tatlidede

Tarih ve Açılımın Kendisi

Tarih ve Açılımın Kendisi

 

 

 

 

 

Mekân yer kürenin ilk yerleşim yerlerinden biri “Vatanistan”. Tarih 1900-2000’li yıllar. Dünya hızla değişime uğramakta, yeni icatlar hayat tarzlarını değiştirmekteydi. Gelişen teknolojilere göre kurulan fabrikalara iş gücü ve ham madde gerekmekte; bunun için tarihte görülmedik yoğunlukta savaşlar çıkmakta, hiç olmadık kadar insan öldürülmekte, haritalar yeniden çizilmekteydi.

Savaş galiplerinin çizdiği sınırlar yeni “çatışma alanlarına” göre dizayn ediliyor,  kriz bölgeleri gelecekte silah tüccarlarının astronomik rakamlı kârlarına göre belirleniyordu. Oluşturulan evrensel yönetim mekanizmaları sayılı birkaç gelişmiş ülkenin çıkarlarına hizmet etmek üzere tasarlanıyordu. Güvenlik adına oluşturulan konseyde yalnız beş ülkeye veto hakkı tanınmıştı.

Bu dönemde propaganda merkezlerinin en çok kullandığı kavramlar insan hakları, demokrasi, eşitlik, özgürlüktü. Maalesef uygulamada bu değerlerden eser yoktu. Kurulan uluslararası sistem haktan, adaletten çok güçlülerin çıkarlarına göre düzenlenmişti. Oluşturulan enformasyon ve iletişim merkezlerinde sağın sol, solun sağ gösterildiği durumlarla sık sık karşılaşılıyordu.

Yöntem; siz düşünmeyin biz sizin yerinize düşünürüz. Uluslararası medya organları sizin gündeminizi belirleyecektir. Kuralı bozup düşünecek biri çıksa da bizim kavramlarımızla düşünmeli. Görev alacak ise görevini biz tayin ederiz. Siz üretmeyin biz sizin yerinize üretiriz. İhtiyaçlarınızı da biz belirleriz. Tüketim alışkanlıklarınızı bize uyarlayın. Siz sadece tüketin. İnançsızlaştırılan insanların kişiliksizleştirilmesinin mümkün olduğunu biliyorlardı. Böylece kitleleri rahat güdeceklerdi. Artık bilim, gücün elinde tutsaktı. Teknoloji, ideolojinin yedeğindeydi. 

Kiminle savaşacağınızı  da biz belirleriz. Haritalar çizilirken oluşturulan “kriz bölgeleri” komşuların insan kaynağını ve tabii varlıklarını tükettikleri ve kazananı olmayan savaş alanları idi. Bir kazanan varsa da silah tüccarlarıydı. Maalesef daha önce birçok yerde izlediğimiz bu film bir türlü vizyondan kalkmıyordu. Bir tarafta lüks tüketim ve israf had safha da iken, açlık bu çağın bir realistiydi. Ne acıdır ki karınlarını doyuracak ekmeği bulamayanlar rahatlıkla silah bulabiliyorlardı.

Egemenler başlarına bela olan uysallaştıramadıkları yaramaz kimseleri Theodor Herzl ütopyası peşinden sorunları ile birlikte başka bölgeye ihraç ediyorlardı. Dünyanın üç imtiyazlı yerinden biri olan o bölgenin insanlarının öldürülmeleri, mallarına ve arazilerine el konulması, sürgün edilmeleri yeni parselasyonun bir gereği olarak lanse ediliyordu.

Zengin kaynakların olduğu bazı bölgeleri, oluşturdukları birleşik ordular eliyle ve işbirlikçilerin yardımıyla işgal etmekten çekinmiyorlardı.  Gerek gördükleri yerlere istihbarat üsleri, işkence merkezleri ve askeri garnizonlar kuruyorlardı. Darbeler, suikastlar gerektiği kadar yapılmaya devam ediliyordu. Fakir ülkenin tek ilaç fabrikası kimyasal silah ürettiği gerekçesiyle hava saldırısına hedef oluyordu. Hâlbuki kendi kimyasal/biyolojik ve nükleer silah stoklarının miktarı dünyayı defalarca yok etmeye yeterdi.

Birçok yerde olduğu gibi Vatanistan’da da insanları bir ideal etrafında, bayrak altında toplayan inanç değerleri modernizim adına tahrip edildi. Batıda doğup dünyaya hızla yayılan insanı “ekonomik hayvan” görme projesi burada da uygulamaya koyuldu. Din merkezli yaklaşımlar irtica adı altında mahkûm edildi. Kitapları ve ibadetleri suç delili sayıldı. Dilleri ve dinleri baskı altına alındı.

Bu kapsamda Vatanistan’da durumlar karışıktı. Zamanını, ekmeğini, suyunu en önemlisi umutlarını paylaşanların arasına da asaleti değil, soyu üstünlük nedeni sayan bir ekol olan ırkçılık girmişti. Aslında yoktu bir birlerinden farkları. Ortak bir geçmişleri ve idealleri vardı. Ortak bir gelecek kurmak için müşterekleri çoktu. Eşyayı tanımlamada ki farkları “tanışma” ve “zenginlik” olarak kullanılabilirdi. Modern çağa uygun bir insan tipi oluşturma peşinde olan toplum mühendisleri buna da engel oldu. Vatanistan’ın medeniyet yürüyüşünde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’da tren raydan çıkarıldı. Tutuklamalar, işkenceler, idamlar, sürgünler, hak ve özgürlükleri kısıtlanmalar, iş ve okuma hakkından yoksun bırakılmalar…

Egemenlerin diğer bölgelerde oluşturdukları kriz tarzı bir ihtilaf, burada dört parçaya da uygulanmıştı. İşgalcilerin karşısına beraber dikilmiş, beraber serden ve yardan geçmişlerdi. Vatanistan’ı beraber kurtarmışlardı. Ne yazık ki nispeten güçlü ve kalabalık olan diğerine “sen yoksun” dedi. “Ancak kendini benimle tanımlarsan var olabilirsin” denildi. Aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Sistemin eliyle inkâr edilenlerin inanç değerleri de zayıfladı. Materyalist akım okullarda çağdaş uygarlık adına müfredat dahilinde/haricinde de öğretildi. Ortak zemin tahribe uğradı. Artık herkes özgürdü.

Farklı arayışlar gündeme geldi. Hatta çözümü dağa çıkmakta arayanlar oldu. Materyalist görüşün sardığı beyinler kadın erkek ayrımı yapmadan savaşçı bulmada zorlanmadılar. Tarafları kardeşler olan bu kirli çatışmada binlerce can yitirildi. Binlerce yerleşim birimi boşaltıldı. Mali portresinin milyarlarla olduğu söylendi. Ya oluşan çift kimliklilik,  yitirilen umutlar, kaybedilen güven!

Asıl sesi çıkması  gerekenlerin, evrenin manevi yorumunu yapacak olanların soluğu kesilmişti. Her durumda insanlar arasında adaleti gözetmek gibi bir vazifeleri vardı. Ortak zeminin ve geleceğin teminatı onlardı. Kötülüğü yayarak yeryüzünde karışıklık çıkarmak isteyenlerin karşısında durmaları gerekirdi. Hakkı işitme duyularını kullanmaları ve olumsuz gidişatı uyanık bir kalp ile izlemeleri gerekirdi. Çükü dürüstlük, sorumluluk, yapıcılık ve erdem onların özelliğidir. Evrenle ve toplumla ilişki kurmak için ilmi derinlik gerektiği fark edilmedi. Gerçeğin emin ve vefalı dostları resmi söylemin dışında bir dil geliştiremediler. Yedek bir iş olarak görüp çok bilmiş büyüklerine çözümünü havale ettikleri sorun bir dağ gibi karşılarına dikilmişti. İnsanlar için şahit (hak ölçüsü) olma yükümlülüğünü, bilincini pratikte gösteremediler. Oysa vasat kitle olmaları nedeniyle denge olabilecek tek grup idiler.

Gelinen noktada insanlık, inanç, ortak değerler, hak, adalet, ortak gelecek, tarih bilinci, sorumluluk, insan sevgisi ve sonsuzluk aşkınını donanmış bir ekip belirdi.  Seçkin niteli, ahlaki sorumluluk ve sağlam kişilik onların karakteriydi. Önce yalın bir dille sorunun adı konuldu. İnkâr kabule döndürüldü. Amaçladıkları tutsak olan kendi yarısını özgürlüğe kavuşturmak arzusuydu.

Acı ve “anaların gözyaşı dinsindenildi. Sizin hiç oğlunuz öldü mü, köyünüz yakıldı mı” denildi?  Siyasi geleceğini riske koyma pahasına hak, adalet ve insanlığın ağır bastığı bir zemindi bu zemin. Geceyi verimli geçirenler için şafak attı atacak andı.

İnsanoğlu alışkanlıklarını zor terk ediyordu. Değişime direnç vardı. İmtiyazlar elden bırakılmak istenmiyordu. Ezberlerin bozulmasına tahammül edilmiyordu. Bu uğurda yeni komplolar, planlar, suikastlar gündeme geliyordu. Elde kalan mevziler tahkim ediliyor, direnmeye devam ediliyordu. Değişime ve gelişime direnenlerin kaybettiğine tarihin tanık olduğunu bilmiyorlar mı? Çürük tezlerin yararı yoktur. Anlaşılmasında zorlanılan şey farklı taraflar olarak bilinenlerin çözümden ürkmeleriydi.

Egemen olanların gerekçesi neyse de, çözüm peşinde olduklarını söyleyenlerin sabotajı ve provokasyonu akla getiren tavırlarını anlamak zordu. Yoksa çözümsüzlüğü varlık gerekçesi olarak görme eğilimi miydi? Toplumsal yararı, kişisel yarara feda etme eğilimi izaha muhtaçtı. Sağa sola sataşmalar mağdur rolünü oynama oyununu sorgular hale getiriyordu. Oysa ideolojik bakış bir süre idare eder. Bilimsel ve insani bakışın ortaya çıkmak gibi bir özelliğinin olduğu unutulmamalıdır. Olağan üstü oluşumlara yer verilmemesi için herkesin sorumluluk bilinci içinde hareket etmesi ve insanlarımızı maceraya sürüklemekten kaçınması gerekir.

Tarih insanların iradesinin ürünüdür. Gün inancın, azmin, kararlılığın, dik duruşun ve tarihe tanıklık etmenin günüdür. Gün hilekâr uyanıkları deşifre etme günüdür. Gün hem özgürlüğümüzü hem sorumluluğumuzu takınma günüdür. Gün retoriğin değil pratiğin günüdür. Burası Vatanistan. Burası ehil olmayanların insafına/insafsızlığına terk edilecek bir yer değildir. Çünkü burası her hangi bir yer değil. Burası “ölümsüzlerin emaneti”dir. Burada özgürlük, adalet ve eşitlik herkes için. Burada kurt ve kuzu beraber otlayabilir. Bunun ispatı ve dayanağı tarihtir.

 

Bu yazıyı 1036 kişi okudu

 

        

Yorum Yaz