tatlidede

Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri - Ahmet Yaşar Ocak Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri kimin eseri? Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri kitabının yazarı kimdir? Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri konusu ve anafikri nedir? Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri kitabı ne anlatıyor? Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri PDF indirme linki var mı? Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri kitabının yazarı Ahmet Yaşar Ocak kimdir? İşte Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 13.08.2022 22:00
Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri - Ahmet Yaşar Ocak Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ahmet Yaşar Ocak

Yayın Evi: Kitap Yayınevi

İSBN: 9786051050652

Sayfa Sayısı: 446

Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Türkiye ve dünya tarihçiliği, Türk tarihi konusunda siyasal, kurumsal ve -özellikle Osmanlı tarihçiliğinde? sosyoekonomik alanlarda önemli araştırmalar ortaya koydu. Buna karşılık, uzun zamandan beri Türkiye'nin içinde yaşadığı, siyasete kadar yansıyan kültürel bölünmüşlüğün altında yatan, Türk tarihinin belki en hassas meselesi olan "İslam" konusunda çok yetersiz kaldı. Bu ciltteki makale ve incelemeler, Anadolu Selçuklu döneminde, İslam'ın siyasî, toplumsal ve kültürel hayatta bıraktığı izleri anlamaya çalışıyor; Türkiye tarihinin toplumsal ve kültürel cephesinin bu en problematik alanına dair yaklaşım, yöntem ve analiz denemelerini içeriyor. Başka bir ifadeyle, Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı ve Osman Turan'dan başka tarihçilerin pek girmediği bir sahanın değişik yönlerine dair yazarının kendi kişisel kalem tecrübelerinden bazılarını bir araya getiriyor. Ocak, okurun kafasında, Türkiye toplumundaki iki kültürlülüğün son yıllardaki sıcak tartışmalarının altındaki bu büyük problematiğin tarihsel arka planına dair kesitler sunmaya çalışıyor.

(Tanıtım Bülteninden)

Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri Alıntıları - Sözleri

  • Aleviliğin teolojisi, İslam içinde meydana gelen diğer bütün heteredoks yorumlar gibi senkretik ( bağdaştırmacı) bir teolojidir, yani Orta Asya'dan Balkanlar'a, 10 yüzyıldan zamanımıza kadar uzunan çok geniş bir mekan ve zaman boyutunda, bütün bu mekanların inanç ve kültürlerinden izler ala ala, tabi olarak kendiliğinden gelişmiş ve senkretik (bağdaştırmacı) bir teolojidir.
  • Selçuklu ve Beylikler dönemi şehirlerinde genel olarak bir arada değil, birbirinden duvarla ayrılmış ayrı mahallelerde oturdukları anlaşılıyor... Osmanlı döneminde şehirlerde Müslüman ve gayrimüslim mahallelerini duvarla ayırma geleneğinin ortadan kalktığını görüyoruz.
  • " Kainattaki her şeyin, tek yaratıcı olan Allah'ın tecellisi olduğu, gerçek varlığın O olması dolayısıyla bütün varlıkların hakikatte O'nun varlığından başka bir şey olmadığı" şeklinde özetlenebilir.
  • Bugün Alevi zümreleri etnik kökenleri itibariyle değişik unsurları içine alır. Alevi Türkler olduğu gibi, Alevi Kürtler, Kürtleşmiş Alevi Türkler, Turkleşmiş Alevi Kürtler, abdallar, hatta beş altı kuşak ve belki daha eski devirlerden itibaren ihtida etmiş olup köken itibariyle Anadolu'nun yerli halklarının torunları olan Aleviler vardır. Şurası gerçektir ki, Alevilerin büyük çoğunluğu Türk kökenli olup ikinci sırayı Kürt kökenliler alır.
  • Nasıl Anadolu şehirlerinde Hristiyanlığa geçiş döneminde eski ilkçağ tanrıları aziz şekline dönüştürerek putperestlikten Hristiyanlığa yumuşak geçiş sağlanmaşsa , bu sürecin benzeri, Hristiyanlıktan Müslümanlığa geçerken tekrarlanmistir. Bir kısım Hristiyan azizlerinin, özelikle İlk dönem şehitlerinin (martyr) mezar veya makamları, Türkler arasında evliya olarak algılanmaya başlanmış, böylece bu mezar veya makamlar hem Hristiyan , hem de Müslüman halk arasında ortak ziyaretgahlar haline dönüşerek bir yakınlaşma ortamı oluşturmuştur. Aya Yorgi- Hızır İlyas özdeşligi buna iyi bir örnektir. Hacı Bektaş Veli'nin, Ürgüp yöresi Hristiyanlarinca Aya Haralambos adıyla takdis edildiğini biliyoruz.
  • Onlar geldiğinde buranın asıl halkı, müslüman kaynaklarınca Rum denilmekte olup, Anadolu'nun Hristiyanlaşmış ve batı Anadolu kentlerinde mevcut bir kısım Grek unsuruyla da karışmış eski yerli ahalisiydi. Doğu Anadolu nüfusunun önemli bir kısmını ise Gregoryen Ermeniler ve monofizit Yakubiler oluşturmaktaydı. Daha güneyde, Mardin yöresinde ise Süryaniler bulunuyordu. Ortaçağ Türkiyesi'nde etnik karışımın diğer bir boyutu da Anadolu'daki Kürt nüfusuyla ilgilidir. İran, Irak ve Anadolu arasındaki, her üç ülkeden bir kısmını içine alan ve eski İslam kaynaklarında coğrafi bir terim olan Kürdistan adıyla tanımlanan bölgede Kürtlerin mevcudiyeti bilinmektedir. Bunların da büyük çoğunluğu hayli evvelden Arap fetihleri esnasında İslam'a geçmiş olup bir kısmı da Yezidî idi.
  • Saçları, sakalları ve bazen bıyıkları ve kaşları kazınmış, belden yukarılari çıplak, sırtlarında bir hayvan postu, boyunlarında aşık kemikleri ve çıngıraklar, bellerinde baltalariyla dolaşan bu dervişler Allah'ın insan bedenine girip insan kılığında göründüğüne, beden öldükten sonra ruhun başka bir bedende yeniden dünyaya geldiğine inanıyorlardı. Namaz kilmadiklari, oruç tutmadikları, içki içtikleri, esrar kullandıkları için uğradıkları şehir ve kasabalarda çoğunluğu halkın ve ulemanın kinamalarina ve bazen hakaretlerine muhatap oluyorlar, kırsal bölgelerde ise büyük bir saygıyla karşılanıyor ve evliya muamelesi görüyorlardı... kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor ve fethettikleri topraklarda zaviyeler kurararak yerli Hristiyanlık halk arasında bu Müslümanlık anlayışını yayıyorlardı. Oralardaki efsaneleri, eski aziz menkabelerini, hatta Kitabı Mukaddes hikâyelerini kendilerine adapte ederek yeni menkabeler yaratıyorlardı. Bu, rastgele yapılan bir şey olmayıp, esasında oralarda kendi Müslümanlık anlayışlarını yaymak için kullandıkları bir yöntem idi.
  • Türkiye'de cami Müslümanlığı, türbe Müslümanlığına daha Selçuklular zamanından beri bir çeşit soğuk savaş açmış, fakat bu savaşın galibi her zaman ikincisi olmuştur.
  • Bu zoraki yer değiştirme (sürgün) politikası Kürt boylarına da uygulanmış ve 16. Yüzyıldan başlayarak 19.yüzyıla kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki bazı Kürt oymakları, Orta Anadolu'nun Konya, Haymana ve Kırşehir ovaları gibi muhtelif bölgelerinde iskana tabi tutulmuştur.
  • 950'lere doğru Çar Petros zamanında Bulgar kökenli Paulusçular arasından Bogomil adında aşağı tabakaya mensup bir papaz çıkarak yeni bir mezhep kurdu. Bu mezhep özellikle Bulgar veya Yunanlılaşmış yüksek tabaka mensuplarına, Slav köylüleri arasında çok revaç bulmaya başladı. Bogomiler yüksek Ortadoks ruhban sınıfına da karşı koyuyor, özel mülkiyeti, lüks hayatı, evliliği, hayvanî gıdaları ve içki içmeyi protesto ediyorlardı. Tevrat'ı kabul etmiyor, Hz Meryem'in kutsallığını red ve kilise ayinlerini protesto ediyor, ikonolara ve haça saygı duymuyor, bunlara nefret besliyorlardı.
  • Alevi araştırmacılar çoğu, Aleviliği Hz Ali ile Muaviye'nin hilafet çatışmaları ile başlatırlar. Bunu İlk bakışta doğru gösteren, Aleviliğin ana inanç konusu olan Hz Ali'dir. Oysa bu başlangıç noktası Şiilik için geçerlidir ve çok bilindiği üzere Şiiliğin tarihi gerçekten burada başlar.
  • Selçuklu döneminde bir kaynak, o devirde toplum dışı kabul edilen bir takım gezici derviş zümrelerin (Kalenderiler) bile, ulemanın muhalefetine rağmen camileri mekan tuttuklarını, hatta köpekleriyle ikamet ettiklerini, şikayetçi bir tavırla yazar.
  • Şeyh Bedreddin'in Yahudiler ve Hristiyanlarla sıkı münasebetleri olduğunu görüyoruz. Bazı kayıtlar Şeyh Bedreddin'in Sakız adası rahiplerini müslüman ettiğini belirtir... Şeyh Bedreddin ayaklanmasına katılanların bir kısmının Hristiyan olduğu, hatta şeyhin ileri gelen halifelerinden olup, ayaklanma katılan Kalenderi şeyhi Torlak Hû Kemal ve müritlerinin Yahudi muhtedileri olduğu, diğer tarih kaynaklarınca doğrulanmaktadır.
  • Bir defa 16.yuzyilda meydana gelen ayaklanmaların tamamı Kizilbaş(Alevi) isyanı olarak nitelemek doğru değildir. Nitekim bunlarla ilgili Osmanlı kaynakları yakından incelendiğinde rahatlıkla anlaşılacağı üzere bu isyanlar sadece ve sadece 16.yuzyildaki Kizilbaş zümrelerin çıkardığı veya katıldığı hareketler olmayıp Kizilbaş çevreleri kadar olmasa bile Sünni kırsal kesimden de birtakım insanların bulunduğu görülmektedir. Ikıncı olarak bu isyanların Kızılbaşlığın Sünniliğin Kizilbasliğa karşı koyusu anlamına dini veya ideolojik çatışmalar olmadığı dolayısıyla Kızılbaş halk ile Sünni halkın mücadelesi mahiyetini taşımadığı aksine Osmanlı merkez yönetimine karşı başkaldırı hareketleri olduğu açıkça görülmektedir.

Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ahmet Yaşar hocanın mükemmel eserlerinden biri. Çoğu tarihçinin göz ardı ettiği konulara değinen, M.Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Osman Turan, Halil İnalcık, Kemal Karpat ve Şerif Mardin'e sık sık göndermeler yapan, Ortaçağda gelişen islamının kökünü çok sade anlatan, daha önceki tarihlerde yazılan makalelerin derlemesinin yapıldığı muhteşem bir kitap. Herkesin kütüphanesindeki yerini almalı. Şimdiden Ahmet hocamın diğer kitaplarını da sipariş verdim. Tarihe objektif bakmak isteyenlere şiddetle öneririm (Berkay Yıldız)

Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri PDF indirme linki var mı?

Ahmet Yaşar Ocak - Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ahmet Yaşar Ocak Kimdir?

Yozgat'ta doğan (1945) Ahmet Yaşar Ocak yüksek tahsilini İstanbul İlahiyat Fakültesi'nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi. Aynı fakültede asistan oldu. Doktorasını Strasbourg Üniversitesi'nde, doçentlik ve profesörlüğünü ise Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yaptı. Ocak, Hacettepe Üniversitesi'nde öğretim görevliliği görevini devam ettirmektedir.

Ahmet Yaşar Ocak Kitapları - Eserleri

  • Babailer İsyanı
  • Türkler, Türkiye ve İslam
  • Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri
  • Türk Sufiliğine Bakışlar
  • Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler
  • Arı Kovanına Çomak Sokmak
  • Kalenderiler
  • Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
  • Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası
  • Osmanlı Sufiliğine Bakışlar
  • Hızır Yahut Hızır İlyas Kültü
  • Sarı Saltık
  • Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri
  • Selçuklular Osmanlılar ve İslam
  • Osmanlı İmparatorluğu ve İslam
  • Veysel Karani ve Üveysilik
  • Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler
  • Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri
  • Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Evliya Menakıbnameleri
  • Türk Folklorunda Kesik Baş (Tarih-Folklor İlişkisinden Bir Kesit)
  • Dede Garkın ve Emirci Sultan
  • Yunus Emre
  • Benden Sual Ederseniz
  • Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi

Ahmet Yaşar Ocak Alıntıları - Sözleri

  • Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden Çoluk çocuk ev barktan tam geçmeden Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden Şeytan galip, can verende şaştım işte. (Türk Sufiliğine Bakışlar)
  • "kendisini Tanrı aşkına adamış, bu yüzden de "Yaratılanı Yaratan'dan ötürü seven" O'nun yarattığı insanı da aynı sebeple yücelten, yaşadığı dönemde gördüğü iki yüzlülükleri, bozuk düzenleri, ahlaki yoksunlukları eleştiren, insanlara düzgün insan olmayı öğretmeye çalışan melamet ehli inançlı bir sufî; olduğunu da açıkça göstermektedir. (Yunus Emre)
  • Şeyh Bedreddin ve onunla bağlantılı Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanları zaman zaman 1240'taki Babai isyaniyla aynı mahiyette görülmüştür... İdeolojilerindeki benzerliğe rağmen, daha detaylı bir analiz yapıldığında, birinin ideolojisi daha çok İslami cila altında İslam öncesi inançlarla karışık bir mehdicilik, diğerininki ise yine mehdici bir karaktere sahip bulunmakla beraber, İslam, Hristiyanlık ve Museviliğin birleşiminden doğan bir bağdaştırmacılık, telfik'tir. (Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • "Kasapların tartışmasında koyunların taraf tutması, koyunların kaderini değiştirmez." (Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası)
  • Alevi araştırmacılar çoğu, Aleviliği Hz Ali ile Muaviye'nin hilafet çatışmaları ile başlatırlar. Bunu İlk bakışta doğru gösteren, Aleviliğin ana inanç konusu olan Hz Ali'dir. Oysa bu başlangıç noktası Şiilik için geçerlidir ve çok bilindiği üzere Şiiliğin tarihi gerçekten burada başlar. (Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Ricaut asıl çarpıcı bilgileri, Mûsirrîn ( Muserins) adıyla zikrettiği zümre hakkında vermektedir ki aynı şekilde Osmanlı kaynaklarına yansıyan bir zümre de budur. " Sır gizleyenler" anlamına gelen bu kelimede kastedilen"sır" yazara bakılırsa, uluhiyet kavramını inkar etmek, yani ateizmdir (Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Saçları, sakalları ve bazen bıyıkları ve kaşları kazınmış, belden yukarılari çıplak, sırtlarında bir hayvan postu, boyunlarında aşık kemikleri ve çıngıraklar, bellerinde baltalariyla dolaşan bu dervişler Allah'ın insan bedenine girip insan kılığında göründüğüne, beden öldükten sonra ruhun başka bir bedende yeniden dünyaya geldiğine inanıyorlardı. Namaz kilmadiklari, oruç tutmadikları, içki içtikleri, esrar kullandıkları için uğradıkları şehir ve kasabalarda çoğunluğu halkın ve ulemanın kinamalarina ve bazen hakaretlerine muhatap oluyorlar, kırsal bölgelerde ise büyük bir saygıyla karşılanıyor ve evliya muamelesi görüyorlardı... kendilerini Müslüman olarak tanımlıyor ve fethettikleri topraklarda zaviyeler kurararak yerli Hristiyanlık halk arasında bu Müslümanlık anlayışını yayıyorlardı. Oralardaki efsaneleri, eski aziz menkabelerini, hatta Kitabı Mukaddes hikâyelerini kendilerine adapte ederek yeni menkabeler yaratıyorlardı. Bu, rastgele yapılan bir şey olmayıp, esasında oralarda kendi Müslümanlık anlayışlarını yaymak için kullandıkları bir yöntem idi. (Ortaçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Çok tipik bir örnek olduğu için hep vurguladığım bir vakıa da İrlanda'da Hıristiyanlığın yayılışı sürecidir. Hristiyan misyoner rahipler İrlanda'daki antik mitolojiyi özümseyip Hristiyanlaştırarak bu dinin yayılmasını sağlamışlardır. Bunun en güzel örneği 5. Yüzyılda İrlanda'da faaliyet gösteren Saint Patrick'tir. İşte aynı süreç İslam'ın yayılışı için de geçerlidir. İslam yayılırken coğrafyalardaki sıradan halk hiçbir zaman İslam'ın teorik kurallarının bilincine vararak, teolojisinin inceliklerine vakıf olarak Müslüman olmamıştır. Çünkü bu yüksek seviyede entelektüel bir birikim ister. Dolayısıyla sıradan halk tabii bir şekilde önce kazanacaklarına bakar, İslamı kabul etmenin kendisine sağlayacağı pratik yararlara bakar. Sonra da ilk dikkatini çeken şey eski inançlarını andıran inançlar olup olmadığıdır. Onlara benzer unsurları hemen kabullenir ve onları eski inançları ve mitolojisi ile özdeşleştirir. (Arı Kovanına Çomak Sokmak)
  • XVI. yüzyılın ilk çeyreğine, yani Yavuz Sultan Selim devrine kadar yalnızca ehl-i küfr'e yani Hıristiyan dünyaya karşı mücadele misyonunu üstlenen Osmanlı devleti, bu yüzyılın başlarında, İran'da Safevi devletinin kurulmasıyla başlayan Şii propagandaya karşı yeni bir misyon yüklendi: Ehl-i Rafz'a karşı mücadele. Bu, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'ndan sonra Sünni İslam'ın bu misyonu ikinci kez yüklenişiydi. Bu süreç, Osmanlı imparatorluğu genelinde Sünni İslam'ı tam bir devlet ideolojisine dönüştürdü. Bu Sünni ideolojinin teorik temeli, Osmanlı medreselerinde çok eskiden beri okutulmakta olup, Osmanlı Sünniliğine ana istikameti veren, XIV. yüzyılın ünlü âlimlerinden Sadeddin-i Taftazani'nin eserine Ömer Nesefi'nin yazdığı Şerhu'l Akaid idi. Yazıldığı dönemdeki şiddetli dinî cereyanların etkisiyle genellikle Sünnilik dışı İslâm mezheplerine karşı çok katı ve hoşgörüsüz bir tavır takınan ve Osmanlı Sünniliğinin tam bir dogmatizme dönüşmesinde belki en büyük rolü oynayan bu kitabın, bu açıdan ciddi ve derin bir analize tâbi tutulmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bu analiz işleminin bu meyanda getirilen diğer literatüre de uygulanması çok yararlı sonuçlar verecektir. (Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası)
  • Uzun zamandır batının akılcılığı(bilimi,teknolojisi,endüstrisi) tasavvufun irfanına galip gelmektedir. (Tasavvuf, Velâyet ve Kâinatın Görünmez Yöneticileri)
  • Kaynaklara bakıldığında, conformist sufi çevrelerinin [...] bir medrese eğitimi almış ve onun öğretisini hem pratik, hem teorik yahut en azından teorik olarak benimseyen ve bu sebeple olabildiği kadar şeriat çerçevesinde kalmaya özen gösteren, daha ziyade şehirli sufilerden oluştuğu görülür. (Osmanlı Sufiliğine Bakışlar)
  • Rafizilik veya Kızılbaşlık, İslami ve mistik bir cila altında eski inançlarını koyu bir tutuculukla koruyan konargöçer halk kesimi içinde, kendisini vergiye bağlayıp yerleşik hayata geçirmeye zorlayan Osmanlı yönetimine karşı, bunalımı kullanmak suretiyle tahrik eden Şii propagandasınin etkisiyle oluşan yeni bir oluşumdur. (Yeniçağlar Anadolu'sunda İslam'ın Ayak İzleri)
  • Hoca fazla sert değildi ama yüzü pek gülmezdi. Erzurum şivesiyle konuşuyordu. Lacivert takım elbise giyerdi, kravatı var mıydı yok muydu onu Tam hatırlayamıyorum. Ama başındaki fötr şapkasını çok iyi hatırlıyorum. Ders verirken şapkasını çıkarıp masanın üstüne koyardı. Ama sertliğine rağmen hoş ve sempatik bir insandı aynı zamanda. Bir keresinde muziplik yapıp ders çıkışında hocaya şapka giymenin günah olup olmadığını sordum. İskilipli Atıf Hoca hadisesini biliyordum ve sorum maksatlıydı. Üstelik hocanın başında da fötr şapkası vardı. Çok kızdı hiç cevap vermeden döndü gitti. Adamcağız ne cevap versin günah dese siz niye giyiyorsunuz diyeceğim, günah değil dese madem öyle Atıf Hoca niye giymeyi reddetti diyeceğim. Hasılı kelam benim yaptığım kabalık ve ukalalık idi ama gençlik işte, bir bakıma fütursuzluk demek değil midir? (Arı Kovanına Çomak Sokmak)
  • Sakalımı başımı Bıyığımla kaşımı Hak onara işimi Bu sakalı kırkarım Kaygusuz Abdal (Kalenderiler)
  • Kaynaklar bu dönemin tanınmış zındıkları arasında Emevi halifesi II.Velid b. II.Yezid'i (743-744) zikrederler. Ebû'l-Ferec İsfahâni'nin (ö. 967) Kitabu'l-Egani isimli ünlü eserinde, Velid'in daha küçük yaşta mürrebbisi Abdü's-Samed tarafından "zındıklığa" alıştırıldığı, içkiye düşkün olup veliaht iken Kabe'ye bile içki götürdüğü, sefahat âlemlerini halife olduktan sonra da terk etmediği, dini emirleri hafife aldığı ve bunun herkesçe bilindiği ileri sürülür.75 Hatta Ebû Said el-Himyeri'nin naklettiği bir pasajda yer alan manzum arçalar, görünüşe göre aynı zamanda kuvvetli bir şair olan halife Velid'in, Kur'an-ı Kerim'e nazmen meydan okuduğunu gösteriyor. Yine Kitabü'l- gani'deki bir pasaj, halife Velid'in Maniheist inançlar taşıdığını ihsas ediyor. İbnu'l-Esir'in naklettiği bir anekdot ise halife hakkında tamamen değişik şeyler söylüyor; Süyûti de Zehebi'den naklen, her ne kadar içki âlemlerine düşkün ve livataya (homoseksüellik) eğilimli olsa da, halife Velid'in zındık olmadığını belirtiyor. (Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler)
  • Anadolu'ya muhtelif göçlerle gelip yerleşen Türkmen babalarının, eski Türk Şamanlarının İslâmîleşmiş şekilleri olduğu eskiden beri bilinmektedir. (Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri)
  • Kısaca toparlanacak olursa, bir defa bu tartışmadan, Kalenderliğin, Melametiliğin biraz farklılaşmış biçimi olduğu sonucu çıkmaktadır. Ama asıl önemli olan şudur: Bu sufi yazarların eserlerini yazdıkları dönemlerde Kalenderliği henüz yüksek bir tasavvufi felsefe ve yaşayış biçimi olarak yaşayanlar bulunduğu gibi, kendilerini bu maske altında gizleyerek hiç bir dini, içtimai ve ahlaki nizam ve kaide tanımayan Kalenderi zümreleri de bulunmaktadır. Sühreverdi'nin yaşadığı devir, aynı zamanda, ileride kendisinden bahsedilecek olan büyük Kalenderi şeyhi Cemalü'd-Din-i Sivi'nin devridir. Bu devir, ayın zamanda Kalenderiler'in Orta Doğu'da iyice yayılıp tanındıkları bir dönemdir. Cami'nin zamani ise, Kalenderi zümrelerinin hemen her tarafı kapladığı çok daha geç bir dönemi yansıtır. İşte her iki yazar da kendi devirlerindeki Kalenderi zümrelerinin durumunu göz önüne alarak belirtilen fikirlerini ileri sürmüşlerdir. (Kalenderiler)
  • F. Köprülü, A. İnan, O. Turan, C. Cahen ve I. Mélikoff gibi âlimlerin çalışmaları da bu gerçeği ortaya çıkarmış, hattâ Orta Asya ve Anadolu'da XIII-XIV. yüzyıllarda bile İslâmlaşmanın tamamlanmadığını göstermişlerdir. Adları geçenler, bu duruma sebep olarak, söz konusu yıllarda devam eden göçler sebebiyle durmadan yenilenen Asya menşe'li eski inançları zikretmişler, bunlar arasında özellikle Şamanizm'e ağırlık vermişlerdir. (Alevî ve Bektaşî İnançlarının İslâm Öncesi Temelleri)
  • Bektaşi menakıbnamelerinde tenasüh ile ilgili menkabeler, şüphesiz ki sadece bu kaydedilenlerden ibaret değildir. Bunlar, en tipik olanlarından seçilmiştir. Yukarıda nakledilen bu menkabeler, dikkat edilirse, üç ana grupta toplanmaktadır. a) Bir kısmında aynı ruhun Adem Peygamber'den Hz. Muhammed'e kadar, sırasıyla bütün peygamberlerin bedeninde yaşayıp geldiği anlatılmaktadır. Sultan Şucauddin ve Otman Baba'ya dair bir kısım örnekler bu mealdedir. Bu inanç, XV. yüzyılın ilk yarısında Kaygusuz Abdal'dan itibaren, Bektaşi-Alevi şiirinde de sık sık işlenmiştir. (Türkiye Sosyal Tarihinde İslamın Macerası)
  • Burada son olarak bir de hükümetin Türkmenler üzerindeki baskılarından söz etmek lâzımdır. Bu baskılar bilhassa II. Gıyaseddin Keyhusrev zamanında kendini göstermeye başlamıştır. 1237'de tahta geçen bu genç sultan, rivayetlere göre Gürcü karısının etkisiyle kendini sefahate vermiş ve av partileri, içki meclisleri tertip ederek sorumsuz ve sefih bir yaşantı sürmeye başlamıştır. Devlet işlerinden tamamiyle elini çekerek yetkilerini kendi iktidarı peşinde koşan kurnaz veziri Sâdeddin Köpek'e devrettiğini bütün kaynaklar yazar. Bu vezir ve maiyyetindekiler, memleketi kendi siyasi menfaatleri doğrultusunda idare ediyor, devlet memuriyetlerini ve birtakım yüksek mevkileri rüşvet karşılığında peşkeş çekiyorlardı. Bu otorite boşluğundan ve denetimsizlikten yararlanan mültezimler, halkı yüksek vergilerle eziyorlardı. Bu sûretle birkaç yılda memleketin normal akıp giden sosyal düzeninde bozukluklar başgöstermeye başladı. Bu durum tabiatıyla diğer ahalinin hayatında olduğu gibi Türkmenlerin hayatında da sarsıntılar meydana getirmişti. Fakat Türkmenlerin takip ettikleri hayat tarzı yüzünden bu sarsıntılar onları yerleşik kesimden çok daha fazla etkiliyordu. Çünkü yeterli mer'a ve kışlak bulamamaktan dolayı zaten zorlukla hayatlarını sürdürmekte olan bu insanlar, ödemeye alışmadıkları vergilere çoğu zaman zaten olumsuz bakıyorlardı. Böyle olunca, bir de müsamahasız vergi memurlarının ağır vergi tekliflerinin getirdiği ilâve yük karşısında, iktisaden büsbütün güçsüz duruma düşüyorlardı. Sonuçta hayatlarını sürdüremez hale geldiler. İşte Türkmenleri çileden çıkaracak olan zor noktası burada başlamış olmalıdır. İster istemez yaşayabilmek ve hayatî ihtiyaçlarını giderebilmek için, zaten zaman zaman yaptıkları yağma hareketlerini daha da artırdılar ve sonunda yönetimle ipleri kopardılar. Nitekim bu durum, isyanın başlangıcından itibaren yapılan şiddetli yağmalarla kendini gösterecektir. Görüldüğü gibi, şahsen bizim Babâiler isyanının temel sebepleri olarak değerlendirmekte olup yukarıda açıklamaya çalıştığımız ekonomik, demografik, sosyal ve psikolojik sebepler, aslında birbirinin sebep ve neticesi ve birbirinden ayrılamaz faktörler olarak kabul edilebilir. (Babailer İsyanı)

Yorum Yaz