tatlidede

KÜRTLER: Kürtler Neye İnanır? Kürtlerin Dini ve İnançları

Ortadoğu'nun kadim bir halkı olan Kürtler tarihten günümüze varlığını sürdüren yerli kavimlerden biridir. Kürtler bugün Türkiye, İran, Irak, Suriye, Ermenistan ve Azerbaycan sınırlarında çoğunlukla yaşamaktadırlar. Peki Kürtlerin dini nedir? Kürtler neye inanır? Kürtlerin inançları nasıldır? Kürtler ilk dini ve inancı neydi? Kürtler tarihte hangi dinlere mensup olmuşlardır? İşte Kürt dini ve inançları hakkında merak edilen bütün detaylar...
  • 20.05.2021 15:26
KÜRTLER: Kürtler Neye İnanır? Kürtlerin Dini ve İnançları

Anayurtları Zağros dağlarının etekleri olan Kürtler, tarihî olarak İran’ın batı ve kuzeybatısında, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda, Irak ve Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda, Ermenistan’ın güneyinde ve Azerbaycan’ın güneybatısında yaşamış olan, günümüzde de aynı ülkelerde varlığını sürdüren yerli kavimlerden biridir. Ayrıca Rusya, Gürcistan, Afganistan ve Orta Asya ülkeleri ile Lübnan ve Ürdün başta olmak üzere çeşitli ülkelerde yerleşik Kürt nüfusu bulunmaktadır. 1950’lerden itibaren küresel ölçekte meydana gelen yoğun kentleşme ve uluslararası göçle beraber Kürtler de geleneksel yaşam alanlarının dışına çıkıp geniş bir coğrafyaya yayılmışlardır.

KÜRTLERİN DİNİ

1.İslâmiyet Öncesi

Yaşadıkları coğrafya tarih boyunca birçok dine ev sahipliği yapmış olan Kürtler önceleri Anadolu ve Mezopotamya’daki yerel inanışlar ile Antik Ârî inançlarından etkilendiler, ancak İslâm’dan önceki dönemde büyük ölçüde Mecûsîliği (Zerdüştîlik) benimsediler. Ârî inançları arasında tabiat olaylarını kişileştirme, onlara ilâhî güçler nisbet etme gibi yaklaşımlar mevcuttu; ateş, su, toprak, yıldırım, gökyüzü, güneş, ay ve yıldızların belirli güçler/tanrılar tarafından yönlendirildiğine inanılmaktaydı (Dhalla, s. 4-5). Kürt kökeninin dayandığı Ârîler bu tanrıları sistematik bir şekilde iyi ve kötü olarak sınıflandırmışlardı. Ancak monoteist bir din kurucusu olan Zerdüşt yaşadığı dönemde İran’da yaygın biçimde inanılan tanrıları reddederek Ahura Mazda’yı tek tanrı olarak kabul etti (Eliade, I, 377). Kral Viştaspa’nın Zerdüşt’ün öğretilerini benimsemesinin ardından Ahamenîler döneminde Zerdüştîlik güçlenip resmî din olarak kabul edilince hem Med halkı hem de onlara komşu kabileler yavaş yavaş bu dini benimsediler. Süreç içinde Kürtler’in de bu monoteist inancı kabul ettiği görülmektedir (M. Emîn Zekî Beg, s. 270; Şıwan Osman Mıstefa, s. 94-95).

Sâsânîler’in yıkılması ve Mecûsîler’in yaşadığı bölgelerin İslâm egemenliğine girmesiyle birlikte başlayan yeni dönemde Mecûsîlik gerileme sürecine girdi. Aslında Mecûsîlik halk arasındaki sempatisini en güçlü olduğu Sâsânîler döneminde kaybetmişti. Sâsânî yönetiminde çok etkili olan Mecûsî din adamlarının ölçüsüz davranışları halkın tepkisini çekti (Kara, s. 147), bu durum birçok yeni inancın ortaya çıkmasına sebep oldu, özellikle İslâm’ın kısa bir sürede yayılmasını sağladı (Bausani, I, 80; Taraporewala, s. 37-38). Bu dönemlerde ortaya çıkan Maniheizm ve Mezdekiyye gibi dinî akımlardan Kürtler etkilenmedi, hatta Yahudilik ve Hıristiyanlık da onlar arasında toplu halde kabul görmedi. Kürtler İslâmiyet’i kabul sürecine kadar Mecûsî olarak kalmaya devam ettiler.

Günümüzde Kürtler’in yaşadığı bölgelerde kalan ve günlük hayatta Kürtçe konuşan bazı yahudiler mevcuttur. Ancak bunlar geçmişte başka yerlerden buraya göç eden yahudilerin torunları olmalıdır. Nitekim Kürtler’in yaşadığı toprakları gezen seyyahların naklettiğine göre, bölgedeki yahudiler kökenlerini Asur kralı tarafından İsrail ve Judea’dan (Yahuda) sürgün edilen yahudilere (İşaya, 27/13; II. Krallar, 17/6) dayandırıyorlardı (Sabar, s. 17, 367-368). Evlerinde ve sinagoglarda Ârâmîce’nin eski bir biçimi olan Süryânîce (Asurca) konuşan bu yahudiler çarşı-pazarda ve daha büyük topluluklarda Kürtçe konuşuyordu (Izady, s. 287). Bölge yahudilerinin birçoğu İsrail Devleti kurulduktan sonra İsrail’e göç ettiği ve 5000 kadar Kürtleşmiş yahudinin Kürtler’in yaşadıkları bölgelerde kaldığı belirtilir (a.g.e., s. 289). Yahudilik gibi Hıristiyanlık da Kürtler arasında yayılmadı. Geçmişte bazı kabilelerin hıristiyan olduğu ifade edilmekteyse de bunların zaman içinde diğer hıristiyan toplulukların arasına katılarak tamamen kaybolduğu anlaşılmaktadır (M. Emîn Zekî Beg, s. 270-271). Aynı durum, İslâm dini ortaya çıktıktan sonra Kürtler’le komşu olan Süryânî, Ermeni ve hıristiyan topluluklar için de geçerlidir. Bu topluluklar içinde İslâm’ı tercih edenler en yakın komşuları müslüman Kürtler olduğu için onların arasına karışıp zamanla Kürtleşmiş olmalıdırlar. Hıristiyan kalanlar ise hem kendi dillerini hem de Kürtler’in çoğunlukta olduğu yerlerde Kürtçe’yi kullanmışlardır (krş. Kreyenbroek – Allison, s. 140-141).

2. İslâmî Dönem.

Bilinen ilk müslüman Kürt, Ebû Meymûn Câbân el-Kürdî adlı sahâbî olup (İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, I, 301; V, 310, 351) oğlu Meymûn el-Kürdî de İslâm kaynaklarında hadis râvisi olarak adı geçen bir şahsiyettir. Kürtler’in toplu halde İslâmiyet’i benimsemesi yaşadıkları bölgelerin fethedildiği Hz. Ömer dönemine rastlamaktadır. Kürtler’in yaşadığı coğrafya ilk Hâricî ve Şiî oluşumlarla bu iki fırkanın öncülük ettiği isyanlara sahne olmuş ve Emevîler’in ilk yıllarında Kürtler arasında Hâricîliği benimseyerek isyanlara katılanlar bulunmuşsa da Hâricî ve Şiî fikirlerin inanç bakımından Kürtler üzerinde ne kadar etkili olduğu konusunda yeterli bilgi yoktur.

Mervânîler hânedanı dönemine (983-1085) gelindiğinde Kürtler’in mezhebî kimliği konusunda daha kesin tanımlamalar yapmak mümkün hale gelmektedir. Sünnî bir müslüman olan Ebû Şücâ‘ Abdullah Hüseyin Bâd (Bâz) b. Dûstek, Şiî Büveyhîler’e karşı isyan ederek Meyyâfârikīn (Silvan) merkez olmak üzere Diyarbekir ve çevresinde Mervânîler Devleti’ni kurdu. Mervânîler başlangıçta Hanbelî mezhebine mensuptular, ancak Nasrüddevle Ahmed devrinde (1011-1061) onlar arasında Şâfiî mezhebi yaygınlaştı (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 438). Dönemin en meşhur ilim merkezlerinden olan Meyyâfârikīn’de kadılık yapan Ebû Abdullah Muhammed b. Beyân el-Kâzerûnî (ö. 455/1063) ve ardından talebeleri Şâfiîliğin bölgede yayılmasını sağladılar. Bu mezhebin bölgede kökleşmesinde Bağdat’ta bulunan Nizâmiye Medresesi’nin ilk müderrisi olan Şâfiî fakihi Ebû İshak eş-Şîrâzî’nin (ö. 476/1083) yetiştirdiği öğrencilerin önemli etkisi olduğu söylenebilir. Nitekim bu dönemde Nizâmiye medreselerinden biri de Mervânîler’in hâkimiyetindeki Cizre’de kurulmuştu (Ebû Şâme, I, 98). Mervânîler döneminde bölgede az sayıda da olsa Mâlikîler’in varlığı bilinmekte, son dönemlerinde bazı Hanefî fukahasına da rastlanmaktadır. Aynı dönemde İran’ın batısındaki Şehrizor, Dînever, Hemedan, Nihâvend ve Ahvaz yörelerini kapsayan bölgede yaşayan Kürtler’in kurduğu Hasanveyhîler Emirliği’nin (959-1015) başşehri Dînever’de Şâfiî âlimi İbn Kec ed-Dîneverî (ö. 405/1015) kadılık yaptı (İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 338; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, XI, 335, 409). Günümüz İran sınırları içinde kalan bu coğrafya hâlâ Şâfiî kimliğini korumaktadır. Sünnî dünyasını tehdit eden Şiî-İsmâilî yayılmacılığı ile mücadele çerçevesinde Selçuklular tarafından kurulan Nizâmiye medreselerinin bu fonksiyonunu Eyyûbîler de sürdürdü. Şiî-Fâtımî Devleti’ne son verdikten sonra hâkim oldukları bölgelerde Sünnî, özellikle de Eş‘arî-Şâfiî düşüncesini yerleştirmeye çalışan Eyyûbîler bu amaçla birçok medrese açtı. Yine bu dönemde Erbil, Düneysir (Kızıltepe), Mardin ve Harran gibi yeni ilim merkezlerinin ortaya çıkışı (Şâkir Mustafa, II, 801) da Kürtler’in yaşadığı bölgelerde ilmî faaliyetlerin artmasına ve Sünnî düşüncenin pekişmesine vesile oldu.

Osmanlılar devrinde Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı coğrafyada önemli mezhep hareketlerinin cereyan ettiği görülmektedir. Başlangıçta Sünnî olan Şeyh Safiyyüddin tarafından kurulan Erdebil Tekkesi Şeyh Cüneyd döneminde Şiîleşme temayülü gösterdi. Şah İsmâil zamanında Safevîler Devleti kuruldu (1501). Güttüğü yayılmacı mezhep politikasının bir sonucu olarak bütün Kürt diyarını işgal eden Şah İsmâil, aralarında kız kardeşinin kocası Melik Halîl Eyyûbî’nin de bulunduğu Kürt beylerinin hemen hemen tamamını hapsetti, Sünnî ulemâ ve halktan birçoğunu öldürdü (M. Emîn Zekî, s. 174). İdrîs-i Bitlisî’nin çabasıyla Kürt beylerinin de destek verdiği Osmanlı ordusunun Şah İsmâil’i yenilgiye uğrattığı Çaldıran Savaşı Kürtler için de bir dönüm noktası teşkil etti. Osmanlılar’la aralarındaki mezhep birliği sayesinde yayılmacı Şiîlik’ten korunan Kürtler arasında Sünnîlik günümüze kadar en yaygın inanç sistemi olarak kaldı. Şeref Han (ö. 1012/1603-1604) o dönemde Kürtler’in büyük çoğunluğunun Sünnî ve Şâfiî olduğunu kaydeder (Şerefnâme, I, 59). Osmanlı Devleti’nin merkez bölgelerinde yaygın olan Hanefîlik de sonraki dönemlerde özellikle Türkler’e komşu olan Kürtler arasında yayılmaya başladı. Bugün Türkiye’de Kürtler’in yaşadığı coğrafyanın batı kesimlerinde Hanefîlik önemli ölçüde benimsenmiştir.

Kürtler arasında İslâm inancının ve Sünnîliğin korunmasında en büyük katkıyı şüphesiz Kürt medreselerinde yetişen, mele/molla ve seyda diye anılan âlimler ve hocalar sağlamıştır. Bu medreselerin Nizâmiye medreseleri geleneğine dayandığı söylenebilir. Kürtler’in yoğun olarak yaşadığı diğer bölgelerin yanı sıra Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu’sunda da yer alan bu medreselerin en meşhurları arasında Nurşin, Tillo, Arvas, Ohin, Aktepe, Cizre, Hınıs ve Zokayd medreseleri sayılabilir. Bunlardan bazılarının kuruluşu da oldukça erken tarihlidir. Nitekim Van’ın Bahçesaray kazasında bulunan Arvas Medresesi’nin 740 (1399) yılında kurulduğundan söz eden bir belge bulunmaktadır (Arvas, I, 214, 232). Kürt medreselerinin verdiği icâzetnâmeler, Osmanlı icâzet sisteminden farklı bir yapıda olmadığından İstanbul’da dahi resmen kabul görüyordu. Bu icâzetnâmelerin İstanbul Müftülüğü bünyesinde bulunan Meşihat Arşivi ve Şer‘iyye Sicillleri Arşivi’nde birçok örneğine rastlamak mümkündür. Bu medreselerden icâzet alan bir kimse resmî kurumlarda görev almak istediğinde bir komisyon tarafından imtihana tâbi tutulur ve başarılı olduğunda ataması yapılırdı. Cumhuriyet’in ilânından sonra Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu çerçevesinde medreseler kapatılırken resmî hüviyetleri olmayan Kürt medreseleri bu karardan doğrudan etkilenmediyse de faaliyetleri illegal kapsamda görüldü, bununla birlikte zor şartlar altında da olsa bölge halkının desteğiyle faaliyetlerini günümüze kadar devam ettirdiler. Günümüzde ise Diyarbakır Suffa, Tillo Mücâhidiye ve Nurşin medreseleri gibi çok sayıda öğrenci barındıran bu eğitim kurumlarından bazıları faaliyetlerini Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı resmî Kur’an Kursu olarak sürdürmektedir. Kürt halkının büyük ekseriyetinin saygı duyduğu ve genellikle tasavvufî çevrelerle de irtibatı olan medreselerin etkisi modernleşme süreciyle birlikte azalsa da medreselerin başında bulunan hocalar dinî, kültürel ve siyasî alanlar dışında sosyal hayatta da evlilik, boşanma, miras ve arazi taksimi ile kan davaları gibi anlaşmazlıkların giderilmesinde önemli roller üstlenmişlerdir.

Kürt coğrafyasında yaşayan müslüman halkı bir arada tutan en önemli unsurların başında tasavvuf ve onların kurumsallaşmış hali olan tarikatlar gelmektedir. Nitekim Sünnî Kürtler arasında tasavvufî hareketlerin yaygın bir şekilde etkin olduğu görülmektedir. Mâcid el-Kürdî, Câkîr el-Kürdî, Mümşâd b. Ali ed-Dîneverî ve Bâyezîd-i Bistâmî’nin şeyhi Ali el-Kürdî oluşum aşamasından itibaren tarikat silsilelerinde yer alan erken dönem Kürt mutasavvıflardan bazılarıdır (Hâce Abdullah-ı Herevî, Ṭabaḳātü’ṣ-ṣûfiyye, s. 87-88, 209-210). İlk ve en yaygın tarikat olarak kabul edilen Kādirîliğin pîri Abdülkādir-i Geylânî’nin tarikat silsilesinde yer alan Şeyh Ebü’l-Hasan Ali b. Ahmed b. Yûsuf el-Kureşî el-Hekkârî (ö. 486/1093), Vefâiyye tarikatının kurucusu Şeyh Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî el-Kürdî, Kübreviyye ve Nurbahşiyye tarikat silsilelerinin önemli pîrlerinden Ziyâeddin Ammâr b. Muhammed el-Bitlisî, İdrîs-i Bitlisî’nin babası Hüsâmeddîn-i Bitlisî, İbrâhim Zâhid-i Geylânî ve Osmanlı medreselerinin kurucularından Tâceddin el-Kürdî de önde gelen Kürt mutasavvıflar arasında yer alırlar. İslâm tarihinde kendisinden söz ettiren birçok tarikatın Kürtler arasında da müntesipleri bulunmakla birlikte (Tevekkülî, s. 18) Nakşibendiyye ve Kādiriyye en yaygın olanlarıdır. Süreç içerisinde Mevlânâ Hâlid el-Bağdâdî’nin (ö. 1242/1827) etkisiyle Nakşibendîlik Kürtler arasında hâkim tarikat haline geldi. Kürt medreselerinin neredeyse tamamının Nakşibendîlik aidiyeti bulunmasının, bu tarikatın Kürtler’in dinî kimlikleri üzerindeki etkisini arttıran bir unsur olduğu söylenebilir. Nakşibendiyye’nin Hâlidiyye kolunun kurucusu Hâlid el-Bağdâdî’nin ardından halifesi Osman Sirâceddîn-i Tavîlî (Tevîleî), Seyyid Tâhâ-yı Hekkârî, Hâlid-i Cezerî gibi Kürt-Hâlidî şeyhleri ve aileleri tarafından yaygınlaştırılan Hâlidîlik, Nurşin merkez olmak üzere Kürt coğrafyasının tamamına hâkim olduğu gibi hilâfet merkezi İstanbul dahil bütün Osmanlı coğrafyasında da etkili oldu (bk. HÂLİDİYYE).

3. Şiîlik ve Alevîlik

Kürtler’in büyük çoğunluğu Sünnî (Eş‘arî-Şâfiî) olmakla birlikte Şiî, Kızılbaş/Alevî, Ehl-i Hak/Yârsânî ve Yezîdî Kürtler de bulunmaktadır. Şiî Kürtler ağırlıklı olarak günümüzde İran sınırları içinde kalan, Kürtler’in yaşadığı coğrafyanın güney ve güneybatı uçlarına rastlayan bölgede bulunurlar. Özellikle Irak’ın Hânekīn ve İran’ın Kirmanşah eyaletlerindeki Kürt nüfusun önemli bir kesimi Şiî-Ca‘ferî’dir. Şiî Kürtler İran’da yaşayan Kürt nüfusu içinde azınlıkta kalmakta, bu nüfusun yaklaşık % 25’ini teşkil etmektedirler (Qasımlo, s. 11). İran’ın doğusunda ve kuzeydoğusunda yer alan Kuzey Horasan, Horasân-ı Razavî ve Gülistan eyaletlerinde de Şiî Kürtler yaşamaktadırlar.

Heterodoks karakterli dinî bir fırka olan Kızılbaşlık/Alevîlik daha çok Türkmenler tarafından benimsenmiştir. Nitekim Safevî Devleti’nin kurucu unsurları olan Kızılbaş oymaklarının büyük bir kısmı Türkmen’dir. Ancak günümüzde mevcut Alevî Kürtler’in yanı sıra Hınıslı ve Çemişgezekli gibi Kürt kökenli Safevî taraftarı Alevî/Kızılbaş aşiretlerin varlığı (Sümer, s. 43-56) Alevî Kürtler olgusunun tarihî bir arka planı bulunduğunu göstermektedir. Baştan beri Safevîler’i destekleyen Hınıslı ve Çemişgezekli Kürt aşiretlerinin XVI. yüzyılda bugünkü Tahran’ın güneyinde yaşadıkları ve daha sonra Özbek saldırılarına karşı İran’ın kuzeydoğu sınırını korumak üzere I. Şah Abbas tarafından Horasan’a gönderildikleri bilinmektedir. Minorsky bunların sayısının 15.000 civarında olduğunu söyler (EI² [İng.], V, 457). Alevî Kürtler’in büyük bir kısmı Zazaca konuşmaktadır. Yapılan araştırmalar Siverek, Erzincan ve Varto üçgeninde yaşayan Zazalar’ın azımsanamayacak bir kısmının Alevî olduğunu göstermektedir (EI² [İng.], XI, 491). Bununla birlikte Kurmançça konuşan Alevî Kürtler de mevcuttur.

Andrews’in 1989’da yayımlanan alan araştırmasına göre, Türkiye’deki Kürt Alevîler’in Bingöl (özellikle Karlıova ve Kiğı ilçeleri), Tunceli, Erzincan, Sivas, Yozgat, Elazığ, Malatya, Kahramanmaraş (özellikle Elbistan ve Pazarcık), Kayseri (Pınarbaşı, Sarız, Tomarza ilçeleri) ve Çorum’da (Alaca) birbirine uzak olmayan köylerde yaşadıkları; Adıyaman, Gaziantep, Hatay, Kırşehir, Nevşehir, Samsun ve Tokat illerinde ise dağınık gruplar halinde bulundukları ifade edilmektedir (Türkiye’de Etnik Gruplar, s. 161-162). Martin van Bruinessen, ister Zazaca ister Kurmançça konuşsun bütün Kürt Alevîler’in merkezinin Dersim (Tunceli, Erzincan’ın Kemah ve Tercan ilçeleriyle Bingöl’ün Kiğı ilçesi) olduğunu söylemektedir (Ağa, Şeyh, Devlet, s. 88). Erdal Gezik ise Alevî aşiret mensuplarının genel yerleşim yerlerini Dersim, Erzincan, Bingöl, Sivas, Malatya, Maraş, Erzurum ve Muş olarak vermektedir (Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar, s. 27). Alevîlik/Kızılbaşlık’tan yapısal olarak bazı farklılıklar arzeden Bektaşîliğin Kürtler arasında yayıldığı pek söylenemez. Her ne kadar Hacı Bektaş’ın Velâyetnâme’sinde onun Anadolu’ya gelmeden önce Kürdistan’a uğrayıp ilk müridlerini oradan edindiği kaydedilse de (s. 166) günümüzde Bektaşî Kürtler olgusundan bahsetmek güçtür.

4. Ehl-i Hak (Yârsânîlik)

Farslar ve Âzerî Türkleri arasında müntesipleri bulunduğu gibi bir kısım Kürtler tarafından da benimsenen ve bâtınî karakterli bir fırka olan Ehl-i Hak veya diğer adıyla Yârsânîlik (Yârsâniyye) İran’da büyük ölçüde Kürtler’in yaşadığı Kirmanşah ve Luristan bölgelerinde doğmuş ve bugün de aynı coğrafyada yaşamaktadır. Kuzey Irak’ta Süleymaniye, Kerkük ve Musul şehirlerinde yaşayan az sayıdaki Ehl-i Hak mensubu, yerel halk tarafından Kâkâî (Kâkiyye, Kâkâiyye) diye adlandırılır. Hz. Ali’yi ilâh kabul etme inancını benimseyen Aliilâhîler’e benzer bir hulûl anlayışına sahip olan ve kadîm İran dinlerinin etkisi görülen Ehl-i Hak inancı Kızılbaşlığı çağrıştırmasına rağmen aralarında önemli farklılıklar vardır. Ehl-i Hak mensubu Kürtler’in dili daha ziyade Goranca’dır (Minorsky, sy. 40-41 [1920], s. 19-97; Bruinessen, s. 44; Hamzeh’ee, s. 72, 86 vd.; ayrıca bk. EHL-i HAK).

5. Yezîdîlik. Kürtler arasında görülen dinî inançlardan biri de Yezîdîlik’tir. Musul’a bağlı Şeyhan’da bulunan Bâadre ve Ba‘şîka köyleri müstesna Yezîdîler’in tamamı Kürtler’den oluşmaktadır. İbadet dilleri genelde Kurmançça’dır. Ancak Yezîdîler, kendilerini etnik-dinsel bir kimlikle tanımlamaya özen gösterdiklerinden bir kısım Yezîdîler diğer Kürtler’den ayrılma özelliklerine vurgu yapmaktadır. Günümüzde Ezidîlik olarak da adlandırılan bu inanç grubu, bâtınî karakter taşıması ve pek çok inançtan öğeler almasının da etkisiyle oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu sebeple araştırmacılar adı ve kökeni hakkında farklı tezler ileri sürmüştür. Bir kısmı Yezîdîliğin eski İran dinleri Zerdüştîlik, Sâbiîlik, Maniheizm ve Mitraizm gibi inançların devamı veya değişmiş şekli olduğunu iddia ederken bir kısmı da Yahudilik ve Hıristiyanlığa dayandırmaktadır. Yezîdîler ise kendi kökenlerini Hz. Âdem’e kadar gerilere götürürler. Ancak klasik İslâm kaynakları ile Yezîdîler’in klasik dinî metinleri incelendiğinde Yezîdîliğin kökeninin İslâm mutasavvıflarından Adî b. Müsâfir (ö. 557/ 1162) ve onun kurduğu Adeviyye tarikatına dayandığı anlaşılır. Klasik Yezîdî dinî metinlerinde Adî b. Müsâfir öncesine ait herhangi bir referans bulunmamaktadır.

Emevî kökenli Ehl-i sünnet mensubu bir âlim ve mutasavvıf olan Adî b. Müsâfir, Musul’un kuzeyindeki Lâleş’te (Lâliş) bir zâviye inşa etmiş, ömrünün sonuna kadar münzevi bir hayat sürüp ilim ve irşadla uğraşmıştır. İrşad faaliyetleri sonucu tarikatı Kürtler arasında büyük oranda yayılmış, bundan dolayı kendisine “şeyhü’l-Ekrâd” lakabı da verilmiştir. Adeviyye tarikatı Suriye ve Mısır’da varlığını XVI. yüzyıla kadar sürdürmesine rağmen sonraları Sünnîler arasında müntesibi kalmamıştır. Hakkâri bölgesindeki Adeviyye ise bâtınî karakterli Yezîdîliğe dönüşmüştür. Adeviyye tarikatının ne zaman tasavvufî bir yapıdan Yezîdîliğe dönüştüğü henüz tam olarak bilinmemekle beraber bugünkü şekliyle Yezîdîliğin farklılaşma sürecinde Hakkâri ve çevresinde kalan tarikat mensuplarının önemli bir rol üstlendiği anlaşılmaktadır. Bu topluluk Şiîler’in ve bir kısım Sünnîler’in Emevî halifesi Yezîd b. Muâviye aleyhtarı söylemlerine bir tepki olarak Yezîd’i savunmuş, zamanla Şeyh Adî ve Yezîd konusunda diğer müslümanlarca aşırı kabul edilen bazı fikirler benimseyerek farklı bir hüviyete bürünmüştür. Özellikle Şeyh Hasan’ın vefatı üzerine tarikat mürşidsiz kalmış, mensupları eski din ve kültürlerle yoğrulmuş fikirlere sahip yeni bir dinî yapılanmaya gitmiş ve süreç içinde büyük değişim göstererek Yezîdîliğin nüvesini oluşturmuştur. XIV. yüzyılda en önemli yedi Kürt aşiretinin Yezîdî olduğu, bu aşiretlerin en geç XV-XVI. yüzyıllarda Musul, Süleymaniye, Halep, Kilis, Maraş, Van, Cizre, Diyarbekir ve Mardin gibi geniş bir coğrafyada yayılarak bölgenin siyasî gelişmesinde rol oynadıkları, bazan Safevîler’in bazan da Osmanlılar’ın hâkimiyeti altına girdikleri kaydedilmektedir (Şeref Han, s. 209, 315-317, 355, 368, 392).

Osmanlı döneminde genelde müslüman nüfus içinde kabul edilen Yezîdîler, itikadî açıdan yaşadıkları farklılaşmalar sebebiyle Sünnî Kürtler’den ayrı mütalaa edilmekte ve itikadı bozuk taife olarak isimlendirilmekteydi. Şeref Han’ın naklettiğine göre Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerinde devlet tarafından kısa süreli de olsa Yezîdîler’e Kilis ve Revândiz beylikleri verilmişti (Şerefnâme, s. 317-318, 355, 368-369). Ancak tarihî süreçte Yezîdîler gerek Osmanlılar’la gerekse iç içe yaşadıkları Sünnî Kürt yerel yöneticilerle gerilimler yaşamışlardır. Bu gerilimlerin arkasında siyasî sebeplerin yanı sıra çevrelerindeki müslüman ve hıristiyanlarca şeytana tapma olarak yorumlanan Melek Tâvûs inancı gibi inançlar da yatmaktadır.

Günümüz Yezîdîleri’nin çoğunluğu merkezleri durumundaki Musul’un Şeyhan ve Cebelisincar bölgelerinde yaşarlar. Suriye, Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Moskova ve İran’da çok sınırlı sayıda Yezîdî vardır. Daha çok Mardin, Şırnak, Şanlıurfa, Diyarbakır, Siirt, Batman ve Hakkâri illerine bağlı köylerde ve mezralarda yaşamakta olan Türkiyeli Yezîdîler, 1970’li yıllardan itibaren gerek sosyal ve siyasal sebeplerle gerekse iş bulmak amacıyla Türkiye’nin farklı şehirlerine ve Avrupa’ya göç ettiler. Göçlerden sonra söz konusu illerde sayıları büyük ölçüde azaldı, kimi Yezîdî köyleri ise tamamen boşaldı. Nüfusları hakkında çelişkili rakamlar verilmekteyse de 700 bini aşkın bir nüfusa sahip oldukları tahmin edilmektedir. Bunun 40.000’i Avrupa’da, 80.000’i Kafkasya ve Rusya’da bulunmaktadır. Türkiye’de yaşayan Yezîdîler’in nüfusu hakkında da güvenilir istatistikî veriler bulunmadığı için 3000’den 70.000’e kadar değişik rakamlar verilmektedir (ayrıca bk. ADÎ b. MÜSÂFİR; YEZÎDİYYE).

Bu yazı İslam Ansiklopedisi KÜRTLER başlığından derlenmiştir. 9 bölümden oluşan KÜRTLER başlığının müellifleri: Mehmet Akbaş, İbrahim Özcoşar, Serdar Yıldırım, Hayreddin Kızıl, İlhan Baran, Doğan Kaplan, Metin Bozan, Abdurrahman Adak, Sıtkı Karadeniz

Yorumlar

Image
Ziyaretçi
07.12.2023 / 16:44

Tine

Yorum Yaz