matesis
dedas

Lacivert Taşı - Sevinç Çokum Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Lacivert Taşı kimin eseri? Lacivert Taşı kitabının yazarı kimdir? Lacivert Taşı konusu ve anafikri nedir? Lacivert Taşı kitabı ne anlatıyor? Lacivert Taşı PDF indirme linki var mı? Lacivert Taşı kitabının yazarı Sevinç Çokum kimdir? İşte Lacivert Taşı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 04.04.2022 22:00
Lacivert Taşı - Sevinç Çokum Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Sevinç Çokum

Yayın Evi: Kapı Yayınları

İSBN: 9786054322770

Sayfa Sayısı: 367

Lacivert Taşı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Lacivert Taşı; öyküsü her ne kadar 20. yüzyılın ilk yıllarında başlıyor gibi görünse de aslında özelde güneydoğu, genelde ise tüm Anadolu coğrafyasının melalini potasında eriten bir kitap.

İpekyolu ticaretinin son temsilcilerinden, güneydoğulu çerçi bir ailenin hikâyesi bu.

Koca bir imparatorluktan arta kalan bir avuç toprakta, Arap ya da Ermeni, Türk ya da Kürt olmayı önemsemeden insan olmayı, insan kalmayı başarabilmiş bir azınlığın hikâyesi.

Bir zamanların bilimle, sanatla ama illa ki incelikle yoğrulmuş bitek topraklarının nasıl çoraklaştığının hikâyesi.

Kardeşlik coğrafyasındaki düşmanlığın hikâyesi. Yüz yıl önce kaybettiğimiz günden beri döne döne arayıp da bir türlü bulamadığımız "lacivert taşı"nın hikâyesi...

Yollara baktım; gece fenerlerinde aradım, akıp giden sularda, uçuşan yapraklarda aradım. Saadet ve acı her yerdeydi, hem iç içe... Dalgalı, damarlı bir taş gibi. Mavisi, firuzesi, grisi, laciverdi iç içe... Can çekişen bir kertenkelede, ağlara takılmış bir kelebekte... Sordum, çağırdım. Şunu anladım ki, oğlum Tutku'nun dediği gibi, "Her şey ve evren bir bütündür!"

Lacivert Taşı Alıntıları - Sözleri

  • Zamanı gelince düşer Ağaç kabuğu... Ya da sen kazıyıp alırsın. Altında parlak rengiyle Yeni bir deri, hiç okunmamış. Okursun...
  • Anlarsa uzağım, yakınımdır. Anlamazsa yakınım, uzağımdır.
  • “Göçen bir dağ ise bundan tufana ne? Orada kurtarıcı Nuh peygamber olsa o dağ direnmedikten sonra ve onda o istek yoksa bir damla su bile yapacağını yapar.Direnir... savaşırsa onu tufan da yıkmaz, sel de...”
  • Onun içerisinde gecenin en aydınlık zamanlarından damıtılmış bir renk gizlidir. Lapis Lazuli derler ona veya Azurit Taşı... Rengi,alımlı bir koyuluğu olan gece mavisidir. Onu yüreğine tak. İçindeki marifeti o zaman hissedeceksin. O sendeki akıldır,bilgi ve duygudur.Büyük kapılarda boynunda çıkar tasması olduğunda onu göremezsin.O senin için kayıp bir taştır o vakit. Paraca üstünlükleri olan,bu yüzden itibar görenlerin yanına gittiğinde ,istemediğin ve kalbinin reddettiği,aklının sınırlarından girmeyen yerlerde mecbur kalıp durduğunda onu senden uzaklaşmış bil! Şunu her zaman hatırla: Doğru düzdür,eğip bükemezsin. Düzü eğmeye kalkmak,insanlığa zarar verecek bir hükmü kendine göre başka şekle uydurmak demektir. O düzelmez; düzelmediği gibi doğruluktanda çıkar. Senin yüksek bakışın, güçlünün karşısında kendini ele veren ve küçülen kişinin bakışından farklıdır. Boynunun dik duruşu da bunun kanıtıdır. Para,ikbal hırsı ve iktidar gücüyle zalimleşenlerin bir gün yukarılardan düşen kar kütleleri gibi eriyeceklerini unutma.
  • Dünyaya gelmenin marifet olmadığını,insanlaşmaya doğru adım adım yol almamız gerektiğini söylerdi babam. İnsanlaşmak... İnsan değil miydik biz? Değildik! Yaratılmış bir,bir şeydik. Bir canlı, bir kitle, bir hacim. Hayvan bile değil. İnsana daha sonra benzemeye başlıyorduk. Bu dünyaya geliş maksadımızı kavradıkça..
  • “Devlet dediğin öyle bir ulu ağaç yetiştirip büyütecek ki gölgesinden herkes yararlanabilecek.”
  • "İbni Haldun sihirle tılsımı ayırır birbirinden;sihir,ruhla ruhun birleşmesi, tılsım ise ruhla cismin birleşmesinden doğar. Tılsım,gök cisimleri ile yeryüzü insanı arasındadır."

Lacivert Taşı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Lacivert Taşı: Bilindiği üzere edebiyat ile tarih iç içedir. Bazı tarihi gerçeklikler, edebi metinler vesilesi ile yeniden yorumlanma imkanına kavuşur. Bunu da en açık şekilde, edebiyatımızın, dönemler halinde tasnif edilmiş olmasına bakarak görebiliriz. Dolayısıyla, yazarların, değişen dönemsel şartlara kendini uyarlayarak, içinde bulunulan dönemin sosyolojik, politik, ekonomik ve kültürel özelliklerini, meydana getirdikleri eserlere yansıtılabilmesi , edebiyatta mühim bir meseledir. Bu bağlamda en başarılı bulduğum yazarların başında Sevinç Çokum gelmektedir.Nezdimde, Sevinç Çokum, eserlerinde bizden biri olduğunu yoğun bir şekilde hissettirerek, gelenek ve göreneklerimizi, milli kimlik ve benliğimizi, dil, din ve vatan sevgisini, kısacası bizi biz yapan değerleri ustaca öne çıkaran nadir yazarlarımızdan biridir. Sosyopsikolojik veriler altında, hümanist bir bakış açısı ile yazılan bu eserde, uzun yıllardır birarada kardeşçe yaşamış, töre, adet, inanış ve yaşamsal faaliyetler açısından aynileşmiş olan Türk, Kürt, Ermeni, Arap ve Süryani tebaalarının ilişkilerine tanıklık ediyoruz. 1900 lü yılların ilk çeyreğinde başlayan romanımız, Siirt'in Tillo ilçesinde yaşayan, çerçilik yaparak geçimini sağlayan Hicret Bey, ailesi ve çevresi etrafında gelişen olayları konu alıyor. Kadını Telli Hanım ve ondan doğma evlatları Gurbet ve Turna ile birinci kadını Zühre'den doğma evlatları Devran, Tutku, Selvi, Alaca ve Sedef ile birlikte yaşayan Arap kökenli Hicret Bey'in bu geniş ailesine bir süre sonra kimsesiz Kürt çocuğu Yadigar da dahil olacaktır. Elbette ki anlatılanlar salt bir yaşam öyküsünden ibaret değil, birlik ve beraberlik unsurunun ana temayı oluşturduğu bu eserde, cephe gerisindeki sıkıntılardan, bilimin elzemliğine kadar birçok husus çarpıyor gözümüze. İnsan üzerinden, toplumsal ve evrensel sorunlara parmak basan yazarımız, dönemin yaşam koşullarını okuyucuya son derece başarılı dokunaklı ve akıcı tasvirler ile aktarmış.Tabii bu eserin bu denli akıcı ve köklü olmasının en büyük nedenlerinden biri de hiç kuşkusuz yazarın esere konu olan yaşanmışlıklara yakinen tanık olması... Zira Sevinç Çokum, Lacivert Taşı adlı bu kitabını, atalarının, dedelerinin ruhlarını yadetmek adına yazdığını ve onlara armağan ettiğini söylüyor. Evet ana kahramanımız Hicret Bey'in ve Telli Hanımın torunu Sevinç Çokum. Ancak, gerçek isimlerini kullanmadan, her karakterin yaşantısına uygun isimler vermeyi tercih etmiş. Mesela Hicret Bey. Asıl amacı ticaret gibi görünse de, daha ziyade içsel bir huzur adına kervanlarla yaptığı yolculuklardan dolayı bu isme uygun görülmüş. Ya da Yadigar; daha önce de bahsettiğim gibi aileye sonradan katılmış bir Kürt çocuğu, bir nevi Kürt ırkının Hicret'e emanetidir, yadigarıdır... Yordam Bey de ağabeyidir Hicret Bey'in. Medrese hocalığı yapan ancak akıl ve bilim çizgisinden hiç sapmadan, yol yordam bilen bir karakterdir. Alaca da kardeşidir Hicret Bey'in. Nakkaştır, sanatını ustalıkla alaca alaca işler eserlerine... Hicret Bey'in ailesinin dağılması, Osmanlı topraklarının dağılması iel eşzamanlıdır. Hicret Bey'in devesinin boynunda asılı olan ve aileyi koruduğuna inanılan tılsımlı taş, Yadigar'ın elinde yitip gittikten sonra başlamıştır zorlu günler. Savaşlar, yıkımlar, ölümler, isyanlar derken hem ailede hem de devlette bir felaketler silsilesi başgösterdi. Zaten yazarımız da "Taşı, ülkemizin bütünlüğünün bir sembolü olarak kullandım" diyor. Romanda karşımıza çıkan bir dil var ki o da Çerçi Türkçesi. Zamanında böyle bir dil kullanılmış olsa bile ne yazık ki günümüze örnekleri ulaşamamış. Yazarımız da, çerçilerin kervanyolu olan İpek Yolu 'nun oradan geçmesi münasebeti ile Kuzey Kıpçak Türkçesinin baz alarak, kendi oluşturmuş bu dili. Ayrıca eserde bolca kullanılan atasözleri de yine yazarın kendi yaratıcılığının ürünleri. "Ham yemişin ekşisinden eyleme pekmez ;dadına dat ver ki Alaca zamanda erken fıştırma. Kölgede bitse karınca, yaprağın döke terek. Bize paslı sandığın küfü ne gerek? Bakracın ocakta bırakma ki pekmezin bal olsun." Okuduğum tüm Sevinç Çokum eserlerinde karakterleri çok sevdim, kendime yakın hissettim, çünkü neredeyse hepsi bizden içimizden di. Amma velakin gelin görün ki, Sonsuz'un bendeki yeri her daim bambaşka." Tren Burdan Geçmiyor" kitabını okuyanlar, oradaki Sonsuz 'u ve Sonsuz' un ileri sürdüğü felsefi bir yaklaşım olan "Abukizm" i hatırlayacaklardır. Abukizm, sözlük anlamı "saçma" demek olan "abuk''kelimesinden geliyor ve bu akımı yazarımız şöyle açıklıyor:" Abukizm saçma ın ya da gerçeküstü ün, gerçeğe dönüşmesidir. İçerisinde birçok şeyi barındıran bir varlığın anlaşılması ve tanınması demektir. Bir çelişkiler zinciridir. Mesela cehaletle bilgeliğin, yetenekle yoksulluğun, saflıkla acımasızlığın..." O halde bu izahat ışığında, Lacivert Taşı'nın da Abukizm' den izler taşıdığını gönül rahatlığı ile söyleyebiliriz. Ayrıca, gerek statik, gerekse dinamik tasvirler ile gayet dozunda harmanlanmış olan bu eserde, iç monolog, bilinç akışı ve iç çözümleme teknikleri ile de karşılaşıyoruz. Tüm bu bilgiler etrafında söyleyebiliriz ki, Sevinç Çokum edebi anlayış, üslup ve dil olarak, geleneklere bağlı bir yazar, milli şuuru yansıtma anlamında ise eşsiz bir usta. Eğer yolunuz hâlâ bir Sevinç Çokum kitabı ile çakışmadıysa lütfen vakit kaybetmeyin. Milli motifleri ve insan psikolojisini, edep ve sanat çerçevesinde nasıl güzel işlediğini görüp, kendisine hayran kalacaksınız. Ah Anadolum, kimlere mesken olmadın ki sen? Her ne kadar üstü örtülmeye çalışılsa da, bu coğrafyada yaşanmış, hâlâ kanayan ve onulmaz yaralarımız var bizim. Ne diyordu büyük ozanımız Hasan Hüseyin: "Kanadık, toprak olduk Çekildik, bayrak olduk Döküldük, yaprak olduk Geldik bugüne Ekmeği bol eyledik Acıyı bal eyledik Sıratı yol eyledik Geldik bugüne. Hicret Bey ile aynı topraklarda yetişmiş İsmail Fakirullah Efendi'nin, kitapta da geçen alıntısı ile noktayı koyuyor, okuma zahmetinde bulunan herkese yürekten teşekkür ediyorum. "Anlarsa uzağım yakınımdır, anlamazsa yakınım uzağımdır" (Seda Bera)

Henüz otuzlu sayfalarda olduğum deyim yerindeyse biraz "ağır ilerleyen" bir roman. Sıkılmadım lakin derin bir anlatım mevcut o yüzden dikkatli okumaya çalışıyorum. Belli ki yazar çok emek vermiş, çok derin çalışmış ve ortaya güzel bir eser çıkarmış. (Beste Çağıran)

Lacivet Taşı: Bu kitaba başlamadan kitap hakkında pek bir bulgunun olmaması beni bu incelemeye itti.Yazarla bu kitapla tanıştık kendisi bir Edebiyat öğretmeniymiş.Hocam bu kadar donanımlı olmanızın ve çerçi diline bile hakim olmanız bana kitabın acaba gerçek mi sorusu yarattı.Şimdi kitaba geçelim: (sonlara doğru spoi içerir) Bir çerçinin hikayesini okuyoruz.Okurken Telli Ana’nın öz olmayan çocuklara, kimsesiz bir çocuğu getiren kocasına ve de o çocuğa verdiği merhamet gerçekten kitabın en güzel kısımlarıydı.Osmanlı’nın son dönemlerinde bozulmalara nedenleri alttan alta vermesi de çok güzel olmuş.Kısaca özetlemek gerekirse; Bir çerçinin Eve dönerken kimsesiz bir çocuğu sahiplenmesi ve eve götürmesiyle başlayan kitabımız; Çerçinin devesinin boynuna karısı (Telli Ana) Uğur ve bereket getireceği inancıyla Lacivert taşı asması ve bu kimsesiz çocuğun eve gelişinden sonra onun kaybolup aileyi felaketlerin ortasında bulmamızı okuyoruz. Kitaptaki eleştiri konusu bence herkesin ölmesine gerek yoktu orası biraz kursağımızda kalan kısım oldu bunun dışında gayet güzel. (Deren Bolat)

Lacivert Taşı PDF indirme linki var mı?

Sevinç Çokum - Lacivert Taşı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Lacivert Taşı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Sevinç Çokum Kimdir?

Sevinç Çokum  25 Ağustos 1943’te  İstanbul  Beşiktaş’ta dünyaya geldi. Üç kız evlada sahip olan ailenin en küçük çocuğudur. Beşiktaş Büyük Esma Sultan İlkokulunu, Beşiktaş Ortaokulu ve Lisesini bitirdi. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu; ayrıca Umumi Sosyoloji dalında öğrenim gördü.  Acıbadem Özel Anadolu Lisesinde ve Etfal Hastanesine bağlı hemşire okulunda Türkçe ve Edebiyat dersleri verdi.

Orta öğrenimi sırasında bir süre İstanbul Radyosu çocuk korosunun haftalık programlarına katıldı.   Klasik Batı müziği dalında özel keman dersleri alarak Türk ve değişik ülkelerin temsilcilerinden  oluşan A. Kavafyan yönetimindeki  İstanbul Amatör Senfoni Orkestrasında ikinci kemanlarda çaldı, konserlere katıldı. Üniversitedeyken politikayla ilgilenmeğe başladı. Bir siyasi partinin ilçe gençlik kolu başkanı oldu, daha sonra İl Gençlik Teşkilâtına geçti, bir süre sonra politikada aktif rol almaktan  vazgeçti.  Öğrenimi sırasında evlenen  Sevinç Çokum, 1968 çalkantılı döneminde öğrenci hareketlerine fikirleriyle katıldı.

Edebiyata sevgisi  ortaokul sıralarında Türkçe Öğretmeni Necmi Seren’in, lisede ise Suzan Karamanlıoğlu’nun   yönlendirmeleriyle  yol aldı. Necmi Seren öğretmenliğin dışında Macarca’dan çeviriler yapmış, ünlü “Pal Sokağı Çocukları” romanını Türkçeye kazandırmıştı. Sevinç Çokum daha o tarihlerde günlük tuttu, şiirler yazdı. Lisede öğrenciyken büyüklerin katıldığı Kudret Gazetesindeki bir yarışmaya girerek ikinci oldu. Üniversitede hikâyeler yazmağa başlayan yazarın  Bir Eski Sokak Sesi adlı öyküsü Hisar Dergisinde (Şubat 1972) yer aldı. O sıralarda Yelken ve Eflatun Dergilerinde de birkaç hikâyesi görüldü, Ahmet Nadir Caner’in yönettiği Başkent Gazetesinde  şiirlerinden bazıları  neşredildi. İlk hikâyelerini  Eğik Ağaçlar adlı kitabında toplayan yazar,  Behçet Necatigil’in  tavsiyesiyle öyküde yoğunlaştı. Bu kitabın ardından Hisar Dergisinin yanısıra  Türk Edebiyatı Dergisinde de yazmağa başladı. 1975-76 yıllarında Kültür Bakanlığı bünyesinde düzenlenen komisyonlardan Halk ve Çocuk Yayınları Kurulundaki çalışmalara katıldı. 1977-79 yıllarında Türk Edebiyatı Dergisinin yazı işleri müdürlüğünde bulundu. Daha sonra,  (1981-85)  eşi Rıfat İzzet Çokum’la kurdukları Cönk Yayınlarını yönetti. Sevinç Çokum’un öykü, söyleşi ve diğer yazıları, Hisar, Türk Edebiyatı, Gösteri,  Varlık Dergilerinde ve Dünya- Kitap’ta yer aldı.

Öyküleri:

Eğik Ağaçlar (1972), Bölüşmek (1974), Makina (1976), Derin Yara (1984),Onlardan Kalan (1987 ) Bu kitaplar birleştirilerek, Bir Eski Sokak Sesi, Evlerinin Önü, Onlardan Kalan adlarıyla yeniden yayımlandı. Rozalya Ana  (1993- Türkiye Yazarlar Birliği Armağanı), Beyaz Bir Kıyı (Fas’ta geçen hikâyeleri 1998), Gece Kuşu Uzun Öter (2001 ), Al Çiçeğin Moru (2010).

Romanları:

Zor (1977), Bizim Diyar (1978), Hilal Görününce (1984- Milli Kültür Vakfı ve TYB Armağanları), Ağustos Başağı (1989), Çırpıntılar  (1991), Karanlığa Direnen Yıldız (1996), Deli Zamanlar (2000),  Gülyüzlüm (Tefrika roman olarak yazılışı 1988, kitaplaşması 2003 ), Gece Rüzgârları (2004), Tren Burdan Geçmiyor (2007),  Arada Kalmış Tebessüm (2010), Lacivert Taşı (2011- Eskader Roman Armağanı)

Gazete Yazıları: Güzele Bakan Karınca (1997), Vaktini Bekleyen Tohum (2000 )

Anlatı:  Hevenk- Kayıp İstanbul (1993-TYB Armağanı)

Radyo programları ve TV senaryoları da bulunan Çokum, Yeniden Doğmak adlı dizi senaryosuyla  Ankara Gazeteciler Cemiyeti, 1988 Basın Şeref Belgesine lâyık görülmüştür.

Çevrilmiş Eserleri:

Çarmıh,Bir Geminin Getirdikleri, Der Neu Mensch İn Der Türkei – Almanya(Seçkiye Katılan Öyküler)

BizimDiyar, Prof.Dr.  Azize Cefarzade’nin çevirisiyle- Azerbaycan-Baku.(Roman)

Tarifsiz Bir Sesin Hikâyesi, Moderne Turkse Verhalen- Hollanda (Seçkiye Katılan Öykü)

Denizin Dalgası Saçların, Racconti dell Anatolia-İtalya (Seçkiye Katılan Öykü)

Deli Zamanlar  Arapçaya çevrilerek Mısır’da yayımlandı (Roman)

Tarlabaşı’nda Sabah Oluyor, Istanbul In Women’s Short Storıes – England ( Seçkiye Katılmış Öykü)

Deli Zamanlar Arnavutluk, Bulgaristan ve Hindistan’da yayımlanmak üzere çevrilmektedir.

Eserleri üniversitelerde araştırma konusu olan Sevinç Çokum’un yurt dışında da bazı eserleri üzerinde çalışmalar gerçekleşti. Ayn Şems Üniversitesinden Ayşe Abdülvahid Çırpıntılar romanıyla ilgili, Batıda Türk Göçmenlerinin  Sorunları  adıyla  yüksek lisans yaptı.(2008-2010) Ayrıca yine Mısır’da Kahire Üniversitesinden Muhammed Eyd, yazarın  Beyaz Bir Kıyı  adlı eserini dil bakımından inceleyen bir çalışma ortaya koydu.(2010-2011)

İlk kitabıyla insan sevgisi ve hümanizma çizgisinde görünen Sevinç Çokum, zaman içerisinde öykü ve romanlarında değişimler yaşadı. Toplum ve birey arasındaki ilişkileri kurcalayan yazar, ilk romanlarında ulusun değerlerini kişilerine aktararak onları tarih perspektifi içinde ele aldı. Giderek insanın iç yapısındaki  derinliklere yönelen yazar,  sanatın sınırları olmayacağını savunarak evrenselliğe ulaştı. Deli Zamanlar romanıyla birlikte hikâyelerindeki ince gözlemleri, dil özenini ve ironik bakışı romanlarına taşıdı. Tren Burdan Geçmiyor ve Arada Kalmış Tebessüm, Lacivert Taşı  gibi  son romanlarında sosyal-psikolojinin verileriyle insanı anlamaya çalıştı. Abukiz adını verdiği bir felsefe ortaya atarak, çok renkli ve prizmatik bir yapı içinden dünyaya baktı. İçtenliği önemseyerek öğretilerin dışındaki doğruları aradı.

 

Sevinç Çokum Kitapları - Eserleri

  • Hilal Görününce
  • Ağustos Başağı
  • Lacivert Taşı
  • Bizim Diyar
  • Rozalya Ana
  • Gece Kuşu Uzun Öter
  • Tren Burdan Geçmiyor
  • Bir Eski Sokak Sesi
  • Al Çiçeğin Moru
  • Arada Kalmış Tebessüm
  • Deli Zamanlar
  • Gece Rüzgarları
  • Onlardan Kalan
  • Çırpıntılar
  • Evlerinin Önü
  • Yüzünü Sıyır Karanlığından
  • Kırmalı Etekler
  • Hevenk - Kayıp İstanbul
  • Güzele Bakan Karınca
  • Karanlığa Direnen Yıldız
  • Gülyüzlüm
  • Zor
  • Vaktini Bekleyen Tohum
  • Çok Yapraklı İlişkiler
  • Beyaz Bir Kıyı
  • Gözyaşı Çeşmesi
  • Bölüşmek
  • Tek Kalan Fincan
  • Makina
  • Eğik Ağaçlar
  • İskele Gazinosu
  • Beyaz Bir Kıyı

Sevinç Çokum Alıntıları - Sözleri

  • Varsın adları "göçmen " olsun. Çok sürmez , Avustralyalı olurdu onlar da. Ne kadar olunabiliyorsa tabii. (Çırpıntılar)
  • İnsanın, kimi zaman canını veresiye önemsediği birinin ya da bir nesnenin gün gelip kendisi için anlamını yitirdiğini anlaması doğal yaşanmışlıklardan değil miydi? (Tren Burdan Geçmiyor)
  • Hani bazen bir kuşa sevgiyle coşkuyla bağlanirsin, sonra kuşa bir hal olur. Hani yemez de yermiş gibi yapar, durmadan uyur; kanatları düşer. Hani solmakta olan bir çiçeğe dönüşür... gayrı parlatamaz tüylerini, matlaşır o tüyler, belki çoktan ölür derisi, yenilemez kendini geri dönülmezliklerde. Sonra bir bakarsın... (Gülyüzlüm)
  • Sevgi belki de milyonlarca anlardan birindeki birkaç saniyedir; fakat o birkaç saniye aslında ömürleri içine alabilir. (Arada Kalmış Tebessüm)
  • "Gül alır, gül satarlar.. Gülden terazi tutarlar Gülü gül ile tatarlar Çarşı pazar güldür gül.." (Ağustos Başağı)
  • Hayat pişmanlıklar zinciridir. Ama yıllar sonraki doğruların, sana bazı şeyler anlatır. (Yüzünü Sıyır Karanlığından)
  • Gece ışığı umuttu çünkü, umuydu. Umularla ürerdi hayat; hele umumun bir parçası isen... (Al Çiçeğin Moru)
  • Zamanın güzel bir noktasındaydık;zaman bizi karalamamıştı henüz ;ülkemiz karalamıştı. Ülkemiz bizi gözden çıkarmamıştı henüz. (Gece Rüzgarları)
  • “Siz bilimsel çalışmalarınızı sürdürürken bunlar olmaktaydı ve sonra sis diye bir hastalık icat ettiler; sözüm ona başka ülkelerde de bu hastalığın var olduğuna dair düzmece haberler çıkmaya başladı. Hayır, hayır, bin kere hayır! Kendileri gibi düşünmeyenlerin parlak zekâlarını söndürmeye çalışıyorlardı düpedüz. Çünkü karşı çıkan çoğu insanda itiraz eden aykırı bir gene rastlanıyordu. İtiraz geni, evet! Sözgelimi diğer hücreler maviyse aykırı gen her renge dönebiliyor. Maviden mora, mordan kırmızıya, yeşile ve sarıya... İşte o dayatılmış sistemlere uymayan gen...” (Çok Yapraklı İlişkiler)
  • Savaş bizim irademizden doğsa da kaderimiz gibidir. (Gözyaşı Çeşmesi)
  • Seni gezemediğim, keşfedemediğim, bozulmamış çok yakın bir kent gibi hatırlamalıyım. (Arada Kalmış Tebessüm)
  • Belki de ölmüşsündür, nerden bileyim, bilmeyi de istemiyorum. Ben benim işte aylardır bunu söylemeye çalışıyorum. Kimse bana hangi renkleri seveceğimi, hangi tatlardan hoşlanacağımı anlatmasındı. Beni bir makine addedip her parçamı değiştirebileceğini sanmasındı. Duvarın arkasında annen var demek! Aramızda hep bir duvar vardı zaten ve bizi hangi sersem esinti yanlışlıkla bir araya getirdi, bilemiyorum. Neyse, geldi geçti. (Kırmalı Etekler)
  • Eskiden daha bakımlıydı bahçemiz. Bahçıvan da yaşlandı. Bakamıyor. Ah o kamelyaları, ortancaları, zambakları görseydiniz. Ben o zamanlar daha meraklıydım böyle şeylere şimdi çiçekleri seyretmek bile yoruyor beni. (Zor)
  • Kırılsın varsın hayalleri. Pek çabuk kırılan hayal de zaten barınmamalı insanda. (Bizim Diyar)
  • İnsanların uçsuz bucaksız gaddarlığını anlayamadan öleceğim. Tutkuların sonsuzluğunu da... (Kırmalı Etekler)
  • .. '' O çiçekleri neden yaşatmaya çalışıyorum sanki? Çiçekler de ölür elbette. Yaşayan sadece tohumlarıdır. Yaşayan ve devam eden... " (Çırpıntılar)
  • Sevdiğim, yağmurla ayrıldık biz ve yine yağmurla kavuştuk. (Yüzünü Sıyır Karanlığından)
  • Kırılsın varsın hayalleri. Pek çabuk kırılan hayal de zaten barınmamalı insanda. (Bizim Diyar)
  • Ah ne olur bir gün şu trenlerden değişmiş olarak insem. Evimin kapısından, bir başka ben olup girsem... (Onlardan Kalan)
  • Gurur... Aşkın hem dostu hem düşmanı. Dostu, çünkü onunla yaşar ve ayakta durur o bağ. Düşmanı, çünkü yaprak uçurtmaz ortalıkta, yaprak kıpırdatmaz ki öteki ruh anlasın, sezsin, sevildiğini bilsin. (Tren Burdan Geçmiyor)

Yorum Yaz