tatlidede

Lale Bahtiyar kimdir? Lale Bahtiyar kitapları ve sözleri

Yazar Lale Bahtiyar hayatı araştırılıyor. Peki Lale Bahtiyar kimdir? Lale Bahtiyar aslen nerelidir? Lale Bahtiyar ne zaman, nerede doğdu? Lale Bahtiyar hayatta mı? İşte Lale Bahtiyar hayatı...
  • 22.01.2023 11:00
Lale Bahtiyar kimdir? Lale Bahtiyar kitapları ve sözleri
Yazar Lale Bahtiyar edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Lale Bahtiyar hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Lale Bahtiyar hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Lale Bahtiyar hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları...

Tam / Gerçek Adı: Laleh Bakhtiar

Doğum Tarihi: 1940

Doğum Yeri: İran

Lale Bahtiyar kimdir?

1940 yılında İranlı bir baba ile Amerikalı bir annenin kızı olarak İran'da dünyaya geldi. Tahsiline ailesiyle birlikte yerleştiği Amerika'da başladı. Pennsylvania Pittsburgh'da Chatham College'da tarih okudu. 1964'te, 24 yaşındayken kocası ve çocuklarıyla birlikte İran'a gitti. Tahran Üniversitesi'nde Seyyid Hüseyin Nasr ile birlikte İslâm hakkında çalışmaya başladı, Kur'ân Arapçası öğrendi. 1988 yılında Amerika'ya dönerek rehberlik-psikolojik danışmanlık ve felsefe alanlarında yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını New Mexico Üniversitesi'nde eğitim psikolojisi sahasında yaptı. Bir dönem Chicago Üniversitesi'nde İslâm üzerine ders verdi. Üç kez dünyayı dolaşarak Londra, Paris, Roma, Kopenhag, Tokyo, Kuala Lumpur ve Pekin gibi şehirler başta olmak üzere pek çok yerde çeşitli dinî ve akademik eğitim kurumlarında İslâm'da Kadının Rolü, Mevlânâ'ya Göre Kadın, Hac ve Bugünkü Anlamı, Tasavvuf gibi konularda dersler verdi. Geleneksel Psikoloji Enstitüsü'nün müdürlüğünü de yürüten Bahtiyar aynı zamanda Amerika'daki en eski İslâmi yayıncı, kitabevi ve dağıtımcılardan olan ve 1976'da Chicago'da kurulan Kazı Publications'ın sekretaryasında çalışmakta; psikolog, yayıncı, editör ve akademisyen ve önemlisi de bir sufi olarak çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır.

Katolik bir eğitim alan yazar, sonradan İslam'ı seçti. 1964 yılından beri İslâm ve tasavvuf alanında çalışan Bahtiyar, tasavvuf, İslâm'da kadın, mimari, psikoloji, ahlak ve enneagram gibi konularda yoğunlaşan birçok telif eser vermiş; (bir kadın tarafından yapılan ilk Kur'an tercümesi olan) Kur'an tercümesinin yanı sıra başta Ali Şeriati'den yaptığı çeviriler olmak üzere İslâm'la ilgili otuzun üstünde kitabı İngilizceye çevirmiş; çok sayıda çalışmanın editörlüğünü yürütmüştür.

Lale Bahtiyar Kitapları - Eserleri

  • Sufi
  • Ramazan ve Oruç
  • Hz. Muhammed'in Ashabı

Lale Bahtiyar Alıntıları - Sözleri

  • Yüce Allah,Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer/10) (Ramazan ve Oruç)
  • Nefsin bu psişik yapısı Gazalî tarafından Nur ayeti (Nur, 35) üzerine yapılan tasavvufî bir tefsirle ifade edilmiştir. Dış alemdeki hem sesi hem de ışığı toplayan bir yer olarak 'duvardaki hücre,' ayrıca bütün duyusal algıların dahilî olarak toplandığı bir yerdir. Bir odak noktası, duvardaki bir gedik, nefsin ilk dahilî yönünü (ortak duyu) temsil eder. Fanus, ikinciyi (muhayyile) temsil eder ki bu alemin maddîliğinin bir parçası olan fanus gibidir ve belirli bir boyutu vardır: Yapımında fanus gibi olan muhayyile, yönü, niteliği ve mesafeyi aşan Aklın ışığını ilk anda geçirmez haldedir. Muhayyile bir kere durultulduğunda ve arıtıldığında Faal Akılla veya manevî Kalp ile bir benzerlik kazanır ve ışık için saydam hale gelir. Kandil alevini rüzgarın söndürmesinden korumak için fanusa ihtiyaç duyulduğu gibi muhayyileye de aklî bilgiyi kontrol etmek için ve hayalleri (image) bir arada tutmak için ihtiyaç duyulur. Üçüncü sembol ışık veren lamba, anlık ile (yani düşünme fonksiyonu veya iradenin fonksiyonu) irtibatlıdır, çünkü bu Arketipleri veya İlâhî İsimleri ve Sıfatları tanıyan bu melekedir. Tefekkür (reflection) ve hafıza tarafından oluşturulan düşünme (meditation) fonksiyonu, dördüncü sembol ağaç (zeytin ağacı) ile temsil edilir. Düşünme bir düşünce ile başlar ve diğerleri içine yayılır: Onun hükümleri düşüncenin daha ileri gelişmesini sağlayacak tohumlar haline gelir. Bu ağaç, bir meyve ağacı değil, yağı lambaları besleyen zeytin ağacıdır; ve diğer topraklara zıt olarak zeytinin yağı parlaklık artırır. Bu herhangi bir ağaç, herhangi bir düşünme değildir, fakat daha çok ''ne Doğuya ne de Batıya mensup'' olmayan üzerinde düşünmedir. Beşinci sembol yağ, insan sureti içinde kutsal olan meleke ile, manevî Kalp veya Faal Muhayyile ya da Faal Akıl ile irtibatlandırılır; ki içimizdeki Allah'ın Ruhu'dur. Potansiyel olarak bütün insanlarda mevcut olan bu meleke sadece çok az kişide faal hale getirilir ve aydınlık kılınır. Pek çok insan için bilginin kazanılması dışardan gelmelidir. Öte yandan Faal Akıl, haricî hiçbir kaynak olmadan kendinden aydınlıktır: "Yağ neredeyse ateş değmeden ışık verir." Böylece psişe (dahilî duyular), seyr u sülûkta _manevî oluşum ve Ruh ile ittihada doğru hareket eden haricî duyuları da dahil ederek, dişil ilke veya nefsin daha geniş bir bütünlüğü içinde sadece bir parçadır. İçteki psişik güçler olan cinn ile karşılaşmak yolculuğun bu safhasında olur. Bunlar devamlı ayartmalar ve temayüllerle sokulurlar ki kişi gerçekten bunları bir kenara bırakmak zorundadır veya bir kez daha yolculuğa devam etmesine mani olunacaktır. (Sufi)
  • Vahdet-i Vücûd İnanç ifadesi "Allah'tan başka ilah yoktur" ve Kur'an ayeti "De ki Allah tektir" (İhlas, 1) ile başlayan Vahdet-i Vücûd öğretisi Sufî metafiziğinin esasıdır. Mahmud Şebüsterî, o güzel Gülşen-i Râz'ında yalın bir şekilde şöyle söyler: "Bir'i gör. Bir'i söyle. Bir'i bil." Sufîler Allah'ın aşkınlığını ve içkinliğini bir ve aynı zamanda tanırlar ve öğretilerinde bunu ifade ederler. Allah "şah damarından daha yakın" (Kaf, 16) olmakla beraber Ayete'l Kürsüde ifade edildiği gibi evrendeki her şekil/düşünce ve nesnenin üstündedir. Burada, ancak Akıl veya Ruh vasıtasıyla bilinebilen zıtların uygunluğu vardır ki bu esas, manevî sezgi yoluyla mistiğe kendini gösterir. Sâlik, muhakeme (reason) ile başlar; onun ışığı, güneş ışığı gibi görünen Aklın (Intellect) yanına konulduğunda sadece bir mum gibidir. * Çölün karanlığında seyahate başlarken muma ihtiyacımız vardır, fakat güneşin aydınlığı bir kere yükseldiğinde mumu bir kenara bırakırız. ------------------------------------------------------- * Burada aklın iki derecesine işaret edilmektedir. Batı'da ratio ve İntellect (yun. logos ve nous) şeklinde yapılan bu klasik ayrım, İslam kültüründe akl-ı meâş ve akl-ı meâd şeklinde yapılır. Akl-ı meâş; dünyevî işlerde kullanılan maddî saha ile sınırlı akıldır. Akl-ı meâd ise uhrevî meseleleri idrak eden maddî âlemin sınırlarını aşabilme gücüne sahip metafiziksel akıldır. Çeviride bu ayrımı biz, muhakeme veya şekilci akıl (akl-ı meaş reason) ve Akıl (akl-ı mead, İntellect) şeklinde ifade ettik. (Sufi)
  • Tasavvufta kırk Kudsî Hadis'e özel bir önem verilir, bu hadislerle Allah, Peygamber vasıtasıyla birinci tekil şahısta konuşur, bununla birlikte Kur'an'ın bir parçası değildirler.Kur'an üzerine Sufîler tarafından yapılan çok sayıda yorumlar ve Peygamber hadisleri de öğretinin temel Sufî kaynaklarıdır. ........ Başka önemli bir kaynak da büyük zenginlikteki Şufî şiiridir, Kur'an üzerine adeta Farsça bir tefsir olarak tanınmış Celâleddin Rûmî'nin Mesnevî'si bunların başında gelir. (Sufi)
  • Tasavvuf öğretisi ve metodu iki kavrama dayalıdır. Kur'an'dan kaynaklanan bu kavramlar iki şehadettir, kişi bunlarla Müslüman olduğunu ilan eder: "Allah'tan başka ilah yoktur" ve "Muhammed O'nun Peygamberidir.” İlki bütün çoklukları, bütün ayrı mevcudiyetleri yok eden Varlığın Birliği kavramını ifade eder. Bir anlamda bu, şekillerin çokluğundaki ortak paydayı görmektir; çiçek, ağaç ve kuşun 'çoklukta birlik'ini; büyüklüğüne bakmaksızın bütün dairelerin bir merkezi olduğunu görmektir. Bu kavramın tahakkuku, birliğin [vahdet] devam etmesi için çokluğu [kesret] yok eder. İkinci şehadet; Evrensel İlk örnek [İnsan-ı Kâmil] (çoğunlukla Evrensel İnsan olarak çevrilir) kavramını ifade eder. Bu kavram vasıtasıyla kişi birlikte çokluk'u görme noktasına gelir; yani maddî alemde mümkün olan bütün çoklukları ve arıziyetleri ihtiva eden bir birlik olarak dairenin merkezini tanımak; çokluğun, sadece içinde birliğin varlığını sürdürmesiyle var kalabileceğini bilmek. (Sufi)
  • Aynı anda Sufî, hem Şeriatın ötesinde bilginin daha dış bir biçimini idrak eder hem de İsm-i İlâhî'nin tefekkürü ve zikri vasıtasıyla iç Hakikat ile birlik arar. Ulaşan kişi Allah'a doğru ve Allah'da yolculuktan sonra Allah ile bilen kişidir. Arayışın hedefi, nefsi aradan çıkarmak ve Hakk'ın, kendisi vasıtasıyla kendini bilmesine araç olmaktır. Ferîdüddin Attar'ın dediği gibi: "Hacı, hac yolculuğu ve Yol, benlikten Benliğe bir seyahatten başka bir şey değildir." Tasavvufun hedefi, manevî hakikatlerin doğrudan müşahedesinde, kişinin bütün varlığı ile, kesreti vahdet içinde cem etmektir; yani benliğin bütün yönlerinin bir merkez içinde birleştirilmesiyle aynı anda, varoluşu aşan niteliksel birliği bilme noktasına ulaşmaktır. Yolculuk, kişinin içinde boğulduğu maddî dünyadan çekilmesi ile başlar. 'Birlikte çokluk'tan 'çoklukta birlik'e gitmek için kişi önce nefsini öldürmelidir; bu, biyolojik bir ölümden çok manevî bir ölümdür, burada nefis ölür ve ölerek dönüştürülür, daha sonra bu maddî aleme geri döner. Bu anda nefsin çokluğu (duyusal ve psişik güçler) ortadan kalkar ve Birliğin ruyeti, boşalmış nefsi doldurur. Bu ise Allah, Vahdaniyetinde (oneness) görülünce olur. Sonra kesret bilincine dönüldüğünde Ruh bütün nesnelere döner. (Sufi)
  • Sufî şairlerin hepsi, içsel manevî olgunluğu aramada İslam geleneğine bağlıdırlar, bununla birlikte, Şeriatı takip eden fakat içsel manevî yolculuğun mümkün olduğunu kabul etmeyen zahir ehliyle kendilerini anlaşmazlık içinde bulurlar. Halkın genelini hayrette bırakacak semboller geliştirildiği için birçok şair sapık olarak görülmüştür. Aslında, Kur'an'dan aldıkları kelimeleri özel bir tarzda kullanarak ince bir noktayı ifade ediyorlardı. Görünüşte fakihlere zıt düşerken aslında eserlerinde İslam'ın Yolunu dile getiriyorlardı. (Sufi)
  • Bekâ, Maşuk'un, maşukluğunu borçlu olduğu âşıklara kendini adandığını bilmektir. Bu şekilde, her âşık maşuktur ve her maşuk âşıktır. Aşk güzelliği gerektirir ve arzular; güzellik de aşkı gerektirir ve arzular. Mutlak Güzellik ve Sevgi olan Cenab-ı Hakkı O'nu sevenleri sever; ve onları sevdiği için onlar da kendilerinden hiçbir şey bırakmaz; O'nunla birdirler, çünkü gerçekte sevilen ve seven sadece O'dur. Hz. Ali'ye atfedilen bir Hadis-i Kudsi'de Allah şöyle buyuruyor: Beni Arayan Beni bulur Beni bulan Beni bilir Beni bilen Beni sever Beni seveni Ben severim Sevdiğimi öldürürüm Öldürdüğümü mutlaka ödüllendiririm Ödüllendirdiğimin Ödülü Benim. (Sufi)
  • Yaratılışın 'Niçin'i Bir Hadis-i Kudsi'de Allah'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim, bu yüzden mahlukatı yarattım." Yaratılışın olaylar dizisi, Gayri Varlık'tan 'Varlıkl'a, 'istemek'ten 'bilinmek'e doğru vuku bulur. Allah, kendinde ihata ettiği imkânları tasavvur eder ve sonra onları açığa çıkarır. Bir anlamda bu, aslî karanlıktan Nur'a adım adım çıkan Sır'dır. Neden Mutlak ve Sonsuz Hakikat'in kendini ifade etmesi gerekti? Hindular bu sorunun esasen cevaplandırılamaz olduğunu söylerler ve bu yüzden de 'İlâhî oyun' mefhumuna müracaat ederler. İslam'ın batınî gelenekleri de dahil diğer bazı dinler bunu İlâhî İrade'nin ölçülemez unsuru ile irtibatlandırırlar. Tasavvuf, 'Zatın Bilgisi için' şeklinde cevap verir. Yeniden açığa vurulan, hatıra getirilen, hatırlanan her suret, O bilinsin diyedir. Allah Sonsuz olduğu için, Zatının Bilgisi de O'nun sonsuzluğunun bir parçasıdır. Sonsuz ve Mutlak olarak O, imkânların yekununu ihtiva ettiğinden, kendini yadsımanın ve izafî olanı vücûda getirmenin imkânını da içermelidir. Bu yüzden alem mevcuttur, çünkü Allah sonsuzdur. (Sufi)
  • Tasavvufun hedefi, manevi hakikatlerin dogrudan muşahedesinde, kişinin bütün varlığı ile, kesreti vahdet içinde cem etmektir; yani benliğin bütün yönlerinin bir merkez içinde birleştirilmesiyle aynı anda, varoluşu aşan niteliksel birliği bilme noktasina ulaşmaktir. Yolculuk, kişinin içinde boğulduğu maddi dünyadan çekilmesi ile başlar. 'Birlikte Çokluk'tan 'çoklukta birlik'e gitmek için kişi önce nefsini öldürmelidir; bu, biyolojik bir ölümden çok manevi bir ölümdür, burada nefis ölür ve ölerek dönüştürülür, daha sonra bu maddi aleme geri döner . (Sufi)

Yorum Yaz