matesis
dedas

40 Yıl önce 12 Eylül Askeri Darbesi Yazı-3

Ülkenin büyük bir kısmında devam eden fakat birçok yerden duyulmayan küçük çatışmalar dışında, ülke gündemine oturan ve büyük çaplı olaylar olmuştu. Bunlar, gerginliğin ve korkunun daha fazla yayılmasına sebep olmak dışında, yaklaşan darbenin de aslında en büyük ayak sesleriydi.
  • 06.09.2020 19:57
40 Yıl önce 12 Eylül Askeri Darbesi Yazı-3

Kanlı 1 Mayıs olarak hafızalara kazınan ve İstanbul’da yapılmış en büyük İşçi Bayramı kutlamalarından biri esnasında gerçekleşen olay, bugün dahi anılmakta ve hala Taksim meydanında kutlamaların yapılamamasına sebep olmaktadır. 33 kişinin hayatını kaybettiği bu olay hala çözülebilmiş değildir. Olaya ilişkin görüntüler olmasına rağmen, olayları kimin başlattığı, kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Bazı iddialara göre Devlet, polis eliyle bu olayı gerçekleştirmiştir, bazılarına göre yurt dışından gelen bazı kişilerin eylemi olarak görülmektedir. Sağcı grupları suçlayanlar olduğu gibi, sol içi bazı uç gruplardan şüphelenenler de olmuştur. Her halükarda hedeflenen, bir karışıklığın çıkması ve gerginlik oluşturma maksadına ulaşılmıştır. Muhtelif açılardan meydanda toplanmış kalabalığa ateş açılmış ve çok sayıda yaralanan ve ölenler olmuştu. Polisin yanlış müdahalesi sonucu ve ortamdaki kargaşadan dolayı, birçok insan da ezilerek ölmüştü, hatta polis müdahalesi ile ölenlerin sayısının daha çok olduğu belirtilmektedir. O günün tanıkları arasında, ateş edenlerin de polis olduğunu iddia edenler olmuştur. Onun dışında, farklı sol gruplardan saldırı olabileceğini düşünen ve bunun için önlem alan grupların da meydanda olduğu belirtilmektedir. Bütün iddiaları ele alınca, kimin yaptığı bilinmese de, olaydan önce bir şey olacağına ilişkin bir tedirginliğin olduğu görülmektedir.

29 Mayıs 1977’de İzmir Havalimanında Bülent Ecevit’e suikast girişimi gerçekleştirilmişti. Siyasi Parti liderliği anlamında Ecevit, solun lideriydi ve bu olay bu anlamda büyük bir olaydı. Ecevit bu olay sonrasında Kontrgerilla’yı suçladı ve böylece siyaset gündeminde bu kavram sıkça duyulmaya başlandı. Hiçbir zaman varlığı ispatlanamayan bu örgütü, sonrasında Ecevit de kullanmamaya başladı, hatta doğrudan Kontrgerilla’nın olmadığını fakat benzer yapılanmaların olduğu ve bunları kast ettiğini belirtmişti.

Basında yine geniş çapta yer bulan hadiselerden biri de İstanbul Üniversitesinde gerçekleşmişti. 16 Mart Katliamı olarak adlandırılan bu olayda, Üniversiteden çıkan kalabalık bir sol görüşlü öğrenci grubuna sağ görüşlü kişiler tarafından bomba atılmış ve sonrasında otomatik silahlarla ateş edilmişti. Bu olayda 7 öğrenci hayatını kaybetmiş, 47 kişi yaralanmıştı. Olayı gerçekleştiren kişiler tam olarak tespit edilip olay aydınlatılmış olmamakla birlikte, polisin olayı gerçekleştirenlere yardım ettiği yönünde iddialar hep savunulmuştu. Sene başından itibaren birçok çatışma ve çok sayıda ölüm gerçekleşmişti. Hatta sadece ocak ayının ilk iki haftasında 30’dan fazla öğrenci hayatını kaybetmişti. Bunların birçoğu haber değeri dahi taşımazken, bu olay o zaman için gündemi meşgul etmişti.

Hemen ertesi gün, 17 Mart günü, Ümraniye Katliamı olarak geçen ve 5 inşaat işçisinin öldürülmesi olayı gerçekleşmişti. Ülkücü olmaları ve dönemin kurtarılmış mahallelerinden birinde yaşıyor olmalarından dolayı, solcu kişiler tarafından bir anlaşmazlık neticesinde ormanlık alana götürülüp öldürülmüşlerdi.

19 Nisan 1978 günü Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’nun evine gönderilen bombalı bir paketin patlaması sonucu, Fendoğlu, gelini ve torunuyla beraber hayatını kaybetti. Bu olay sonucunda sağ ve sol gruplar arasında çıkan çatışmalar 3 gün boyunca sürdü. Yüzlerce bina zarar gördü, yüzü aşkın iş yeri ve konut yakıldı. Askerin müdahalesi sonunda olaylar durduruldu. O dönem başka bazı adreslere de bombalı paketler gönderildiyse de bunlar yerine ulaşmadı. Bir tanesi postane de patlayarak orada çalışan bir memurun ölümüne sebebiyet verdi. Paketi gönderenler asla bulunamadı. Bombalı paket yapımı diğer bombalardan ayrı bir uzmanlık gerektiriyordu. O dönem, birçok bombalı eylem yapılmış ve bomba yapabilen örgüt elemanları mevcut olsa da, Türkiye’de herhangi bir örgütün bombalı paket yapabilecek kapasiteye ve uzmanlığa sahip olmadığı iddia edildi ve bunların yurt dışı bağlantılı eylemler olduğu düşünüldü. Posta yoluyla bombalı paket gönderilmesi tekrar gerçekleşmedi.

1978 yılı aynı zamanda Asala terör örgütünün eylemlerinin de çoğaldığı bir yıl olmuştur. Haziran ayında Türkiye’nin Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam aracına yapılan silahlı saldırıda, eşi, şoförü ve bir emekli büyükelçi hayatını kaybetti. Zeki Kuneralp araçta olmadığı için kurtuldu. Bu olaydan sonra dünyanın birçok yerinde Asala terör örgütü eylemlerini sürdürmüş ve toplamda 42 Türk Diplomat öldürülmüştü.

3-7 Eylül tarihlerinde Sivas’ta olaylar çıkmış ve bu olaylarda 9 kişi hayatını kaybetmiş, 115 kişi de yaralanmıştı.

4 Ekim günü Marksist Leninist Silahlı propaganda birliği adlı örgüt, MHP İstanbul il başkanı Recep Haşatlı ve oğlunu evlerini basarak silahla öldürmüştü.

9 Ekim günü, Bahçelievler katliamı olarak anılan olay meydana gelmişti. İsimleri uzun yıllar değişik eylemlerle anılan Haluk Kırcı ve Abdullah Çatlı’nın da aralarında olduğu bir grup Ülkücü, Bahçelievler’de TİP’li gençlerin yaşadığı evi basmış ve 7 kişiyi öldürmüştü. Haluk Kırcı yakın bir zamanda verdiği Röportajda, bu olayın katliam olarak algılanmasına karşı çıkmış, olayı bir öç alma olarak ifade etmiştir. Aynı şekilde karşılıklı olarak sol ve sağ grupların çatıştığını, belli hedeflere saldırılar yapıldığını, rastgele gruplara saldırılmadığını belirtip kendini savunmuştur.

27 Kasım günü Abdullah Öcalan PKK terör örgütünü kurmuş ve Türkiye’de yeni bir çatışma, terör alanı açmıştır. Hala Türkiye’nin önemli terör sorunlarından olan örgüt, dönemin karışık ortamından istifade edip eylemlerine başlamış, yurt içinden ve yurt dışından Türkiye aleyhine eylemlerinde destek görmüş, görmeye de devam etmektedir.

Aralık ayının başında Elazığ’da çıkan olaylarda 5 kişi ölmüştü. Yine aynı ay içinde, öncekilerden daha büyük ve vahşi Maraş olayları yaşanmıştı. Ülkücülerin bulunduğu bir sinemaya bomba atılmış, bunun üzerine şehirde birden kargaşa yaşanmaya başlamıştı. Polisin yetersiz kaldığı, Askerin ise geç müdahale ettiği bu olayda toplam 105 kişi ölmüştü. 176 kişinin yaralandığı, 210 iş yeri ve evin tahrip edildiği olaylarda özellikle Alevi kesime karşı şiddet uygulanmıştı. Maraş olaylarını ateşleyen, halkı kışkırtanlar hiçbir zaman tespit edilememişti. Alevilerin su şebekesine zehir kattıkları, cami yaktıkları dedikodusu ile halk durup düşünmeksizin düşmanın üzerine yürür gibi yürümüştü. Toplumsal anlamda derin bir travmaya sebep olan bu hadise, dönemi özetlemesi açısından da önemli bir hadisedir. Alttan alta ekilen nefret tohumlarının, aklı mantığı nasıl devre dışı bırakıp, insanları zalimleştirebildiğine iyi bir örnektir. Bu olay aynı zamanda sağ sol çatışmaları dışında, mezhepçiliği de körükleyecek ve sağ sol olaylarından daha büyük sorunlar açabilecek bir olaydı. Allah tekrarından korusun.

Çevre illerden gecikmeli olarak gelen Askeri birlikler ile olaylar sonlandırılmıştı, bir çok insan bu arada göç etmek zorunda kalmıştı. Bu olayın ardından birçok ilde Sıkı Yönetim ilan edilmişti.

1979 yılı, bu büyük hadiselerden sonra maalesef ders alınmayıp aynı şiddetle devam etmişti. İnsanların bir yandan bir çözüm beklediği, bu işleri bitirecek bir eylemin, Darbenin olmasını bekledikleri bir dönemdi. Diğer bir yandan grupların içinden çıkılmaz bir öç alma girdabına girdiği ve eylemlerini şiddetlendirdiği bir zamandı. Böylesine uygun bir zeminde, içeriden dışarıdan her türlü eylem yapılabilir, kullanılacak adam bulunabilirdi.

1 Şubat 1979 yılında Milliyet Gazetesi Genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi suikaste uğramıştı. Evinin önünde, aracını park ederken Mehmet Ali Ağca tarafından silahla birkaç el ateş edilerek öldürülmüştü. Ağca ismini sonrasında Papa Suikastında da duyacağız. Kim tarafından emir aldığı, kim adına bu işi yaptığı hala belli değildir. Kendisiyle yapılan röportajlarda kimseden emir almadığını dile getirse de, seçilen hedef açısından bu pek mümkün değil gibi görünmektedir. Abdi İpekçi, sol görüşlü bir yazar olsa da, çatışmalara karşı daha ılımlı bir insan olarak görülmekteydi ve sol sağ kavgasının şiddet savunucularından değildi. Sağ ve sol arasında bu tür ılımlı insanların hedef alınması, zaten kapanması güç olan düşmanlığın önünü iyice kesme girişimi olarak görülebilir. Ağca’nın hapisten kaçırılması ve sonrasında yurt dışına kaçırılması, orada kendisine yardım edilmesi ve daha sonra Papa suikastını da gerçekleştirmesi, bunun basit bir olay olamayacağını, birilerinin destek ve yönlendirmesiyle hareket ettiğini açıkça göstermektedir. Aynı yılın Kasım ayında, eski bir AP milletvekili olan ve Milliyetçi bir gazeteci olan Egemen Darendelioğlu da İstanbul’da silahlı saldırıya uğramış ve hayatını kaybetmişti.

1979 yılında yine Manisa da çıkan olaylar iki gün sürmüş ve burada da 4 kişi hayatını kaybetmişti. Bu yıl içinde ayrıca birçok Akademisyen, Sendikacı ve Emniyet müdürü silahlı saldırılarda öldürülmüştü. Öğrenci çatışmaları hız kesmeden devam etmişti.

1979 Ekim ayında, Türkiye’de başka bir örneği olmayan bir hadise daha yaşandı. Ekim ayında, mevcut belediye başkanının vefat etmesi üzerine, Fatsa’da ara seçim yapıldı ve bu seçimi Terzi Fikri olarak bilinen Fikri Sönmez kazandı. Kendisi Dev-Yol üyesi fakat bağımsız belediye başkanı olarak seçimlere girmişti. Seçim öncesi ilçede tanınan, muhtelif stokçu ve karaborsacılara yaptığı baskınlarla ve oradan elde ettiklerini halkla paylaşan biri olarak bilinirdi. Fatsa’da geçici bir sosyalist devlet kurmuş ve kurduğu halk komiteleri ile idare etmişti. Kısa zamanda bütün halkın çalıştırılmasıyla bazı belediyecilik sorunları halledilmişti. Türk sosyalistleri burayı örnek bir yönetim olarak gösterse de, 11 Temmuz günü Ordunun yaptığı operasyona kimse itiraz etmemişti. Bilindiği kadarıyla kimse askere karşı gelmemiş, bu operasyon olaylara sebebiyet vermemişti.

1980 yılı aynı hızda devam etmişti. Maalesef insanların günlük çatışmalardan dolayı endişeleri artmış, can ve mal güvenlikleri iyice azalmıştı. Şiddet olayları içinden çıkılamaz bir hal almıştı. Bu yıl iki büyük siyasi suikastin gerçekleştiği yıl olmuştu. Önce Mayıs ayında, eski bir bakan ve MHP genel başkan yardımcısı olan Gün Sazak, Devrimci Sol örgütü üyeleri tarafından öldürülmüştü. Yine aynı yıl, eski başbakanlardan CHP’li Nihat Erim İstanbul da Dev-Sol örgütü üyeleri tarafından öldürülmüştü. Bu cinayetin ardından, 22 Temmuz günü, eski Disk Başkanı, Maden İş Sendikası başkanı Kemal Türkler misilleme maksadıyla öldürülmüştü. Nihat Erim ve Gün Sazak suikastleri, siyasi olarak en üst düzeyde gerçekleştirilen suikastler olmuştu. Üst düzey siyasetçiler için dahi artık güvenli olmayan bir ortam söz konusuydu.

Bu yıl içinde toplumsal anlamda yaşanan büyük bir olay da Çorum olaylarıydı. Maraş benzeri bir senaryo ile Çorum’da da Aleviler ve Sünniler arasında kargaşa çıkartılmış, benzer yalanlar ortaya atılmış ve insanlar birbirine düşürülmüştü. Çorum olaylarında 26 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce insan yaralanmıştı. Maraş gibi burada da Alevilerin suları zehirlediği, camiye saldırdığı gibi benzer yalanlar ortaya atılmıştı. Her iki şehirde yaşanan olaylar belli ki aynı kişiler tarafından kışkırtılmış, halk galeyana getirilmiş, emniyet güçleri yetersiz kalmış ve birçok kişi acı çekmişti.

Olaylar, 12 Eylül sabahına kadar az çok devam etmişti. Son olarak 11 Eylül günü, Ankara’da dikkat çekici bir şekilde her zaman olduğundan daha fazla bombalı pankart asılmıştı. Daha önceki bombalı pankartlarda genelde bomba göstermelik olmakla birlikte, bu sefer çoğunda gerçek bomba kullanılmış ve kargaşa çoğaltılmıştı.

Ülkenin her yanında çatışmalar yaşanırken, Maraş ve Çorum gibi büyük hadiselerin daha sınırlı sayıda yerde yaşanması dikkat çekicidir. Sağ sol olsun, Sünni ya da Alevi olsun, ülkenin neredeyse her yanında mevcuttu. Bu iller, gruplar açısından nispeten dengeli bir dağılıma sahip oldukları için belki de, büyük olaylar çıkartmak için özenle seçilmiş gibidir. Zira tekil bazı olaylar dışında bu tür mezhepsel çatışmalar yurt geneline yayılmamıştı.

Bu dönem, çatışmalar yüzünden değişmiş ve pek gündem edilmemiş bizce önemli toplumsal bir başka şey de söz konusudur. Yüzyılların birikimi olan komşuluk ve mahallelik bilinci ve bunu koruyan bazı değerler de kaybolmaya başlanmıştı. Kimi yerde Kabadayı olarak bilinen mahalle abileri bu yeni tip silahlı gençler karşısında kaybolmaya başlamıştı. Kabadayı genelde sokak mafyası gibi biliniyor olmakla birlikte, aslında mahalle kültürünün muhafazasını sağlayan sivil güvenlik gibi bir anlama sahipti. Aynı şekilde mahalle yaşlıları da benzer özelliklere sahipti. Sözü dinlenen, mahallelinin sıkıntısını çözen ya da çözülmesi için mahalleli ile çalışan ileri gelenlerdi. Bir çoğumuz için bugün bu romantik kabul edilebilecek ya da dizilerde işlendiği şekilde mafya vari algılanabilecek hadise, eskiden mahallelinin bir dayanışma biçimi idi. Olaylar ve ardından darbe, bu kültürün büyük oranda silinmesine de sebep olmuştu. Ne olduğu ve gücünü nereden aldığı belirsiz gençler, kültürü yaşatan ihtiyarları sindirmişti.

Yorum Yaz