tatlidede

Makam Metresliği

Makam Metresliği

 

 

 

Büyütecin Gördüğü

e-mail:  [email protected]

 

“Basın Mensubu; düzenli bir şekilde veya profesyonel olarak haber toplayan ve bu haberlerin her türlü kitle iletişim araçlarıyla halka ulaşmasını sağlayan tüm hakiki veya tüzel kişilere denir.”

Ben de böyle biliyordum.

Oysa

New York Times’ın ölümsüz editörü John Swinton, onuruna verilen yemekte yaptığı efsanevi konuşmada böyle tanımlamıyor kendi meslektaşlarını…

“ Hiçbiriniz sahici kanaatlerinizi yazacak kadar şecaat sahibi değilsiniz, cesur davransanız bile, asla basılmayacağını bilirsiniz. Ben inandıklarımı söylememek için para alıyorum. Sizler de benzer paraları, benzer nedenlerle alıyorsunuz…

Gazetecinin işi; gerçeği yok etmek, açıkça yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, siyaset ve muktedir tanrısına yaltaklanmak ve günlük rızkını çıkarmak için değerlerini satmaktır. Bunun böyle olduğunu ben de, siz de bildiğinize göre 'bağımsız basın' şerefine kadeh kaldırmak da nasıl bir maskaralıktır? Bizler sahne arkasındaki iktidar sahiplerinin köleleriyiz. Yeteneklerimiz, imkânlarımız ve hayatlarımız başkalarına aittir. Entelektüel fahişeler bizler buyuz."

Bunları okurken okurlardan bazılarının yüzlerini buruşturduğunu, bir ahlak refleksiyle bazılarının da bu yazının değer taşımayan ifadeler içerdiğini düşündüğünü de hissedebiliyorum.

Kim günahkâr?

Basın mensubu mu? Yoksa basın mensubunun Swinton’un tanımladığı çerçevede hareket etmesini arzulamasına rağmen özgürlüklerin havarisi pozlarında bunu her yerde pervasızca dillendiren starlık ve boş retorik peşinde çifte standartlı ahlak ve değer anlayışının muktedirleri mi?

Ya bizler?

Önümüze konulan bu tanımlamaları kayıtsız şartsız kabul ederken, içinde bulunduğumuz kültür atmosferinin yarattığı bu tiplemenin çarpık görüş ve davranışlarımızın eseri olduğunu göz ardı etmekle taşı atan ilk günahkâr olmuyor muyuz?

“İnsan olmak ve insana saygı duymak” Asıl mesele de bu…

Daha önceki yazılarda da vurgulandığı gibi, medeniyetin ana unsuru olan insana ilişkin herhangi bir mesele üzerinde tefekkür etmek bir toplumsal soruna çözüm üretmek için çaba göstermek şeklinde tercüme edilebilir.

Toplumda fikirlerin özgürce dile getirildiği,yapıcı eleştirilerin mutlak kabul gördüğü  herhangi bir değişimin mimarı olmak istiyorsak,bireye sınırları dahilinde hareket edebileceği,alanını genişletebileceği,diğer fertlerle rahat bir etkileşim içinde olduğu uygun kültürel atmosfer oluşturmak zorundayız.

Yaşam tarzı toplumu oluşturan fertlerin hareket coğrafyasıdır.

Renklerin, ritimlerin, gelenek ve göreneklerin, toplumsal alışkanlıkların, şekillerin, dengelerin, ilhamın, değişim yöntemi  ve uyumu gibi birçok değerin toplamı olan coğrafya.

O bir kültürdür, bir insanın kaderidir dolayısıyla da toplumun.

Karşılaştığımız birine gülümseme eşliğinde “Günaydın” deme tarzımızı dahi belirler.

Bilginin ve gerçeğin peşinde geçimlerini sağlayan gazetecilere değer verip küçümsememek te…

Onları salon müdavimleri haline getirmeye çalışıp “ne için geldiğinizi biliyorum” önyargısıyla karşılamamak ta…

Prestij kaygısını yaşarken onları bir kahvaltı sofrası ile taltif ettiğini düşünüp “kurgulanmış konuşmalarımı ve açıklamalarımı yayınlayın ve beni destekleyin yoksa” uzun menzilli tehdit kartını cebinden çıkartmamak ta…

Halkın dolayısıyla basın mensubunun da dahil olduğu siyasi meşruluğun sağladığı iktidara onları bağımlı kılıp daha önceden biçilmiş kaftanı giydirmeye çalışmamak ta…

Kelimelerden korkmamak ta.

Şaşkınlık taklidi yaparak, inkârın en zavallısına sığınarak toplum mühendisliğine soyunmamak ta…

Her tarafına demir ağlar örülen alanda ‘gerçeği aktarma’ misyonu yüklenmiş basın mensuplarını makamın sağladığı iktidar araçlarıyla horlamak,gömemezlikten gelmek,kalemlerini kırmaya çalışmak,dışlamak olsa olsa muktedirin özgüvensizliğine dair  bir dışavurumdur.

Ben burada toplumundan habersiz,bastırdığı  anlamsız karalama kağıtlarını ve dergilerini basın diye yutturmaya çalışan,çıkarı doğrultusunda davranılmadığında kelimelerini tehdit sosuna batırıp yayınlamakla gözdağı veren çakma gazetecileri kast etmiyorum.

Hayran olunası bir zeka ve eğitim bombardımanıyla, olan biteni göz kamaştırıcı berraklıkta tahlil edip yaşamdaki yerine oturtabilen basın mensuplarıdır işaret ettiğim..

Medeniyetler şehri! Mardin’de hiçbir medeni muameleye tabi tutulmak istenmeyen mücadeleci yol gösteren, umut aşılayan, aydınlığı işaret eden yerel basın mensuplarını.

Ama hiç dinlemediniz ki onları tanıyasınız.

“Fikrin ne fahişesi oldum, Ne zamparası!

Bir vicdanın, bilemem, Kaçtır hava parası?”

 Üstad Necip Fazıl’ın dizelerini şiar edinmiş makam ve iktidar metresliğini tercih etmeyen bu gerçeklik aynasında kendinizi görmek istemediniz ki tanıyasınız.

Kişi olarak, kurum olarak yerel basını her platformda  desteklemeyi şiar edinmişiz..

GEÇİNİZ…

 

Yorum Yaz