmak, sadece mevcut iktidarı eleştirmekle sınırlı kalamaz. Muhalefet, bir alternatif sunmak zorundadır. Ekonomi politikasından dış politikaya, eğitimden tarıma kadar her alanda somut ve uygulanabilir projeler ortaya koyamayan bir siyasi yapı, iktidara geldiğinde ne yapacağını bilemez durumda olur. Bu da ülke için ciddi bir yönetim krizini beraberinde getirir.
İdeolojik söylemlerle halkı duygusal olarak etkilemek, kısa vadede bir rüzgâr estirebilir. Ancak bu rüzgâr, ülke gemisini rotasından çıkarıp doğrudan fırtınaya sürükleme tehlikesi taşır. Çünkü sloganlarla yönetim olmaz; ülke yönetmek, veriyle, bilgiyle, stratejiyle ve yerel-dünya dengelerini okuyabilmekle mümkündür.
Muhalefet partileri, halkın yıllardır süregelen gerçek sorunlarına yönelik elle tutulur hiçbir çözüm sunmadan, sadece mevcut iktidarın karşısında durarak varlık göstermeye çalışıyor. Bu yaklaşım, siyaset üretmemek, sadece tepki üretmektir. Oysa halk, tepki değil çözüm beklemektedir.
Unutulmamalıdır ki, ülke yönetimine talip olmak büyük bir sorumluluk gerektirir. Bu sorumluluk, sadece “biz daha farklıyız” demekle değil, “biz daha iyisini yapabiliriz” diyebilmekle başlar. Eğer bu iddianın arkasında gerçek bir birikim ve samimiyet yoksa, sonuç halk için bir hayal kırıklığı, ülke içinse bir uçurum olur.
MEHMET HALİT DEMİR
23. Dönem Mardin Milletvekili
Editör: Gülten Akgül