matesis
dedas

İnternet bilgi çağı mı?

“İnternet zararlıdır.” cümlesi katı bir önyargı içeriyor artık. Çünkü zamandan tasarrufla bilgiye kolayca ulaşmayı mümkün kılıyor. İnterneti oyun, eğlence ya da sınırsız zevklerimiz için kullanmak ise onu nefsimizin hakkı olmaktan çıkarıyor.
  • 12.07.2014 17:25
İnternet bilgi çağı mı?
Çok klişe bir ifadeyle başlayalım haberimize: “Malum, bilgi çağındayız.” Etrafımız akıllı nesnelerle çevrilmiş durumda. Evimizde bilgisayar, elimizde akıllı telefonlar var. Çocuklarımız bile okulda akıllı tahtalar, akıllı tabletlerle haşır neşir. Hal böyle olunca bilgi her saniye baş döndürücü bir hızla akıyor elimizin altında. Dünyada ya da memlekette neler oluyor, merak ediyoruz haklı olarak. Sistem bizi buna yönlendiriyor çünkü. Bazen bırakın birkaç saati, birkaç dakika bile sosyal ağlardaki hesaplarımızı kontrol edemeyince kendimizi eksik hissediyoruz. Eskiden en fazla bir saat televizyon izleyerek haberleri takip edebiliyorduk. Fakat şimdi ‘sosyal mecralarda’ her dakika yeni bir haberi eskitiyoruz. Peki, internet erişimimiz de yemek yemek, uyumak gibi bir ihtiyaç, yani nefsimizin hakkı sayılamaz mı? Şayet böyleyse, nasıl kullanmak lazım interneti acaba?

“İnternet zararlıdır.” cümlesi katı bir önyargı içeriyor artık. Çünkü zamandan tasarrufla bilgiye kolayca ulaşmayı mümkün kılıyor internet. Bir tuşla, hatta bir dokunuşla dünyayı önümüze getirebiliyoruz. Ancak kendi sınırlarımızı çizemediğimizde, zaman tasarrufundan çok zaman israfı yaptığımızı fark edemiyoruz genelde. Diyelim ki tüm dünyayı ilgilendiren büyük bir olay meydana geliyor. Önce o olayı öğrenmek için giriyoruz internete. Sonra “Şu sitede ne yazıyor, bu yazar ne demiş, gelişmeler var mı?” ve buna benzer haberler derken saatlerimizi internetin başında geçirdiğimiz oluyor. Hatta bu durum artık birçoğumuzda bağımlılık derecesinde. Fethullah Gülen Hocaefendi bir konuşmasında, televizyon ve internet bağımlılığının vakit israfıyla birlikte, kendine özgü lisanlarıyla dil katline de sebep olduğunu vurguluyor. Bu yüzden, televizyon ve internet konusundaki ufkunu, “İçinde hiçbir ibret olmayan, milli duygular adına, ruh ve mana kökleri hesabına hiçbir mana ifade etmeyen, manevî bir heyecan uyarmayan ve irfan ufkuna bir katkıda bulunmayan filmleri ve programları izlemek zaman israfından başka bir şey değildir.” şeklinde belirliyor. Daha da önemlisi, internet sayesinde bir bilgiye derin düşünmeden ve fikri zorlamadan ulaşabilmenin nesillerin sığlaşmasındaki en önemli tehlikelerden biri olduğuna dikkat çekiyor. Dolayısıyla interneti oyun, eğlence ya da sınırsız zevklerimiz için kullanmak, onu nefsimizin hakkı olmaktan çıkarıyor.

İnternet neden ‘silah’ gibidir?
Birçok internet sitesine ya da sosyal ağa girdiğimizde, ‘Bu da ilgini çekebilir’ diye önümüze sunulan başka bir videoyu, ilgi alanlarımıza göre yönlendirilen internet sayfalarını veya hiç istemediğimiz türden reklamları görmeyi de kabul etmiş oluyoruz. Bir kere ‘tıkladıktan’ ya da ‘dokunduktan’ sonra aradığımız bilgiyle birlikte, nâhoş görüntülerle karşı karşıya kalabiliyoruz. Sonrasında ise, Hocaefendi’nin tabiriyle ‘bakmanın esirleri’ haline geliyoruz. İnternette gezinirken ilgimizi çeken ya da çekmeyen her şeye bakmayı, sıradan bir görev addediyoruz. Helal-haram hassasiyeti de kaybolabiliyor. İnternetin karşısında kendimizi kontrol etmenin zorluğuyla ilgili Ahmet Şahin Hoca ‘silah’ benzetmesi yapıyor: “Kullanmasını bilenler ahlaklarını korurlar, faydasını görürler. Bilmeyip de sınırları aşıp taşanlar ahlaklarını bozarlar, cinsel duygularını isyan ettirip, sinirsel rahatsızlıklara bile maruz kalabilirler.” Kadın bedeni üzerinden reklamlarla sitesine müşteri çekmeye çalışanları ya da oynadığımız oyunlarla katıldığımız sosyal ağlar sayesinde edindiğimiz ‘arkadaşlar’ı düşündüğümüzde, bu silahın tehlikesini daha iyi anlıyoruz.

‘İnternete, dua ederek giriyorum’
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri nefsimizin hevesleriyle ilgili şöyle bir beyanda bulunuyor: “Beşer, hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli hevesata da ihtiyaç duyar. Fakat bu keyifli hevesat, beşte bir ile sınırlandırılmalı, yoksa hevânın sırr-ı hikmetine münafi olur.” İnterneti de nefsimizin bu keyifli hevesatı içerisinde sayarsak, Üstad’ın dediği gibi sınırlandırma yapmamız gerekir. Yoksa bu hevesimizi yaratılışına aykırı kullanmış oluruz. Ancak haberde bahsettiğimiz gibi, interneti sınırlı da kullansak bazen görmek istemeyeceğimiz türden, hem gözümüzü hem ruhumuzu kirletecek şeylerle muhatap olabiliyoruz. Zaman Gazetesi Yazarı Kerim Balcı bu durumla ilgili kendisine bir formül üretmiş. Bilmediği bir web sitesini açarken, tuvalete girerken yapılan ‘Allahümme innî eûzü bike mine’l-hubsi ve’l-habâis’ (Allah’ım, hususi ve umumi bütün kötülükleri bünyesinde toplayan habislerden sana sığınırım.) duasını okuyor. Belki bizim de internet başındayken sınırlarımızı korumamıza yardımcı olur.
TUBA ÇETİNKAYA

Yorum Yaz