tatlidede

Bergson - Nurettin Topçu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Bergson kimin eseri? Bergson kitabının yazarı kimdir? Bergson konusu ve anafikri nedir? Bergson kitabı ne anlatıyor? Bergson kitabının yazarı Nurettin Topçu kimdir? İşte Bergson kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 18.02.2022 02:40
Bergson - Nurettin Topçu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Nurettin Topçu

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759952495

Sayfa Sayısı: 136

Bergson Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bergson'un felsefesi, pozitivizm ile çeşitli izafiyeci (relativiste) felsefe sistemlerinin yıkıcı etkileri altında, mutlak hakikatı elde etmenin ümit ve imanını kaybeden XIX. Yüzyılın insanlığına, bu asrın sonlarında sezgi metodunu ortaya koymakla, bir ümit ve imanı getirmişti. Bu sebepten her memlekette ilgi ve takdirle karşılandı. Tesirleri az zamanda bütün dünyaya yayıldı.

Bergson Alıntıları - Sözleri

  • "Felsefe yapmadan önce yaşamak lazımdır."
  • İnsan eşyanın sesidir, kainatın kelamıdır.
  • Bir hiçten hiçbir şey meydana gelemez..
  • Bana dünya da ne yer kaldı, emin ol ne de yar, Ararım göçmek için başka zemin, başka diyar.
  • Yürü hür maviliğin bittiği son hadde kadar. İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
  • Zira Allah birdenbire kalbe dolmuyor..
  • Ben ancak kendi benliğimle birarada bulunabilirim, kendi kendimden ayrılamam.
  • İlk büyük engel, ilahi bir insanlık yaratmanın imkansızlığıdır. Çünkü insan da öbür hayvanların arasında bir hayvandır. Mistikler, insanın bu varlığını parça parça ve azar azar değiştirerek yerine ilahi varlığı koyma denemesindedir.
  • Prensip olarak Bergson insanın, her şeyin ölçüsü olduğunu, her türlü realitenin insan tipine uygun olarak meydana geldiğini ortaya koyuyor. İnsan varlığın kanunudur: Bütün kainatın özetidir.
  • "Bu zekâcı filozoflar, hayatı ve canlıları bilmiyorlar, canlı varlıkları neviler halinde hareketsiz yapıyorlar veya formüllerin içinde eritiyorlardı; halbuki hayat yaratıcı evrimdir, yaratma ve hürriyettir. Sonra da bunlar, ne hürriyetini ne sürekliliğini, ne de yaratıcı dinamizmini ifade edemeyerek şuurun hayatını bozup değiştiriyorlar. Düşünceyi süreksiz tasarımlar serisi haline getiriyorlar... Bu pasif temaşa halinde hürriyetimiz sönüp gidiyor: Onun artık hikmet-i vücudu kalmıyor, çünkü yaratacak bir şey kalmıyor. Bu gidiş, mekanizmin hayata karşı kazanılmış bir zaferidir".
  • Eşya ile sempatik kaynaşma bize mutlak realitenin bilgisi olan sezgiyi temin ediyor. Bergson, dış dünya varlıklarının sezgisini şöyle tarif ediyor: "Kendisinde biricik ve tarif edilmez olan şeyle birleşmemizi temin için, bizi bir varlığın içine sürükleyen zihni sempatiye sezgi diyoruz". Sezgi denilen bu sempatik kaynaşma şuurla eşyayı aynileştiricidir. O, ruhi (spirituel) olan benlikle maddi (materiel) olan eşya arasındaki farkı ortadan kaldırıyor. Sanki sezgi içinde benlik ile eşya aynı mahiyet kazanıyorlar; aralarında önceden bulunan ve zekanın gözünde onları birbirlerine irca edilmez kılan engel ortadan kalkıyor.
  • Dinleri de statik ve dinamik olmak üzere iki gruba ayırmak lazımdır. Beşerin ilk dinleri statik dinlerdir. Din, her şeyden evvel, zekanın yok edici iktidarı karşısında tabiatın koruyucu bir tepkisi olmuştur. Başka bir bakımdan din, zekanın, ölümden kurtulmanın imkansız olduğu tasavvuruna karşı tabiatın koruyucu bir tepkisidir. İtikat, emniyet demektir. İtikatların ilk aslı korku değil, korkuya karşı emniyettir. İnsan zekasıyla korkudan kurtulmaya çalışıyor, lakin bu kâfi değil, korkudan kurtulmakla iş bitmez, Ümitler de lazımdır. Din esasında harekettir.
  • Bergson ahlakı, sosyal temele dayanan bir mecburiyet hissine bağlıyor ve bir sosyal benliğin vücuduna inanıyor ahlaki mecburiyet, bizi aklın dışına çıkarmaktadır, bizi hür yapıcıdır. İki türlü ahlakı ayırmak lazımdır: Biri sosyal ahlak, öbürü insani ahlak. Bu ikisi arasında da cemiyetle insanlığın arasında bulunduğu gibi derece farkı değil, mahiyet farkı vardır. Benliğin genişleyip yayılmasıyla birinden öbürüne geçilemiyor. Kendimizi mecbur hissettiğimiz zaman birinci ahlaka, mecburiyeti kendimizde yarattığımız zaman ikinci ahlaka bağlanıyoruz.
  • Bergson, artık felsefenin cevher araştırmaya veda etmesi lazım geldiğini söylüyor. Ona göre dünyada en açık olan şey süredir. Kainat süre halindedir. Kainatta biribirine zıt iki türlü hareket görülür: Biri "inme", öbürü "çıkma" hareketi. Birincisi hazırlanmış bir yumağı çözmekten başka bir şey yapmıyor. Bu hareket, birdenbire gevşetilen yayda olduğu gibi, ani surette meydana gelebilir. Lakin içsel olgunlaşma ve yaratma faaliyetine karşılık olan ikincisi, esaslı olarak sürücüdür ve kendi ritmini, kendisinden ayrılamayan birinci harekete, zorla kabul ettirir. Bu iki hareketten "inme" maddenin tabi olduğu, "çıkma" ise hayatın tabi olduğu hareketlerdir.

Bergson İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bergson ve Sezgicilik: Bergson, fikirleri ve dinamik felsefesiyle, yaşadığı 19. Yüzyıldan itibaren birçok sanatçı ve düşünürü etkilemiş, beğenilmiş, tartışılmış ve hala konuşulmakta olan bir filozof. (Daha fazla detayı burada anlatmıştım: gonderi/40629364 ) Nurettin Topçu (1909-1975) ise, Avrupa’da eğitim görmek için girdiği sınavı kazanarak Fransa’ya giden ve liseden itibaren Fransa’da eğitim gören, nihayetinde de Sorbonne’ da felsefe doktorasını veren ilk Türk’tür. Fransa’da kaldığı dönemde kendisini yetiştirmiş ve o dönemin önemli düşünürleriyle temasta bulunmuştur. Daha sonra Türkiye’ye dönmüş ve Türkiye’de Bergson üzerine teziyle felsefe doçenti ünvanını almıştır. Yani aslında bu kitapta; bir filozof ve felsefesini, başka bir filozof tarafından dinliyoruz hem de felsefe tarihinden çeşitli yaklaşım ve kıyaslar geliştirilerek. Bu nedenle yola çıkarken heybenizin biraz dolu olması gerekiyor. Yazıldığı dönem göz önüne alındığında bazı eski kelimelere aşinalığınızın olması da gerekiyor. Yoksa ara ara dinlenmeniz, kelime ve terim araştırmanız muhtemel. Gelelim esere, ancak öncesinde de bir niyet beyan edelim: Bu yazı, esere dair tanıtıcı ve detaylarıyla ilgili bilgilendirici mahiyette bir inceleme olması gayesiyle kaleme alınmıştır. Şimdi kitaba geçebiliriz... Kitap, Bergson’ın hayatı, eserleri ve felsefesine mercek tutarken, Platon’dan Darwin’e kadarki geniş felsefi perspektiften bakarak Bergson’un felsefesinin alaka gösterdiği noktalara yaklaşım gösteriyor. Böylelikle okura, kapsamlı bir bakış açısıyla değerlendirme imkânı verilmiş oluyor. Felsefe tarihine dair bütüncül bir yaklaşım gerçekleştirildiğinden, farklı terimlerin de olduğu yoğun bir anlatım söz konusu. Felsefe altyapısı olanların muhtemelen yadırgamayacağı bu içerik diğer okurlar için zorlayıcı nitelikte olabilir. Bunun için Bergson ve Felsefesi konusunda ilgi duyan okurlara giriş düzeyi için kitap/bergson--143309 kitabını önerebilirim. Sonrasında bu kitap ya da kitap/bergson--64502 okunabilir. Kitapta kullanılan kaynakların büyük bir çoğunluğu dönemin Fransız düşünürlerinin orijinal eserlerinden alınma, yine alıntılar yapılan Bergson’un eserlerinin çeviriden değil de orijinalinden direkt olarak alınıp kullanılmış olması Topçu’nun yetkinliğine işaret ederken, kitabı da özgün kılmakta. İçerikten bahsedecek olursak; Topçu, Bergson’un yaşadığı dönemki felsefe çevresini, kimlerden etkilendiğini ve döneminin felsefi arka planını ele alarak Bergson felsefesini anlatıyor. Kitabın yarısından fazlasında ise Bergson’un Sezgicilik felsefesi üzerinde durmuş. Bergson felsefesinin öne çıktığı noktalar; Sezgicilik ve Zaman. Sezgi üzerinden, içgüdü, akıl ve saf hafıza hakkında özgün görüşler ortaya sunulmakta. Zaman üzerinden de, süre, oluş, yaratıcı evrim ve hürriyet konularında yine özgün görüşler dile getirilmekte. Ancak Bergson, kitaplarından yapılan alıntılardan anladığım kadarıyla böyle bir ayrım yapmıyor. Yani O’nun felsefesi birbirine geçişli bir bütün gibi. Yaratıcı evrimi anlatırken, hayat hamlesi ve süre yani oluş’tan da bahsediyor, sonra onu hürriyete bağdaştırıyor. Aynı şekilde oluş’tan içgüdüye, oradan saf hafızaya, şuura, zekâya ve sezgiye geçiyor. Bu nedenle Bergson felsefesini aslında bir bütün olarak değerlendirmenin daha anlamlı olacağı anlaşılıyor. Topçu’da Bergson felsefesini sezgi üzerinden okumayı tercih etmiş. Sanat, ahlak, estetik ve dinden, Bergson’un değindiği konulara hep Sezgicilik perspektifinden bakarak değerlendiriyor. Bu yukarıda adı geçen diğer Bergson kitaplarından farklı bir bakış açısı, bir zenginlik. Bu bakış açısından baktığımda Topçu’nun Bergson’a olan eleştirilerini de anlayabiliyorum. Çünkü o Bergson felsefe zincirinin ana omurgası olarak sezgiyi görüyor ve bununla tezat olan Bergson söylemlerini eleştiriyor. Topçu’nun bu yorumu dolayısıyla, kitapta çoğunlukla Bergson’un Sezgicilik anlayışı üzerinde durularak detaylı bir değerlendirme yapılmış. Sezginin, Bergson’a kadarki türlü anlamları başlıklar halinde irdelenmiş. Bu sezgi türleri olan; akli sezgi, yeni matematikte sezgicilik, Kant’ın sezgi anlamı, psikolojik sezgi, estetik sezgi, keşfedici sezgi ve mistik sezgi tek tek başlıklar halinde anlatılmış. Sonrasında ise Bergson’un sezgi anlayışı anlatılmış. Bu kitabın iyi yanlarından biri. Çalışmanın bu şekilde yapılmış olması hem genel bilgilendirme açısından verimliyken hem de Bergson’u sezgi konusundaki ortaya koyduğu felsefeyle daha iyi ayrıştırıyor. Böylece Bergson’un bu konuda neden öne çıktığı daha iyi anlaşılıyor. Ancak burada bir eleştiri de yapılabilir. Adı Bergson olan bir kitabın sadece Sezgicilik konusunda böyle detaylı ve ayrıştırıcı bir çalışma yapmış olması ve zaman-süre hususunda aynı detaycılıktan uzak olması bir noksanlık olarak değerlendirilebilir. Kitabın bir diğer iyi yanı ise; Bergson’u, eleştirel bakış açısı ve beğenisiyle birlikte sunabilmiş olması. Eserde, Bergson felsefesi ve ona destek sunan görüşlerin yanında ayrıca Bergson felsefesine karşı olan itirazlara ve eleştirilere de yer verilmiş. Yukarıda adı geçen iki Bergson kitabında da bu filozofa itirazlardan çok Bergson felsefesinin tanıtılmasına odaklanılmıştı. Bu kitapta Bergson felsefesinin yanında bu felsefenin farklı noktalarına karşı yükselen sesler de var. Hatta Topçu dahi Bergson’un ahlak ve din üzerine ortaya koyduğu fikirlere Bergson’un genel sezgi felsefesine dayanmadığı ve genel felsefesiyle çelişen noktalar olduğunu ileri sürerek eleştiri getiriyor. Yine filozofun eserlerinde sezginin; içgüdü, zekâ ve düşünce ile ilişkilendirmesinde birbiriyle çelişen ifadeler olduğunu örneklendirerek eleştirel bir yaklaşım gösteriyor. Eleştiri, eğer gelişim maksadı taşıyorsa, söz konusu konunun daha iyi kavranmasına neden olabiliyor. Burada da ona şahit oluyoruz. Çünkü beyan edilen fikir, eğer mantıklı bir biçimde sorgulanmaz, eleştirel bir biçimde ona yaklaşılmazsa ucu açık, belirsiz olarak havada kalıyor. Topçu’nun, sadece Bergson felsefesine değinmeyip, bir de Bergson’un sezgisi üzerine yapılan eleştirileri vermesi, üstüne kendi eleştirilerini de getirmesi, konuyu daha müşahhas ve kavranabilir hale getiriyor. Ben bunu eserin en faydalı yanlarından biri olarak gördüm. Yine Bergson Sezgiciliği’ni anlamak açısından da detay içeren faydalı bir çalışma olduğunu söyleyebilirim. İlgilenenlere şimdiden verimli okumalar diliyorum. (Emin K.)

Nurettin Topçu bu kısa risalesinde batıda ulaşılması zor bir zirve olan Bergson'u işliyor.Kitap Topçu'nun doçentlik tezi.Akademik bir bakış açısı olmasına rağmen felsefe hakkında az bilgisi olan insanların anlayabileceği bir üslubu var.Bergson felsefesine bir giriş olarak görülebilir. (Sefa Akgül)

Yıllar önce aldığım birkitabın ismi "Modern Dinin Filozofu: Bergson" idi. Merhum Topçunun Bergson'a özel bir ilgi duyduğunu biliyordum. Hâkezâ Tanpınar'ın da. Sezgi ve zaman üzerindeki düşünceleri onu mistik bir bölgeye çekiyor ve adının din ile anılmasına sebep oluyordu. Yakışık bir ay kadar önce bitirmiş olmama rağmen bu kitaba ilişkin düşüncelerimi, yine Topçunun "İslam ve İnsan Mevlâna ve Tasavvuf" isimli kitabını bitirdikten sonra yazmanın daha uygun olacağını düşündüm. Şimdi yazabiliyorum. Fransa dönüşünde Sırrı Tüzeer vasıtasıyla Nakşî Hasib Efendi ve Abdülaziz Efendi  ile tanışır Topçu ve Abdülaziz Efendi’ye intisap eder. Öncesinde Massignon'dan etkilenip Yunus Emre, Mevlâna, Hallac gibi isimlerin eserlerini okuyup düşüncelerini tetkik eder. Bergsona ilgisi de hemen hemen aynı döneme denk gelir. Topçu, Bergson ile ilgili yazarken onun etkilendiği ve eleştirdiği filozoflarla birlikte değerlendirir. Bir filozofu anlatırken Gazzaliden ve Sühreverdiden bahsederken, Hıristiyan azizlerden ve mistiklerden de örnekler verir. Bergson ile beraber onu takip eden Bergsoncuları da ihmal etmez. İki iktibas yapmak istiyorum kitaptan. Topçu izah etmemiş. Ben anladığımı ifade etmek istiyorum: "Saint Jean'a göre derin mistik sezgi içerisinde Allah bilgisi ile nefs bilgisi birbirinden ayrılmazlar, sımsıkı bağlıdırlar. "Bu çift ve biricik bilgi içerisinde bütün diğer bilgileri buluyoruz." "Kendini bilen Rabbini bilir"e benzemiyor mu? "Hakikî süreye sahip yegâne varlık benliğimizdir. Onun halleri önceden takdir edilemez, çünkü onun hiçbir hali önceden idrak edilmiş değildir. Süre, çoklukta birlik halinde gözüküyor. Daha doğrusu o, yaşanmış birliktir. Çokluk ancak mekanda tasavvur olunabilir. Gerçek süre bizim içsel hayatımızdır." Peki bu ifadeler Tanpınarın Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında. dörtlüğünde mükemmel bir şekilde özetlenmemiş mi? (Vakti Garîbe Âlemi Muhal)

Kitabın Yazarı Nurettin Topçu Kimdir?

Nurettin Topçu, 1909 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Osman Nuri Topçu’dur. Nurettin Topçu’nun babası Topçuzâde Ahmet Efendi Erzurumlu, annesi Fatma hanım ise Eğinlilidir. (Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin eski adı) Topçu ailesi Topçuzâdeler diye tanınmaktadır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum’un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk yapmıştır, bu lâkap da oradan gelmektedir.

Eğitimi

Nurettin Topçu, öğrenim hayatına altı yaşında Bezmiâlem Velide Sultan Mektebi’nin ana kısmında başladı. İlkokulu Büyük Reşid Paşa Numûne Mektebi’nde okudu.İlkokuldan sonra Vefa İdadisi’nde öğrenimini sürdüren Nurettin Topçu, birinci sınıfta iken babasını kaybetmiştir. Lise tahsilini İstanbul Lisesi’nin Edebiyat Bölümü’nde pekiyi derece ile tamamlamıştır. (1927-28) Mehmet Akif’in medeniyet telakkisini kavramış ve ilmini almak için Akif’in oğlu Asım’ı niçin Batı’ya göndermiş olduğunu idrak etmiş olan Nurettin Topçu, daha iyi bir eğitim alabilmek için Avrupa’da tahsil görmek gerektiğinin farkında olarak liseyi bitirdikten sonra kendi imkanlarıyla Milli Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu Avrupa imtihanlarına girmiş ve kazanmıştır. Fransa’nın Türkiye’deki liselerin denkliğini kabul etmemesinden dolayı Topçu buradaki eğitimine Paris’teki Bordeaux Lisesi’nde başlamıştır. İki sene sonra Strazbourg’a giden (1930) Topçu, burada üniversite tahsiline başlamış; psikoloji ve güzel sanatlar, genel felsefe ve mantık, çağdaş sanat tarihi, sosyoloji ve ahlak, ilk zaman sanat ve arkeolojisi dersleri almıştır. Strazbourg’da tamamladığı doktorasını 1934 yılında Sorbonne Ünivesitesi’nde vermiştir. Sorbonne Üniversitesi’nde okuyan ilk Türk öğrenci olmuştur. Çalışması Sorbone Üniversitesi Felsefe Jürisi tarafından yılın en başarılı doktora tezi seçilir. Üniversitenin geleneklerine göre birinci olan öğrenciler mutlaka ödüllendirilir. Bunun üzerine yetkili Profesör, Nurettin Topçu’nun yanına gelerek durumu anlatır ve ödül olarak neyi istediğini sorar:

- Efendim, bir altın saat mi? Amerika veya Kuzey Avrupa’ya bir mavi yolculuk mu?

Hangisini tercih edecekseniz onu alacaksınız veya o ülkeye ziyarete gideceksiniz!

Nurettin Topçu, kararlı ve gayet kendinden emin bir şekilde bu soruya şöyle cevap verir:

- Hiçbiri değil!

- O zaman ne istiyorsunuz?

- Sorbonne Üniversitesi’nin giriş ve çıkış kulelerinde yirmi dört saat ay-yıldızlı Türk bayrağının dalgalanmasını istiyorum!

- Derhal bu isteğiniz yerine getirilecektir!

Nurettin Topçu kendine yapılan teklife verdiği cevabı duyan herkes hayret ve hayranlık içinde kalmıştır. Vatan ve bayrak sevgisinin gurbet illerde okuyan bir öğrencinin yüreğinde böylesine yüceldiği az görülmüştür. Ayrıca bu olay, onun düşünce yapısını, vatan ve millet sevgisi ile hayat felsefesini yansıtan önemli bir ayrıntıdır.

Öğretmenliği

Avrupa’dan döndükten sonra 1935 yılında Galatasaray Lisesi’nde felsefe öğretmenliğine başladı. Topçu İzmir’de öğretmenliğinin henüz daha dördüncü yılında, Türk düşünce tarihinde önemli bir yeri olan “Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi”ni yayınlamaya başlar. (1939)

Denizli’den sonra İstanbul’a tayin edilen Topçu, Haydarpaşa Lisesi, Vefa Lisesi, Robert Koleji, İstanbul İmam Hatip Lisesi ve İstanbul Lisesi’nde öğretmen iken yaş haddinden emekli olmuştur. Nurettin Topçu, Bergson’dan hareketle hazırlamış olduğu Sezgiciliğin Değeri isimli çalışmasıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde doçent ünvanı almıştır.

Milletimizin son dönemde yetiştirmiş olduğu önemli fikir ve aksiyon adamlarından biri olan Nurettin Topçu’nun hayatını, sık sık idealize ettiği mesuliyet duygusunun yoğun baskısı altında Anadolu’da Türk Milletinin yeniden dirilişinin ilham kaynaklarını arayacak, münevver bir zümre meydana getirmeye çalışmıştır. Bu münevver kadroyla aklın saltanatını yönetimde, eğitimde, sanatta ve bilimde hâkim kılacak bir “Türk Rönesansı”nı gerçekleştirme çabası içerisinde olmuştur. Hayatı, bunun mücadelesi ile geçmiştir. Ahlâk alanında doktora yapmış olan Topçu, imanlı, ahlâklı debdebeden ve gösterişten uzak hayatı, doğru bildiğini söylemekten ve yaşamaktan çekinmeyen tavizsiz karakteri ile örnek bir şahsiyettir. Ömrünü her an büyük mahkemenin huzurundaymış gibi hesap vermeye hazır, hiçbir otoritenin etkisinde kalmaksızın milletinin meseleleriyle ve ahlâk dersi vermekle geçmiştir. Sınıfta, öğretmenler odasında, sokakta, camide, evde, konferans salonunda, kısacası hayatın her alanında ve her aşamasında… Kendisine maddenin ve servetin fethini değil, ruhların fethini gaye ettiği gibi, insanlara da onu hedef olarak göstermiştir. Felsefeden sanata, dinden ekonomiye ve eğitime kadar pek çok sahada kendine has tahlilleri, bakış açıları ve önerileri olan Topçu, hem Batı’yı çok iyi tahlil eden, gözlemleyen ve Batı düşüncesini bilen hem de ailesi ve muhiti dolayısıyla geleneksel yapı ve değerleri tanıyan, bilen ender düşünürlerden biridir. Birçok kaynaktan etkilenmiş olan Topçu’nun eserlerinde bu etkilerin izlerini görmek mümkündür.

Başlıca Eserleri

Yarınki Türkiye, İslam ve İnsan, Ahlak Nizamı, İradenin Davası, Mehmet Akif, Felsefe, Büyük Fetih, Devlet ve Demokrasi, Sosyoloji

Nurettin Topçu Kitapları - Eserleri

  • Var Olmak
  • Ahlak Nizamı
  • İslam ve İnsan - Mevlana ve Tasavvuf
  • İsyan Ahlakı
  • Taşralı
  • Ahlak

  • Amerikan Mektupları / Düşünen Adam Aranızda
  • Bergson
  • Türkiye'nin Maarif Davası
  • Büyük Fetih
  • Mehmet Akif
  • Yarınki Türkiye
  • Kültür ve Medeniyet

  • Millet Mistikleri
  • Felsefe
  • Mantık
  • Psikoloji
  • Sosyoloji
  • Reha
  • İradenin Davası / Devlet ve Demokrasi

  • Varoluş Felsefesi - Hareket Felsefesi
  • Milliyetçiliğimizin Esasları
  • Garbın İlim Zihniyeti ve Ahlak Görüşü
  • Mevlana Ve Tasavvuf
  • Devlet ve Demokrasi

Nurettin Topçu Alıntıları - Sözleri

  • "Kötülük bir bilgisizliktir, hiç kimse bilerek kötülük etmez." (İsyan Ahlakı)
  • Yorgundum; varlıktan sıyrılan bir sonsuzlukta sanki binlerce yıl dinlenmeye muhtacım. (Taşralı)
  • İnsanlık kadar eski olduğu halde, insanların pek azına nasip olan bu nesne aşktır... (Mehmet Akif)
  • Kendi tarihlerini tanımayan ve inkâr eden milletler için, yıkılıp yok olma tehlikesi vardır. (Ahlak)
  • Yumuşak başlı isem, kim demiş uysal koyunum? (Mehmet Akif)
  • Herkes bir medenî yaşayışa sahip olduğu halde, herkes kültürlü değildir. (Sosyoloji)

  • kendimden başkasına bağlanmak istemiyorum (Varoluş Felsefesi - Hareket Felsefesi)
  • Tarih kronolojiden ibaret değildir; olayları zaman sırasına koyarak nakletmekle yetinmez. Onları doğurmuş olan sebepleri araştırır; tenkit süzgecinden geçirilen olaylar arasında sebep-sonuç bağıntılarını meydana çıkarır. (Mantık)
  • Hamal eşyanızı eve getirdikten sonra çok yorulduğunu söyleyerek pazarlıktan fazlasını koparmak için kapınızda bağırıp çağırmaya koyulur. Ev sahibi hava parası dilenir, kiracı, kirayı ödememek için kırk dereden su getirir. Ve her yerde, her adım başında, meyhanede veya mabed kapısında o klâsik tavırlı, mel’un endamlı profesyonel dilenciler el açıp yalvarırlar: “Allah rizası için!” Allah'ın dilenciliği en çok levm ettiği bir dinin halkı ne kadar da dilencilere düşkün, bunlar ne kadar da hürmetsizce dileniyorlar! (Amerikan Mektupları / Düşünen Adam Aranızda)
  • Milliyet, en kısa ifadesiyle tarih ve toprak şuûrudur. (Mehmet Akif)
  • … Allah bir fikir değildir ki, ispat edilsin.” O kendisine bağlanılarak yaşanan bir varlıktır.” (Varoluş Felsefesi - Hareket Felsefesi)
  • “İnsan için bütün bir ömür kendini aramaktan başka bir şey değilse, acaba sonunda aradığımızı buluyor muyuz? (Millet Mistikleri)
  • Anadolu'nun kapısını Malazgirt'te açarak bu ülkeyi altıyüz sene bahtiyar Islâm beldesi yapan kuvvet, Alparslan'ın ruhundaki merhametten taşan âlicenâplik hamlesi idi. Asıl fetih bu kalp ve ruh hamlesinindir. Kılıç onda, şâirin elindeki kalemin yaptığından fazlasını yapmış değildir. Haçlı seferlerinde Kudüs'ü elde eden barbar Ingiliz kralı Arslan Yürekli Rişar'ın bu şehirde yediden yetmişe kadar bütün müslümanları kılıçtan geçirmesine karşılık, büyük İslâm mücahidi Selahaddin-i Eyyübi'nin ertesi sene şehri tekrar aldıktan sonra bir tek hıristiyanın burnunu kanatmayışı, bu olayın insanlık âlemine örnek verdiği merhametten fışkırarak haçlılan bu topraklarda perişan eden kuvvet olmuştur. Onlar yine bu kuvvetlerle perişan edileceklerdir. Büyük fethi ebedi yapan kuvvet kılıçla tankın değil, atomdan daha kuvvetli olan ulu ecdadın ruhundaki adalet kuvveti idi. (İslam ve İnsan - Mevlana ve Tasavvuf)

  • Izdırap dostluğu ne teselli verici şeydir! (Reha)
  • Hocalık mesleği, şüphesiz ki kitap sayfalarındaki bilgileri gençlerin dimağına aktarmaktan ibaret değildir; hocanın şahsiyetinden körpe ruhlara aşı vermesini bilmektir. (Millet Mistikleri)
  • Ruh için en yüksek iyilik ve en büyük erdemlilik, Allah'ın bilinmesidir. (Ahlak)
  • Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim... (Mehmet Akif)
  • “Ben bir insanım “ dediğim zaman bu ifadeye girmiş olan “ben…im” kelimesi varlığı ifade ettiği halde “insan” kelimesi öz ifade etmektedir. Yalnız Allah’ta varlıkla öz birleşmiş bulunur, birbirinden ayrılamaz. (Varoluş Felsefesi - Hareket Felsefesi)
  • Bu insanlar arasında kalbim, sık bir ormanda dolaşan kelebek gibi, ne tarafa uçsa ağaçlara çarpıyor. (Var Olmak)
  • İnsanın affedilmez şaşkınlığı, düşmanı kendi dışında aramasıdır. (Var Olmak)

Yorum Yaz