tatlidede

Tespih Taneleri - Mıgırdiç Margosyan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Tespih Taneleri kimin eseri? Tespih Taneleri kitabının yazarı kimdir? Tespih Taneleri konusu ve anafikri nedir? Tespih Taneleri kitabı ne anlatıyor? Tespih Taneleri PDF indirme linki var mı? Tespih Taneleri kitabının yazarı Mıgırdiç Margosyan kimdir? İşte Tespih Taneleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 07.05.2022 01:00
Tespih Taneleri - Mıgırdiç Margosyan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Mıgırdiç Margosyan

Yayın Evi: Aras Yayıncılık

İSBN: 9789757265870

Sayfa Sayısı: 525

Tespih Taneleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Daha önce yayımlanan Gâvur Mahallesi, Söyle Margos Nerelisen? ve Biletimiz İstanbul`a Kesildi adlı üç öykü kitabıyla büyük beğeni kazanan Mıgırdiç Margosyan`ın yeni kitabı Tespih Taneleri Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı.

Doğduğu yer Diyarbakır’ı, oradaki Ermenileri, Kürtleri, Türkleri, Süryanileri, Keldanileri, Yahudileri, bugün artık tarih olmuş bir kent yaşantısının en içten hikâyelerini anlatan Mıgırdiç Margosyan, Tespih Taneleri’nde, Diyarbakır’dan okumaya geldiği İstanbul’a hayali bir köprü kuruyor. "Kafle" yollarında her birinin ailesi "berdan berdan" olmuş, tespih taneleri gibi dağılmış anne ve babasının, oğullarının "adam olması"nı, "anadili"ni daha iyi öğrenmesini sağlamak için İstanbul’daki Ermeni ruhban okuluna gönderdiği küçük Mıgırdiç, kâh bu yeni çevresinde karşılaştığı gariplikleri, kâh hasretiyle yandığı Diyarbakır’ı, bir türlü kavuşamadığı ilk aşkını, kimi siyasal-toplumsal olayların örgüsü içinde, büyük bir ayrıntı ve renk cümbüşü içinde hikâye ediyor. Çocukluktan ilk gençliğe geçtiği o delikanlı çağında, ailesini, kardeşlerini, Diyarbakır "küçe"lerinde oynadığı arkadaşlarını ardında bırakan mahzun Mıgırdiç, İstanbul’da kendilerini "Koşun, Kürtler gelmiş!" çığlığıyla karşılayan akranlarının arasına girdiğinde, geleceğe hem biraz kaygı, hem de biraz umutla bakıyor...

Tespih Taneleri Alıntıları - Sözleri

  • “Oğlım, insanlar edebılemez uçsın, yalavuz melegler uçar, Allah melegleri kanatli yaratmiş…” “Allah’a söliyağh, bahan da kanat tağhsın, ben de uçım!” “Allah belan vere, ula! Heç Allah’ın işıne karışılır? Yat geber, gözlerın yum, yoğhsa şimdi tokadi yiyecağsan allahvekil!”
  • Beş ya da on kuruşumuzun, hatta delikli bir yüz paramızın da olmadığı zamanlarda yine Datlıci Şeğhmus Dayi’nin vitrininin önünde içeriyi seyredip yutkunurken, arada bir de olsa, Şeğhmus Dayi’nin oğullarından biri veya bazen Şeğhmus Dayi’nin kendisi bizleri sinek misali kovalamayıp, bir kâğıda doldurdukları börek kırıntılarını ya da boşalmış baklava veya kadayıf tepsilerinin ağdalı şerbetini bir ıspatulayla sıyırıp bizlere armağan olarak verdiklerinde Tanrı’mıza nasıl şükretmezdik ki!
  • Kadın, hafifçe çıkık elmacık kemiklerini yalayarak gözlüğünün camını matlaştıran yemek buharından kurtulmak için aceleyle yürüyüp masanın köşesindeki aliminyum nihale üzerine tencereyi yerleştirdiğinde bol salçalı kuru fasulyeyi görünce nasıl bayram etmezdik ki!
  • Bızım neslımız parça parça, berdan berdan oldi.
  • “Bu icadlari, bu keşıfleri yapanların ismi niye Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin degıl? Niye Edison, Pastör, Colombo, Macellan, Arşimet gibi degışığ, ecayib isimler?” Kafamın yamukluğuna bakıp benim ileride “ehmakın biri” olacağımı söyleyen ebem Kure Mama’ya rağmen, ben yine de “ehmak” kategorisindeki beynimle sorumun yanıtını verip kesin bir neticeye varıyordum: “Demağ ki, insanların adlari degışığ olırsa, onlar günın birınde muhekkak bi icad ya da keşıf yapilar! Madam ki benım ismım Mustafa, Musa, Muharrem, Metin degıl, demağ ki ben de bi icad yapacağam allahvekil…” Bu icat işine kendimi öyle kaptırmıştım ki, günün birinde kesinlikle bir mucit olup çıkacağımı biliyordum!
  • ‘Ula gözın kor olmiya! Bu kel karpuzın neresi kırmızi?’
  • Bizim diyarlarda büyükler çocuklarını başkasına takdim ederken, oğlum ya da kızım demeyi nedense ayıp saydıkları için “ kölen olır “ deyip saygıda kusur etmezlerdi!
  • Sen simit sevmez misin yoksa Zulal?” “Yoo, nereden çıkardın bunu?” “Ne bileyim, iki tane alayım dedim, istemedin, bir tane ikimize de yeter dedin de...” “Aynı simidi paylaşmak daha güzel değil mi!
  • En çok da anamın gözyaşlarını gördükçe onu teselli etmem gerektiğini düşünüp beceremeyeceğimi anlayınca, boğazımda düğümlenen kelimelerden kaçıp kurtulmak için kendimi sokağa atıyor, nedense çoğunlukla Fiskaya'ya gidip oturduğum yerden ta aşağıda, alabildiğine geniş ovada kuzeyden güneye esler çize çize akan Dicle'yi seyrediyordum.
  • Bu Fransızlar da bir garipti doğrusu herhalde benim gibiler anlamasın diye dillerini mahsus şifrelemişlerdi. Yoksa "Sen Benua" dedikleri okulun adını niye "Saint Benoit" olarak yazsınlardı ki?
  • Bu Fransızlar da bir garipti doğrusu; her halde benim gibiler anlamasın diye dillerini mahsus şifrelemişlerdi. Yoksa “Sen Benua” dedikleri okulun adını ne diye ‘Saint Benoit’ olarak yazsınlardı ki?
  • Oysa okuyup “böyüg adam” olmak için beni buralara postalayan adamın hayatında hiçbir zaman okul zili çalmamıştı…
  • bizleri ne tür bir gelecek, ne tür bir yaşam bekleyebilirdi ki!
  • Aslında kağıtlara bakmadan da Hay mısın, Horom musun, Hırya mısın, ne olduğunu sanki yüzünden, konuşmandan anlarlar; ne de olsa sesimiz alçaktan çıkar.

Tespih Taneleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Diyarbakır’lı Ermeni bir kardeşimizin ağzından yaşadığı Gavur Mahallesi’ni ziyaret etmek, evine ve akrabalarına misafir olmak, yoksulluklarını ve bu yoksulluk içindeki mutluluklarını paylaşmak, Diyarbakır lehçesi ile sohbetlerine katılmak, anadilini öğrenebilmek uğruna beş parasız, ailesinden uzakta geçen okul yıllarını dinlemek ister misiniz? “Tespih Taneleri” öyle popüler kitaplar arasında bulabileceğiniz bir kitap değil, Mıgırdiç Margosyan’ın akıcı ve etkileyici kaleminden öz yaşam öyküsünü anlatıyor. Tarih okumayı seven, bu topraklarda yaşananları anlamaya çalışan biri iseniz, Tarih kitaplarında yer alan büyük sözler ve politikalardan ziyade sıradan insanların gözlerinden hayata ve geçmişe bakmak isterseniz bu kitap tam size göre. Mıgırdiç Margosyan’ın okuduğum ilk kitabı “Tespih Taneleri”. Yazarın akıcı yazım diline, bugün ve geçmiş arasında gidip gelen hikayenin şaşırtıcı ölçüde başarılı kurgusuna ve yazarın, yine çok büyük bir başarı ile kaleme aldığı, Diyarbakır lehçesine hayran kaldım. Lehçenin yazım diline bu kadar başarılı aktarımını, belki Kemal Tahir dışında, bugüne değin okuduğumu hatırlamıyorum. “Kafle artığı” babasının ve tanıdıklarının gözünden o uğursuz, düşmanın başına bile gelmeyesi günlerde “Kafle”ye çıkıp tespih taneleri gibi dağılan Ermenilerin yaşadıklarından birkaç hatırayı da, kendi öz yaşam öyküsünün içinde etkileyici ve akıcı bir dille anlatıyor bize Mıgırdiç Margosyan. Kocası bilinmez cephelerden birinde savaşırken emir gelince 5 küçük çocuğu ile Kafle’ye çıkan babaannesinin karmaşada kaybettiği 5 yaşındaki Sarkis’i, yürüyemeyince bir köydekilere emanet ettiği kızı Mirye’si, yürüyüş sırasında açlık ve yorgunluğa dayanamadığı için ölen biri kundakta 2 küçük çocuğu ve yine yürüyüş sırasında kaybolan büyük oğlunun ardından yaşadıkları da, yıllar sonra birbirini bulmak için çaba harcayan, her biri bir başka yana dağılmış, yaşam derdine düşmüş yaşlı Ermeniler de var kitapta. Margosyan’ın derdi eski defterleri açıp karşılıklı tartışmak ya da politik olarak kim haklı, kim haksız hesaplaşmasına girmek değil kesinlikle; basit, düz bir dille sadece yaşananları ve kendine aktarılanları paylaşmak. Yani sadece sıradan insanların gözünden bakabilmek hayata… Şöyle örneğin: “Saro nenem Heredan’daki evlerinde tarhana hazırlayıp dama kuruması için serdikten sonra, aynı gün bahçeden topladığı sebzelerden turşu kurduğu o yıl, hem damdaki tarhana, hem de kilerdeki turşu kurulanıp, ardından da o kara haber köye ulaşmış: “ Ermeniler köylerini boşaltıp Kafle’ye çıkacak!” İşte o yıl köyü boşaltıp “Kafle” yollarında birbirlerini kaybettikten sonra ölen oğullarının ardından kızı Mirye ile oğlu Sarkis’i yıllar sonra bulduğunda, İncil’e el bastırıp, öğüdünü tutacağına dair yeminini alarak, babama iki şey tembih etmiş: “Oğlım, sen sen olasan, Heredan’a bi daha ayağ basmiyasan! Getsen, diyerler ki gelmiş toprağhlarına sehab çığhacağ, seni öldırırler! Bi de, bızım evımıze tarğhana yapmağ, turşi kurmağ oğırsızlığ getıri, bılesız! Evde turşidır, tarğhanadır, yapmiyasız!” (AkilliBidik)

İçten akıcı bir dille yazılmış Anı-roman tarzında bir kitaptır... Diyarbakır da doğan Ermeni bir çocuğun kültürler arasında sıkışmış, kendi özünü bulmasının harika hikayesidir... Bazen güler bazen ağlarsınız...Bazen utanırken,  bazen de kızarsınız... Kâh Diyarbakır'da kah İstanbul'da dolanırsınız hikaye boyunca... Yaşamın, okumanın,  vatanın, geçmişin,geleceğin, ailece bir arada olmanın önemini anlatır. Her şeyden önce insan olmanın önemini vurgular kitap... Tespih taneleri gibi dağılan ailenin bir araya gelmek için verdikleri çaba etkileyicidir... Okunması gereken güzel bir kitap...  (SANİYE AYGİRAY)

Okunması gereken Diyarbakır’ı Ermeni(Hay) kalemiyle anlatan harika bir anı-roman ‘’Mıgırdiç Margosyan/ Tespih Taneleri’’ Tespih tanelerin gibi dağıtılan Ermenilerin hayatta kalmak için dinlerinden, dillerinden, kültürlerinden vazgeçirilerek yaşamak zorunda oldukları hayatlarından kendimizden bir parça buluyor olmamız ne kadar garip. Sarkis’lerin Ali’lere, Ardemis’lerin Ayşe’ye Fatma’ya dönüştürülmesi.. Gizlice gittikleri Kilise yollarında kafalarına fırlatılan karpuz, kavun kabuklarıyla karşılaşan Haylar ne çok acı çekmişler geçmişlerinde.. Diyarbakır’ın dar sokaklarında, Urfa’nın balıklı gölünde, Mardin’in, İstanbul’un bilmedikleri yetimhanelerinde Patrikhanelerinde ne acı bir yaşam savaşı vermişler. (Milena)

Tespih Taneleri PDF indirme linki var mı?

Mıgırdiç Margosyan - Tespih Taneleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Tespih Taneleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Mıgırdiç Margosyan Kimdir?

23 Ara­lık 1938’de Diyarbakır'ın Hançepek Mahallesi'nde (Gavur Mahallesi) doğan Margosyan, eğitimini Süleyman Nazif İlkokulu, Ziya Gökalp Ortaokulu, daha sonra İstanbul'daki Bezciyan Ortaokulu ve Getronagan Lisesi'nde sürdürdü, sonra öğrenimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde tamamladı.

1966-72 yılları arasında Üsküdar Selamsız'daki Surp Haç Tıbrevank Ermeni Lisesi'nde felsefe, psikoloji, Ermeni dili ve edebiyat öğretmenliği ve okul müdürlüğü yaptı. Daha sonra öğretmenliği bırakarak ticarete atıldı. Edebi çalışmalarını aralıksız sürdürdü. Marmara Gazetesi'nde yayımlanan Ermenice öykülerinin bir bölümü Mer Ayt Goğmeri (Bizim Oralar) adıyla kitap haline getirildi (1984). Bu kitabıyla 1988 yılında Ermenice yazan yazarlara verilen Eliz Kavukçuyan Vakfı Edebiyat Ödülünü (Paris-Fransa) aldı. Gavur Mahallesi (1992), Söyle Margos Nerelisen? (1995) ve Biletimiz İstanbul'a Kesildi (1998) adlı Türkçe kitaplarını, 1999'da ikinci Ermenice kitabı Dikrisi Aperen [Dicle Kıyılarından] izledi. Gavur Mahallesi, Avesta yayınları tarafından Li Ba Me, Li Wan Deran adıyla Kürtçe olarak yayımlandı (1999). 2010 yılında Türkçe kaleme aldığı Kürdan adlı kitabı Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Evrensel Gazetesi'nde "Kirveme Mektuplar" adlı köşesinde yazmayı sürdüren Margosyan'ın bu makalelerinin bir bölümü Lis Basın-Yayın tarafından Kirveme Mektuplar adıyla 2006'da Diyarbakır'da yayımlandı. Aynı gazetede yazdığı makalelerin bir bölümü Belge Yayınları tarafından Çengelli iğne adıyla yayımlandı (1999). Ermeni yazınında taşra edebiyatının son temsilcisi olarak bilinmektedir. Agos, Gündem, Marmara ve Yeniyüzyıl gazetelerinde yazmıştır. Halen günlük olarak yayınlanan Evrensel gazetesinde "Kirveme Mektuplar" başlıklı köşe yazıları yayınlanmaktadır.

Mıgırdiç Margosyan Kitapları - Eserleri

  • Gavur Mahallesi
  • Söyle Margos Nerelisen?
  • Tespih Taneleri
  • Biletimiz İstanbul'a Kesildi
  • Tanrı'nın Seyir Defteri
  • Çengelliiğne
  • Kürdan
  • Kirveme Mektuplar
  • Memleket Meselesi
  • Zurna
  • Fıllaname

Mıgırdiç Margosyan Alıntıları - Sözleri

  • "İyi davranmak, efendi bir tutum sergilemek daha makbul değil midir? Bil ki iyi davranmazsan günah kapıda pusuya yatmıştır ve unutma ki onun istediği sensin. Fakat o sana değil, sen ona üstün ol!' (Tanrı'nın Seyir Defteri)
  • Veee, elimizi, kolumuzu kelepçeleyip yarin koynuna sokmayan tüm Çarşambaları da gerçekten sel alsın! (Kürdan)
  • Adi bir hırsızlık olayında, hırsızlığı yapan kişinin, sanki çok önemliymiş gibi(!) önce ve evvelemirde "Ermeni asıllı" olduğu vur­gulandıktan sonra olayı anlatılırken, yine aynı ülkenin yine "Ermeni asıllı" bir vatandaşı uluslararası bir başarı kazandığı zaman, nedense "Ermeni asıllı" olduğu göz ardı edilip esamesi bile okunmazken, da­hası; "Gavura kızıp oruç bozma" misali ve giderek "Ermeni!" söz­cüğünün en tumturaklı "küfür" yerine geçtiği bir diyar-ı vatan top­rağında; ben, hal-u perişanımı on altı kuruşluk damga pulunu da yapıştırdıktan sonra kimlerin önüne koyup arz etmeliydim? Arz et­tiğimde de; "kırk yıllık Yani, olur mu Kani" felsefesiyle(!) sorgusuz sualsiz infaz mı edilecektim? (Çengelliiğne)
  • Kadın dediğin yılda bir, hadi bilemedin iki yılda bir göbeğini şişirip burnuna dikmemişse, sekiz on kez bu işi yapmamışsa "kadınım" diye ortaya çıkmasın! (Gavur Mahallesi)
  • Başkaları da vardı. Bunlara göre de Tanrı'nın esas evi, insanin vicdanı ve onun sesiydi. (Söyle Margos Nerelisen?)
  • ''Ti-li-li, ti-li-liü" bizim yörelerde Ermeni'nin, Kürt'ün, Türk'ün, Sür­yani'nin, Keldani'nin, hasılı tüm toplumun sevinç çığlığıdır. Dü­ğünlerde, "toy"larda, nişanlarda, sünnetlerde çağrılıp söylenir. "Ti-li­ li"siz sevinç olmaz!" (Söyle Margos Nerelisen?)
  • Çünkü olmayan aklım zaten başımda değil ki! (Zurna)
  • "Diyarbakır diyarımdır, ilımdır Beni köle yapan dilımdır Alem bili, o yar benım yarımdır Ölsem gene vazgeçmenem senden yar." (Biletimiz İstanbul'a Kesildi)
  • "Söliyem, söliyem ama boşına. Çığhardığın çoraplari yatmadan evel yastığın altına koy ki, sebehleyin kolay bulasan diyiyem ama, ben bahan söliyem, ben bahan dinliyem. Gene hanki cehneme keyboldi getti çorabının teki?!" (Biletimiz İstanbul'a Kesildi)
  • Yöre halkı ısınmak için hala"bok"tan medet umuyordu... (Kürdan)
  • Çaya indim susuzun Susuzum uykusuzum Girsem yarın koynuna Elim durmaz huysuzum. (Biletimiz İstanbul'a Kesildi)
  • Tamam; "umut fakirin ekmeği" de, bu halk bu boş vaatlere kanıp daha ne zamana kadar umutlarını ekmeğine katık edip yiyecek'! Peki de; fakirlik, fukaralık ve tüm sefaletlerin yükünü neden hep bu ülkenin büyük çoğunluğu çekerken "vatanını en çok seven bir grup azınlık" hep soğanın cücüğünü, yoğurdun kaymağını ziftlenecek! "Külfet"i paylaşmakta garibanın sırtında sosyal adalet hep vardır da "nimet"i paylaşmakta sosyal adalet hangi var olmayan cehenneme tüyer' (Çengelliiğne)
  • Oysa okuyup “böyüg adam” olmak için beni buralara postalayan adamın hayatında hiçbir zaman okul zili çalmamıştı… (Tespih Taneleri)
  • Biraz fazlaca konuşup, onun bunun işine burnumuzu sokmaya can atar, bayılırız. (Gavur Mahallesi)
  • "Orta yerde düpedüz, göz göre göre bir haksızlık vardı. Neden daha doğar doğmaz ben bazi şeylerden yoksun bırakılıyordum? Bunu kimler ve ne hakla engelliyorlardı ? Eşitlik 'egalite' denen bir kavram bizim buralara hiç uğramamış mıydı?" (Söyle Margos Nerelisen?)
  • Cami minarelerinden günde beş vakit ezan okuyan müezzinin sesine,çan sesleriyle cevap veremeyen yıkık kiliseler!... Parçalanmış diri diri mezara gömülmüş bir mozaik... (Zurna)
  • Ne tuhaftır ki ve ne gariptir ki bu değişik vatan sevgisinin bedeli Kimilerine hep koltuk ama diğerlerine de hep sefalet olarak yansıyor. (Çengelliiğne)
  • Hele hele durduk yere önce namus, şeref derken ardından da dinden, imandan yola çıkıp, netekim sakalını sıvazlayarak, netekim göbeğini kaşıyarak, elindeki doksan dokuzluk tespihinin her bir taşını şak! şak! çekerken her defasında da aranağme, nakarat misali ikide bir Allah, peygamber deyu deyu yemin billahla bir şeylere, bir yerlere kapı aralamak isteyen yemin tellallarından, bu işin piri "uyanık" cambazlardan Tanrı hepimizi korusun Kirvem!... (Kirveme Mektuplar)
  • Netekim: "... Batılı tarihçiler ise Kürtleri, yalnız Batı Asya'da değil, dünyada kendi etnik yüzünü koruyabilmiş nadir halklardan biri olarak belirliyorlar. Batılı kaynaklar; iç içe yaşadıkları, komşuluk ettikleri birçok etnik varlık, soykırımlar, sürgünler ve asimilasyonlar sonucu eriyip yok oldukları halde, 'devletsiz halk' Kürtlerin, çevrilmiş, kuşatılmış hallerine, yok edici darbelere rağmen, etnik yapılarını koruyabilmelerini mucizevi başarı olarak niteliyorlar..." (Kirveme Mektuplar)
  • Bu kısa boylu büyük insanın hayatına kısaca bir göz atın: Hapislere hayali ihracat pisliğine bulaştığı için mi girdi, yoksa ihale yolsuzluklarına adı karıştığı için mi? Mafya babalarıyla işbirliği içinde olduğundan mı? Belki de yüz kızartıcı birçok suçun faili olduğu için! Devleti ve milleti soyan eşkıyaların pis bataklığında çöreklendiği için! Fakirin, fukaranın, gariban insanın, "kul hakkı"nı yediği için! Peki, "bugün bu gündür, var sen de küpünü doldur" bencilliğiyle ortalarda cirit atan, bulaşık yalayarak salya sümük yağcılıklarla kişiliksizliklerini, şahsiyetsizliklerini, hiç utanmadan, hiç arlanmadan, haysiyetsizce sergileyen, üstelik bunu üç-beş "mangır", üç-beş "metelik", üç beş "kuruş" için yapan, bunun için olmadık taklalar atan kimi insanlara benzemediği için mi onun arkasından küfrediliyor. Üstelik ve de en önemlisi kimsenin inançlarına karışmadığı, ama kendi doğrularını da dobra dobra, mertçe, yüreklilikle yazıp söylediği, iki yüzlülük etmediği, her türlü istismarcılıktan uzak durduğu için mi suçlanıyor? Yeryüzünde "utanç" denen bir kavramın yanı sıra, "düşünce özgürlüğü"nden bihaber olanlara sormak gerek: Bugüne dek kaç kitap yazdınız? Kaç kitabınız kaç dile çevrildi? Her insana onur verebilecek kaç uluslararası ödüle layık görüldünüz? Bir şiire, bir oyuna hiç imza atabildiniz mi? İnsanları güldürürken onları düşündürmenin ne denli zor olduğunu hiç bilebildiniz mi? Kitabı, kalemi, ödülü, şiiri bir yana bırakın; kaçınızın "özü ve sözü" seksen yıllık bir yaşam "oyununda" hep aynı potada kaldı, kalabildi veya kalabilecek? Kaçınız bindiğiniz "meçhule giden bu gemide" rotanızdan hiç şaşmadan yolunuza devam edebileceksiniz? Evet, doğrudur; bu kısa boylu büyük insana, yaşadığı günlerde zaten fazlasıyla gaflet ve hatta hıyanet içinde bulundunuz, bari ölümünden sonra baykuşluğu bırakın! Ölümünden sonra, ardından kimsenin övgü yapmamasını istemiş bu sevgili insan. Vasiyetine uyarak Can Yücel de bir güzel yergi(!) yazdı bu gazetenin sütunlarında. Eline, kalemine sağlık Can Yücel! Bundan daha güzel bir yergi dostlar başına! Anlayabilen devekuşlarına... Her gidenin ardından genellikle: "Onu unutmayacağız", "Anısı hep içimizde yaşayacak!" gibi şeyler söylenir. "Zaman", o acımasız "zaman", nedense hep galip gelir; "anılar'', "acılar" sevenlerin yüreklerinde tamamen yitip tükenmezse de küllenir. Sevgili Aziz Usta! Kitaplarının başı sağolsun! Sevgili Nesin Usta! Ölümsüz kaleminin başı sağolsun! Ustam! Bir mezara hapsolmak istemedin; çok iyi ettin. Bundan böyle bil ki; artık "gözlerimizin daldığı" en güzel yeşilliklerde, en engin maviliklerde hep seni bulacağız. Çünkü sen, hep orada "gözlerimizin daldığı" güzelliklerde olacaksın, çünkü sen oralarda gözlerimizin içine bakarak hep güleceksin ... ! (Çengelliiğne)

Yorum Yaz