Ziverbey Köşkü - İlhan Selçuk Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Ziverbey Köşkü kimin eseri? Ziverbey Köşkü kitabının yazarı kimdir? Ziverbey Köşkü konusu ve anafikri nedir? Ziverbey Köşkü kitabı ne anlatıyor? Ziverbey Köşkü kitabının yazarı İlhan Selçuk kimdir? İşte Ziverbey Köşkü kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: İlhan Selçuk
Yayın Evi: Cumhuriyet Kitapları
İSBN: 9789944150590
Sayfa Sayısı: 162
Ziverbey Köşkü Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İlhan Selçuk'un 12 Mart cuntasına işkence altında verdiği ifadeler 15 yıl sonra 12 Eylül cuntasının yönetimde olduğu sırada Nazlı Ilıcak tarafından yayımlandı. Darbe hazırlığı ile suçlanan İlhan Selçuk'un ifadelerinde kimsenin aklına gelmeyen bir sürpriz vardı: Akrostiş!
(Arka Kapak)
Ziverbey Köşkü Alıntıları - Sözleri
- 12 mart'a doğru Türkiye (i)flasa gidiyordu. Demirel iktidari giderek yoğunlaşan (ş)aibe altındaydı. üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda hatta universite binalarının catıları altında (k)atlediliyorlardı. Devletin bütün güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri (e)ndişe içindeydiler. Gidiş (n)ormal değildi. Anayasa çerçevesi ve yönelişlerine göre davranmak isteyen devlet memurlari ve sorumlularına, siyasi iktidar adeta (c)eza tertipliyordu. Siyasi iktidar Aydın yazarları (e)zmek amacındaydı. Toplum yaşamında (a)nayasa uygulanmiyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi (l)uzumlu görülüyordu . politikacı (t)opluluğu şuursuzdu. (i)stirap çekiyorlardı. bu durumda (n)e yapmalıydı? önce bir fikir (d)ağınıklığo vardı. Tek çıkar yolu (a)tatürkçülükte görüyorduk. ancak atatukculugu gunun kosullarina gore derinligine ve genişliğine bütün boyutlarıyla (y)orumlamak gerekiyordu. işte devrim dergisi bu (i)htiyaçtan doğru. Ancak dergi çıkarmaya yetecek para bulmak gerçekten (m)esele idi.
- “Ziverbey Köşkü'nün odasında, USA markalı yatağın içinde başladım yazıyla boğuşmaya... Anladım ki akrostiş yazmak kolay değilmiş... Hem yazı tutarlı olacak, hem suçlarımı itiraf ediyormuşum havası vereceğim, hem kantarın topuzunu kaçırmayacağım, hem köşk erkânına beğendireceğim, hem akrostişleri yerleştireceğim, Üstelik telif hakkı da yok. Ne var ki şimdi telif hakkı da doğdu; çünkü yazılarım Tercüman gazetesinde yayımlandı. İsterim telif hakkımı…”
- “Akrostiş yazmaya karar verdiğimde, birdenbire zamanın niteliği değişti. Sanki vapura, trene, uçağa yetişmek zorundaydım. Zamanla yarışmak gerekiyordu. Geceler boyu her tümcenin sondan ikinci kelimesinin başına akrostiş yöntemiyle söylemek istediğim sözlerin gerektirdiği harfleri koymak için bir çabaya girişmiştim. Ziverbey Köşkü'nün hücresinde de dışardaki yaşamın akrep ve yelkovanı dönmeye başlamıştı. Çoğumuzun günlük yaşantısı nasıldır: -Geç kaldım... -Vakit kalmadı.. - Zamanım yok.. - Acele etsene.. - Kıpırda biraz.. Kadıköy vapuruna yetişmek için koşan yolcuya, ya da köşe yazısını gazeteye yetiştirmek için gerilime düşen yazara dönmüştüm. “
- "Yeryüzünde gün ışığına lâyık olmayan nice insan var, ama güneş her gün doğar."
- "Yeryüzünde gün ışığına lâyık olmayan nice insan var, ama güneş her gün doğar."
- "Yeryüzünde gün ışığına lâyık olmayan nice insan var , ama güneş her gün doğar. "
- "Annemin güzel bir huyu vardı. Okuduğu kitapların arasına ya bir taze yaprak, ya bir küçük kır çiçeği koyardı. Bir süre sonra yaprağın yeşilliği uçup giderdi; çiçek kururdu; ama yine de yaprak yapraktı, çiçek çiçekti."
- İşkence yapan mı zavallıdır, işkence yapılan mı zavallıdır bilmiyorum; ama bildiğim bir şey var: İkisi de insandır.
- "İlhan Selçuk, Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı kontrgerilla örgütünün karşısında bulunuyorsun. Sen bizim tutsağımızsın. Burada anayasa, babayasa yoktur. Örgüt seni ölüme mahkum etmiştir. Sana istediğimizi yapmaya yetkiliyiz.”
- “Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım. Ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz."
- "12 Eylül bütünüyle iç ve dış büyük sermayenin yörüngesine oturmuş, partiler üstü çizgide politikacıları da dışlayarak, dayandığı gücün programını uygulamıştır."
- Sorguya çekmek isteyen, sorguya da çekilir.
- Ayna yoktu. Kendimi goremiyordum; görmek isterdim; gözlerimle karşılaşmak için...
- "Yeryüzünde gün ışığına layık olmayan nice insan var ama güneş her gün doğar." Annem söylemişti bu ozdeyisi, ben de 9'uncu sınıf edebiyat kitabının ilk sayfasına yazmıştım.
- "İnsanın insanlaşması kolay olmadı; kolay olmuyor; kolay olmayacak.."
Ziverbey Köşkü İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Türk solunda nefretle anılan bir asker olan Faik Türün paşa komutasında, tümgeneral Memduh Ünlütürk ve ekibinin işkence zoruyla ifadeler aldığı 12 mart 72 döneminin ünlü köşkünde; yazar, gazeteci İlhan Selçuk’un tam 1 ay ‘konuk’ edildiği sorgulama sürecini anlatır. İlhan Selçuk bu köşkte alınan ifadesinde akrostiş yaparak işkence altında olduğunu duyurmaya çalışmıştır. Metinde yazdığı her cümlenin sondan ikinci kelimesinin ilk harfi yanyana geldiğinde "işkence altındayım" cümlesi ortaya çıkmaktadır. Okunulası kitap. (Özden Göksoy)
Ziverbey Köşkü: 128 sayfalık bu minik kitap, rahmetli gazeteci yazarımız İlhan Selçuk'un hayatının bir döneminde yaşadıklarından derlediği bir anlatı mahiyetinde. İsmine aldanıp da Ziverbey semtinde sanmayın bu köşkü. Mevzubahis köşk, İstanbul Kozyatağı'nda bulunan, ve 2.Abdülhamid'in Maliye ve Evkaf nazırlıklarını yapmış olan Mustafa Zihni Paşa tarafından inşaa ettirilmiş, asıl adı Zihni Paşa Köşkü olan ancak tarihe yaptığı tanıklıklar neticesinde yıktırılmış ve şu an yerinde 124 dairelik Ateşpare Sitesi' nin arz-ı endam ettiği köşktür. Ne yazık ki bu tarihi köşk, 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında, dönemin paşası Faik Türün ve tümgeneral Memduh Ünlütürk'ün emirleriyle gözaltına alınan kişiler için bir işkence merkezine dönüştürülmüştür. Müştemilatlarından mutfaklarına, kilerlerinden tuvaletlerine, çatılarından banyolarına kadar köşkün her metrekaresi, gözleri bağlı bir şekilde getirilen insanlarla doluydu. İşte yazarımız İlhan Selçuk da bu işkencelerden nasibini alan ve köşke Ziverbey adını veren görgü tanıklarından biridir. İşkencelere yıllardır oldukça alıştırılmış bir toplumuz amma velakin İlhan Selçuk 'un bir söylemi var ki akıllara zarar. Cuntacılar, gelen her sanığı "Burası Genelkurmay' a bağlı kontrgerilla örgütü dür, artık bizim esirimizsin" diyerek karşılıyorlarmış. "Gözlerim bağlı olduğundan bir şey göremiyordum, beni yere yatırmışlar, çoraplarımı çıkarmışlardı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın yada vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Bir yağ mı, sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma, sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım. Ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum ama sonra kendimi bıraktım" İlhan Selçuk, Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı Özel Harp İdaresine mensup cuntacıların yaptığı sorgu sırasında verdiği ifadesinde, her cümlesinin son iki kelimesinin başharfleri aracılığıyla bir akrostiş yaratmış ve bu vesile ile kamuoyuna işkenceye tabi tutulduklarını ifşa etmiştir. İşte o ifade: "12 Mart’a doğru Türkiye (İ)flasa gidiyordu. Demirel iktidari giderek yoğunlaşan (Ş)aibe altındaydı. Üniversiteli gençler sokaklarda, meydanlarda hatta Üniversite binalarının çatıları altında (K)atlediliyorlardı. Devletin güçleri, aydınları, askerleri, yargıçları, sorumluları, sağduyu sahipleri (E)ndişe içindeydiler. Gidiş (N)ormal değildi. Anayasa çerçevesi ve yonelislerine gore davranmak isteyen devlet memurlari ve sorumlularına, siyasi iktidar adeta (C)eza tertipliyordu. Siyasi iktidar aydın yazarları (E)zmek amacındaydı. Toplum yaşamında (A)nayasa uygulanmıyordu. Bazı çevrelerde bir ordu müdahalesi (L)üzumlu görülüyordu. Politikaci (T)opluluğu şuursuzdu. Memleketseverler (I)stırap çekiyorlardı. Bu durumda (N)e yapmalıydı? Önce bir fikir (D)ağınıklığı vardı. Tek çıkar yolu (A)tatürkçülük’te görüyorduk. Ancak Atatürkçülüğü günün koşullarına göre derinliğine ve genişliğine bütün boyutlarıyla (Y)orumlamak gerekiyordu. İşte devrim dergisi bir (İ)htiyaçtan doğdu. Ancak dergi çıkarmaya yetecek para bulmak gerçekten (M)esele idi.” (Seda Bera)
Kitabın adı:Ziverbey Köşkü Yazarın adı:İlhan Selçuk Okuyanın adı:Sıdıka Topal Sayfa sayısı:128 Ziverbey Köşkü deyince bende eski Köşkü yaşantısını anlatan bir kitap sandım. Başladım okumaya. Meğer köşkümüz Bey Köşkü değil işkence ķöşküymüş. Sıkıyönetim zamanının sorguları ve işkencelerinin yapıldığı köşkünde kimler gelmiş kimler gitmiş. Ahhh ahhh ne sorular,ne küfürler insanları aşağılayıcı sözlerin haddi hesabı yok bu işkencelerden nasibini alanlardan biride yazarımız tüm bunlara dayanmış çünkü.... (SIDIKA TOPAL)
Kitabın Yazarı İlhan Selçuk Kimdir?
İlhan Selçuk, (d. 11 Mart 1925, İstanbul ö. 21 Haziran 2010, İstanbul) Türk gazeteci, yazar. Düzenli gazetecilik kariyerine 1961'de Akşam'da başladı; aynı yıl Tanin'e oradan Vatan'a geçti; ertesi yıl Nadir Nadi'nin çağrısı üzerine Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladı.
İlhan Selçuk, 12 Mart Muhtırası'ndan sonra "9 Mart Cuntası" içerisinde yer almak savıyla tutuklandı ve Ziverbey Köşkü'nde işkence gördü.
21 Mart 2008 tarihinde saat sabah 04:30 sıralarında Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alındı ve iki gün sorgulandıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 21 Haziran 2010 tarihinde ölen yazar, Hacıbektaş ilçesindeki "Yıldızlar Mezarlığı"na defnedildi.
İlhan Selçuk Kitapları - Eserleri
- Düşünüyorum Öyleyse Vurun
- Ziverbey Köşkü
- Yüzbaşı Selahattin'in Romanı
- Japon Gülü
- Ağlamak ve Gülmek
- Görülmüştür
- Enel Hakk'ın Hakkı
- Duvarın Üstündeki Tilki
- Yüzbaşı Selahattin'in Romanı - 1. Kitap
- İskele Sancak
- Yüzbaşı Selahattin'in Romanı - 2. Kitap
- Ergenekon Mergenekon
- Atatürkçülüğün Alfabesi
- R T E 14. Louis Mi
- Eyvah Yine Biz Haklı Çıktık
- Görülmüştür
- Sovyetler - İran Amerika İzlenimleri
- Mustafa Kemal'in Saati
İlhan Selçuk Alıntıları - Sözleri
- "Yeryüzünde gün ışığına lâyık olmayan nice insan var, ama güneş her gün doğar." (Ziverbey Köşkü)
- (...) insan utanır; zenginliğinden utanır, sofrasından utanır, giyiminden kuşamından utanır, lüks yaşamından utanır, yurttaşlığından utanır, insanlığından utanır... (Görülmüştür)
- Ayna yoktu. Kendimi goremiyordum; görmek isterdim; gözlerimle karşılaşmak için... (Ziverbey Köşkü)
- Halil Bey: - Bence en cesur adam, ölen adamdır. Öldüğünü görmek isterim Selahattin... Bu sözlerin damarlarıma kadar işlediğini hissettim. (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı)
- Eğer Atatürk olmasaydı, Müslümanlar minare dikmek için Türkiye'de Konya Ovası'ndan başka il bulamayacaklardı. (Duvarın Üstündeki Tilki)
- "Ne gariptir! İnsanoğlu sahip olduğu şeylerin değerini yitirdiği zaman anlar." (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı - 2. Kitap)
- Ne yapalım? Biz böyleyiz. (Düşünüyorum Öyleyse Vurun)
- Türkiye, koskoca 20'nci yüzyılı Nazım Hikmet'le uğraşarak geçirdi. En büyük Türk şairini, edebiyatımızdan, tarihimizden, belleğimizden, bilincimiz den, estetiğimizden silmek için çabalayıp durduk. Çılgınlık bu... (Duvarın Üstündeki Tilki)
- Yazık ki, pişmiş ekmek çiğ adamların elinde kalmıştır. (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı - 2. Kitap)
- Bizim önümüzdeki sınıftan Elmalılı Cemal diye bir çocuk vardı. 1908 devriminden önce okulda sınıf subaylarına casusluk ederdi. Sınıf çavuşuydu. 1908 devriminde «hafiye» dir diye az kalsın okuldan kovuluyordu. Zeki bir çocuktu. Büyük Savaşta levazım subayı olmuş, dört yüz bin liraya yakın servet yapmıştı. Mütarekede istifa etti. Avrupa'yla ticarî işlere girişti. Özel otomobili, özel motoru vardı. Birkaç defa karşılaştık. Bana sözde iltifat edip demişti ki: — Başın sıkılırsa gel, sana bugün aldığın maaşın bir kaç mislini veririm, ben seni severim. Bir Rum kadın almıştı, kadın esasen zengindi, bu ka dının erkek kardeşiyle birlikte hükümeti soyarak daha da zenginleştiler... (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı - 2. Kitap)
- Göz yaşlarına gök kapalıdır; mezar ise hiç doymaz. (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı - 2. Kitap)
- Edirne'ye ilk telefon bu yıl (1910) geldi. Şehirde herkes bu gavur icadinin harikuladeliginden söz ediyor, kimse bu işin sırrına akıl erdiremiyordu. (Yüzbaşı Selahattin'in Romanı)
- Sevdiğini kaybedince, insanın yüreğinde kırk mum yanarmış. Sonra her geçen günde mumlardan biri sönermiş. En sonunda geriye bir mum kalırmış. O tek mum, yaşam boyu sönmezmiş, insan ölünceye dek içinde yanarmış… … İnsan sevdiklerini yitire yitire yaşar; yıllar geçtikçe, yanan ve sönen mumlar birbirine karışır… Öyle ki gönlünde hangi mum kimin için yanıyor bilemezsin; mumun alevinde sevdiğinin kimliğini göremezsin, yalnız belli belirsiz bir acının dumanı titreşir… … Zaman geçtikçe acı uslanır, akıllanır, bilgeleşir; hüzne dönüşür; yara kapanmıştır; ama, inceden inceye sızlar. İlhan Selçuk (Duvarın Üstündeki Tilki) (Duvarın Üstündeki Tilki)
- Ölümün tarlasında Tırpan yasası egemen. Tahsin Saraç (Duvarın Üstündeki Tilki)
- Atatürk, 'Akıl inançtan, bilim dinden bağımsızdır' demiş. A benim canım Mustafa Kemal'im, uygarlığın ışığına neden yüzünü dönersin ? İran'a, Suudi Arabistan'a bak! Bırakaydın, bağnazlığın dipsiz kuyusunun bostan dolabında dönüp dursaydık. En büyük suçunu 'Gerçek yol gösterici bilimdir' diyerek işledin. İlhan Selçuk - Cumhuriyet.. (Mustafa Kemal'in Saati)
- Barika-i hakikat,müsademe-i efkârdan doğar.(Gerçeğin ışığı fikirlerin çatışmasından çıkar.) (Ağlamak ve Gülmek)
- Türkiye’de Atatürk çok sevilir. Öylesine sevilir ki birisi çıkıp; Atatürk’te böyle isterdi dedi mi, akan sular durur. (Atatürkçülüğün Alfabesi)
- Elbisesi yamadan görünmüyordu. Sordular: - Bu ne biçim giysi? - Bizim demokrasi gibi bir giysi... - Niçin ? - Çünkü yamalar kumaşı örtse bile adı gene elbisedir. (Ağlamak ve Gülmek)
- “Kendi kendisini sorgulamasını bilen insan olmak, insanlaşmakla eş anlamlıdır.” (Görülmüştür)
- “Zaman geçiyor ve ancak ölüler değişmiyorlar. Yaşayanları ise yılların sert elleri yuğuruyor, yeniden biçimlendiriyor.” (Görülmüştür)