matesis
dedas

Şahmaran

Şahmaran

            Yılan imgesi, insanlık tarihinde önemli bir figür olarak bütün çağlarda hep var olmuş, güç ve gösterişin, iyilik ve kötülüğün, şifa ve ölümün, iktidarın, tehlikenin ve birbirine karşıt daha pek çok duygu ve algının sembolü olmuştur. Halk arasında anlatılan hikâye, efsane ve mit gibi sözlü edebî ürünlerde de kendine esaslı bir yer bulan yılanın başkahraman olduğu anlatılardan birisi Mardin’de de anlatılan Şahmaran efsanesidir.

            Kelime anlamı itibarıyla Kürtçe, Farsça ve Peştunca da “yılanların şahı” anlamına gelen Şahmaran’ın en fazla içselleştirildiği yer Mardin’dir. Yarısı insan, yarısı yılan olan şahmaran, hiçbir ülke veya şehrin kültüründe Mardin’deki gibi resmedilmemiş, zihinlerde ve gönüllerde bir şekle bürünmemiştir. Çekiç ve örs darbeleri arasında dövülen bakır levhalara işlenen şahmaran tasvirlerine Mardin’den başka hiçbir şehirde rastlamak mümkün değildir. Şahmaranla anılan diğer şehirler olan Tarsus, Gaziantep ve Adana’nın eski çarşılarında şahmaranın bir sanata dönüştürüldüğüne şahit olunmaz. Mardin’de Şahmaran, sanat ve sözlü anlatımın her ikisiyle birden harmanlanarak dışa akseder. Telkâri ustalarının hünerli parmaklarında işlenen şahmaranlı tepsiler ve küçük bakır sofralıklar bunu yeterince açıklar.

            Şehrin ataları, şahmaran resminin bulunduğu eve diğer yılanların giremeyeceğine inanmışlar. Bundan olsa gerek, her evde şahmaranlı bir süs eşyasının bulunması kültüre işlemiştir. Genç kızların göz nuru çeyizlerindeki kanaviçelerde, desen desen ilmek ilmek dokunan halı ve kilimlerde, dağlanmış ahşap levhalarda, cam altlıklardaki boyamalarda ve akla gelebilecek her yerde ve her şeyde bir şahmaran motifine rastlamak mümkündür Mardin’de. Antik Dara’nın taş mağaralarının duvar ve tavanlarına işli şahmaran figürü, yüzyıllardan beri tarihî taş ev ve konakların yanı sıra toprakla sıvanmış kerpiç evlerin duvarlarında asılı durur. 

            Dengbêjlerin stranlarında ve kadınların zılgıtlarında yaşatılan şahmaran, Mardin kültüründe apayrı bir anlayışa bürünmüş. Hastalara şifa, korkulara cesaret, hüzünlülere mutluluk, nazarlı kem gözlerden kaçınmaya bir sığınak olmuş. Yeni evlenen çiftler, neslin devamı ve saadet dolu bereketli bir yuva için şahmaran resmini başuçlarına kondurmuşlar hep. Kimileri de kötülüklerden, yangın ve afetlerden korunmak, bereket, uğur ve bolluk edinmek için şahmarana itibar etmiş. Mardin’in eskileri, şahmaranın koruyuculuğuna ve gözeticiliğine o kadar inanmışlar ki “Şahmaran Duası” diye bir dua bile icat etmişler.

***

            Şahmaran efsanesinin bütün varyantlarında Şahmaran; gövdesinin yarısı insan şeklinde dünyalar güzeli bir kadın, diğer yarısı da kocaman zehirli bir yılan şeklinde tasvir edilir. Yerin yedi kat altında yaşar ve yeryüzünün bütün yılanları onun emrindedir. Asla yaşlanmaz, ölünce yerine kızı geçer. İnsanoğlunun şifaya, ölümsüzlüğe ve hâkimiyet hırsına olan susamışlığını anlatan şahmaran efsanesinin, Sümerlerdeki Gılgamêş Destanı, Hititlerdeki İlluyanka ve Yunan mitolojisindeki Medussa ile bağlantısının olduğu düşünülür. Bin yıllardan önce var olan bu mitolojik anlatılarda da, şahmaranda olduğu gibi, insan-yılan melezi karakterler yer almaktadır.

            Şahmaran, hem iyilik, hem şifa, hem bereket, hem de sadakati simgeler. Birçok bölgede farklı biçimlerde anlatılan şahmaran efsanelerinin konusu birbirine çok benzer. Yılanlar, insansız bir dünyada barış içinde yaşarken, insanoğlunun ihanetiyle sahip oldukları huzurlu dünyalarını kaybederler. Şahmaran, o kadar iyi yüreklidir ki ihanete uğrayacağını ve canından olacağını bile bile insanoğluna güvenir. İnsanoğlunun ihaneti ile yakalanan Şahmaran, ölüme giderken bile iyilikten ödün vermez. Diğer yılanların ölümünden haberdar olmamalarını ister, aksi halde  yılanlar birleşip insanlardan intikam alacaklardır. Fakat inanışa göre yılanlar, günün birinde Şahmaran'ın öldürüldüğünü öğrenecekler ve öç almak için ırkını yok edeceklerdir.

            Bazı varyantlarda, Şahmaran’la tanışan ilk insanın ismi Belkıya, bazılarında ise Cemşab (Camasb, Tahmasb) olarak geçer. Şahmaran’la görüşen ilk kişinin Lokman Hekim olduğunu  belirten kaynaklara da rastlanır. Zira efsanede Şahmaran, âşık olduğu erkek kahramana bütün hastalıkların şifasını öğretmiştir. Bundan ötürü, tıp ve eczacılık gibi sağlık alanlarında yılan figürünün, şifanın sembolü olarak kullanılması, Lokman Hekim’in şifa bilgisini Şahmaran’dan öğrenmesiyle izah edilir.

            Her ülkede, her şehirde ve hatta Mardin’de bile farklı farklı ayrıntılarla anlatılan şahmaran efsanesinin, Kızıltepe’nin Elîdiskê köyünden bir Pir-i Fâni olan İsa Amca tarafından anlatılan varyantını aktaralım:

***

            Bir zamanlar Mardin’de, Cemşab isminde uzun boylu, geniş omuzlu, esmer tenli, yakışıklı bir genç yaşarmış. Cemşab ve arkadaşları bir gün bal dolu bir kuyu keşfederler ve arkadaşları balı çıkarmak için Cemşab’ı bir iple kuyuya sarkıtırlar. Fakat paylarına daha fazla bal düşsün diye onu kuyuda bırakıp kaçarlar. Cemşab, kuyunun dibinde bir delikten cılız bir ışık huzmesinin sızdığını görerek, bıçağı ile deliği büyütür ve açtığı delikten içeri girer. O sırada önünde bir ışık huzmesi daha belirmiş. Işık kendisine yaklaştıkça gözleri kamaşan Cemşab, ellerini gözlerine siper ederek etrafında gezinen kıpırtıların ne olduğunu anlamaya çalışır; büyük küçük, alacalı siyahlı binlerce yılanın etrafını sardığını görmüş.  Cemşab, korku ve merakla etrafına bakarken hayatında görebileceği en güzel kadın yüzünü görüp olduğu yere çakılmış. Daha dikkatli bakınca da kadının belden aşağısının yılan olduğunu fark etmiş. Kadın, gülümseyerek ona doğru sürünmüş, “Korkma benden Cemşab. Ben, yılanlar ülkesinin kraliçesi Şahmaran’ım. Dünya var olduğundan beri varım ben. Bundan böyle benim misafirimsin. Şimdi yat ve dinlen. Sonra uzun uzun konuşuruz.” demiş. Cemşab, hem yorgunluktan hem de gördükleri karşısında duyduğu heyecandan kendinden geçerek olduğu yere yığılmış.

            Ertesi sabah uyandığında Şahmaran’ı karşısında mükellef bir sofranın başında oturur vaziyette bulmuş. Cemşab’ı kahvaltıya davet etmiş. O ise gözlerini Şahmaran’dan alamıyormuş. Şahmaran, çok beğendiği bu gencin hem merakını, hem korkusunu gidermek için “Ben insanlığın bütün tarihini ve hallerini bilirim.” diyerek anlatmaya başlamış. Günler ve haftalar boyunca Cemşab’a bildiği her şeyi anlatmış. Bu uzun sohbetler sırasında birbirlerine derinden bir aşk duymaya başlamışlar.

            Bir zaman sonra Şahmaran’ın sözleri tükenmiş, anlatacağı bir şey kalmamış. Cemşab ise anasına ve yaşadığı dünyaya derin bir özlem duymaya başlamış. Günün birinde bu özlemine karşı koyamamış ve dönmek istediğini söylemiş Şahmaran’a. Güzel kalpli Şahmaran, ısrarın kar etmeyeceğini anlamış ve “Ey Cemşab, sözlerimi iyice dinle! Biliyorum, gitmene izin verirsem sen de bana ihanet edeceksin ve yerimi diğer insanlara söyleyeceksin. Fakat üzülmene gönlüm razı gelmediğinden gitmene izin vereceğim. Bana bir söz vermeni istiyorum. Ne olursa olsun başka insanların göreceği şekilde elbiselerini çıkarma.” diyerek gitmesine izin vermiş.

            Cemşab, ait olduğu dünyada mutlu mesut hayatını sürdürürken, ülkenin padişahı bir gün amansız bir hastalığın pençesine düşmüş. Ülkenin bütün hekimleri gelmiş ama padişahın hastalığına şifa bulamamışlar. Padişahın kötü kalpli veziri, bu hastalığın tek çaresinin Şahmaran’ın etini yemek olduğunu söyleyip duruyormuş. Bunun üzerine padişah, Şahmaran’ın bir an önce bulunmasını emretmiş. Şahmaran, bütün ülkede aranmış. Sonunda bilge bir adam bütün insanların öbekler halinde hamamlara getirilip üryan edilmelerini tavsiye etmiş. Böylece Şahmaran’ın yerini bilen varsa onu bulabileceklerini söylemiş.

            Askerler Cemşab’ın yaşadığı köye de gelmişler ve herkesi toplayarak hamama sokmuşlar. Cemşab, Şahmaran’a verdiği sözü hatırlayarak gitmek istemese de askerler onu zorla hamama sokmuşlar. Cemşab, hamama girdikten sonra herkesin şaşkınlık içinde ona baktıklarını fark etmiş. Meğer Şahmaran’ı gören kimselerin vücudu yılanlarınki gibi pullarla kaplı olurmuş. Hemen Cemşab’ı yakalayıp vezirin huzuruna çıkarmışlar. Zaten kötü kalpli vezirin amacı padişahı iyileştirmek değilmiş. Şahmaran’ı yakalayıp dünyanın bütün sırlarını ondan zorla öğrenmek onun asıl amacıymış. Cemşab’a günlerce işkence yaptıktan sonra nihayet Şahmaran’ın yerini söyletmişler. Askerler hemen gidip Şahmaran’ı bulup saraya getirmişler.

            Şahmaran ve Cemşab padişahın huzurunda yüz yüze gelmişler. Şahmaran, mahcup duran Cemşab’a üzülmemesini söylemiş ve orada bulunanlara dönmüş ve “Şimdi size sırrımı vereceğim. Kim benim kuyruğumdan bir parça koparıp yerse o, dünyanın bütün saklı sırlarına vakıf olacak. Her kim benim kafamdan bir parça koparıp yerse, o da hemen ölecek.” demiş.

            Şahmaran, daha sözlerini bitirmeden kötü kalpli vezir, elindeki kılıcı ile atılıp Şahmaran’ın bedenini iki parçaya ayırmış. Kuyruğundan bir parça koparıp yemiş. Cemşab da duyduğu acı ve mahcubiyetin etkisiyle atılıp hayatına son vermek amacıyla Şahmaran’ın kafasından bir parça alıp ağzına atıvermiş. Kötü kalpli vezir kuyruktan kopardığı parçayı ağzına atar atmaz oracıkta can vermiş. Cemşab’a ise hiçbir şey olmamış. Meğerse Şahmaran, son anda yaptığı plan ile bütün bildiği bütün her şeyin sevdiği adam olan Cemşab'a geçmesini sağlamış. Camşab, bu bilgiyle günün birinde Lokman Hekim olarak anılmaya başlanmış.

Yorumlar

Image
Meselci
11.09.2023 / 10:25

Şahmaran efsanesini farklı bir versiyonda okumak çok güzeldi. Teşekkürler.

Yorum Yaz