tatlidede

Beyaz Küpün İçinde - Brian O'Doherty Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Beyaz Küpün İçinde kimin eseri? Beyaz Küpün İçinde kitabının yazarı kimdir? Beyaz Küpün İçinde konusu ve anafikri nedir? Beyaz Küpün İçinde kitabı ne anlatıyor? Beyaz Küpün İçinde PDF indirme linki var mı? Beyaz Küpün İçinde kitabının yazarı Brian O'Doherty kimdir? İşte Beyaz Küpün İçinde kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 22.01.2023 15:00
Beyaz Küpün İçinde - Brian O'Doherty Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Brian O'Doherty

Çevirmen: Ahu Antmen

Orijinal Adı: Inside The White Cube

Yayın Evi: Sel Yayıncılık

İSBN: 9789755704425

Sayfa Sayısı: 136

Beyaz Küpün İçinde Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İrlandalı sanatçı/eleştirmen Brian O'Doherty'nin işaret ettiği gibi "biraz kilise kutsiyeti, biraz mahkeme salonu resmiyeti, biraz deney labaratuvarı gizemiyle şık bir tasarımı buluşturan" modern sanat galerisi, "benzersiz bir estetik mekan" olarak 20. yüzyıl sanatının kendine has "kabuğu"dur: 1976'da yayımlanan "Beyaz Küpün İçinde-Galeri Mekanın İdeolojisi", bu kabuğu yapısöküme uğratan ilk ve hala başlıca, metindir.

Beyaz Küpün İçinde Alıntıları - Sözleri

  • Bir ortaçağ kilisesi inşa etmek için uygulanan kurallar ne kadar özenliyse, galeri mekanının inşası için uygulanan kurallar da aynı özene sahiptir. Dış dünyayla her türlü temas engellenmelidir, dolayısıyla pencereler genellikle yok edilir. Duvarlar beyazdır. Ana ışık kaynağı tavandır. Ahşap parkeler kendi ayak seslerinizi duyabileceğiniz kadar cilalıdır ya da sessizce adım atabileceğiniz şekilde halı kaplıdır, gözler duvarlardadır. Sanat, hani derler ya, “kendi dünyasında” bir olgudur. O mekanda görebileceğiniz tek eşya belki bir masadır. Böyle bir bağlamda ayaklı bir kültablası bile kutsal bir statü kazanır: hani modern müzelerde yangın söndürme cihazlarının bile bazen estetik bir nesne sanılması gibi. Modernizmin yaşamı biçimsel değerlere dönüştüren algısı böylece başarıya ulaşmıştır. Ama tabii ki bu, aynı zamanda, modernizmin o ölümcül hastalığıdır.
  • Sanat yapıtları böylece sonsuzluğu çağrıştıran bir teşhirde sergilenirken, belli “dönem”leri (örneğin geç-modern gibi) algılayabilmemize rağmen zaman yoktur. Bu sonsuzluk duygusu galeri mekanına bir tür arafvari statü kazandırır; orada olmak için sanki önce ölmüş olmak gerekir. Gerçekten de orada burada duran sıradan bir nesne, hatta insanın kendi bedeni bile sanki bir fazlalıktır burada, davetsiz misafir gibidir. Gözler ve zihin girebilir de mekanı işgal eden beden olmasa da olur sanki, adeta incelenmek için orada duran kinestetik bir manken gibidir.
  • Bilimkurgu filmlerinde sık sık tekrar edilen bir sahnedir: uzay gemisi dünyadan uzaklaştıkça dünya giderek yassılaşır, bir deniz topuna, bir greyfurta, bir golf topuna, en sonunda da bir yıldıza dönüşür. Boyutların böyle değişmesi, algının da özelden genele kaymasına yol açar. Görüntüyü izleyen birey, kendisini birden bütün insanlığın bir parçası gibi algılar –halı gibi serilmiş bu görüntünün üzerine serpiştirilmiş ölümlü bir iki bacaklı olduğunun farkına varır. İnsanlara belli bir yükseklikten bakmak daha iyi görünmelerini sağlar. Dikey mesafe, hoşgörüyü teşvik eder.
  • İnsanın geçmiş yazıları üzerine yeniden yazması, bir bakıma ölümden dönmeye en yakın deneyimdir. Eski ben üzerinde sahte bir üstünlük taşlanmaya başlanır, bütün işi yapan odur oysa.
  • Yatay mesafelerdeyse aynı ahlaki erdeme pek rastlanmaz sanki. Uzaktaki bir figür yaklaşırken, karşılaşmanın olası tekinsizliği kaplar içimizi daha çok. Hayat yataydır, birbirini kovalayan bir olaylar silsilesidir, bizi ufka doğru iteleyen bir tür bant gibidir. Oysa tarih, yani uzaklaşan o uzay gemisinden görünen görüntü farklıdır. Boyut değişip de zaman katmanları üst üste binmeye başladıkça, bu katmanların arasında zamanı algılayıp düzeltmek adına belli perspektifler kurmaya başlarız. Sanatın bu süreçte iyice karmaşıklaşmasına şaşmamak gerekir; sanatın zaman içinde algılanan tarihi, gözlerimizin önündeki görüntülerle sınırlıdır ve üstelik bu görüntü, en küçük bir algısal tahrik sonucunda ifadesini anında değiştirmeye hazır bir tank gibidir. Gelenek dediğimiz o “sabit” olgunun merkezinde, tarih ile gözün halletmeleri gereken derin bir mesele vardır.
  • Derinlikten yoksun gerçek bir resimsel düzlem düşüncesi (ki eski mekan yanılsaması algısının “gerçek” biçimlerinden farklı olarak, yeni yaratılmış biçimlere yer veren bir düzlemdir bu) resmin kenarlarına daha yoğun bir baskı bindirmiştir. Bu süreçteki en büyük yaratıcı, elbette ki, Monet’dir.
  • Ne kadar iyi vakit geçirdiğinizin ancak çekilmiş şipşakları görünce ayırdına varırsınız. Deneyim böylece “iyi vakit geçirmek” yolundaki birtakım normlara uyarlanır. Bu Kodachrome görüntüler, arkadaşlarınızı ne kadar iyi vakit geçirdiğinize ikna etmek içindir –onlar ikna olurlarsa, siz de ikna olursunuz. Herkes, deneyimlerini yalnızca kanıtlamak için değil, onları yaratmak için fotoğraf çektirmek ister. Bu narsisizm, güvensizlik ve duygusallık takımyıldızı o kadar etkili ki herhalde hiçbirimiz bundan yakasını kurtaramamaktadır.
  • Mısırlıların zamanına geldiğimizde tüm bu işlevler Firavun’un kişiliğinde birleşir: Firavun’un ölümsüzlüğünün güvencesi, temsil ettiği devletin ayakta kalmasının da güvencesi olarak algılanır. Burada bir sınıfın ya da yönetici kesimin kendi politik çıkarlarını korumak adına gücünü sonsuzlukla ilişkilendirerek sağlam kılma arayışı söz konusudur. Bir bakıma taklit büyüsü yapmaktır, arzu edilen bir şeyi ritüel halinde sunup başka bir şeymiş gibi göstererek elde etmektir.
  • Modernizm bize bir başka arketip daha verir: azınlık olduğunun farkında olmayan ve sanat aracılığıyla sosyal yapının değiştirilebileceğine inanan sanatçı tipi. İnançlı biri olarak bu tür sanatçının meselesi birey değil toplumun kendisidir; hatta gizli bir otoriter sosyalist olduğu bile söylenebilir. Onun o rasyonel ve reformcu dürtüsü akıl çağının bir insanı olmasının ve ütopyacı alışkanlıklarının bir yansımasıdır. Bu yapının ayrıca sanatın işlevine ağır sorumluluk yükleyen güçlü bir mistik / idealist yönü de vardır. Bu anlayış, sanatı, sosyal yapıdan ne kadar kopuk olup olmadığıyla ölçme eğilimindedir. Dolayısıyla her iki arketip de birbirine zıt amaçlarla sanatı sosyal yapıya yabancılaştırır. Bunlar Hegelci eski çifte ortaklardır ve saf oldukları nadiren görülür. Hangi ortakları seçeceğinize kendiniz karar verebilirsiniz: Picasso ve Tatlin; Soutine ve Mondrian; Ernst ve Albers; Beckmann ve Moholy-Nagy.
  • Galerinin sanatı şimdiki zamandan koruyarak geleceğe taşıma kalkanı en azından bir an için indirilmiş gibidir. Ve işte bu noktada yeniden Buren’in kapalı kapılarına dönmek yerindedir: “…sessizlik ya da boşluk yaratan sanatçının, diyalektik bir şey üretmesi gerekir: tam bir hiçlik, anlama gebe bir boşluk, çınlayan, etkili bir “sessizlik” diye yazmıştır Susan Sontag “Sessizliğin Estetiği”nde. “Sanat”, kapalı kapıların ardındaki hiçliğin dile gelmesini sorunlu kılar. Dışarıda özgürlüğüne kavuşan sanat, içeri girmeyi reddeder.

Beyaz Küpün İçinde İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Beyaz Küpün İçinde PDF indirme linki var mı?

Brian O'Doherty - Beyaz Küpün İçinde kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Beyaz Küpün İçinde PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Brian O'Doherty Kimdir?

Brian O'Doherty, 1928 doğumlu, İrlandalı heykeltıraş, enstalasyon sanatçısı ve eleştirmendir. Yaşamını Amerika’da sürdüren O’Doherty, 1972 yılında İrlanda’da Kanlı Pazar olaylarında öldürülen gençlerin anısına ismini Patrick Ireland olarak değiştirmiş, 2008 yılında İrlanda’da barışın sağlanması konusundaki gelişmeler nedeniyle “öteki kimliğini” Dublin’deki İrlanda Modern Sanat Müzesi’ne gömerek kendi ismini yeniden kullanmaya başlamıştır. Aslen tıp eğitimi alan O’Doherty, 1950’lerin sonunda mesleğini bırakarak sanata yönelmiş, soyut, geometrik heykelleri ve izleyici katılımını temel alan enstalasyonlarıyla tanınmıştır. Bir dönem Art in America dergisinin ve NBC televizyonunun sanat eleştirmenliğini yapan O’Doherty, sanat üzerine makalelerinin yanı sıra aralarında Booker Ödülü adayı olan “The Deposition of Father McGreevey” (1999) ve “The Strange Case of Mademoiselle P.” (1992) gibi çeşitli romanlar da yazmıştır.

Brian O'Doherty Kitapları - Eserleri

  • Beyaz Küpün İçinde
  • Bir Garip Vaka: Matmazel P.
  • Rahibin İtirafları

Brian O'Doherty Alıntıları - Sözleri

  • Derinlikten yoksun gerçek bir resimsel düzlem düşüncesi (ki eski mekan yanılsaması algısının “gerçek” biçimlerinden farklı olarak, yeni yaratılmış biçimlere yer veren bir düzlemdir bu) resmin kenarlarına daha yoğun bir baskı bindirmiştir. Bu süreçteki en büyük yaratıcı, elbette ki, Monet’dir. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Memleket doğduğunuz yer değil, doyduğunuz yerdir. (Rahibin İtirafları)
  • İnsanların kafasına bir şey girdi mi söküp atmaları biraz zor olur. Doğru ya da yanlış fark etmez. İnsanların huyu bu. (Rahibin İtirafları)
  • Kendi türünden kusurlu olanları reddeden hayvanlar gördüm.Öyle görünüyor ki bu acımasızlık, yani körlüğün bir başka biçimi,doğanın kendisinde var.Şu halde, alt benliğimizi aşıp kendimizi uygu armoni içine yerleştirmek için daha da çok uğraşmamız gerekiyor. (Bir Garip Vaka: Matmazel P.)
  • Gözler görmek istediği şeyi görür. (Rahibin İtirafları)
  • Adalet sağlayamayacak olanlardan adalet bekledim. (Bir Garip Vaka: Matmazel P.)
  • Yatay mesafelerdeyse aynı ahlaki erdeme pek rastlanmaz sanki. Uzaktaki bir figür yaklaşırken, karşılaşmanın olası tekinsizliği kaplar içimizi daha çok. Hayat yataydır, birbirini kovalayan bir olaylar silsilesidir, bizi ufka doğru iteleyen bir tür bant gibidir. Oysa tarih, yani uzaklaşan o uzay gemisinden görünen görüntü farklıdır. Boyut değişip de zaman katmanları üst üste binmeye başladıkça, bu katmanların arasında zamanı algılayıp düzeltmek adına belli perspektifler kurmaya başlarız. Sanatın bu süreçte iyice karmaşıklaşmasına şaşmamak gerekir; sanatın zaman içinde algılanan tarihi, gözlerimizin önündeki görüntülerle sınırlıdır ve üstelik bu görüntü, en küçük bir algısal tahrik sonucunda ifadesini anında değiştirmeye hazır bir tank gibidir. Gelenek dediğimiz o “sabit” olgunun merkezinde, tarih ile gözün halletmeleri gereken derin bir mesele vardır. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Bana öyle geliyor ki, karşılaştığımız kişileri, içgüdüsel olarak, güzelliklerine göre sınıflandırıyoruz. (Bir Garip Vaka: Matmazel P.)
  • Kibrin sonu felakettir. (Rahibin İtirafları)
  • Galerinin sanatı şimdiki zamandan koruyarak geleceğe taşıma kalkanı en azından bir an için indirilmiş gibidir. Ve işte bu noktada yeniden Buren’in kapalı kapılarına dönmek yerindedir: “…sessizlik ya da boşluk yaratan sanatçının, diyalektik bir şey üretmesi gerekir: tam bir hiçlik, anlama gebe bir boşluk, çınlayan, etkili bir “sessizlik” diye yazmıştır Susan Sontag “Sessizliğin Estetiği”nde. “Sanat”, kapalı kapıların ardındaki hiçliğin dile gelmesini sorunlu kılar. Dışarıda özgürlüğüne kavuşan sanat, içeri girmeyi reddeder. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Olgun görünümü içindeki olgunluk taklidi yapan çocuğun uyanmasıyla sık sık kaybolur. (Bir Garip Vaka: Matmazel P.)
  • Bir ortaçağ kilisesi inşa etmek için uygulanan kurallar ne kadar özenliyse, galeri mekanının inşası için uygulanan kurallar da aynı özene sahiptir. Dış dünyayla her türlü temas engellenmelidir, dolayısıyla pencereler genellikle yok edilir. Duvarlar beyazdır. Ana ışık kaynağı tavandır. Ahşap parkeler kendi ayak seslerinizi duyabileceğiniz kadar cilalıdır ya da sessizce adım atabileceğiniz şekilde halı kaplıdır, gözler duvarlardadır. Sanat, hani derler ya, “kendi dünyasında” bir olgudur. O mekanda görebileceğiniz tek eşya belki bir masadır. Böyle bir bağlamda ayaklı bir kültablası bile kutsal bir statü kazanır: hani modern müzelerde yangın söndürme cihazlarının bile bazen estetik bir nesne sanılması gibi. Modernizmin yaşamı biçimsel değerlere dönüştüren algısı böylece başarıya ulaşmıştır. Ama tabii ki bu, aynı zamanda, modernizmin o ölümcül hastalığıdır. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Bir kadın bir erkeği kökten değiştirebilir. (Rahibin İtirafları)
  • İnsanlar aradıklarını nerede bulursa, oraya yanaşır. (Rahibin İtirafları)
  • Bir insanın arkasından ona acımak kadar üzüntü verici bir şey yoktur. (Rahibin İtirafları)
  • Bilimkurgu filmlerinde sık sık tekrar edilen bir sahnedir: uzay gemisi dünyadan uzaklaştıkça dünya giderek yassılaşır, bir deniz topuna, bir greyfurta, bir golf topuna, en sonunda da bir yıldıza dönüşür. Boyutların böyle değişmesi, algının da özelden genele kaymasına yol açar. Görüntüyü izleyen birey, kendisini birden bütün insanlığın bir parçası gibi algılar –halı gibi serilmiş bu görüntünün üzerine serpiştirilmiş ölümlü bir iki bacaklı olduğunun farkına varır. İnsanlara belli bir yükseklikten bakmak daha iyi görünmelerini sağlar. Dikey mesafe, hoşgörüyü teşvik eder. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Mısırlıların zamanına geldiğimizde tüm bu işlevler Firavun’un kişiliğinde birleşir: Firavun’un ölümsüzlüğünün güvencesi, temsil ettiği devletin ayakta kalmasının da güvencesi olarak algılanır. Burada bir sınıfın ya da yönetici kesimin kendi politik çıkarlarını korumak adına gücünü sonsuzlukla ilişkilendirerek sağlam kılma arayışı söz konusudur. Bir bakıma taklit büyüsü yapmaktır, arzu edilen bir şeyi ritüel halinde sunup başka bir şeymiş gibi göstererek elde etmektir. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Üzerimizdeki gökyüzünün yaşayanları kabul etmediği yetmezmiş gibi, toprak da ölümüzü istemiyordu. (Rahibin İtirafları)
  • Modernizm bize bir başka arketip daha verir: azınlık olduğunun farkında olmayan ve sanat aracılığıyla sosyal yapının değiştirilebileceğine inanan sanatçı tipi. İnançlı biri olarak bu tür sanatçının meselesi birey değil toplumun kendisidir; hatta gizli bir otoriter sosyalist olduğu bile söylenebilir. Onun o rasyonel ve reformcu dürtüsü akıl çağının bir insanı olmasının ve ütopyacı alışkanlıklarının bir yansımasıdır. Bu yapının ayrıca sanatın işlevine ağır sorumluluk yükleyen güçlü bir mistik / idealist yönü de vardır. Bu anlayış, sanatı, sosyal yapıdan ne kadar kopuk olup olmadığıyla ölçme eğilimindedir. Dolayısıyla her iki arketip de birbirine zıt amaçlarla sanatı sosyal yapıya yabancılaştırır. Bunlar Hegelci eski çifte ortaklardır ve saf oldukları nadiren görülür. Hangi ortakları seçeceğinize kendiniz karar verebilirsiniz: Picasso ve Tatlin; Soutine ve Mondrian; Ernst ve Albers; Beckmann ve Moholy-Nagy. (Beyaz Küpün İçinde)
  • Sizin bilmediğiniz bir huylarının ortaya çıkmasına neden olacak derecede büyük bir sorun yaşayana kadar insanları asla tam anlamıyla tanıyamazsınız. (Rahibin İtirafları)

Yorum Yaz