Mahmut Makal kimdir? Mahmut Makal kitapları ve sözleri
Türk Yazar, Şair ve Öğretmen. Mahmut Makal hayatı araştırılıyor. Peki Mahmut Makal kimdir? Mahmut Makal aslen nerelidir? Mahmut Makal ne zaman, nerede doğdu? Mahmut Makal hayatta mı? İşte Mahmut Makal hayatı... Mahmut Makal yaşıyor mu? Mahmut Makal ne zaman, nerede öldü?

Doğum Tarihi: 1930
Doğum Yeri: Gülağaç, Aksaray, Türkiye
Ölüm Tarihi: 10 Ağustos 2018
Ölüm Yeri: Ankara, Türkiye
Mahmut Makal kimdir?
Bir çiftçinin oğlu olarak Aksaray'da doğan Mahmut Makal, Konya Ereğlisi'nde bulunan İviz Köy Enstitüsü'nü bitirdi. Altı yıl köy öğretmenliği görevinde bulundu ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne gitti. Mezun olduktan sonra çeşitli illerde ilköğretim müfettişliği yaptı, 1971'de Venedik Üniversitesi'ne giderek Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi verdi.
Köy öğretmenliği yaptığı dönemde, çeşitli dergilerde şiirleri yayınlanan Mahmut Makal, 1947 yılından başlayarak iki yıl süreyle Varlık dergisinde yayınlanan köy notları ve mektuplarıyla tanındı. Kırsal kesimde yaşayan insanların koşullarını son derece gerçekçi ve yalın bir dille kaleme aldığı bu notları ve mektupları 'Bizim Köy' adlı kitapta toplayan Mahmut Makal, geniş kitlelere seslenme imkanı buldu. Bu yazılarıyla Türk edebiyatında Köy Enstitülü yazarların ilki olarak bilinen Makal, köyü konu alan yeni bir edebiyat döneminin de ilk adımlarını attı. Bu türün ünlü isimleri, Fakir Baykurt ve Talip Apaydın onun izinden yürüdü.
Bizim Köy'ün ardından yazdığı yazılarda da Anadolu'nun çeşitli köylerini anlatan yazar; köy, kasaba, eğitim sorunları, öğretmen kıyımlarını konu alan, izlenime dayalı notlarlar yazdı.
Eserleri:
Bizim Köy (1950), Köyümden (1952), Memleketin Sahipleri (1954), Kuru Sevda (1957), Köye Gidenler (1959), 17 Nisan (1959), Kalkınma Masalı (1960), Kamçı Teslimi (1964), Ötelerin Havası (1965), Yer Altında Bir Anadolu (1968), Bu Ne Biçim Ülke (1968), Zulüm Makinası - Öğretmen Kıyımı (1969), Kokmuş Bir Düzende (1970), Bizim Köy 75 (1976), Karanlığı Zorlayanlar (1976), Bir İşçinin Günlüğünden (1980), Ağlatı (1989), Anımsı-Acımsı (1990), Bakırdaki Kıvılcım (1992)
Mahmut Makal Kitapları - Eserleri
- Bizim Köy
- Köy Enstitüleri ve Ötesi
- Hayal ve Gerçek
- Kuru Sevda
- Yeraltında Bir Anadolu
- Bozkırdaki Kıvılcım Enstitülüler
- Memleketin Sahipleri
- Anımsı Acımsı
- Bir İşçinin Günlüğünden
- 17 Nisan
- Köye Gidenler
- Deli Memedin Türküsü
- Ötelerin Havası
- Değişenler
- Ağlatı
- Kalkınma Masalı
- Zulum Makinası
- Bu Ne Biçim Ülke?
- Halktan Ayrı Düşenler
- Bizim Köy
- Karanlığı Zorlayanlar
- Deli Memedin Türküsü
- Bizim Köy
- Memleketin Sahipleri - Köye Gidenler
- Hayal Ve Gerçek
- Kamçı Teslimi
Mahmut Makal Alıntıları - Sözleri
- Ardindan Orhan Veli geliyor, « icmeyip de ne haltedeceksin?» diyor. icmek!.. Orhan gitti. Cahit bu yuzden dustu bu hale .. (Bir İşçinin Günlüğünden)
- Ay yoksulların lambasıdır. (Memleketin Sahipleri)
- Fatma Ankara Hastahanesinde çalışıyor. Trabzonun Kütkü köyünden gelmiş. Ufacık tefecik daha. «Yaşını biliyor musun?» diyorum. «On dört» diyor. «Peki ama on dört yaşında almazlardı seni buraya, nasıl oldu?» «Babam on sekize çıkarttı.>> Yaşı on dörttür ama, bırakmamışız on dörtte. Çalışıp para kazanmak için dört yılı bir günde yaşayıp on sekize basıvermiş kızcağız. Sararıp solmuş ekmek uğruna. Babasının kör isteği uğruna, ayakta kalabilme uğruna kızlığından önce çocukluğunu, saflığını, tombulluğunu vermiş. Körpe bedeninin gelişmesine setler çekilmiş Fatma'nın. Bir ak önlük beribenzer. Bir ak örtü başına. Bir elinde su leğeni, bir elinde fay kutusu. Odalar, odalar. Musluklar, banyolar, pencere camları, kapı kolları, etajerler... Sonra gelsin yemek tepsileri, toplansın yemek kapları.. Silmeye, taşımaya, getirmeye - götürmeye: FATMA. Saffet Hanımlar, Saynur Hanımlar da hemşire ya da hemşire adayıdırlar sözgelimi. Hemşire adaylara söylenir görevi gereği: «Etajerlere bakın, toz toprak varsa sildirin...» Her biri bir odaya girer adayların. Etajerlerin gözlerini takırtıyla çekip, ondan sonra bağırırlar: «Fatma!» Fatma günde on yedi saat çalışıyor. Kaytarma bilmediği gibi dinlenme de bilmiyor. Çok çalıştığını, bu yaşta dinlenmeye ihtiyacı olduğunu söylediğinizde darılır. Kendisine en kötü telkini yaptığınızı düşünür. «Çalışmayacam da işim ne burada?» der. Sorarsanız, aydan günden, okumadan yazmadan olduğu kadar, saatten dakikadan da haberi olmamıştır. Haktan hürriyetten hiç olmayacak bu gidişle. Fatma okulsuz, Fatma sağlıksız, sapsarı. Fatma kendinin farkında değil. (Kalkınma Masalı)
- Ah ! En küçük bir çıkar karşısında ,insanları kardeşlerine düşman eden cehalet. (Bizim Köy)
- Camisiz köy, minaresiz cami kalmamalıdır. Ezanın Arapça okunmasını sağlamak ilk işimiz olacaktır. (Köye Gidenler)
- Tezek dumanı bacaları çabuk tıkadığından içerinin dumanlanmasından sonra kapının açılması ''tilki çıkarmak'' deyimiyle anlatılır. (Kamçı Teslimi)
- Köy Enstitülerinin adını değiştirip eşin eğitimi de oralardan kaldırdıktan sonra, köy kızlarının doğdukları köyün sınırını çıkamaz olduklarını biliyorsunuz. Elli yıl ya da altmış yıl her neyse, eline geçen yaşama süresini, beş kilometre çaplı bir yer de tüketmek! Çok acı bu. Bunun üstünde uzun uzun düşünmeli. Üstelik son yıllarda bu köy kızları ilk okula bile doğru dürüst yollanmadılar. Okutmak için onların arkasını kimse aramadı. Kanun ilişemez, öğretmen ses etmez oldu. Beri yanda da havanda su döğer gibi eğitim seferberliğinin lafını ettik durduk. Erkekler hiç olmazsa askerlik dolayısiyle ya da ekmek uğruna yorganı sırtlayıp Adanalara Ankaralara gidiyorlar. Peki bu kızların bir kısmı olsun gün görmeyecek mi? Okuyup köyüne dönüp de orada kalanlara gün göstermeye çalışmayacaklar mı? (Kuru Sevda)
- "Makineleşmekten geçtik, insanın yerine hayvanı koyabilsek o da yeter." (Bizim Köy)
- Çocuğun konuşamamasını bir hata saymıyorum. Bunlar asırlardan beri sustukları için elbette birden bire konuşamazlar. Bunlara ilk öğreteceğiniz şey konuşturmak, konuşmalarını ve düşüncelerini söyleyebilmelerini sağlamak olmalıdır! (17 Nisan)
- Ne deseniz, yüzyılların kuşaktan kuşağa bıraktığı ve Anadolu köylüsünün iliğine işlemiş olan kendi yağı ile kavrulma alışkanlığını kırmada etkili olamıyorsunuz. (Bir İşçinin Günlüğünden)
- Neydi Makal'ın suçu ? Halktan yana olmak, halkın uyutulmasına karşı olmak. Göstermelik törenlerle halk kalkınamayacağı için gerçek halk kalkınmasının yollarını yazmak. Köylünün ve de öğretmenlerin Atatürk'ü gerçek ve devrimci yönü ile tanımalarını sağlamak için onlara kitaplar, ödevler vererek gerçek ulusçunun görevini yapmak... (Zulum Makinası)
- Antalya dolaylarındaki Aksu Köy Enstitüsü’ne Sağlık Bakanı Behçet Uz gelir bir gün. Öğrenciler okul alanına toplanacak, sayın bakan da onlara “nutuk” atacak. Tarih boyunca onlar nutuk atmış karşısındakiler ses çıkarmadan dinlemiştir. Ama bu kez bir aksilik olur. Kampana çalıp alan dolunca başlar Bakan “ Siz ne biçim öğrencisiniz? Kiminizin paçası, kiminizin yeni sallanıyor…” demeye, Bir öğrenci fırlar ortaya: “Toplantınıza yetişebilmek için koştum, paçamın lastiği koptu. Sözünüzü ettiğiniz öğrenci benim herkesi suçlamayın!” der. Köy Enstitüsü öğrencileri, paçası lastikle büzülen golf pantolon giymektedirler. Paçasının lastiği kopan öğrenci Abdullah Aksakal’dır. Ayrıca, Köy Enstitüsü öğrencileri, giysilerin, yattıkları ve çalıştıkları yerleri temiz ve düzenli tutmalarıyla, düzgün yerleştirmeleriyle bilinirler. Aksakal’ın böyle uluorta yanıtına kızan Bakan, konuşmayı da keserek Aksakal’a “Sen benimle idareye gel!” der. Lastikle birlikte yüzyılların alışkanlığı da kopmuş, bir öğrenci bir bakanın karşısına çıkmıştır. Bu durum Köy Enstitülerinde doğaldır. Doğallaşmıştır. Saygı-sevgi sınırı içinde müdür de, öğretmenleri de eleştirmek doğaldır. Düşündüklerini söylemekten onları alıkoyacak hiçbir engel yaratılmadığı gibi, olan engeller de ortadan kaldırılmıştır. 1989 yılında İzmir’de ve İstanbul Küçükköy’de birer lise öğrencisi düşündüklerini söyledikleri gerekçesiyle okullarından atılmışlar, akıllarından kuşkulanılarak adli tıbba yollanmışlar ve mahkeme edilmişlerdir. Küçükköy’deki öğrenci, kendisini eleştirdiği için Başbakanca mahkeme verilmiştir. Oysa eğitimin tek ereği, gören, düşünen ve düşündüğünü söyleyen insanı yetiştirmektir. Toplumların gereksinimi de bu tiptir. Şimdi Aksu Köy Enstitüsü’nün idare binasına gelelim: Bakan: “Sen nasıl böyle konuşabilirsin?” Aksakal: “Ben düşündüklerimi söylerim.” Bakan: “ Seni gittiğin her yerde izleteceğim!” Aksakal: “İstediğin kadar izle! Siz egemen sınıflar, suskun millete alışmışsınız, konuşana bir yumruk vurup yere deviriyorsunuz. Ezik bir toplum oluşuyor böylece.” (Deli Memedin Türküsü)
- Deniz kiyisinda birkac saat kaldik. Aslinda denize girecektik. Hava sogudugu icin yalniz Yasar Kemal girdi. Onu da Sait taşladı. Gozüne sövdü. (Bir İşçinin Günlüğünden)
- Benim zavallı memleketim, sana ne kötü tohumlar ekiyorlar... (Kalkınma Masalı)
- Türkiye'de Köy Enstitüleri, köylü yığınını ilgilendiren problemlerin topuna el koyarak, onları anlayıp çözmeye çalışmışlar, çözüme yarayacak çareler teklif etmişler; köylülerin günlük çalışmalarını, yaşayışlarını, maddi ve ahlaki bakımdan iyileştirecek yeteneğe sahip öğretmenler yetiştirmişlerdir. (Köy Enstitüleri ve Ötesi)
- Kendimize gelmeli, sağlam bir tutumla, korkusuzca iyi yayınların bütün okullarımıza sokulması için harekete geçmeliyiz. Ortaya sağlam ilkeler koymalı, günümüzle bağdaşmayan "okutmaktan korkma" anlayışını yırtıp atmalıyız. Çocuklarımızın okuma sorununu gelişigüzellikten, dilencilikten kurtarmalıyız. Çünkü, elden gelen övün olmaz, o da vaktinde bulunmaz!... (Halktan Ayrı Düşenler)
- Köy enstitüleri robot değil, düşünen, düşündüğünü uygulayan nitelikte ögretmenler yetiştirmiştir. Ezberelikten bu memleketin neler kazandığını ise birbirimize sormadan kestirebiliriz. (17 Nisan)
- Biz çoğunlukla düşünmeden yargısını belirtmek eğiliminde olan bir toplumun bireyleriyiz. Davranışlardan çok dış görünüşler, biçimler ilgilendiriyor bizi. Böyle düşüne düşüne, gerçekten uzaklaşıyor, ufacık bir görüntüden tutun da yurt sorunlarına kadar her şeyi daracık açılardan görmiye alışıyoruz. (17 Nisan)
- Bu 1946 tarihi, aynı zamanda o yıl eğitim bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer'in, İlköğretim genel müdürlüğü'nden uzaklaştırdığı Hakkı Tonguç'a (Enstitülerin fikir babası) suçunun ne olduğunu anlattığı tarihtir: 'Hakkı, köy çocuklarına sıçmayı öğretmeden önce okumayı öğrettin sen!' (Deli Memedin Türküsü)
- « Fatma Ankara Hastahanesi'nde çalışıyor. Trabzon'un Kütkü köyünden gelmiş. Ufacık tefecik daha. - 'Yaşını biliyor musun?' diyorum. - 'Ondört' diyor. - 'Peki ama ondört yaşında almazlardı seni buraya, nasıl oldu?' - 'Babam onsekize çıkarttı.' Yaşı ondörttür ama, bırakmamışız ondörtte. Çalışıp para kazanmak için dört yılı bir günde yaşayıp onsekize basıvermiş kızcağız. Sararıp solmuş ekmek uğruna, ayakta kalabilmek uğruna kızlığından önce çocukluğunu, saflığını, tombulluğunu vermiş. Körpe bedeninn gelişmesine setler çekilmiş Fatma'nın.» (Kuru Sevda)